Salı, Nisan 03, 2012

yazlık kıyafetlerimizi giyip, bach dinleyelim


Bazen öyle olur. Bir şeyi planlarsınız, saatler sonra hâlâ yapılmamış olur o şey,  bir yere gitmek istersiniz, yıllar geçer iki adım atmamışsınızdır daha. Yazılacaklar, çizilecekler, görülecek yerler, konuşulacak insanlar, bir şeyler sizi tutar ki, işte bazen öyle olur. Elimdeki kitapta idam mahkûmu bir damla güneşi özlüyor, idam cezasını aldığını öğreneceği gün güneşe uyanıyor, onu almaya gelen görevliye; hava güzel, diyor, güneşi severim. Böyle güzel bir günde, güneş insanların kalbine zarif duygular yerleştirmişken, ölüm kararı verilemez diye düşünüyor, ama hava gerçekten de güzeldi, diyor şaşkınlıkla.
Üç gündür yağmur yağacak diye bekliyorum İzmir'de. Hava durumuna bakıp bakıp, yağmuru bekliyorum, ya sabahın köründe, tam ben uyumuşken yağmış oluyor (bu sabah altıda, şiddetli, ama kısa bir süre yağmış) ya da başka başka yerlere (İstanbul yağışlıymış kaç gündür) yağıyor. Dün boş verdim, yağar yağmaz bana ne dedim, dışarı çıktım. Rüzgârlı, ama bol güneşli bir gündü. Biraz yürüdük, sonra bowling oynamaya gittik. Ben hiç anlamam bu tür oyunlardan, bu yaşa kadar da oynamışlığım yoktu. Beceremem diye düşünüyordum, toplar da ağır, elime almamışım fakat duymuşum bir yerlerden, rezil olurum hiç eğlenemem diyordum. Düşündüğüm gibi çıkmadı, çok keyifliydi. İkinci atışta tüm zamazingoları devirdim. Aaa, ama durun, o devrilen şeylere lobut, hepsini devirmeye de strike deniyormuş, ben de yeni öğrendim;) Dönüşte İnkılâp Kitabevi'ne uğradım. Şimdi, şu durumda kitap almak anlamsız benim için, biliyorum, kitaplıkta yüzlerce kitap okunmayı bekliyor, İdefix'ten ve C.'den gelenlere yer yok, ortadaki sehpanın üzerinde duruyorlar lobut gibi (bakın, cümle içinde kullandım, iyi ilkokul eğitimi almışız zamanında; 5+ bilmem kaç;p), eh para durumları da "en bi la la la" değil, durmam gerekti kısaca. Bir arkadaşa bakıp çıkacaktım, havalarında girdim içeri. Elim raflara gitti geldi, en sonunda bir yerde durdu, tamam, bir kitap alma hakkı veriyorum kendime, dedim ve şimdi size bahsedeceğim güzel kitabı aldım. Dün akşam eve girdiğim gibi, çay koyup, bowling yorgunu bedenimi koltuğa attım, kitabı da elime aldım, kesik kesik okudum, güzeldi, bu arada çayım da mis gibiydi, söylemeden olmaz;)




"Bach, Son Füg", Can Yayınları'nın Kırkmerak dizisinden çıkmış bir kitap. Bestecinin hayatını, eserlerini yazarken kullandığı yöntemleri, ailesini elinden geldiğince anlatmaya çalışıyor, elinden geldiği kadar diyorum, çünkü ünlü besteci hakkında bilinenler pek fazla değil. Derinliğine olmasa da keyifli bir portre denemesi bu kitap, ben elimdeki romana ara verip, kesik kesik okuyorum ve beğendim. 
 
"Evrenin düzeni basittir. Su akar, ağaçlar büyür, çiçekler açar, taşlar öylece durur, zaman geçer, ot biter, deniz yükselir ve çekilir, mevsimler değişir ve geri gelir, Dünya döner, güneş parlar, ölüm canlıları ele geçirir, yaşam doğar, Tanrı susar, hayvanlar hareket eder; elma ağaçları elma verir, ayakkabı tamircisi ayakkabı tamir eder, besteciler beste yapar. Evrenin düzeni karmaşıktır. Su akar, ağaçlar büyür, taşlar öylece durur, zaman geçer, deniz yükselir, Tanrı susar..."

