Cuma, Kasım 28, 2014

kahveye eşlikçi


Her şey planladığım gibi oldu, İstanbul'a gittim ve ışık hızıyla döndüm. Döndüğüm gibi o kısacık aranın acısını çıkartırcasına gün aşırı nöbet tuttum ve yarın 24 saat çalışacağım. Dün, gitmeden önce yapayım dediğim ve buraya da not aldığım likörü yaptım. Dedim ya, yarın yorucu bir gün olacak, onun için gevezelik yapmadan likörün tarifini verip yatağa gideyim. Birkaç saat oyalanmadan uyuyamıyorum ben, kendimi bildim bileli böyledir bu, şimdi bir de harika bir kitaba takıldım, yatakta onu saatlerce karıştırmadan uyuyamıyorum. (döndüğümden beri elimde C.'nin hediye ettiği kolaj kitap var, görsel rehber tarzında hazırlanan kitapları böyle isimlendiririm ben, yüzlerce ressamın eserlerinin kolajı gibi kitap, ayrıca heykel ve birkaç enstalasyon da var. neyse işte, nöbet sonrası sabahın körü, geç saat filan demeyip ona takılıyorum. Tipik ben, oyalanmanın insan hâli.) Onun için gevezelik yok, gevezelik yok!

Portakal likörü en çabuk olan likörlerdenmiş, daha önce yapmadım, bilmiyorum. Tek bildiğim, hemen olmasını istediğim. Kahvemin yanına nefis bir eşlikçi gerek, eh, kendi ellerimle yaptığım mis gibi bir likörden daha güzel eşlikçi de olamaz diye düşündüm. Benim yaptığım likörün tarifi kısaca şöyle; iki buçuk kilodan biraz fazla sıkmalık portakalı yıkayıp süzülmesi için bir kenara koydum. Beş litrelik cam kavanozum vardı (ki iyi ki daha küçük bir kaba yapmamışım, ancak aldı. diğerlerine sığmazmış.) portakalları enlemesine ikiye keserek içine yerleştirdim ve votkayı ekledim (bu tarifte 70 cl)  votkayla aynı miktarda su ve 500 gr toz şekeri de ekleyip ağzını kapattım. A yok, iki üç tane tarçın çubuğu ve bir avuç kadar da karanfil attım. Sonra da ışık görmeyen bir yer ister diye dolaba kaldırdım. Bir ay kadar sonra olur diyorlar, göreceğiz bakalım. 



Keyfim yok, bu kısa tatil pek yaramadı bana. Büyük bir sorun yok huzurumu bozacak ama küçük küçük sorunlar yetiyor. Kafamı toparlayıp bir şey üzerinde etraflıca düşünemiyorum. Müzik uzun zamandır yoruyor beni, sadece C'nin gönderdiği bir iki parçayı ya da yukarıya koyduğum sonatları dinliyorum. Hoş, bazen onlar bile fazla geliyor, sessizlik en güzel müzik. Bu sabah daha eve girerken dışarı çıkmayacağım demiştim, sözümde durdum. (peh, söze bak!) Havalı havalı, dışarı çıkmayacağım, markete bile gitmem, diyordum ama içten içe akşam yemeğinde ne yaparım diye de düşünüyordum tabii. Sipariş, ı ıh, ne birisiyle konuşacak halim ne de dışarıdan bir şey yemek için isteğim vardı. Patates haşladım börek yaparım diye fakat -masal bu ya-, hazır yufkam filan da yoktu. Heh he, iyice tozutmadan hamur yoğurdum ve puf böreği yaptım diyeyim de hem siz kurtulun hem de ben. Puf böreğini hep peynirli yapardım, bu sefer patatesli denemiş oldum. Çok güzel oldu, tavsiye ederim. Ayrıca hamurla uğraşmak, hamur kokusu ve demlenen çay sesi tüm ilaçlardan ve müziklerden daha sakinleştirici, bilen bilir. 

