Salı, Ekim 06, 2015

kışa hazırlık; battaniye altı film tavsiyeleri




Fırsat buldukça film izlemeye çalışıyorum, şu sıralar bana en iyi gelen şey bu. İzlerken her şeyi unutup ekrandaki hikayeye dalıyorum, hele film güzelse değmeyin keyfime iki saatlik terapi gibi. Bu durumda yaşadığım tek dilemma şu; film izleyeceğime elimdeki kitaba mı dönsem acaba, çünkü -şükür- o da çok keyifli gidiyor ve küçük bir muhasebe yapıyorum, film kazanıyor. Film bittikten sonra okurum diyorum, saat gece 3-4 gibi yatağa gidiyor ve sadece bir bölüm okuyup uyuyorum, kader.;/ Arada izlediğim ıvır zıvırları unuttum ama yukarıya afişini koyduğum dört filmi tavsiye edebilirim size. Birini (everest) sinemada izledim, diğer üçünü rahat koltuğumda ve sanırım dışarıya çıkmak bana yaramadı ki sinemaya gittiğim günün ertesinde fena bir gribe yakalandım. Burnum tıkalı, kafam kazan gibi.

----------

Sıcak bir banyo yaptım, geldim. Banyoya girerken çayı demlemiştim, çok dakik bir tipim, alarm öttü, çay demlendi ve hoop ben burdayım.;) Bir yandan çayımı içip bir yandan da yazıyı bitireyim, sonra bir film koyarım belki. Ne diyordum, hah filmler; Poulet aux prunesSatrapi'nin çizgi romanından uyarlanmış. Orijinal adı Erikli tavuk imiş, bizimkiler Azrail'i Beklerken diye çevirmişler. Bence ikisi de uygun filme, erikli tavuk merak ettiğim lezzetiyle bir adım öne geçiyor ama olsun, diğeri de iyi. Persepolis'i sevmiştim ama bu filme ısınamadım. Sanki espriler komiklik olsun diye zorlama yapılmıştı, çok derin olduğu söylenen aşk ise yüzeyseldi, ya da öyle verilmişti diyeyim. Arada bir iki sahne güzeldi, ama unuttum şimdi hangi sahnelerdi onlar. Yine de izlediğim için pişman değilim, naif çizgileri severim, Satrapi de bu işin ustası zaten. Everest vizyonda, büyük filmleri büyük ekranda izlemeyi seviyorum onun için hemen gittim. Fena film değil, keyifle izledim. Dağ görüntüleri korkunç güzeldi, benim yükseklik korkum var, bırakın dağı filan ikinci katın penceresinden bakınca fena olurum. Filmi izlerken, bir insanı böyle tehlikeli bir sporu yapmaya iten şeyin ne olduğunu düşündüm, ve buldum tabii! Dedim ya az önce "korkunç güzel" görüntüler vardı diye, işte o manzaraya gerçekte şahit olmak eminim muhteşem bir duygudur, adrenalin filan bilmem, anlamam da o görüntülere iman edilir, onu bilirim. Nightcrawler, bu filmler arasında en tuhaf olanıydı, izlerken şaşırdım, çok beğendim. Jake Gyllenhaal olağanüstü oynamış, müthiş bir oyunculuk gösterisiydi, zaten severdim bu filmle daha da sevdim, psikopat bakışları nefisti, korkuttu beni. Film netten online izleniyor, konusu da her yerde yazıyordur zaten, ben sadece izleyecekleri uyarayım; etik, ahlak, insanlık vb. dersi vermiyor bu film, insan budur, insanlık da böyle bir şeydir, buyrun buradan yakın, diyor. Madame Bovary'yi dün gece izledim. Kitabı yarım bırakmıştım, bir şeyler bir şeyler oldu kaldı öyle, kötü de gitmiyordu ama kalmıştı işte. Bu filmi izlerken hemen tekrar kitaba dönmek istedim, çünkü filmdeki Emma ile benim romanda tanıdığım Emma çok farklıydı. Filmdeki Emma'yı anladım, ona acıdım, sevdim. Kitabı okurken böyle hissetmemiştim, oradaki kız, hoppa, sığ ve aklı bir karış havada bir kızdı. Neyse, film kötü değildi, her uyarlamanın yaşadığı dezavantajı yaşıyordu tabii, romanın gücü altında ezilme riski. Mia'yı sevdiğimi burayı okuyanlar bilir, yine şiir gibi oynamıştı Emma'yı, hasta yatağımda onun o mırıl mırıl konuşmasını beynim ilaçlarla uyuşmuş bir şekilde, keyifle izledim. Özellikle uyarlama hastalarına tavsiye ediyorum bu filmi; Emma'nın içindeki sıkıntıyı, saçının topuzunu gevşetmesiyle geçirme çabasını görün ve o kısacık sahneye hayran kalın diye. 

