Cuma, Ocak 25, 2013

gök ve toprak arasında bir yerlerde

 Sogni (1896)/ Vittorio Matteo Corcos

Dengesiz bir gün. Yağmur kararsız, hava öyle, haberler iç karartıcı, üstelik nereye baksam midem bulanıyor. Öğlen bizim bölümün toplantısı vardı hastanede, oraya gittim. Hastanenin karşısındaki kafedeydiler ben gittiğimde ve toplantı filan kalmamıştı, çay içip gülüşüyordu arkadaşlar. Eh, toplantıyı kaçırdım, sohbet kısmına da katıldım sayılmaz, on dakika bile durmadan ayrıldım oradan. Yolda kitap okumak için arabamla gitmemiştim, otobüste boş bir koltuk buldum, kitabımı açtım, açtığım gibi yaşlı bir kadın bindi otobüse, yer verdim. Önüm, arkam, sağım, solum yaşlı olmalı ki, hep bir ağızdan takdir etmeye başladılar bu hareketimi, hatta yer verdikten hemen sonra başka bir boş koltuk bulmamı illuminati'ye bağlayan bile çıkacaktı az kalsın, düşünün artık abartının derecesini. Oturan gençleri ayıpladı aynı yaşlı grubu, ben ayakta dışarıyı seyretmeye koyuldum, bir yandan da düşünüyordum; sanırım beni orta yaşlı diye kategorize etmişlerdi, yavaş yavaş yaşımı gösteriyorum belki de derken, arkadan şiddetli bir bağırtı geldi. İki adam (orta yaşlı?!) tartışmaya başladı ama tüm dikkatimi vermeme rağmen (onlara bakmayarak fakat kulağım onlarda. tartışan insanlara bakamam ben, çirkin gelir seyretmek) tartışmanın konusunu bir türlü anlayamadım. Biri bir kızın ayağına basmış, öteki çakı gibi adammış (on kere söylendi bu laf), diğeri sabrederken, beriki hani bana demiş. Valla bundan fazlasını anlamadım, sadece en son dakikada edilen küfür gereksizdi bence, diğer adam inmişti ve küfür eden utanmasıyla başbaşa kaldı. Sonra kendi kendine konuşmaya başladı, yüzüne hiç bakmadığım için şu an karanlık bir surat canlandırıyorum hayalimde (ah hollywood!), karanlık surat konuştu konuştu, terbiyesizle terbiyesiz olmamak lazımmış, yapmış bir hata. Hiç kimseden "olur öyle "onayı çıkmadı, o da söylenerek indi sonraki durakta (sanırım), ses kesildi, ayağına basılan kız hemen önümde durdu. Süet çizmesinde kocaman bir ayak izi vardı, gülümseyip, şakalaşıyordu arkadaşıyla, ya ortaokul ya da liseliydiler, ayağındaki izden tanıdım onu, bana da gülümsedi, inmem gereken duraktan bir önceki durakta indim. 

Sonrası baş ağrısı.


Bu gece çok başım ağrıyor. Eve geldiğim gibi ağrı kesici almıştım, işe yaramadı. Film seyredeyim dedim, Lo imposible diye bir filme başladım. Ewan McGregor ve Naomi Watts oynuyor, 2004 yılındaki tsunami felaketinde hayatta kalan bir ailenin öyküsü. Felaket kısmı çok inandırıcıydı, herkesin başına gelebilecek korkunç bir olay, işte şimdi burada deprem olsa aynı trajedi yaşanacak, doğanın karşısında hissedilen büyük çaresizlik. Neyse bizi geçelim, tsunami sonrası ailenin birbirini arayışı fazlasıyla klişeydi ve özellikle ağlatmak için dramatize edilmişti, hatta filmin sonlarında bir adamın aileye yaklaşıp; zürich sigorta iyi günler diler, tarzında konuşması berbattı (öyle demedi ama ben gözümde yaşlarla izlerken birden "zürich sigorta reklamını"! duyunca öyle anlayıp, gülmeye başladım) yine de takmadım bu sefer bunlara, dediğim gibi gözlerim doldu, ağladım, korktum. Üstelik benim zürich sigorta gibi koruyanım kollayanım da yok, kalacağız buraların muhteşem sağlık sistemine. A, evet bu akşam twitter'da böyle bir yazışma oldu. Bu ülkede sağlık sisteminin düzeldiğini düşünen insanlar var, ne tuhaf. Acaba doğru yerden mi bakamıyorum ben? Sağlıkçıyım ama devlet hastanesinde muayene olmuyorum. Diğerine de param yettiği kadar tabii. Yine dağıttım. Acıklı bir şey izlemek isterseniz bu filmi izleyin, oyunculuklar gayet iyi, çocuklar muhteşem, ağlatıyor filan, rahatlarsınız, allahım bize böyle felaket verme diye dua edip yatarsınız üstüne, oh mis. 
---------------------