Pazartesi, Kasım 17, 2014

aroma, gusto ve yemek kültürü

 hepsinden önemlisi; kendime notlar




Kolay yapılan, uğraştırmayan -ve elbette basitliğiyle ters orantılı lezzette- yemekleri severim. Bu akşam da bu fikirden ilhamla yola çıktım, yola çıktım çıkmasına da mutfaktan iki saatte çıkamadım. Biftek yapıp geçecektim güya, pratik ya, ı ıh olmadı, yanına patates püresi, yeşil salata, mantar kızartması derken zaman aktı gitti. Müzik filan da dinlemediğim için zamanın nasıl geçtiğini anlamadım (müzik dinlerken aynı şarkılar başa sararsa ya da kafam şişerse saati anlayabiliyorum, tahmin işi oradan). Bloğa yazmaya uzun bir ara verip konuya yemekten girmemin sebebi ise çok keyifli bir kitap. Geçenlerde planlamadığım bir idefix alışverişi yaptım, sadece birkaç kitap aldım, onları alırken de kendime hediye olsun diye (azıcık moral gerek, bunun için de kitap, film vs.) Murat Belge'nin -tarih boyunca- Yemek Kültürü kitabını attım sepete. Çok keyifli bir kitap. Bu tür -roman kurgusuyla yazılmamış- kitapları bölüm bölüm okurum ben, hem nerede kalmışım derdi olmaz hem de dar zamanlar güzel geçer, bu kitapta ilk okuduğum bölüm elbette çay başlığı oldu. İngiliz şair Cowper "neşelendiren ama sarhoş etmeyen" diye tanımlarmış çayı, bayıldım bu tarife, hikâyesi de şu; şair içkiye düşkün ve bu düşkünlük sıkıntı yaratıyor, o da içkiyi bırakıp (muadili olmasa da o da içecek bu da içecek dedi sanırım) çay içmeye başlıyor. Sonra da bir şiirinde çaya minnet dolu dizelerle yer veriyor. Beni güldüren (kitabı okurken devamlı gülümsüyorum zaten) diğer hikâye bir yazarın kitabından; Macar yazar Mikeş, ironik bir dille yazdığı "Nasıl Yabancı Olunur?" kitabında İngiliz kültürüyle dalga geçerken çay alışkanlıklarını da diline dolamış; başlangıçta çay güzel bir içecekti, sonra bu güzel içeceği nasıl berbat ederiz diye düşünen İngilizler çaya süt kattılar. Bu yoruma Belge gibi ben de bayıldım, çünkü bırakın çayı hiçbir içeceği sütle karıştırmayı sevmem. Sanki içeceğin doğallığı bozuluyor, güzelim seremoni çocukluğumun kötü kabusu süte ve onun kötü anılarına kurban gidiyor gibi gelir bana. (çocukken süt içerken kusardım, hele ağzıma kaymak gelirse, bırrrr! şimdi daha iyiyim, her şeye alıştığım gibi süte de alıştım) Hah tamam, şimdi biraz bakınınca Belge'nin bahsettiği kitabı buldum, meraklısı için link de vereyim, şurada. Baktığım bölümlerden birinde Belge şu ünlü safsatayı da anıyor; "yemek için mi yaşamalı, yaşamak için mi yemeli?". Bu sorunun zevk almaktan korkan, yaradılıştan sofu adamın sorusu olduğunu düşünüyor. Şunu sevdim; haz insanı yalnız insan yapmakla kalmıyor, insan yaptığı için 'tarih'i de var kılıyor. (roma hedonizminden nefret eden ben bile katıldıysam bu görüşe diğer okuyucuları tavlaması işten bile değil.;p)  Bu kitap elimden düşmeden daha çok bahsederim size, kısacık alıntıları merak etmeniz için lezzetli starter'lar(!) yerine koyun ve eğer almadıysanız hemen listenize atın kitabı, eminim pişman olmazsınız.  

Sarı Kent'le aram eskisi gibi değil, çok seviyorum ama anlaşamıyorum zatıalileriyle. Okuduğum, izlediğim şeyler biriktikçe aklıma geliyor, fakat kafamı toparlayıp yazamıyorum. Bir de hep yazmamam için bir sebep, engel çıkıyor karşıma, elbette hepsi faso fiso, oyalanıp duruyorum. Madem öyle, aşağıya notlar alayım, "şunlar şunlar yapılacak, yapıldı, kaytarmak yok matmazel!" notları;

- Tatile giderken (temmuz ayında) başladığım Büyücü uzun bir maratonun sonunda bitti, okuduğum her kitap hakkında konuşma derdim yok burayı okuyanlara milyon kere söylemişimdir fakat Büyücü'yü yazmak istiyorum. Aşk-nefret ilişkisi yaşadığım enteresan bir roman oldu kendisi, sevdim mi sevmedim mi, iyi mi kötü mü karar veremedim. Şu örnekle daha iyi anlatırım aslında, geçen zamanda -çok oldu tabii- Anna'nın Yedi Günahı romanını okumuştum, öyle hevesle başlamıştım ki romana haliyle hayal kırıklığım da aynı derecede şiddetli olmuştu. Çok kötü bir kitaptı ve bırakın burada anlatmayı, eşe dosta bahsetmekten bile kaçındım. Hevesim Helikopter yayınlarına çok güvenmemden kaynaklanıyordu tabii. Sonra Svevo'nun Kötü Bir Şaka'sı var. O da benim için oldukça sıradan bir romandı (novella demeliyim aslında), unuttum gitti. İşte, Büyücü anlatılmazsa aklımda kalacaklardan, ancak onun hakkında konuşursam tamamlanacak sanki. (büyü tabii, siz ne sandınız?)