Yukarıdaki alıntı, kitabın arkasına aldıkları metin, aslında yazmak istediğim başka yerler vardı kitaptan, fakat öyle güzel ki bu cümleler, bir de burada olsun istedim. Kitapta, Bach'ın -bana göre tanrısal olan- müziğini (eminim çoğu kişi aynı fikirdedir) yaratırken ellerine baktığı ve düşündüğü sahneler çok güzeldi, o paragrafı tekrar tekrar okudum. Yazması, durmadan yazması, sonra birden durup ellerine bakması, daha önce orada görmediği lekeleri fark etmesi, etkileyici. Aynı lekelerin benzerlerini çok küçükken büyük amcasının ellerinde de görmüş besteci, bunu hatırlıyor, avucunun içine büyüleyici bir doğa manzarasına bakar gibi bakıyor. (evet, ben öyle olduğunu düşünüyorum) Baktığı kırışıklık ağı heyecanlandırmıyor onu, dışarıdan kargaların çığlıkları duyuluyor, bir çığlık si bemole, başka biri la bemole, yağmur damlaları fa'ya, re'ye neden işaret etmiyor, o buna üzülüyor daha çok. Neden doğa, notalarla uyumlu bir bütüne indirgenemiyor da, dünya müzik olacak yerde, sadece gürültü çıkarıyor, buna kederleniyor Bach. Bunun çaresi yine kendisi, çok çalışmalı, yeniden yazmalı. Ellerindeki yaşlılık izleri ve çiller önemli değil, önemli olan tanrının ona verdiği yetenek ve bu yetenekle dünyaya derman olmak. Tanrının müziğini yaratmak. Bach doğaya bakmıyor, seyretmiyor, ama duyuyor, duyduğu tanrının sesi, ve bunu bize iletecek aracı kendisi. O'na minnettarım. 
 --------------
 ("Once" filminden/Fallen From the Sky)

p.s.: Dün gece Once filmini izledim. Alkım söylemişti, haklıymış güzel bir filmdi, yüzümde gülümseme ile seyrettim, şarkıları beğendim. Biraz, Before Sunrise ve Before Sunset filmlerine benzettim tarzını. Onları çok çok severim ben, bunu sadece beğendim;) Ne bileyim, bazı sahneleri bağımsız film yaptığımızın çok "farkındayız" der gibi çekilmişti sanki, kadının süpürgeyi sokak boyunca arkasında gezdirmesi, kayıttan sonra sabaha kadar uyanık kaldıkları ve sahilde eğlendikleri sahne, vs. vs. Yine de hoş filmdi, teşekkürler Alkım. Başlıktaki yazlık elbise bahsi ise filmdeki bir şarkıda geçiyor; "Üzerinde yazlık kıyafetlerini görmek istiyorum artık, evet." diyor şarkıda, eh bence de evet yani;p

32 yorum:

Ayça Yaşıt dedi ki...

Piyon, Sonya ben sokulduk birbirimize, kürtçe türkü dinliyoruz. Tatilleri bitmeyen yazlık kıyafetlere kötü kötü bakıyoruz.

Sevgiyle.

mavi dedi ki...

Bach dinlemek acıları azaltırmış diye duymuştum çok doğru bir sözmüş.

aglea dedi ki...

sevgili justine,

o bowling şeysini ben de çok seviyorum. ummadığım kadar eğlenceli çıkmıştı ilk oynadığımda, aynen:)

bach'a gelince, ki geldin sen dün ikindi, hepimizi de getirdin, iyi ki... bach müziği kesinlikle tanrısal justine, bunu en gerçek, dinlerken ürperen her zerrenden ve o uçuyormuş duygusundan anlıyor insan. epey zaman önce, biz "ayna"yı izlerken, bir sahnede st. john passion ile hayran ve şaşkın, yanımdaki sevgili arkadaşım bir analoji kurmuştu, müzik ve sinema yoluyla. bach ve tarkovski en tepede, tanrıya epey yakın bir yerde, sonra, epey bir mesafeden sonra beethoven ve bergman duruyordu ve sonra diğerleri:)

yazlık elbise deyince aklıma annanemin küçükken bize diktiği çiçekli basma elbiseler gelir hep. dünyanın en güzel ve mutluluk veren giyeceği olmalı. şimdi dikemiyor, ama ben yazlık alışveriş yaparken, elim hep o basma kumaşa benzeyenlere, çiçekli desenlere gidiyor. iyice ısınsa havalar da giysek artık.