----------------------------


Hey Neo, bu şarkı sana hediyem olsun.;) Elbette diğer tüm hediye olasılıklarını yedeğimizde tutalım ama şimdilik bu güzel şarkı benden sana gelsin. Eski ve çok bildik bir şarkı evet, olsun, yine de bu ses huzur veriyor bana, beraber dinleyelim. (aslında sana bir film hediye edecektim, hatta Poulet aux prunes'ü izlerken baya umutluydum, bu filmi Neo çok sever diye düşünmüştüm. Ama olmadı, çok hoşlanmadım filmden, eh bayılmadığım filmi sana hediye etmem haliyle.;) Madame Bovary'yi sevebilirsin belki, naif, sessiz, sakin bir film. benim ruh halime uydu, seversen o da bingo olur, asıl hediye onu yaparız.;p)

17 yorum:

Mart Kedisi dedi ki...

Yorumsuz görünce şaşırdım, size çok takılan vardı oysa diye geçirdim içimden. Sonra merakla baktım yayın tarihi nedir? Meğer bugünmüş ! :)
...
https://www.youtube.com/watch?v=tm8bfSSnF2A

justine dedi ki...

Ohooo, eski çamlar bardak oldu, köprülerin altından da çoook sular aktı. Heh he, tüm atasözlerini ve deyimleri kullanacağım sanırım. Şaka bir yana, blog eski havasında değil Zapere (mart kedisi diye görünce şaşırdım birden, unutmuşum bloğun adını), çooook ara verdim yazılara, muhabbetlerin de arası açılınca Sarı Kent epey ıssızlaştı. Olsun, ben bu halini de seviyorum, kar da yağar üstüne, tam olur. ;p

FotoFilmci dedi ki...

Belli ki ben insan'lıktan çıkmış, gidiş o gidiş, sonsuzluğa doğru yuvarlanıyorum. İkinci hayatına bir türlü başlayamayan bir zombi gibi :) Etrafımda zorunlulukların kasveti. Sanki başka biri yaşıyor beni de ben onu bile izleyemiyorum dışardan, bir tür ölü taklidi mi ki? Allahım ne acı şu söylediğim aslında ve komik(gene mi komik?). Neyse, germeyeyim şimdi buraları, hem sen güzel güzel yazılar döktürmüşken.

Bir zombi olarak can bulur da ayaklarım tutarsa buralara kar da yağsa kart kurt yürümelerdeyiz efenim. Ufkumun meteorolojisinden haberleri dinlediniz :)

justine dedi ki...

Yoo, hiç de germiyorsun FotoFilmci, aksine seviniyorum böyle içten yazdığın için. Bu sabah arabayı düzgün bir yere çekmek için erken kalktım, zaten kafa grip kafası tekrar uyumak zor oldu ben de kitap okudum biraz. Son okuduğum satırlar senin şu yazdıklarını andırıyordu sanki, tamam oradaki karakter kendisinin dışarıdan farklı görünmesine takıntılıydı ama başka biri kendisini yaşıyormuş ve o sadece izliyormuş hissi orada da vardı.

Kart kurt sesleri bana komik bir şeyi hatırlattı, anlamışsındır sen, güldüm.;)

Sevgiler.

Mart Kedisi dedi ki...