Film bitince akşam yemeği yemediğimi fark ettim, canım da bir şey istemiyordu, sıcak bir çorba dışında. Kalktım, kremalı patates çorbası yaptım. Çok, çok güzel oldu, hatta geçen yaptığım mantar çorbasından daha güzel oldu, fotusunu da çektim.  Bakalım foto nerede? Tamam, işte şimdi aşağıda;


Tarifini de vereyim tam olsun, çok kolay, pratik bir çorba bu; üç patatesi soyup düdüklü tencerede iki bardak su ile haşladım, sonra blender'dan geçirip sulu bir püre yaptım. Başka bir tencerede, bir kaşık tereyağı ile bir kaşık unu kavurdum ve bir bardak soğuk su ekleyip meyane elde ettim. Bu meyaneye, sulu patates püresini katıp, bir bardak süt ve bir kutu kremayı koydum ve azıcık kaynattım. Böyle işte, a ben bir de, bir tane tavuk bulyonu eritip kattım içine. Üstüne sos filan yapmadım, karabiber ve pul biber sadece, o kadar.
----------------------------

Sonrası peki? 

Yazının başına koyduğum yukarıdaki resme baktım uzuuun bir süre, takıldım kaldım. Ressam pek tanınmıyor buralarda, 1800'lerde yaşamış bir İtalyan, resmin ismi de harika, Sogni. İtalyanca bilmem, hiç anlamam da, netten baktığım kadarıyla "onun hayalleri, rüyaları" gibi bir anlama geliyor. Dreams, diye çeviren de var ama, sanki bir iyelik olmalı orada. Ne diyorum ben yahu, tek derdimiz bu olsun. Kadının bakışı sizce de olağanüstü değil mi, kışkırtıcı, tuhaf, karanlık, meydan okuyan? Ben çok sevdim bu resmi, buralarda bulunsun istedim.

Kaç gündür aklımda  Flannery O'Connor'ın İyi İnsan Bulmak Zor, öyküsü var. Metis tadımlık vermiş, onu okudum netten, kaldım öyle. Nasıl merak ediyorum, nasıl okumak istiyorum bilseniz, bir türlü büyükanne karakteri çıkmıyor aklımdan. Bir de haydutların; "Aslında iyi bir kadın olabilirdi, tabii ömrünün her anı yanı başında onu zımbalayacak biri olaydı." demeleri. Öykünün o kısmını okuyamadım daha, ama çok şey okudum öykü hakkında, o yüzden son kısmı biliyorum. Bu merakla ne yaptım dersiniz, daha yeni kitap siparişim gelmesine rağmen, bir de bu kadar harcama yapmışken, gecenin bir yarısı kitabı sipariş ettim. Bu sefer D&R sitesinden. Hazır toplantıya gitmek bahanesiyle dışarı çıkmışken İletişim Kitabevi'nden alacaktım ama netten almakla aralarında büyük fark var, onun yerine birkaç kitap daha alırım diye düşündüm. Beş-altı kitapla daha da büyüyor fiyat farkı, kısaca yakında kitabım gelecek kapıya (diğer altı kitapla birlikte! bu küçük mutluluklar olmasa ne yapardık sahi?), o zamana kadar sakın bana öykünün devamını anlatmayın, ben kafamda kurup duruyorum zaten;) Hep okumak istediğim "büyücü kadın"ın muhteşem hikâyeleriyle de tanışacağım böylelikle. Güzel bu. (D&R'ı da aklınızın bir köşesine yazın, hem ücretsiz kargo limiti çok çok düşük hem de diğer kitap sitelerinden bariz ucuz)
-----------------------