alkım'dan duyunca edinmeme rağmen halâ izleyemedim ben "once"yi. çok yoruluyorum son zamanlarda, filmleri çok seyrekleştirdim. filmin önüne başka uğraşlar veya direkt uyku geçiyor:)

twitter'a gelmen de pek harika oldu. alkım'da geldi ya, henüz onunla rastlaşıp "hoşgeldin" diyemedim. her durumda iyi oldu işte. zerka ile pek mutlu olduk biz:)

günün güzel geçsin. sevgiler.

justine dedi ki...

İşteyim arkadaşlar, bugünlerde daha fazla mesaiye geliyorum, sırf evimde, güzel yatağımda yatmak için tabii;) On sekiz yılın sonunda buradaki kanepeler, sandalyeler bana batmaya başladı, ya yaşlanıyorum ya da deliriyorum (bu uymadı, evet;p). Gece nöbetini azalta azalta gündüze geçmeyi planlıyorum, sanırım(?). Hmmm, ya da sanmam, kalırım gecede. Kararsız Justine!;)

Eve gideyim konuşuruz, olmazsa yarın uzun uzun sohbet edelim. Şimdilik bu kadar, hoşçakalın.

Ebru dedi ki...

Bu kadar keyifli bahsederseniz ben hemen alıyorum o kitabı. Film konusunda biraz tembelim ama onu da kocaya demeli.Sıra yaptım rafın birini önceliğe göre:)
Bowling sanırım 10 sene evvel 1 defa oynamıştım. Ertesi gün kollarımı kaldıramamıştım.
Ve evet cidden yaz gelsin artık çok sıkıldım grilikten.

Ebru dedi ki...

Unuttum çay benim için hayati sıvı:) iyi demlenmiş olacak. Gün boyu ayrı keyif aldım nedense çaydan denk geldi de söyleyim dedim. Sevgiler

pelinpembesi dedi ki...

klasik müzik zaten yüksek zeka ürünü gelir bana. sonsuz duygulara götürür. verdiğin linki dinleyemiyorum şu an. çünkü blogları okurken ya radyovoyage yada jazzradio dinlerim. justine şeytanın bacağını kırdım galiba. uçuş korkum geçmedi ama gezme, seyahat tutkumdan onu bastırdım . yakınd bir gezim daha var bakalım :))

guguk kuşu dedi ki...

bugün ben de bach modundayım:) belki bahar bachı hatırlatıyor kimi insanlara.
ben sanatı bir çeşit vahiy olarak görüyorum nasıl ki peygambere kendi isteklerini vahiyle anlatmış tanrı, sevgisini de müzik olarak vahyetmiş bazılarının yüreğine. bu tanrı vergisi sevgi kimin ellerinden kiminin dudaklarından müzik olarak akıyor evrene......

justine dedi ki...

Guguk Kuşu, Mavi Balon hoş geldiniz, daha önce konuşmadık sanırım, öyle hatırlıyorum.
-----------

Şimdi (bir saat kadar önce;)) bir şeyler yazmak için laptop'ı kucağıma aldım, yorumlara cevap verecektim, ama C. aradı. Uzun uzun onunla konuştuk, telefon konuşmasının sonlarına doğru, o uyukluyordu tabii;p

Çok yorgunum ben de, sabah erken kalkıp, tüm gün çalışmak öldürdü beni. Erkenden yatağıma gideyim bu gece. Yukarıda dediğimi tekrar edeyim o zaman; yarın konuşalım, uykumuzu almış, dinlenmiş hâlimizle. Hem, ne demiş şair;

"Sonra ne? Sabah! İyi bir gün başlar ne de olsa."

Sevgi ve selamlar.

justine dedi ki...

