(acı domates reçeli yapımının dört aşaması, benim reçele kavanoz büyük geldi, netteki çoğu tarifte ters çevrilecek yazıyordu, ters çevirdim ama görüntü daha da komik oldu. hem ters çevirmek sanırım kavanozun havası için yapılıyor, eh benim kavanozun yarısı boş zaten, almış havasını alacağı kadar haliyle ters görüntü hayatımın reçel kavanozuyla sembolize edilmesi dışında pek bir işe yaramadı. onunçün fotoyu kendime sakladım, arada bakıp bakıp ağlarım ihtimal.;p)
Geçen kıştan beri aklımdaydı, yaz gelsin mis kokan, lezzetli, domates gibi domatesler çıkınca yaparım diyordum -her zaman olduğu gibi- unuttum gitti. Bu akşamüstü hava almak için şöyle bir dolaşırken kendime verdiğim sözü de hatırladım (beyne oksijen gitmesinin faydaları vol i); "o reçel artık yapılmalı, yap!". Leylak Dalı, -sağolsun- mevzubahis reçelin tarifini çok önceden vermişti bana, o tarifi aradım buldum, manavdan sert, etli ve küçük domatesleri itinayla seçtim, biraz acı biber aldım, limon ve sarmısak zaten vardı, eve gelip hemen yapmaya başladım. Bu reçelin diğer reçellerden farkı içine acı biber katılması ve bildiğimiz meyvelerle değil domatesle yapılması -imiş- (domates de meyve demeyin, üzülürüm;/). Böyle ilginç tatları merak ederim ben ve yeni lezzetlere burun kıvırmam onun için denemek istedim. (yalnız ben tarifteki üç sivri biber yerine bir tane kattım. leylak dalı zaten uyarmıştı biber miktarını azaltabilirsin diye, acıdan da çekinince elim korkak gitti ölçüye) Bakalım nasıl olacak, tadayım yazarım buraya.
Reçeli yaparken radyoz'nin bugün çok isteyip bir türlü dinleyemediğim "yağmur şarkılarını" dinledim, fakat bir sorun var o sitede (zelda duy sesimi) şarkıların hepsi görünmüyor sayfada, sadece bir ya da iki tanesi çalınabiliyor. Ben de radyosuna tıkladım, harikaydı şarkılar, çok güzel eşlik ettiler reçelin kaynama sesine. Buraya onlardan birini koyacaktım ama dün gece defalarca dinlediğim şu şarkı takıldı dilime, onu koyayım burada da dursun. Üstelik anlamlı da olur. Anlam aşağıda, buyrun;
Bu cumartesi, bir terslik olmazsa eğer uzun süredir yapamadığım bir şeyi yapacağım; Bostanlı Açıkhava'da Birsen Tezer ve Hüsnü Arkan'ın dinletisi varmış, biletleri aldım oraya gideceğim. Bostanlı taraflarını hiç bilmem ben, vapurla gidip (istanbul dışında vapuru hiç kullanmıyorum) sevdiğim birini dinlemek (arkan'ı çok severim ben, tezer'in sesi de harika, eh bir taşla iki kuş) bu kadar cazip gelmese belki bin yıl geçse de gitmezdim ama işte müzik baştan çıkarttı. Eskiden çok giderdim konserlere, nöbetten çıkıp caz festivali için İstanbul'a gittiğimi bilirim, hem de berbat bir tren yolculuğuyla! Sanırım artık heyecanlar da azaldı, her şey dinlendi, izlendi, sevildi, bitti.
Daha fazla dramatikleşip ananemin ruhu beni ele geçirmeden gideyim. Şu cümlelerle kalın siz de;
"Hep bir izlendiğim, yalnız olmadığım hissi vardı, sanki bunu sırf birine göstermelik olsun diye yapıyordum ve bu eylem yalnızca kendiliğinden, saf ve ahlâklı bir şekilde olursa gerçekleştirilebilirdi.
Bir de o ses, ışık ve gökyüzü..
Kaderimin gidişatı ortadaydı: Aşağı, aşağı, hep aşağı."*
----------------------------
*Fowles'ın Büyücü'sünü okuyorum, ondan bu cümleler. Yazın başlamıştım kitaba aylardır elimde. Uzun süredir zaten elime alamıyordum da, onun da ötesinde -sanırım- Fowles'ı yavaş yavaş okumak daha iyi geliyor bana. (dün gece yaşadım bu aydınlanmayı ve hemen sizinle paylaştım;p) Cümleleri sert, alaycı, umursamaz, onu hızla okumak zeki birinin işine gelir belki, daha az yaralanır ama ben onun cümleleriyle canımı acıtmayı seviyorum. Böyle devam.