Dün gece ekşi'den birisi yüzümü güldürdü, iki kitap hakkında aynı şeyleri düşünüyormuşuz, kısa ama hoş bir sohbetti, güzel bir şarkı hediye etti bana onu dinleyip bitirelim bu yazıyı. Bir de şiir var, twitter'dan geldi o da, bu ülkenin boktan durumuna bakıp bakıp okunacak harika bir şiir, Pessoa'dan. 

Yukarıdaki resmi seyredelim, şiir okuyalım ve güzel bir müzik çalsın fonda. Belki o zaman tüm bu ağrılar geçer. Ben de beşinci fincan çayımı koyayım, sıcak, sakin, huzur vadeden. Ya tutarsa, dileğiyle tabii.


"yola çıkmak! yitirmek ülkeleri!
bir başkası olmak süresiz,
yalnız görmek için yaşamaktır
köksüz bir ruhu olmak!

kimseye ait olmamak, kendime bile!
durmadan gitmek, sonu olmayan
bir yokluğun peşinde
ve ona ulaşma isteği içinde!

böyle yola çıkmaktır yolculuk.
ama ben açık bir yol düşünden öte,
bir şeye gerek duymuyorum yolculuğumda.
gerisi sadece gök ve toprak."
 
Fernando Pessoa (çeviri: Cevat Çapan)
----------------------

p.s.: Bu şiiri okurken, İsmet Özel'in çok sevdiğim şiirini hatırladım ben, "mataramda tuzlu su". Aynı hisle yazılmışlar sanki. Değilse de canımız sağolsun, artık kalkmalı, çay kaynadı, kaynadı, kaynadı...

19 yorum:

Unknown dedi ki...

"yola çıkmak! yitirmek ülkeleri!
bir başkası olmak süresiz,
yalnız görmek için yaşamaktır
köksüz bir ruhu olmak!

kimseye ait olmamak, kendime bile!
durmadan gitmek, sonu olmayan
bir yokluğun peşinde
ve ona ulaşma isteği içinde!
Merhaba,sevdim bu şiiri..Özgürlüğü çağrıştırıyor.Yaklaşık yarım saattir blogunuzu geziyorum,samimi ve hüzünlü cümleler okudum.Selamlar..

guguk kuşu dedi ki...

sabah açınca bloğu şiiri okudum ve işte bu dedim. işte bu! tam da anlattığım, anlatmaya çalıştığım, içimdeki.
teşekkürler justine, bugünkü yazımı anlamlandırdığın, hayatımı anlamladırdığın, kendimi ifade etmemi kolaylaştırdığın için:)
sevgiyle öpüyorum seni.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Patates çorbası güzel görünüyor. Ben bu aralar bezelye çorbasına taktım o başk. Bir de soğan çorbası tabi. Yalnız geceleri hafif bir karın ağrısı yapıyor bu sonuncusu. Resimdeki bakışlar isimle uymamış gibi geldi bana. Bir de yüzdeki basıklık ile birlikte kısılmış gibi duran gözler... Pek hazzetmediğim bir ifadeyi anımsattı, ama bunlar benim kurmacalarım ve bazen biraz zorluyor da olabilirim. Sana geçmiş olsun, hem sıkıntın, hem baş ağrın için.
Sevgiyle...

justine dedi ki...

Hoşgeldin Neşeli Günler (kısaltmak zorunda kaldım, kusura bakma lütfen. bloğuna baktım, belki bloğun ismi uzundur sadece diye, ama daha kısa bir mahlasa rastlayamadım). Şiir güzel evet, ben çeviri şiir sevmem pek fakat bazen böyle güzel istisnalar çıkıyor karşıma. (tiger tiger'ı ansam mı acaba yeniden;))

Hüzün bulaşıcıdır aslında, onun için özellikle mutsuz olduğum zamanlar yazmamaya çalışıyorum buralara, ama gel gör ki tam da o zamanlar yazmak geliyor içimden, bir büyük dilemma işte;p Samimi bulmana ise sevindim, rahatlamak için yazdığım bu yerde de numara olsaydı komik olurdu, hayat yalan dolan zaten.