-Büyücü'den epey önce -belki yıl geçti üzerinden- okuduğum Karanlığın Yüreği var. Müthiş bir roman, anlatı. Bakın bu kitap hakkında netim mesela, çok çok sıkı, nefis. Onu da yazmalıyım, yukarıda ne söylediysem aynısı. (notlar gittikçe gerçekten not halini alıyor, az sonra vs. vs. deyip yatacağım ihtimal.;))

-Erhan Bey'in bloğu/sitesi (hatta siteleri) hakkında neler düşündüğümü yakınlarım bilir, çok seviyorum. Uzun süredir hiçbir bloğu ziyaret etmiyordum, orayı da unutmuşum. Son günlerde bakmaya çalışıyorum. Çizimlerine bayılıyorum, her biri çok şey anlatıyor benim için. Milan'la muhabbetleri, her sabah uyanmaktaki ısrarı ve bu ısrardaki ironi, cümlelerinde saklı naiflik olağanüstü. Şuna bugün kaç kere baktım bilseniz, son cümle benim diyen aşk şiirleriyle yarışır, o kadar güzel. Burayı okuyan herkese tavsiye ederim bahsettiğim sayfaları, tavsiyeyi de boş verelim yahu, o çizimler hakkında bir şeyler yazmalıyım ben, ya da çıktı alıp evimde bir yere asmalıyım, böyle işte.  

-Bu sözünü ettiğim kitapların filmleri de listemde. Büyücü filmi için berbat demiş herkes. Hatta Woody Allen film için, eğer dünyaya bir daha gelseydim, onu izlemek dışında her şeyi aynı yapardım, filan demiş sanırım. Peki ben bu sözlere, eleştirilere kandım mı; nein! Kedi meraktan ölmüş dostlar, izleyip göreceğiz. Karanlığın Yüreği daha şanslı, onun uyarlaması en az kitap kadar beğeniliyor. Hoş, bahsedilen uyarlama -Coppola'nın meşhur Apocalypse Now'ı- çok çok serbest bir yorum (izlemedim ama biliyorum^^) ama kötü olsa kimsenin gözünün yaşına bakacağını sanmam. Onu izlemek için sabırsızlanıyorum. Yakında umarım.

-Yaz gelmeden, çok uzun süredir istediğim bir şeyi gerçekleştirmiştim, onu da yazamadım buraya. Etamin yapmak istiyordum, yaptım. O kadar çok sorunlar vardı ki başımda ne kitap ne de film beni kurtarırdı, elimde oyalanacak iş olsun aynı zamanda sevdiğim birisine de hatıra olarak hediye ederim diyordum. En son ortaokul sıralarında ev ekonomisi dersinde (dersin ismine bakın, şimdi dikkat ediyorum saçmalığına) ödev olarak yapmıştım,  ne örgü ne de dantel filan severim ama etamin başka, çok keyifliydi deliklerden şekil oluşturmak. Her neyse, Polişka için baykuşlu bir desen işledim, çerçeveletti mi bilmiyorum ama onu düşünerek yaptığım bir objenin evinde olması bile yeter bana. Bir ara fotoğrafını çekip koyayım buraya, kendime söz. (yaparken çektiğim fotolar var fakat poliş'in evinde çekersem daha güzel olacak sanki, bakalım.)

----------------

Üç dört gün sonra İstanbul'a gidiyorum, kısacık bir seyahat olacak. Lilişka'nın doğum günü yakında, öpüp geleceğim bebeğimi. Geldikten sonra da ilk işim portakal likörü yapmak olacak, onu yapayım yemek yazılarım daha da keyiflenir belki, buraya da yazarım elbette.

Bloğumla ilgili gelen mailler inanılmaz değerli benim için, onlar sayesinde yazıyorum bu yazıyı. İki ismi özellikle söylemeliyim, çünkü maille cevap yazamadım ikisine de. Olmadı bir türlü, elim tutuldu kaldı. Onlar beni anlar, eminim. Çello Çalan Kedi ve Atze bana yazmanız tahmin edemeyeceğiniz kadar sevindirdi beni, öyle eskiyiz ki, şaşırdım duygulandım. İkinize de sarılıyorum, teşekkürler. (Çello... twitter'dan yollamış mesajını, benim gmailime düştü. Uzun süredir blog dışında hiçbir sosyal medya sitesini kullanmıyorum -arada ekşi'ye bakıyorum, berbat şeyler var ama alışkanlık-, onun için iyi ki mailime bağlıymış, gördüm.)

-------------------

Artık yatmam gerek, sabah oldu ve uyandım repliği beni bekler, üstelik kuzgun da henüz görünmemişken uykuya sığınmalı.