Her şey planladığım gibi oldu, İstanbul'a gittim ve ışık hızıyla döndüm. Döndüğüm gibi o kısacık aranın acısını çıkartırcasına gün aşırı nöbet tuttum ve yarın 24 saat çalışacağım. Dün, gitmeden önce yapayım dediğim ve buraya da not aldığım likörü yaptım. Dedim ya, yarın yorucu bir gün olacak, onun için gevezelik yapmadan likörün tarifini verip yatağa gideyim. Birkaç saat oyalanmadan uyuyamıyorum ben, kendimi bildim bileli böyledir bu, şimdi bir de harika bir kitaba takıldım, yatakta onu saatlerce karıştırmadan uyuyamıyorum. (döndüğümden beri elimde C.'nin hediye ettiği kolaj kitap var, görsel rehber tarzında hazırlanan kitapları böyle isimlendiririm ben, yüzlerce ressamın eserlerinin kolajı gibi kitap, ayrıca heykel ve birkaç enstalasyon da var. neyse işte, nöbet sonrası sabahın körü, geç saat filan demeyip ona takılıyorum. Tipik ben, oyalanmanın insan hâli.) Onun için gevezelik yok, gevezelik yok!
Portakal likörü en çabuk olan likörlerdenmiş, daha önce yapmadım, bilmiyorum. Tek bildiğim, hemen olmasını istediğim. Kahvemin yanına nefis bir eşlikçi gerek, eh, kendi ellerimle yaptığım mis gibi bir likörden daha güzel eşlikçi de olamaz diye düşündüm. Benim yaptığım likörün tarifi kısaca şöyle; iki buçuk kilodan biraz fazla sıkmalık portakalı yıkayıp süzülmesi için bir kenara koydum. Beş litrelik cam kavanozum vardı (ki iyi ki daha küçük bir kaba yapmamışım, ancak aldı. diğerlerine sığmazmış.) portakalları enlemesine ikiye keserek içine yerleştirdim ve votkayı ekledim (bu tarifte 70 cl) votkayla aynı miktarda su ve 500 gr toz şekeri de ekleyip ağzını kapattım. A yok, iki üç tane tarçın çubuğu ve bir avuç kadar da karanfil attım. Sonra da ışık görmeyen bir yer ister diye dolaba kaldırdım. Bir ay kadar sonra olur diyorlar, göreceğiz bakalım.
Keyfim yok, bu kısa tatil pek yaramadı bana. Büyük bir sorun yok huzurumu bozacak ama küçük küçük sorunlar yetiyor. Kafamı toparlayıp bir şey üzerinde etraflıca düşünemiyorum. Müzik uzun zamandır yoruyor beni, sadece C'nin gönderdiği bir iki parçayı ya da yukarıya koyduğum sonatları dinliyorum. Hoş, bazen onlar bile fazla geliyor, sessizlik en güzel müzik. Bu sabah daha eve girerken dışarı çıkmayacağım demiştim, sözümde durdum. (peh, söze bak!) Havalı havalı, dışarı çıkmayacağım, markete bile gitmem, diyordum ama içten içe akşam yemeğinde ne yaparım diye de düşünüyordum tabii. Sipariş, ı ıh, ne birisiyle konuşacak halim ne de dışarıdan bir şey yemek için isteğim vardı. Patates haşladım börek yaparım diye fakat -masal bu ya-, hazır yufkam filan da yoktu. Heh he, iyice tozutmadan hamur yoğurdum ve puf böreği yaptım diyeyim de hem siz kurtulun hem de ben. Puf böreğini hep peynirli yapardım, bu sefer patatesli denemiş oldum. Çok güzel oldu, tavsiye ederim. Ayrıca hamurla uğraşmak, hamur kokusu ve demlenen çay sesi tüm ilaçlardan ve müziklerden daha sakinleştirici, bilen bilir.