Şimdi senin bloğundaki güzelim şarkıyı dinliyorum, Gemi'yi koymuşsun, çok severim.

Sevgiler.

justine dedi ki...

Sabahtan beri perişan bir hâldeyim Guguk Kuşu, sana iyi gelmesi ne güzel koyduğum şiirin. Bak işte, senin sevincin de beni mutlu etti, gizli bir örgüt gibiyiz aslında, ne dersin bu işe?;p

Çok sevgiler.

justine dedi ki...

Patates çorbası mis gibiydi Vuslat, valla kendim yaptım diye demiyorum harika olmuştu. Sıcacık onu içtim dün akşam, bu sabah da onunla kahvaltı ettim. (böyle gidermiş bu, patatese benziyormuşum yakında;p) Hah ha, kendi kendimi güldürdüm, ne saçmalık. Başımın ağrısı ancak geçiyor, yeniden doğmuş gibi olur ya insan bu inatçı ağrılardan kurtulurken, ondan bu taşkın hâlim;)

Soğan çorbası hiç içmedim ben, aklıma takıldı bak şimdi, denesem mi bir ara acaba? Mideye ağır mı geliyor sence, ondan mıdır karın ağrısı? Bir araştırayım ben, kafama yatarsa yapayım. Bana farklılık olsun.

Eveeet geldik Vuslat'ın geleneksel muhalefet şerhine;p Niye hazetmedin yahu kadını, mis gibi kadın işte. Onun hayallere dalma olayı da o çeşit oluyormuş demek, dediğin gibi zorluyorsun bence;) Şaka yapıyorum Vuslatcığım, ağrım geçiyor ya, sevindim ne dediğimi bilmiyorum. Dünden beri yapışmıştı bu ağrı bana, gitsin diye dua ediyordum. Bir de seni gördüm mutlu oldum, uzun süredir konuşmamıştık. Bloğuna çok önce kısacık bir şeyler yazıp selam vermiştim, cevap filan da gelmeyince bakmıyorsun diye düşünmüştüm, okuyup geçiyordum.

Böyleyken böyle, geçmiş olsun dilekleri için sağolasın Vuslat, çok sevgiler, selamlar.

guguk kuşu dedi ki...

evet evet:= kesinlikle bir örgütüz ya da cemaat mi desek:) buaralar pek moda biliyorsun. küçücük bir cemaat:)

justine dedi ki...

Cemaat deyince aklıma Adnan Oktar filan geliyor, gülmemi engelleyemiyorum Guguk Kuşu;) Çok komikler çok.
Ben kalkıp bir şeyler yiyeyim, bir iki saat sonra işe gideceğim, nöbet var yine.
Öpüyorum seni, sevgiler.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

toplantıların son yarım saatlerini, o gevşek havaları sevmiyorum, kalkabiliyorsam kalkıyorum. bensiz eğlensinler işte.
işe servisle gidiyorum ben, aynı insanlar aynı koltukta oturmalar. 10 yıl boyunca okula otobüsle gidip geliyordum, hem de istanbul da, şimdi o kalabalık, trafik, kabalıklar vs. yani onların da ayrı bir yeri vardı beee...
film ilgimi çekmedi, o yüzden bir yere not etmedim. geçen hafta welcome to the dollhouse u izledim, hala etkisindeyim. çok acımasızcaydı ama mutulucanaydı da.
benim blendırım yok, çorbalarım hep taneli oluyor, geçen hafta mercimek çorbası yapmıştım çok tuzlu olmuştu, zor içtim, halama söyledim, patatesi önerdi.
öykü okumaya henüz başlayamadım, o yüzden kitabı da bir yeri not etmiyorum şimdilik. ama ekşi de yourcenar ın "alexis ya da..."hakkında yazdıklarını okudum, kitap şu anda karşımda, sırasını bekliyorella.
böyle işte. yakınmak istemiyorum artık.
sevgiler.

justine dedi ki...

