Cumartesi, Kasım 28, 2015

şeyler

 

Bizi biz eden şeylerden vazgeçmek ne kadar zor; duruşumuzdan, bakışımızdan, bize ait olan kelimeleri seçip, bize ait olan vurguyla konuşmamızdan, acılarımızdan, o acıların var ettiği yaralardan (yoksa tersi mi?), tüm bunlardan, kendimizden vazgeçmek ölüm gibi. Bilmek işe yaramaz, sen bu değilsin dersin, başka bir şey yapabilirsin, farklı bir tepki verebilirsin, başka bir sözcüğü koyabilirsin diğerinin yerine, o hayal olmaz, daha iyisini düşle ama çok iyi bilirsin ki sen busun, bu kadar. Çünkü seni sen yapan şeyler kurmuş o çatıyı, elinden hiçbir şey gelmez, yine elinde olmayan üflemeyle yıkılacak, ağlayıp üzüleceksin. Bu akşamın bulutu da buymuş, kaç saattir yağmurunu yağdırıyor üstüme, şaka bir yana bugün yağmurla senkronize düşünüp durdum, o durdu, ben günlük işlerimi yaptım, banyo, çamaşır, yemek, ıvır zıvır, eh yağdıkça da düşünmeye devam. Kış hastalığım (kabusum benim!) farenjit yüzünden uzun süredir şarap filan içemiyordum, bu akşam bir bardak şarap koydum kendime, yanına da yeşil elma dilimledim ve çoook zamandır aklımda olan bir filmi izledim. 


Short Term 12, düşük bütçeli bir film ve sanırım bağımsız. Film hakkında hiçbir şey okumadım henüz, araştırmadım da onun için emin değilim ama bağımsız bir havası(!) var. Yetimhane işlevi gören fakat daha kısa süreli konaklama sağlayan bir koruma evindeki  çocukların hikâyelerini, yine orada çalışan gözetmenlerin hayatlarıyla birleştirerek anlatmaya çalışan bir film Short Term 12. Grace, orada çalışan genç bir kadın, adı gibi zarif, ince. Grace, yurttaki çocukların yaralarını iyileştirmeyi beceremeyeceğini biliyor, ama en azından onlarla iletişim kurmaya çalışıyor, kanamayı tam anlamıyla kesmesi mümkün değil, yine de yarayı sarıp acıyı azaltmayı, ölümü geciktirmeyi deniyor. Fakat onun geçmişi de karanlık, sorunlu. Kendisine bu süreçte yardım edebilecek tek kişi sevdiği adam, belki onun ilgisi, göz yaşartan sevgisi (evet, benim gözlerim azıcık doldu) ve karnındaki bebek sayesinde hayat daha kolay olacak, belki tabii, bilmiyoruz. Filmdeki ahtapot ve köpek balığı hikâyesi çok güzel, çok naif. Buraya da yazacaktım ama üşendim, olsun, belki merak edip filmi izlemenize sebep olur. (şiişt, dayanamadım yine. masal şurada var. filmi izlemeye vaktim yok ama masalı dinleseydim keşke diyenler için amme hizmeti olsun bu)

Yazının başında bizi biz eden şeylerden bahsetmiştim ya, filmi izlerken de kaçamadım kendimin 'şey'lerinden, üstelik sadece ben değil, Grace de kaçamıyordu kendisinden, Jayden da, ahtapot ve hatta köpek balığı da. Yalnız değilim dedim, şarapla elmayı şarapla elma yapan şeye sığındım ben de, bilirsiniz ikisi de pek masum değildir hikâyesiyle.

21 yorum:

justine dedi ki...

(iç sesim konuşuyor: yine yazıyı okumadan, hızlı hızlı yollamış, sonunu da şiYir gibi bitirmişim. sinir oldum kendime. üzülürken bile komik olmak da benim dramım olsun madem, kader.:/)

Mehmet dedi ki...

