" ... 'o' buralarda bir yerlerde. ' içimin bomboş olduğunu biliyordu. '..."**
Bırak elindekileri hemen bir hikâye oku, hemen. Bira ısınmış, unutulmuş bir şeyler. Meyve mutfaktaki masanın üzerinde, oysa unutulmuş her şey hikâyede. Okudun, tekrar oku, belki uykunun bir köşesine kıvrılır, yüz kere dönmezsin yatakta, rahatsız etmemek için. Okuduğum hikâyede iki adam konuşuyor, konuşup tahmin yürütüyorlar. Bir kadın hakkında. İki erkek, arkadaşlar. Biri bir kadını seviyor. Doğrusu, sevdiğini anlatıyor, âşık olmuş bir kadına. Yüzünde kuşkularla yakalıyor arkadaşı onu. Sorduğunda (anlatıcı) "kadınları yeterince anlayamıyorum", diyor. "Kadınlar sevilmek içindir", diyor öteki, "anlaşılmak için değil." güvenemediği şeyi sevemeyeceğini söylüyor şüpheli âşık, bir kadın fotoğrafı gösteriyor meraklı arkadaşına. Fotoğraftaki yüzün gerçeği gösterip göstermediğini soruyor. Nasıl da sırlı bir yüz! Sırların kalıbından dökülmüş bir güzellik, aman tanrım binlerce kopyası olan bir Mona Lisa. Bir faytona bindiklerinde kadınla yaşadığı kısa macerasını anlatıyor. Hayır sarı bir faytona değil, sarı olmaz! Sarı cinnetin kıyısında durur. Bir akşam tanışıyorlar kadınla. Kadın gizemli mi gizemli. Buluşmuyor bir türlü adamla, mektuplar, notlar. Hep esrarlı bir hava. Bir buluşma günü kadın buluşmaya gitmiyor, adam kadını takip ediyor. Otel gibi bir yere giriyor kadın, odaların kiralandığı büyük bir ev. Arkasından bakakalan adamın kadının yere düşen mendilini almaktan başka yapacak bir şeyi yok. Akşam görüştüklerinde kadına bunu anlatıyor, dışarı hiç çıkmadım, tüm gün evdeydim, diyor kadın, mendili veriyor adam. Kavga, gürültü. Adam soruyor, kadın cevap vermiyor. Geri almanın mümkün olmadığı korkunçlukta sözler uçuşuyor havada, adamın kadına söylediği, ayrılıyorlar. Sonra bir mektup alıyor adam ama açmadan geri yolluyor. Bir ay sonra kadının ölüm haberini alıyor adam. O evin bulunduğu sokağa gidip sırrı ortaya çıkarmak istiyor. Ah, çok âşık o dostlar. Hafiyeliği gayet anlaşılır. Kiralık oda soruyor, odaların hepsinin bir kadın tarafından tutulduğu cevabını alıyor. "Bu kadın mı", diyor, fotoğraftaki âşık olduğu kadını göstererek. "Evet", cevabını alıyor, "ne yapıyordu burada", diyor, "bir adamla mı buluşuyordu." "Hayır", diyor otelin görevlisi, "çay içip, kitap okuyordu". "Odada sadece otururdu o."
Böyle işte. Adam, hikâyeyi dinleyen arkadaşına soruyor; "Kadın gerçeği söylemiyordur değil mi?" Arkadaşı verdiği cevapla onu rahatlatmıyor; "Bu odaları, sırf peçelere bürünüp kendini bir roman kahramanı gibi hissederek oraya gitmek için tutmuştu. Gizlilik tutkusu vardı ama kendisi sırrı olmayan bir sfenksten başka bir şey değildi."
Âşık adamın sevdiği kadının fotoğrafına bakıp; "acaba" diye sormasıyla bitiyor öykü***.
(Portrait of Edouard and Marie Louise Pailleron/John Singer Sargent)
(Bakın nasıl da sır dolu bir resim! İyice bakın bir, bilekliğe değil, gözlerine, gözlerine değil, bir gözüne. Ben bu akşam uzun süre baktım bu resme, biraz daha bakayım, yatacağım.)
-------------------
*Eski bir konuşmadan.
**Kara Kitap'ta "Göz" bölümünde geçer bu cümle. Aynı "eski" konuşmada tekrar söylenir.
***Bu gece okuyup, size de anlatmaya çalıştığım öykü, Oscar Wilde'ın Sırrı Olmayan Sfenks adlı öyküsü. Merak edenler için şu kitaptan. Şuralarda öykünün tam metni var; ingilizcesi, ve türkçesi.