Ben Mart Kedisi'yim, zapere göbek adım.. Yazıp da herşey tükenmemeli, blog çoğu kişi için bir moda gibi geldi geçti ya da bir getiri sayfası oluvermiş. Samimi kalan çok az. Samimi, içten yazan birisiniz Justine, gece nöbetleri bitti mi? Daha rahat bir yere mi transfer oldunuz yoksa :)

justine dedi ki...

Teşekkür ederim Zapere. Farklı bir yerdeyim evet, rahatlığını bilemem ama.;)

neolitik hanım dedi ki...

Justinciğim,

hediyeni geç gördüm. pazartesi gününden beri karadağ'da küçük bir sahil kasabasındaydım. tatil yerinde toplantı yapmak gerçekten enteresan oluyor. karadağ güzel bir ülkeymiş. belki bulıt bulıt yazarım bloga diyordum ama bu sabah da karanlık bir sabaha uyanmışız. ankara'da barış mitingi haberlerini takip ettiğim sayfaları biraz bırakıp nefes alacak bir blog var mı diye uğramıştım sana, iyi ki de gelmişim. hediye için çok teşekkür ederim, ne güzel şarkı. madam bovary'i severim kesin, kitabını sevmiş karaktere ben de gıcık olmuştum. filmi merak ettim yazdıklarını okuyunca.

justine dedi ki...

İzlemek için film seçiyordum yorumunu gördüm, keşke yazsan Karadağ hakkında, ne güzel olur. (şimdi yoruma ara verdim ve bloğuna baktım. eski postları tekrar okudum, çok özlemişim yazılarını;/)

Bugün kötü bir gün, canım sıkkın. Sakin, sessiz bir film seçeceğim, sonra biraz okuyup yine sabaha karşı uyurum. Sessiz Ev bitti, yeni kitaba başlayamıyorum, etkisinden kurtulmak istemiyorum sanırım. Özel kitaplar böyle sersemletiyor beni, bir süre onunla dolaşmak, içimden o kitaptaki cümleleri sayıklamak istiyorum.

Yazılarını bekliyorum, sen ne yazsan okurum ben, öyle güzel yazıyorsun. Sarıldım Neocuğum, iyi geceler olsun.

Mehmet dedi ki...

sanırım filmleri de kitaplar gibi, dalıp kaybolmak-yokluğun ne kıyısı ne yakını-için seviyoruz. işe de yarıyorlar. sadece bu daha kısacık ömürlü oluyor. bir de o kitaptaki, istediğimiz sayfada-satırda-cümlede konaklayıp, dalıp sapma tadını-olanağını bulamıyoruz film izlerken. ama olsun. film izlemek güzel. bir house of fools, bir welcome of donkmokol, bir bir amelia, Horem pádem, Le quattro volte nasıl yaşanırdı ki...(bazı film adları benim tarzanca'mın icadı)

justine dedi ki...

Mehmet, ne güzel oldu sizin sesinizi duymak, sevindim.
Harika filmler saymışsınız, bir tek Amelie'ye bayılmam (aynı filmden bahsediyorsak tabii) içlerinde, ama diğerleri -bazılarını izlemesem de- bildiğim ve izlemek istediğim filmler. Le quattro volte'yi izlemeyi çok istiyordum, unutmuşum iyi oldu hatırlattığınız ama sanki altyazısı yoktu o filmin, onun için izleyememiştim, neyse yarın evde bakarım.

Gerçeğin çirkinliğinden kurtulup, bir anlığına da olsa dalıp gitmek için kitaplar çok çok daha etkili, evet fakat bu son okuduğum kitapta öyle olmadı. Sessiz Ev içimi acıttı, bir de üstüne yaşadığımız tüm çirkinlikler gelince kitaba saplandım kaldım. Biteli epey oluyor ama ben hâlâ onunlayım. Mutsuz bir kitap Sessiz Ev, ya da şöyle demeliyim; okuyanı hasta, mutsuz eden, çok güzel bir kitap. Umarım bir şeyler yazabilirim onun hakkında, bakalım.

Sevgiler.

FotoFilmci dedi ki...