"Bizi biz eden şeyler", bizi biz(den) eden şeylere çok da uzak değil. Aynı çoğu zaman. (gazete bitti-az şarabım kaldı-çoktandır cumhuriyet almazdım, sabah attım kendimi dışarı, git dedim, bir gazete al, cumhuriyet olsun. yolda bastırdı bir yağmur, bir tufan. neyse ki yağmurluğumu giydiydim, bir şemsiye bile vardı yanımda. mahallenin yarısını gezdiim. bulana kadar. ama değdi. güzel yağmurdu.)
bu hafta bir belgesel izledim: Juliano Ribeiro Salgado ile Wim Wenders yapımı. Fotoğrafçı Sebastião Salgado'nun dünyanın çeşitli bölgelerinde çektiği, siyah beyaz fotoğraflardan yola çıkaarak hazırlanmış. İnsan anlatılıyor. Yoksul, açıkltan ölen, katledilen insan. belgeseli izlemek zor-yorucu-etkileyici.
Yürek burkuyor.
Bir yanımla da; "insan olmasaydım daha mı iyi olurdu" duygusunu sonuna kadar kanırta kanırta yaşattı.

İzlemeyi düşünürseniz, şunu bilin en azından, izledikten sonra sizde bir şeyler değişebilir.

Mehmet dedi ki...

Bir de parça dinleme önerisi. Şeylerden...
Ane Brun - The Dancer
https://www.youtube.com/watch?v=ZKSLJ0ytzs0

justine dedi ki...

Yorumunuzu görünce sevindim, bakın işte bu da bizi biz eden bir şey, yarın kahvemi alıp gönderdiğiniz müziği dinlemek için şimdiden heyecan yapmam da öyle. Şimdilik burada durayım, yarın devam ederiz.

justine dedi ki...

Hemen cevap veremedim, kusura bakmayın.

Mehmet, siz ne yazarsanız yazın öykü gibi okuyorum ben, kısacık bir yorum bile yazsanız böyle bu. Bir de parantez içinde anlattığınız şeyleri hayalimde canlandırdım hoşuma gitti, dedim ya güzel bir öykü gibi anlattığınız her şey.

Belgeseli biliyorum; The Salt of the Earth'den bahsediyorsunuz, bizimkiler Toprağın Tuzu diye çevirmişlerdi hatta, oscar'larda filan da yarışmıştı. Her neyse, tüm fotoğraflar çok etkileyiciydi diye hatırlıyorum, unutulmayacak kadar etkili. Bana gelince, bende bir şeyler öyle uzun zaman önceden beri değişmiş ki geçenlerde "thoreau gibi bir kulübede, münzevi hayatı yaşamak istiyorum" demiştim. Özetle; insanları pek fazla sevdiğim söylenemez.

İyi geceler ve 'her şeye rağmen' hoşça kalın.

justine dedi ki...

Aa, yazmayı unutmuşum, parçayı dinledim, hatta şimdi yine dinliyorum. Ane Brun'u çok severim ben, tekrar teşekkür ederim.

FotoFilmci dedi ki...

Ah değil de eh karları yağdırdık işte! Geldi kış. Bir burukluk içimde, tarifsiz. Etmeye kalksam tariflenir elbet; somut şeyler işte hatta soyut şeyler, dünyalık gaileler, şunlar bunlar. Ama bahsettiğin türden bir şey'se hem varlığı hem eksikliğiyle can yakıyor sanki -eksik kalsın demek de olmuyor yani. Fazla mı zorladım? Bilmiyorum. Belki de tarif edilemezliğini tarifleme çabası içinde saçmalamak bu. Saçma yani. Ve varoluşçuluğa yakışık alır biçimde anlamı aralıyor. Anlamdan uzaklık mı yoruyor bizi bu kadar? Hey allahım ne sorular üstüme üstüme... Halbuki oldu olacak bir şarkı, iki film, kitap ve üç sevişme değil mi yaşam? Olmamasını istiyoruz ama bu belki de. Ve tabii acı soslu yemekler üstüne. İşin katıksızlık korkusu da burdan belki; onu hiç bilmiyoruz!