Atzeciğim, çok oldu görüşmeyeli değil mi? Sesini duymak iyi geldi. Hep söylüyorum ya, tekrar edeyim; C. bu blog işlerinden pek hazzetmiyor. Geçenlerde ben İstanbul'da, onun yanındayken -sanırım- yorumlara cevap yazıyordum hızlı hızlı. Tam hatırlayamıyorum şimdi, her neyse, seni sordu benim dalgın sevgilim. Atze nickini anımsayamadı ilk önce, ama ben sen olduğunu anladım sorduğunun;) O bile (unutkan ve isimlerden çok, konuya yoğunlaşan birisinden bahsediyoruz;p) yokluğunu hissetmiş, düşün artık;)

Piyon ve Sonya ile kucak kucağa, güzel müzikler dinleyin hep,ve yaz geliyor dert etmeyin.

Sevgiler.

justine dedi ki...

Bilmem ki Mavi Balon, acılar güzel bir müzik dinleyince gerçekten azalır mı, hiç bilmiyorum. Yalnız şuna inanıyorum, bellek kendisini korumak için acıları unutmaya çalışır. Borges'in böyle bir lafı olmalı, eminim. Varsa eğer, şimdi bulmak zor o lafı, söylemediyse ben söyleyeyim; bellek kendisini korumaya alırken unutkanlığın yumuşak ama tekinsiz karanlığına sığınır. O karanlığı tanrısal bir şeylerle doldurmak zorundadır, burada tanrısal derken "tekvin" sıfatlı tanrı kavramından bahsetmiyorum. Derdim yaratmak ve yaratılmak değil, inançtan bahsediyorum. Mistik bir arayış işte, bilirsin. Burada devreye, Bach'ın müziği, Tarkovski'nin filmleri, Kazancakis'in romanları girer. Dostoyevski'yi de gönül rahatlığıyla katarım bu listeye, kendisi ciddi metafizik roman yazarıdır bana göre, ama Dostoyevski huzurdan çok sıkıntı verir, onun altını çizmek gerek. (iyi ki öyle tabii, ondan gelen sıkıntıya bile razıyız biz;))

Şunu diyorum; acımızı azaltmak için değil belki, fakat unutmak ve iç huzuru için Bach'ın şifa veren müziğine ihtiyacımız var. Çok iyi biliyoruz ki; evrenin düzeni basittir ve evrenin düzeni karmaşıktır, başka türlü çıkış yok. Tanrı susar, müzik konuşur;)

Çok sevgiler.

justine dedi ki...

Bergman'ı tanrının işlerine pek karıştırmasak Agleacığım, ne dersin?;p İnan sesli güldüm, senin epey bir mesafe koyup tanrı ile yönetmenin arasına, öyle yerleştirmene onları düzleme;)) Hem çok tatlı hem de çok haklısın mesafe konusunda;p

Ben Ayna'yı çok severim Aglea. Hatta belki en çok Ayna'sını severim Tarkovski'nin, sonra diğerlerini. Nostalghia'sını biraz "bilmiş" ve oradaki delinin kendisini yakma sahnesini yapmacık bulurum, bunu da diyeyim ve rahatlayayım;) Ayna şiir gibidir, defalarca seyrettim o filmi. Arkadaşının Bach ve Tarkovski'yi tanrıya yakın bir yerde görmesi çok çok doğru, Tarkovski inançtır her şeyden önce, bilmek önemli değildir onun gözünde, kalp huzuru ve inanmak yeterlidir. Bach'ı zaten biliyoruz;p Şaka bir yana, yönetmenin filmlerinde müzisyenin eserlerine yer vermesi elbette tesadüf değildir; "sevgi" arayışın yerine geçmiştir onlar için. Hayat neşeli ve huzurlu bir yerdir Bach'ın müziğinde, tanrının kapısını çaldığında mutlaka ses gelir, "mutlaka". Duaların cevapsız kalmaz, kalbin rahatlar.
---------
Çiçekli basma elbise kadar güzel bir şey var mıdır şu dünyada?;)

Çok sevgiler, öpücükler Agleacığım. Günüm güneşli ve güzel gerçekten, senin için de öyle olsun.

justine dedi ki...

Sevgili Ebru, ne faydalı bir şey yapmışsın öyle, hoşuma gitti. Keşke ben de sıralayabilsem filmleri, izleme listesi yapıp. Poliş buradayken aslında öyle bir liste yapmıştı, word dosyasına izlenecek filmler diye karalama bir liste oluşturmuştu. Uymadık tabii;) Zamanında çoğu sağlam ve sıkı filmi, hatta kült filmlerin çoğunu izlemiş olduğuma seviniyorum, yoksa şimdi bu tembellikle biraz zor.

