Cuma, Ekim 27, 2017

"gerçek dünyanın çamurunda donduğumda"


"Düşlerimdeki dünyada bir çayır var.
Rüzgar, ağaçların dallarını
gölün üzerine ışık haleleriyle düşürüyor.
Ağaçlar uzun, büyük ve yalnız
altındaki toprağı gölgeliyor.
Bir gün gelecek gövdesine sırtımı dayayıp
güneşin ısıttığı ama hiç yakmadığı
bir vadiyi seyredeceğim.
Yaprakların düşüşünü seyredeceğim.
Yeşilden sarıya
sonra kırmızıya dönüşünü.
Hiç yaprak kalmayana dek.
Ama ağaçlar hiç ölmeyecek.
Çünkü bu yerde kış hiç yaşanmıyor.
Sevdiğim her şeyin olduğu
bu yerin ortasında.
senin olduğun bütün anıları saklayacağım.
Senin seven gözlerinden uzak bir şekilde
gerçek dünyanın çamurunda donduğumda ise
bu dünyaya dönüp kendi gözlerimi kapatıp
seni tanımanın sade mükemmelliğiyle kendimi avutacağım."

Yeni filmler arasından bu gece izlemek için bir film bakınırken Wind River'a rastlamam ve filmin şahane müziklerini Nick Cave ile Warren Ellis'ın yapması nereden baksan şans işi ama filmde söylenen şey de doğru, üstelik daha sert ve can acıtıcı; kurtlar şanssız geyikleri öldürmez, zayıf olanları avlarlar. Wind River bembeyaz bir film, buz gibi bir havada, donmuş devasa ormanın içinde "doğaya" sığınmış ve onun esiri olmuş insanları izlerken nefessiz kaldım ben. Sakin, sessiz bir film fakat iz bırakan cinsten. İnsan doğasını ve o korkunç simetriyi düşünmekten geceleri uykusuz kalıyor ve kabuslarla uyanıyorsanız bu film tam size göre, kaçırmayın derim. 

Aylar geçmiş buraya yazmayalı, ne ayı, yılı devirmişim buraya uğramadan! Çok meşgul filan da değildim aslında, büyük, önemli işler de yapmadım, elim yazmaya gitmiyordu sadece. İçime konuşmaya alışınca burası zor ve anlamsız gelmeye başlamıştı tabii. Her neyse, bu film tavsiyesi ısınma turu olsun, buralara uğrayan kaldıysa hâlâ bir iyilik yapmış olurum hem. Birkaç gün önce eskilerden bir film izlemiştim, Julie Delpy'nin The Countess filmi, bakın o da boktan ve anlaşılmaz insan doğası üstüne ilginç şeyler söylüyor, onu da not alın bir kenara, muhteşem bir film değil, tuhaf ve sarsıcı. 

Filmde canımın içi, bi tanem! (heheh, ergenlerin fan olayını bu adam için ben de yaşıyorum sanırım) Nick Cave'in müzikleri vardı ve nefisti ama bu yazıya başka bir müzik koymak istiyorum ben, kaç gündür evde, işte, arabada durup durup dinlediğim Schubert'in Trio op. 100'ü filmi izlerken aklımda, kulaklarımda, kalbimdeydi. Burada da dursun. Bana kalırsa bu şahane eser insan doğasını sözsüz ve görüntüsüz kusursuz anlatır, keşke büyük bir megafondan tüm şehre, ülkeye hatta dünyaya dinletilse ne güzel olurdu. İyice uçmadan Barry Lyndon'ı da anayım ve gidip yatayım. Op. 100 (Piano Trio in E-Flat) denince Barry Lyndon aklıma gelir benim, tekrar izlemeli o filmi, ama ne zaman, ne zaman!? Zaman en büyük düşmanım benim ve yenemeyeceğimi bildiğim için kavgayı bıraktım. Bakın bu aforizma gibi şey de filmden, orada zamandan bahsetmiyordu tabii, mesele de farklıydı, ben kendime uyarladım.:p