Burukken içim konuşmamalı. Yorucu çünkü. Bu dünya şeyleri bize yeter: https://www.youtube.com/watch?v=GYQWGomAbns

justine dedi ki...

Ne güzel müzik bu, hayran kaldım. (santaolalla'nın diğer parçalarıyla devam ediyorum şimdi, harika)

Kar yağdı mı oraya, burada hâlâ tık yok. Olmaz da zaten, belki İstanbul'da yakalarım karı, güzel olur. Soru sormak bir işe yaramıyor. Aynı fikirdeyim, bana kalırsa da şarkı dinleyelim evet, sonra iki kitap okur, üç sevişiriz. Az şey de değildir bunlar hani, yapabilene aşk olsun!;)

Müzik için teşekkürler, iyi geceler.

FotoFilmci dedi ki...

Yağdı ya, ama eridi sonra. :)

Dün amma da saçmalamışım, okuyunca şimdi... Beni ben eden şeylerden biri de bu mu acaba? Neyse. Sormayacaktık di mi soru? :) Müziği ilk keşfettiğimde sen geçtin içimden, Justine melankolisine yakışır dedim ve paylaşayım istedim. Beğeneceğini biliyordum yani. :P

Filmi izleyemedim henüz. Hikayenin filmde nasıl geçtiğini merak ettim çok. Ne acı kendini var ederken sana en yakınını yok etmek. Ama demişsin ya ahtapot da kaçamıyor kendinden, en yakın olmaya aittir belki de yok edilenden çok kendini yok ettiren olabilmek. Ay gene çorba karıştırmaya başladım ben. Sahi kafam buğulandıkça çorba yaparım biliyor musun içmesem de. O öyle döndükçe... Ne alemim ya...

Ben kaçtım :)

Mehmet dedi ki...

Filmden, bir radyo sohbetine... Konuşan Sevgi Soysal. En azından bir bölümünde. Dalgalı, titrek sesiyle, duygulu konuşması.

https://www.youtube.com/watch?v=WRAY0m6xgZM&list=RDDFYDBa21yn4

Mehmet dedi ki...

Yerelması, öykü, şarap, peynir, az da müzik-ucundan-usulca.

Sevgili Justine’in, yazdıklarımı hep “öykü” gibi okuması, bana, neden bir öykü paylaşmayayım, düşüncesi getirdi.

Kısa notların yanında, bu uzayıp giden harfler ve sözcükler yığını itici gelebilir. Ama zaten bu konuda şerbetli değil miyiz? Ne de olsa elimizin altında klavyeler, “delet” tuşları, “bunu görme” komutları, daha aşağıya-daha öteye bak güdüleri yok mu ki?

Görmeyiz. Olur-olmaz-biter.

Neyse.

İşte öykü. Masal daha doğrusu.
(tamamını buraya yüklemeyi denedim. Olmadı. bu yöntemi seçtim zorunlu olarak.)

https://yadi.sk/i/1Qm-vaV5mBHBU

justine dedi ki...

FotoFilmci, kafalar hep karışık, hoşuma gidiyor ama bu durum, devam yani.;)

Mehmet, şimdi okudum öyküyü, korkunçtu. Masalların çoğu korkunçtur zaten, hepsinin aslında başka bir acı sonu olduğunu öğreniriz büyüdükçe ama bunu gerçekten sevmedim. Belki çok fazla gerçek olduğu için ve masalsı kelimelerle anlatılması hoşuma gitmediği için sevmedim. Kim bilir belki de hassas bir konu olduğu için içim acıdı, huysuzlandım. Yine de çok teşekkür ederim yolladığınız için.

(cevap vermekte geciktiğim için kusura bakmayın, ist.dayım ve biraz hastayım. pek bakamıyorum buraya.)