Bowling, vücudu idmansız ise gerçekten mahvediyor insanı. Benim için de öyle oldu; dün hastanede çalışırken düşünüp durdum, sağ kolum neden ağrıyor diye. Uykusuzluktan beynim çalışmamış demek, neden sonra aklıma geldi, önceki gün bowlingte mucizeler yarattığım;p Olsun, yine olsun, yine oynarım. Çok keyifliydi çok;)

Çay mevzusuna hiç girmeyeyim; çay candır elbette;) Yalnız yazın ben azaltıyorum çayı, hep severim ama kışla daha uyumlu bir içecek kendisi.

Çok sevgi ve selamlar.

justine dedi ki...

Buketciğim, çok sevindim şeytanın bacağını kırmana;) Ne hoş, yeni gezi ne tarafa peki? Merak ettim, dünden beri sayfana bakmadım, bakayım bir yazmış mısın oraya.

Henüz dinlemediysen (Bach'ları hep dinlersin, yazıya koyduklarım en bilinenleri zaten, milyon kere dinlemişsindir) en alttaki Once filminin şarkısını dinle mutlaka. Çok sevimli, çok güzel bir şarkı. Kaçırma sakın. Bir de, biliyorsundur ama ben yine de söyleyeyim, Goldberg varyasyonlarını dinlemeni tavsiye ederim, Glenn Gould'un yorumu harikadır.

Çok sevgiler, Pelin'i öpüyorum.

justine dedi ki...

Hmmm, öyle mi acaba Guguk Kuşu; tanrı sevgisini, bazılarının kalbine -dediğin gibi- vahiy yoluyla diğer insanlara iletsin diye mi koymuş? Düşünüyorum şimdi, eğer öyleyse yanlış yapmış. Peygamberlerin tanrının emir ve buyruklarını insanlara aktarmaları normal belki, ama ya sevgiyi ulaştırmak? Ben orada biraz dururdum. Şuna katılıyorum; az önce Aglea'ya da söylediğim gibi Bach'ın müziğinden (ellerinden) tanrı sevgisi dökülür, orası kesin. Sevgiyi duyar, hissedersin, onun nasıl tanrı sevgisiyle dolu olduğunu, müziğinin ulvi bir müzik olduğunu anlarsın, fakat bir sevgi oluşacaksa eğer kalpte, vahiy yoluyla olmaz. İleten de alt tarafı insan yahu, o zaman benim kalbime de sevgisini yerleştiriverseydi dersin, ki hiç de yanlış bir istek olmaz bu;) Bach kimilerine inançlı olmanın güzel bir şey olduğunu hissettirebilir, eminim tanrı da minnettardır bu hizmetten, ama biz zavallı insanlar iyi biliriz, "tanrı kuzusu" kesilmiştir, ve sevgi olacaksa eğer, kişi onu vahiysiz, kendi başına bulmalı, keşfetmelidir. Bir de Schubert var tabii, onun da yüreğine kötülüğü ve acıyı vahyetmesi için üflediyse eğer, yandık. Eminim bana katılacaksın, Schubert'e yanlış yapanı -tanrı bile olsa- affetmeyiz;p

Aaaa, dağıldık gittik, sağol valla Guguk Kuşu, tuhaf tuhaf düşündüm yine ve günaha girdim, aferin bana;))

Şu lied senin için gelsin, bayılırım ben;

gute nacht

Uzun gezintinde, ve hepimizin aslında- kendi kalbinden başkası rehberin olmasın, sevgiler.

Adsız dedi ki...

Hepiniz öyle güzel yazmışsınız ki...

Bazen bir şeyler yazmak istesem de okumaktan yazmayı atlıyorum. Çünkü her okuma beni bambaşka düşüncelere götürüyor. Derken bakmışım bambaşka bir dünyada düşüncelerle dans eder halde yazmaya mecalim kalmamış.

guguk kuşu dedi ki...

günah mı?...:)
elbette aslında aynı fikirdeyiz, başkasının eli ile insanın yüreğine sevgi koyamazsın, sende ne varso o.
belki yüreğinin yerini unutmuş birine yol gösterici levhalık yapar bach:d
hediyeni hemen dinleyeceğim,.
sözünü tutup geri dönmem böyle ince, böyle kendince, emekle cevap yazman iyi bir yere park ettiğimin işareti:D
sevgiyle kal.

alkım doğan dedi ki...

