Pazar, Haziran 05, 2016

kırık

(foto şuradan)

                                                                 “The world breaks everyone, then some become strong at the broken places"
                                                                                                                                                                  e. hemingway

Kendi evine yabancı gibi girmek nasıl bir his bilirsiniz, uzun bir tatil yapar, eve girdiğiniz gibi kapıları pencereleri açar, her yeri havalandırır ama yine de nefessiz kalırsınız. Aceleyle bir şey yapmak, çay demlemek, çiçekleri sulamak, korkunç rüyalar, nefis düşler eşliğinde saatlerce uzandığınız yatağınızda uyumak istersiniz. Şimdi aynı hisler içindeyim; ses çıkarmaya korkarak, parmak uçlarımda bloğa göz atıyorum. Sanki yazacak hiçbir şey kalmamış, anlatacak hikâyeler bitmiş, dinlenecek müzikler susmuş, burada bir şey kırılmış ve öyle bırakılmış gibi, tamir edilmemiş. 

Geçenlerde harika bir şey öğrendim, bir japon tamir/yama sanatı; adı Kintsugi. Kintsugi özetle şöyle; kırılan, hasar görmüş bir objenin kırık yerleri altınla yamanıyor ve parça değer, işlev kazanıyor. Burada önemli olan, eşyanın eskisinden daha güzel, daha etkileyici olması değil, yaraların (yara? metaforlar başlasın hadi) kuvvetle vurgulanması ve nesnenin artık daha güçlü olması. Çok etkileyici değil mi, ben hayran hayran bir sürü görsele baktım, nefisti gördüklerim, sonra kendime döndüm tabii (bingo!) ve işte sorular başladı. Işığın yaralarımızdan girdiğini bize fısıldayanı biliyoruz tamam, bu rahatlatıyor ama bir de intihar eden o yazar var, aklıma geldikçe canımı acıtan. Nasıl daha sıkı basar ayaklarımız toprağa, nasıl bir tamirle su sızmaz tenimizden, bu kadar kırılmaya, yaralanmaya hangi ilaç iyi gelir? Bilmiyorum. 

Yazı diye fısıldayan oldu geçen sabah (yoksa gece miydi?), yazıya inancım eskisi kadar güçlü değil, üstelik yamalarım da altından değil ama neden olmasın dedim, denemeye değer. 



(p.s.: 3-4 ay önce yazdığım yazıda Benim Adım Kırmızı'ya başladım demişim, utanarak itiraf ediyorum; hâlâ aynı roman var elimde. Kafam karışıktı bıraktım, uzun bir süre elime almadım, sonra tekrar döndüm. Karakterleri unutmuş, her şeyi birbirine karıştırmıştım tabii. Baştan aldım, şimdi büyük bir zevkle okuyorum, hatta bu sefer özellikle bitmemesini istiyorum sanki, son bölümlerdeyim ve her gece, her sabah kitabın aşkıyla giriyorum yatağıma. Ondan bir iki sayfa okumadan da uyumuyorum. Çok büyük bir roman Benim Adım Kırmızı, Pamuk büyük romancı, bu kitap yazarın en sevdiğim romanı olmayacak biliyorum, ama iyi ki onu okumadan ölmemişim diyeceğim, bu kesin.)

Çarşamba, Şubat 10, 2016

nasılsa öyle

Yine bir sürü zaman geçmiş, en iyisi hiçbir şey olmamış gibi sakince ve "nasılsa, aynı öyle" konuşmaya devam etmeli. Herkes bunu yapıyor ve buna yaşam deniyor işte, bakın ben de öyle yapacağım; 


The Affair izliyorum, ilk sezonda hızlıydım fakat ikinci sezona oldukça geç başladım. Yine de başlamış olmak bile benim için mutluluk sebebi, hiçbir şey yapamamaktan ve çoğu şeyi yarım bırakmaktan yana dertliyim çünkü. Her neyse, dizi gayet güzel, ilk sezonda beni rahatsız eden klişeler, durumlar vs. vardı ama ikinci sezon çok iyi başladı. İzleyen varsa karakterleri biliyordur, Helen'in gözünden anlatılan bölüm harikaydı. Zaten dizide -sanırım- yalnız iki kişiyi anlıyorum; Alison ve Helen, gerisi benim için sadece boşluk. Biraz şarap ve dizide edilen bir laf uzun zamandır unuttuğum bloğu hatırlattı bana ve yazmak istedim. (bir de "bizans" tabii, bana seslenmesi ihtiyacım olan şeydi, çok iyi geldi. buradan da teşekkür etmek isterim.) Dizideki ana erkek karakterin yayımcı dostu söylüyordu o lafı, yazar olan karakterin üzerinde çalıştığı kitabın nasıl gittiğini soruyor, onun, editörüyle kitabın sonu konusunda sorun yaşadıklarını söylemesi üzerine, "sonunda zorluk yaşıyorsan, başında içine etmişsindir." gibi bir şey diyordu. Bayıldım, bayıldım! Liseli çocukların her duydukları aforizmayı bilge bir lafmış havasıyla oraya buraya yazmaları gibi ben de hemen size söylemek, buraya yazmak istedim. Hayatın sırrını öğrenmiş değilim fakat ekrandaki kadın bunu derken sanki her söz silindi, kulaklarım yalnız onu duydu. Kadın haklı hanımlar beyler, siz siz olun mevzu ne olursa olsun işin başında adımlarınızı dikkatli atın, sonra, sonrası yok, olmuyor işte. 

Benim Adım Kırmızı'ya başladım. Aslında başlayalı epey oldu, ama oldukça yavaş ilerliyorum. Düşünüyorum da en fazla haksızlık ettiğim kitap bu olmalı, çünkü okurken çok zevk almama rağmen (aksini düşündüklerimi yarıda bırakıp devam etmedim, ya da başka bir zamana erteledim zaten) okumayı uzun aralıklarla yapıyorum. Neden bilmem, insan hem isteyip hem de uzak kalmak için her şeyi yapabiliyormuş demek. Saçmalıyor muyum, olabilir, şarap ve gün çok uzundu ondandır.