Adsız dedi ki...

https://vimeo.com/104223556?ref=fb-share

justine dedi ki...

adsız, teşekkürler, çok güzel bu!

Adsız dedi ki...

Bende çok beğendiğim için yolladım. Seveceğinizi tahmin ediyordum.
Linki kopyalayıp, buraya geldim.
Sonra üst yorumlardaki müzikleri, masalı filan kopyalayıp bakarken
"aa benim linki yollamadım" diye geri dönüp tekrar bunu bulurken...
İşte bu karmaşa içinde adımı yazmamışım, kusuruma bakmayın lütfen.
Ben Patina Kali :)

Adsız dedi ki...

Ve çok çok geçmiş olsun. Umarım artık iyileşmişsinizdir. 💐❤️💐❤️💐❤️
Patina Kali (bu isimle instagramdayım ben)

justine dedi ki...

Çok yavaş geçiyor bu sinüzit denen baş belası ama daha iyiyim Patina, teşekkürler. Hasta olsam bile izindeyim ya, mutluyum!;)

jewel dedi ki...

Sevgili sarı kent, yeni yazınızın eksikliğini hissedip buralara sürüklendim yine, (geçmiş olsun) bir an önce iyileşip evimi yine mis gibi portakallı kek kokutun:)
Sevgiler..

justine dedi ki...

İyi yıllar Jewel!

İlk yeni yıl kutlamami yaptım, böyle güzel bir yoruma da bir kutlama yakışırdı.;) Bazen, kimsenin kimseden haberi yok gibi gelir bana, ama senin yorumun gibi içten seslenmeler alınca mutlu oluyorum işte. Hava çok soğuk, tablet kucağımda, geceligimin üstüne C.'yi işe uğurlarken giydiğim kapsonlu sweatle yorganin altindan yaziyorum sana, korku-komedi filminden fırlamış gibiyim.;)

Dün gece disaridaydik, birden lapa lapa kar yağmaya basladi, hiç yoktan sevindim. Sonra mırıl mırıl bir seyler söyledim C.'ye, bilmem kaç yıl önce karda böyle yürümüşüz de, yok karda yürümeyeli çok olmuş da filan falan, o da bana ciddi ve dikkatli bir hafiye gibi, yok efendim, daha geçen yıl yürümüşüz, çok olmamış vs. vs. bunlari saydı döktü. Erkekler bazen çok saf olabiliyorlar, gülüp geçiyorum ben de.;)

Gece boyu kesik kesik uyudum, sabah da sevgilim işe giderken uyandım zaten ve bir daha da uyumadim. Şimdi de seninle yatak sohbeti yapıyorum, deliyim ben! İyi oldu ama, eskiden Poliş'le saatlerce konusurduk yatakta, o günleri hatırladım, andım, çok iyi oldu.

Profil fotondaki yüzüklü el ve çay çok güzel Jewel, kek de gelecek yakında söz. ;) Sevgiler, selamlar sana ve tekrar mutlu yıllar olsun!

jewel dedi ki...

Ben de sevgilimin memleketine tatile gittim, cevaba bakmayi unuttum tabii, af buyur. ;)
Ama olsun hemen okuyup bitirmemis oldum ki, yeni bir yaziymiscasina sevindirdi beni simdi gormek. Hele ki sahsim icin dizilmis ve ev hali ile yazildigini belirten samimiyet dolu cumleler azicik da simartti desem yeridir. Tesekkurler:)
Portakalli keki cok severim, seni de her yaptigimda aklima dusurur vallahi. Niyeyse boyle csgrisiyorsunuz ikiniz aklimda. (Beni de cayla anarlar sanirim:)

Uzatmayayim, bebegim mizmizlaniyor, tableti almak istiyor su an:)
İkimiz de operiz guzel justine,i..
Vee, gecikmeli de olsa iyi yillar!!

justine dedi ki...

Çayı çok severim! Mis kokulu bebişini öp benim için, sevgi ve selamlar.:)