Le quattro volte için hatırladığım kadarıyla altyazıya ihtiyacın yok Justine, festivalde izlemiştim pek çarptıydı. Upuzuuuuuuun bir pan sekansı var filmde, sinema tarihinde yeri vardır herhalde.

Bu arada senin güvercini izledim, şu kral sahnelerinde yönetmen öttürmüş dedim. Arkadaş da You the Living filminden bir parça anlattı; bir yemek masasının etrafında dakikalarca dönen duran bir adam ve..neyse :)

Mehmet Bey, ben de House of Fools'u merak ettim şimdi. Ama herkesin tarzancası kendine olunca donkmokol ne bilemedim valla.. :)

justine dedi ki...

Mehmet'in bahsettiği film şu sanırım. Ben de ilk okuduğumda Welcome to the Dollhouse sanmıştım, ama sonra bunu buldum, Mehmet'i az biraz tanıyorsam doğru filmi bulmuşumdur.:) Le quattro volte filmini şimdi daha net hatırladım, birisi bana tavsiye etmiş, hatta altyazıya ihtiyacın olmaz demişti, yoksa o sen miydin?
Andersson'un diğer filmlerini de izleyeceğim, aklımda. Anlattığın sahne bana hemen yine Bunuel'i hatırlattı, sanırım Andersson'a bağlanma sebebim de bu, sinemada sürrealizmi ve absürtlüğü seviyorum.

Böyleyken böyle.:)

FotoFilmci dedi ki...

Ben miydim? Bilemedim şimdi, değildim sanki :)

Acaba hayatı olduğu haliyle(o hal her neyse artık; çoğunluk?) zaten absürt bulduğumuz için mi severiz böylesini; gerçeğin üstünü altını hep didik didik edişlik halimiz :) Gerçeğimiz buyken, bulduğumuzun absürt oluşudur belki başkasınca daha absürt olan da bizler yine bu.

Buyken bu :)

justine dedi ki...

Sanırım ben seni karıştırıyorum FotoFilmci, ekşi'de yazışmış mıydık biz seninle, iyice kafam karıştı? :/

Neyse, sağlık olsun. :)

Vuslat dedi ki...

Keyifli bir yazı yine. Ah şu filmler konusundaki sığlığım olmasa...
Sevgiyle...

Mehmet dedi ki...

Evet, filmi doğru tahmin etmişsiniz; Welkkeom tu Dongmakgol (2005).
Film üzerine konuşmayı seviyorum, izlemeyi, okumayı da.
Dün izlediğim güzel bir filmi ekleyeyim
La famille Bélier (2014)
Konusu özgün. Bir sürü klişeyi, özgün konu bir parça örtüp, izlenir yapmış bence. Bir aile, Anne, baba, kız ve oğlan kardeş. Ailenin özel durumu şu; anne, baba, oğlan kardeş duyma ve konuşma engelli. Kısaca filmi anlatabilmek zor. izleyin isterseniz. Sonra konuşulabilir üzerinde.

justine dedi ki...

Vuslat, teşekkür ederim. Filmler konusunda sığlığa gelince, izle ve geç işte, hayat daha fazlası için çok kısaymış bunu anladım ben.;)

Mehmet, ben de size şu sıra izlediğim diziden bahsedeyim, belki izlersiniz; The Slap. Ben linkini verdiğim Amerikan versiyonunu izliyorum, aslında Avustralya yapımı orijinali ile başlamıştım ama nöbette diğeriyle devam edince kaldı öyle. Her neyse, iyi de oldu, aksi halde Brian Cox'un muhteşem oyunculuğunu göremeyecektim. Dün onun bölümünü izledim, tekrar ve tekrar hayran kaldım oyununa. Kısa bir dizi The Slap, sadece sekiz bölüm, tavsiye ederim. (bana da poliş tavsiye etmişti zaten. canım kardeşim benim, güzel şeyleri bulmakta üstüne yoktur.:))

Çok geç cevap verdiğim için ikinizden de özür dilerim, kafalar hep karışık, her zamanki gibi tabii. :/ Sevgiler.