“…
Bazen geceleri yataktan kalktığımda yerdeki marley niye öyle hiç anlayamıyorum. Her karenin üzerinde bir takım çizgiler var. Niye öyle? Her kare muşamba da birbirinden farklı.
Sonra kaloriferin borusu da öyle. Kendi öyle istediği için sanki kıvrılıyor ve artık canı sıkıldığı için, boru değil biraz da kalorifer olayım, diyor. Lamba da öyle bir tuhaf. Eğer ampulünü hiç görmüyorsan aslında şöyle olduğunu düşünebilirsin: Lambanın ışığı çinko sapından ve başlığındaki saten kumaştan dışarı çıkıyor. Hani bir insanın yüzünün derisinden dışarı ışık fışkırsa, nasıl olursa öyle. Bazen size de öyle olur bilirim: Acaba kafatasımın içinde bir ampul yansa, mesela gözlerimle ağzım arasında derinde bir yerde: ışığı nasıl tatlı bir şekilde dışarı sızardı derimin gözeneklerinden diye siz de düşünürsünüz. Özellikle yanaklarımızdan ve alnımızdan: Akşamüstü birdenbire elektrikler kesilince…
Ama böyle şeyleri düşündüğünüzü hiç söylemezsiniz.
Ben de öyle yapıyorum. Kimseye söylemiyorum.
…”**
Eşyalar Konuşurken Sizler Nasıl Uyuyorsunuz? Öteki Renkler/o. Pamuk
..........................................
Nöbetten geldim, esti geçti nöbet, yorulmadım, hissetmedim bile. Son nöbet ondandır belki. Gelirken dalgın dalgın kullanıyordum arabayı, tek yön bir sokağa girdim, eve giderken hep kullandığım yol, ezberledim zaten. Karşıdan bir araba geliyor, ilerledim, bakalım ne yapacak diye. Yaşlı bir adam kullanıyordu arabayı, benim camlar açık, onun da. Biraz sağa yanaşmak zorunda kaldım (aslında benim yolum, öyle duracaksın yolun ortasında, ne işin var benim yolumda diyeceksin ya, neyse) yanımdan geçerken; "geç bekleme bayan, ilerle" dedi. Kızgınlığım geçti, nasıl haklı, nasıl haklı. Geçecek ilerleyecekmişim, bak sen şu işe, küçücük bir mantığı bile kuramıyorum kafamda. Yol düz, açık, ilerleyeceksin elbette. Gülesim geldi bu lafa, "gerizekalı" dedim gülerken, nereden duyacak duymamıştır tabii, ben onu söylerken o Konak'a, ben eve varmıştım bile. Ondan bir iki dakika önce de daha saçma bir şey olmuştu; iki şeritte ilerliyoruz, zaten şehir içi trafiği, rutin, sıkıcı. Bir ses var beynimin içinde, çok alçak sesle müzik dinliyordum ama çok çok az sesi, God Is in the House, God Is in the House fısıldıyor Nick Caveciğim. O olamaz beynimin içindeki ses. Ama gittikçe yaklaşıyor sesler. Sonra beynimin içindeki ses de yükseldi, ambulans sesine dönüştü, canhıraş bağırıyor ambulans, a, önünde ben varmışım! Sürpriz yumurta Justine! Neyse, daha yeni yaklaşmış benim arkama, çok hızlı sürüyorlar ya, kurtaracaklar hastayı (bu konu hakkındaki önemli fikirlerimi de bir ara paylaşırım sizinle, Gerede'de ambulansla çok hasta taşımıştık. hızdan o zamandan beri korkarım.), yanaştım işte sağa. Benim burada şaşırdığım gecikmem filan değildi, zaten hemen diğer şeride geçtim, bekletmedim aracı. Sorun o sesi kendimle özdeşleştirmiş olmam. Hani hastaneden geliyorum ya, nöbet tutmuşum güzel güzel. Ben ambulans gibi bir şey olmuşum yani. Hey allahım, anlatamadım, anlamadınız kesin. Neyse, o sesi duyunca çekilin siz kenara, ben geliyorum diye düşünün, hah ha şimdi anladınız mı? (valla hiç güleceğim yoktu, çok yaşayın siz)
Bir süredir ikişer saat, ikişer saat uyuyorum. Hesaplı ve ölçülü, eşitlik uykuma bile sinmiş, yay burcu adaletlidir. (yerse;p) Pardon, ne diyordum; uykuya dal, bir iki saat sonra kalk, sonra tekrar uyku, tepe sersemi oluyorum uyandığımda. Bir de telefon konuşmalarında derdimi anlatamıyorum (bunlar hep yeni sorunlar). Sanki şöyle bir girizgâh yapmam gerekiyormuş gibi; başlangıçta kaos vardı, ondan sonra bildiğiniz, şudur budur faslı. Karşımdaki hep haklıymış gibi geliyor, ama içten içe kendi haklılığıma da derinden inanıyorum. Keşke tersi olsa, ben haksız olsam ve derinden haklılığına inandığım kişi sorun yaşadığım olsa.
Aşağıdaki klip çok hüzünlü, gerek yok böyle mutsuzluk görüntülerine, zaten dünden beri içim sıkılıyor. Biraz önce öylesine rastlamasam koymazdım bile buraya, ama sözleri çok güzel laf aramızda, bir kere dinleyip kapatın bence:/ Borges’in güzel bir lafı varmış; Elbette, bütün gençler gibi ben de elimden geldiğince mutsuz olmaya çalışıyorum.”, bayıldım bu lafa! Eee, genç değiliz tabii, öyleyse ne yapıyoruz, salondan gelen seslere uyalım hadi. Hangi sesler mi? Ben şimdi yatak odasındayım, nöbetten geldiğim gibi duşa girmiş, buz gibi duş, buz gibi kola ikilisine serin bir yer eşlik etsin diye yatak odamda, yatağıma oturmuştum. Camlar, kapılar hep açık, çok güzel esiyor burası. Uzatmayayım, bir ara kalktım mutfağa gittim, salonla yan yana kendileri, ne güzel, düğün başlamış! Siz davet edilmediniz mi yoksa, pek fena, bence kalkın gelin, benim evin az aşağısında hep eğleniyorlar, dans eder, hüznü dağıtırsınız. Birkaç kült parçayı (oy farfara farfara çalıyor şimdi) kaçırdınız yalnız, baştan uyarayım. Olsun, eğlenirken hayatta kaçırdığı ve kaçıracağı fırsatlar hiç aklına gelmez insanın. Hem Borges’in lafına da gülüp geçersiniz, halayla dünyayı dört dönerken.
*Şeyh Galip söylemiş, güzel söylemiş.
**Bu yazıyı ben Kara Kitap'taki çok beğendiğim "Uyuyamıyor musunuz?" yazısına benzettim. İkisi de ayrı güzel, elbette uyuyamamak asıl mesele.