Yorumunu okumaya nasıl başladım biliyor musun Şenay, anlatayım hemen sana; elimde çay fincanı, kaşlarım çatık (bunun seninle ilgisi yok), donuk bir ifade ile, sonra sen yine Şenaylığını yaptın (böyle bir şey var evet), film ilgimi çekmedi, not etmedim dedin birden, gülmeye başladım tabii;) Öyle güzel bir söyleyişin, tarzın var ki, bayılıyorum sana. Çok doğal, çok suratsız, ama ilginçtir çok hoş, İgnatius gibi;))

İyi yapmışsın not etmemekle, ama kitabı bir yerlere kesin yaz, harika bir öykücü Flannery O'Connor, bana kalırsa o kadını kendine çok yakın hissedeceksin, seveceğine de eminim.

Bensiz eğlensinler kısmına da katılıyorum, bu işyerinde on beşinci yılım (belki daha fazla) bir kere bile eğlenceye, iş dışı toplantılarına gitmedim. Yapamıyorum o işleri, olmuyor.

Welcome to the Dollhouse'u ablamdan duymuştum yıllar önce, anlatmıştı. Unuttum, hiçbir şey hatırlamıyorum anlattıklarından. Bende var o film, yönetmenini de çok iyi biliyorum, bir tek onun Happiness'ını sevmiş miydim, yoksa nefret mi etmiştim onu hatırlayamadım. Ben not ettim bu filmi bir köşeye, izleyeceğim;) Öyle çok duydum ki zaten, eskilerden diye çıkarmıyordum yerinden, niye bilmem hep yenilere gidiyor elim. Neyse işte, bu sayede kült film izlemiş olurum, vizyon filan hep ıvır zıvır.

(bağımsız filmlerde daha da bağımsız, manyak bir şey olsun diye iyice saçmalıyorlar ya bazen, öyle bir gelenek var, hah işte, ondan ilişmiyorum çoğu zaman)

Sana yakınmak yakışıyor, ama evet, çok yakınma yine de;p Sarılıyorum, sevgiler.

Clea dedi ki...

sarı kent'e bayılıyorum. güzel yazılar, güzel müzikler, insanı sarhoş eden güzel resimler var. sahibi de çok güzel, hem içten hem dıştan:-)

bir dost çok öptü, çok sarıldı.

justine dedi ki...

Deli;)) Seni çok özledim ben, canım kardeşim benim.

alkım doğan dedi ki...

justinecim merhaba!
buraya geç gelince hep muhabbeti kaçırmışım duygusu oluyor içimde. bir dizide vardı, adam bir ortamdan ayrılıyor ve asıl eğlence hep o gittikten sonra başlıyor. muhabbet koyulaşıyor, türlü ilginçlikler oluyor filan. çok komikti. aslında ne çocuksu bir duygu;)
kimi insanlar yaptığı en sıradan şeye bile bir neşe ve güzellik katıyor. senin yemek yapışını anlatman da öyle, bayılıyorum. düzenli takip ettiğim bir yemek bloğu yok ama sen sırf yemek yazsan da okurdum yazılarını;)

resmi çok sevdim, çok güzel! hatta kadının bakışlarını bir arkadaşımın bakışlarına çok benzettim. (ona da göndereyim bunu) şiir ise muhteşem. bana emily dickinson'ın "ben hiçkimseyim" şiirini hatırlattı.

"Ne kadar üzücü, herhangi biri olmak,
Bir kurbağa gibi, çok sıradan,
Hayranlık duyan bir bataklığa
Adını söylemek hiç durmadan."

güzel bir hafta diliyorum justine. biz yine kış havasına döndük, havalar soğuk. tam bir kasvetli pazar havası var bugün.

öpücükler!

justine dedi ki...