Ne güzel yazmışsın Justine, keyifle okudum her satırını. Bach'a kayıtsız kalmak zor. Üniversitede çok sesli korodaydım, Bach şarkıları söylerken hepimiz gökyüzüne çıkıp inerdik neredeyse. Müziğin her şeyi aşan bir gücü var. Neredeyse doğa kadar güçlü olduğunu söyleyeceğim.

Bu yıl festivalde bir idam mahkumunu anlatan bir film vardı, epey ilgimi çekmişti ama bilet alamadım. İstanbul'da her şey için mücadele etmen gerekiyor elbette;) Öyle "aaa, bugün de bir filme gideyim" demekle olmuyor... Kitabını merak ettim. Ben hiç Hugo okumadım sanırım. Sefiller belki, ama o da çok uzun zaman önce.

Bir proje için sabahladım, "tatlı" bir yorgunluk var üzerimde. Tatlı olmasının nedeni bitmiş olması, yoksa pek de tatlı olmazdı bu yorgunluk:)Güzel, sakin bir akşam diliyorum sana. Ben yorgunum ya sana sakin bir akşam diliyorum o yüzden;)
sevgiler.

p.s. filmi izlemene sevindim. müzisyenleri görünce hep bir iç geçiririm. bu filmde de öyle olmuştu. marketa ne tatlı çalıyordu piyanoyu.

justine dedi ki...

Arkadaşlar, yine işteyim, emekçi Justine diye boşuna demiyoruz tabii;p Akşam olsun, konuşalım.

Şunu demek için yazdım buraya aslında; Alkımcığım Marketa'yı bilmem ama, çocuk yakışıklıydı şimdi, doğruya doğru;) Yazıda söylemeyi unutmuşum, ekleyeyim dedim;)

Görüşene kadar, hoşçakalın.

zerka dedi ki...

birkaç gündür uğrayamadım bloğa da buralara da, özlemişim:)

alkım’ın bahsettiğini hatırlıyorum ben de once’dan, indirmiştim ama izleyemedim henüz.

hiç bowling oynamadım sanırım, düşünüyorum da hatırlayamıyorum bowlingli bir anımı. bi gün sen, ben, aglea, alkım gidelim mi bowlinge?:) zerka ve çılgın projeleri:P

kolay gelsin sana işte. öpücükler.

justine dedi ki...

Merhaba Cnl, hoş geldin.

Ne güzel, şevk verici sözler yazmışsın, harikasın. Dediğin şey bazen bana da olur, okumaya kaptırırım kendimi ve merhaba demeden okuduğum sayfayı kapattığımı bilirim. Hatta işin komik yanı, bir şeyler yazdığımı bile sanabilirim o sayfaya. Öyle bir dalgınlık, düşün;)

Bloğuna baktım şimdi, hoşuma gitti. Okuman mutluluk verici ama senin "farklı" sesini duymayı da isterim. Bu arada, güzel kitaplar seçmişsin okumak için, onu da söyleyeyim hemen;)

Sevgiler, iyi geceler.

justine dedi ki...

Guguk Kuşu, park yeri deyince sen, aklıma bu akşam yaşadığım olay geldi. Onu anlatmadan önce, hemen bir "kadınlar iyi park yapar" diyeyim de, rahatlayayım;)

Akşam yaşlı bir kadına yol verdim, işten gelirken, tali yoldan ana caddeye çıkacaktım. Arabanın arkasına birisinin eliyle vurduğunu duydum. Görmedim, zaten öyle dalgınım ki, caddeye çıkınca gördüm çocukları; genç, iki-üç sokak çocuğu. Özellikle sokak çocuğu diyorum, çünkü ne terbiyeden, ne de saygıdan haberleri var. Bir iki dakika bekleyemiyorlar, yaşlı bir kadının geçmesi için. Bir de ağızlarından çıkan cümle, "kadın ya, bak kadın!", üstelik gevrek bir ses tonuyla. Neyse, sinirlenmeyeyim yine;) Cam hafif aralıktı, küfrettim, duymamışlardır tabii, zaten benim küfrümden ne olacaksa;p Onların yaşı kadar benim araç kullanmışlığım vardır yahu!;) Seksist tüm düşüncelerden ve nezaketten yoksun bütün davranışlardan nefret ediyorum, sorun bu aslında. Duymayayım diyorum, ama bir şekilde duyuyorsun yine de.