Merhaba Alkım, sesin ne güzel geliyor;)

Yemek bloğuna çevirirsem burayı ilk -ve belki de tek!- okuyucum belli oldu o zaman, yaşasın;p Şaka bir yana, sanırım ben doğru düzgün tarif bile veremiyorum Alkım, yarısında sıkılıyorum, öyle olunca da bir şeye benzemiyor yazı. Bu arada, güzel yemek sitelerinin sadık takipçisiyim, çok seviyorum yemek sitelerini ben ve onlardan inanılmaz fazla şey öğrendim.

Güzel sözlerin için de teşekkür etmeliyim, çok sağol Alkımcığım. Ama bana kalırsa benim anlatışımdan çok, senin beni sevmenden kaynaklanıyor yazıları beğenmen. Olsun, yine de iyi bir şey bu;p

Resim güzel değil mi? Poliş de çok beğenmiş, ben hayran kalmıştım zaten. O meydan okuyan, ama asla rahatsız etmeyen, tamamen kendisine dönük gözleri çok sevdim ben. Banktaki kitaplar, şemsiye, parlak fakat maskulen ayakkabılar, kitapların hemen yanı başındaki biraz solmuş çiçek (belli ki az önce verilmiş, ama kadın, veren kişiden ayrıldıktan sonra, düşünüp etrafı seyrederken tazeliği gitmiş biraz, yaprakları yere dökülmüş), şapka, eldivenler hepsi çok hoş, çok farklı. Kadının bakışının epey gerisinde bir yerlerde ciddi ve önemli bir karar aldığını bile hissediyorum ben, çizim öyle güzel ki, görüyorum o endişeli ama kararlı duruşu.
Hmmm, uzattım yine.
Umarım kararında mutlu olur diyelim, elden ne gelir başka;p

Yazdığın şiiri iyi bilirim, hatta sanki burada konuşmuştuk seninle ya da başka bir arkadaşla.

Burada da havalar kötü, hep yağıyor, aralıksız, hiç durmadan. Yağsın bakalım, yağmuru severim ben, çok soğuk olmasın yeter.

Ben de seni öpüyor, sarılıyorum Alkımcığım, çok sevgiler.

TheSaint dedi ki...

bazen sırf yorum yapmış olmak için yorum yapıyorum :) patates çorbası yapım aşamasında pürenin ve kavrulmuş unlu suyun karışımını pek canlandıramadım kafamda...yani püre daha katı gibi geldi...bir de bir paket krema çok değil mi ? hem sütte varken ? madem çorbalardan bahsediyoruz...tereyağ ve unu kavur daha sonra 1 kutu haşlanmış mısır, azcık krema ve yarım bardak süt...kaynasın, dinlensin...mis gibi mısır çorbası :)

clea'ya katılıyorum...sarıkentin adı tek renk ama burası rengarenk...

justine dedi ki...

Ne demek şimdi bu, yorum yapmış olmak için yorum yapmak, başka türlüsü nasıl oluyor ki Saintciğim?;p Komiksin sen;)

Bak şimdi kısaca tekrar anlatayım, anlayacaksın çorba işini; patatesleri haşladıktan sonra blender'dan geçiriyorsun ya, sulu bir karışım oluyor elindeki, mercimek çorbasının haşlandıktan hemen sonraki hâlini düşün, onun gibi. Tam çorba olmamış, ama olacak aşaması;) Patatesleri kabuklarını soyup bir miktar suyla haşladığın için de püre gibi oluyor zaten. Sen özellikle bir şey yapmıyorsun. Eh bir kenarda da unlu meyane hazırlanmıştı, buna patates karışımını katıyorsun. Bu kadar. Ben karışık anlattım belki, yoksa bildiğimiz terbiyeli çorba yapımı gibi. Bir paket krema benim tercihim, aslında orijinal tarifte yarım paket krema ve iki bardak süt vardı, ben krema miktarını arttırıp sütü azalttım. Çok da güzel oldu valla, tavsiye ederim;)

Mısır çorbası tarifini merakla okudum, hiç yapmadım ben mısır çorbası. Güzel oluyor da demişsin. Yapsam mı ki?