Tamam, toparlıyorum;)
Şunu diyeyim, kadınlar her şeyi gayet güzel yapar, park yapacakları yeri de iyi bilirler. Böyleyken böyle;p

Çok sevgi ve selamlar.

justine dedi ki...

Alkımcığım, çok geçmiş olsun, eline sağlık proje için. O tatlı yorgunlukları öyle iyi bilirim ki, master tezimi teslim edeceğim sabah, uykusuz ama çok mutluydum. Eminim gülümseyerek uyumuşumdur o sabah;p

Demek, çok sesli korodaydın üniversitede, şahane bu. Böyle aktif, dinamik ve eyleme geçme konusunda bana hiç benzemeyen insanları görünce imreniyorum, mutlu oluyorum;) Ben ne koro, ne bir kulübe üyelik, ne de spor yaptım üniversitede, bir tek keman dersi almıştım, o da özel hocadan ve tek başına. Sayılmaz sanırım;p

Kitap güzel gidiyor, ama çok yavaş ilerliyorum, bu sefer bile isteye. Baharın geliş, sıcak havalar ve idam mahkumunun düşünceleri ciddi bir çatışma yaratıyor bende, çok etkileyici bu benim için. Hugo, istese böyle bir okuma ortamı yaratamazdı. Denk geldi. Bitireyim, konuşuruz yine.

Film hakkında hastanede yazdığımı tekrarlayayım, çocuk çok tatlıydı valla, pek beğendim ben;) Yazımda söylemeyi unutmuşum ya, burada hatamı telafi edeyim çabasındayım;p

Çok sevgiler, hatta senin o güzel bitirişinle kapatayım; "kelebekler!";)

justine dedi ki...

Eh, şimdi izledin işte, beğenmişsin de, oh mis gibi oldu gecemiz;)

Zerkacığım, bowlingte çok iddialıyım valla, geç başladım ama sıkı bir giriş yaptım o camiaya;p Demem o ki, takımı güçlendirin bana kalırsa;)

Siparişim geldi! Çok acıktım, yerken de Mentalist'in son bölümü gelmiş -sonunda!-, onu seyredeceğim. Sarılıyorum, sevgiler.

zerka dedi ki...

hey bayan sinirlenince ne kadar güzel oluyorsunuz:P
ben araba kullanmayı bilmiyorum ama artık kabak tadı veren “kesin kadındır bu arabayı süren” muhabbetlerine sık sık şahit oluyorum. arkadaş, yıllardır hep aynı geyik, yok mu artık yeni bişeyler, biraz yaratıcılık ama artık diyorum:)

tivitden de yazdım, burda da diyeyim; az önce "once" filmini izledim, suratımda bi gülümseme var şimdi kaldı öyle, çok güzelmiş, müziklerini indiriyorum, bir yandan da “picnic at hanging rock” iniyor. özellikle marketa’nın o hüzünlü şarkıyı piyanoda çalıp söylediği sahneyi çok beğendim.

bi güzel uyku çektin mi, mis gibi çayını eline aldın mı, her şey geride kalır, ben de birazdan uyuyacağım sanırım, şu söz geldi aklıma: “Değil mi ki rüyalar gün boyu sakatlanan zihinlerimizin koltuk değnekleri”

iyi geceler. tatlı rüyalar.

justine dedi ki...

A hah, güzel oluyorum değil mi, aferin bana;p

Yemek işi tamamdır, doydum rahatladım, midye yiyeceğim az sonra. Mentalist'i açamadım daha, midye yerken seyrederim artık onu da, gece yeni başladı tabii;) Şanslı Masa diye bir program var, aylar önce Poliş buradayken takılmıştık ona, çok gülmüştük. Yine rastladım, müthiş yine;) Biraz ona bakıp, geçeyim dizime.