Aman niye uzatıyorum ki, ben kendimi bilirim, denerim kesin, yazarım buraya yapınca;)

Teşekkürler Saint, o sizin inceliğiniz, ve sizi seviyorum bilin bunu;)

zerka dedi ki...

kremalı patates çorbası hiç yapmadım, çorba kışın iyi oluyor, bir deneyeyim ben de, bu arada yemek bloğu yazsan diğer takipçi de ben olurum:) güzel olmazsa hesap soracak muhatabım da var, hatta şu yerine bunu kullansam olur mu, bu tarifi biraz daha kısaltın gibi şımarıklıklar da yaparım:) halime teyze de eminim yakın takipçin olacaktır:)

flannery o’connor un “her çıkışın bir inişi vardır”ını okumuştum, zehir gibi bir kitaptı, senin bahsettiğin öyküler de öyledir diye tahmin ediyorum. fazla dozda alınmamalı o öyküler:)

resmi bu tarz gerçekçi resimlerle pek aram olmadığı halde beğendim. dediğin gibi kadının bakışları bu resmi farklı kılmış. gitmek istiyor ama orada kalmak zorunda olduğu için öfkeli gibi. sanki bir set çekiyor ve o set yüzünden gerçek duygularına ulaşamıyoruz. baya öykü malzemesi çıkar bu resimden:)

dün burası epey kar yağışlıydı, bugün de soğuk baya, tam manasıyla kış hüküm sürüyor. limonlu kurabiye yaptım ben de bugün pek güzel oldu:) hem de çok kolay. tarifi burada: http://www.tatbilir.com/Tarif/limonlu-kurabiye/337

çok sevgiler, selamlar, afiyetler:)

justine dedi ki...

Yaşasın, burayı yemek bloğuna çeviriyorum öyleyse;p
Alkım'a da dediğim gibi yemek bloğu yazmak maharet isteyen bir iş, bazı bloglar yemek tarifi verdikleri hâlde öyle sıkıcılar ki, nasıl kapatıp kaçacağımı bilemiyorum, ama bazı blogların da hayranıyım. Hmmm, bir ara yazmalı buraya onları, belki faydası dokunur okuyanlara.
(halime teyzeyi almasam, siz yetersiniz bana;p)

Hâlâ kargom gelmedi Zerka, dün tüm gün evdeydim ama hayır, netten baktığımda alıcı yok yazmışlar. Gece nöbetteydim, bugün de nöbetten çıktım ve uyanıp kontrol ettiğimde aynı ifadeyi aynen yapıştırmışlar, alıcı yok, ihbar notlu! Aradım, soruşturdum, bir yanlışlık olmuş, bir saat içinde getireceklermiş. Bekliyorum bakalım, bir saati geçtik tabii, göreceğiz:/ İşbu sebeple (bunları niye anlattım kısmına geliyorum;)) daha öykünün devamını okuyamadım, kızgınlığım biraz da ondan.

Flannery O’Connor öyle, fazla dozu öldürür, haklısın.

Limonlu kurabiye dedin ve aklıma girdin... Yapsam mı acaba üşenmeyip. Birazdan kargom geldiği gibi Rüyalar'a gideceğim, Melike kısır yapmış, harika olur çayın yanında. Onlar benden daha merakla bekliyorlar kargomun gelmesini, beni özlemişler çünkü;)

Müjde, kargo geldi!;))

Artık kitaplarım elimde, "Her Çıkışın Bir İnişi Vardır" da hemen yanımda duruyor şimdi, ama ilk önce "İyi İnsan Bulmak Zor", okunacak. Pek mutluyum;)

Ben kaçtım canım, kurabiye işi sonraya kalacak sanırım, çok öptüm seni, sevgiler.

justine dedi ki...

Yaptım kurabiyeyi;) Nasıl olacak bilmem, öyle hızlı yaptım ki.. Fotoğraflarını çekeyim, koyarım buralara, pişmesini bekliyorum, ev mis gibi limon koktu, harika. Tarif ve en önemlisi limonlu kurabiye fikri için teşekkürler Zerkacığım.