İkimizin de yüzü gülüyor, oh şimdi daha da mis oldu ortam;)
--------------
Picnic at Hanging Rock, çok güzel. Ben seyredeli yine epey oldu, ama şiir gibi görüntülerini ve büyülü dünyasını iyi hatırlıyorum. Keşke zaman ayırabilsem de çok beğendiğim filmleri yeniden izleyebilsem. Ne hoş olurdu. Hemen seyret lütfen Zerka, beğeneceksin eminim.
--------------

Hmmm, söz çok iyi. Yekta Kopan'a aitmiş, baktım şimdi. Hiç okumadım ben onu, ama söz gerçekten sıkı.

İyi geceler canım, sarılıyorum.

Adsız dedi ki...

Sevgili Justine,
Yazmaktan çok okuma meraklısıyım. Dediğin gibi okurken ben de cevap veriyor gibi hissediyorum ama sıra kelimelere dökmeye gelince hep bir şeyler eksik kalıyormuş gibi :) Belki ilerde daha çok şey yazabilirim:)

justine dedi ki...

Tamamdır, sesini duymayı bekliyorum, merakla tabii;)
Sevgiler.

zapere dedi ki...

Bach'ın çaldığı müzik aleti org onun yaşadığı yıllarda daha çok kilise çalgısı idi bildiğim.. Kilise ile epey bağlantıı olmalı o halde Bach'ın hayatı.. Org çalmak için aranan şartlar da eller büyük önem taşırmış, okuduğunuz kitapta anlatılmak istenen belki budur...20 çocuğu olmuş, maşallah demeli. Herhalde bol bol dindar nesil yetiştirmiştir. 3 çocuk tavsiye edenlerin kulakları çınlasın.. :)

justine dedi ki...

Tabii tabii, Zapere, aynı dediğin gibi Bach'ın hayatı kilise ile iç içe. Şimdi kitap yanımda yok, nöbetteyim ama hatırladığım kadarıyla Bach kilisede -tam zamanlı- çalışıyor. (işteyken, böyle konuşuluyor işte, tam zamanlı, part time filan;)) Kilise müziği yapıyor ve kilise korosunu yönetiyor. Aklımda kilise ile çok iyi geçinemediği de kalmış. Tanrıyla iyi geçiniyor, fakat dini kurumlar ile arası limoni. Bu belki çalıştığın yerle illaki anlaşmazlık yaşarsın durumudur, belki de tanrıyla arasına kimsenin girmesini istememesinden kaynaklanıyordur. Bilemeyiz artık o kadarını;)

Üç çocuk olayına hiç girmeyelim, onca çocuğun yokluktan ağzı kokarken can sıkıcı geliyor bu laflar bana. Bir de şöyle bir yasa tasarıları var, utanç verici;

http://t.co/x91FBS5G

Neyse, böyle işte. İyi akşamlar Zapere, hoşçakal.

p.s.: Yarın eve gittiğimde bakarım kitaba, başka ilginç şeyler varsa unuttuğum, onları da yazarım. Şimdilik bu kadar anımsadıklarım.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Dün Dalida dinlerken o sevdiğim parçası çıktı yine, aklıma siz geldiniz. Hani şu tavla oynarkenki haliniz.(: Videosunu izleyince, Dalida kadar teatral değilse de senin mimiklerin de biraz öyle olurmuş gibi geldi. Tavlayı C.'nin kolunun altına sıkıştırırken. (Sanıyorum C. bundan sonra rumuzumu tamamen unutacak.:p) Sizin için gelsin "Onun gönlünde seni olgunlaştıran şeyler bunlar değil" diyor bir yerde.

Öpüyorum ikinizi de.

http://www.youtube.com/watch?v=6U0NlPgvRuI

justine dedi ki...

Hah ha, evet C. ile oynadığımız tavla en çok oraya yakışır;)

Şimdi videoyu izliyorum, çok hoş. Çok teşekkür ederim Atzeciğim, ben de seni öpüyorum, hatta o fazla öpücük insanı değildir ama (peki, neden beni devamlı öpüyor;p) o da öpüyor, eminim. İkimizden de sevgiler ve öpücükler.

p.s.: Şarkı ve yazdığın sözler çok güzelmiş, iyi geldi.