Her zaman bir şeyleri ötelerim ben. Böyle yaşamaya alıştım. Bunun yüz çeşit adı var, hoşuma gideni yerleştiriyorum boşluğa. Dün gece nöbete kötü gittim, fiziksel olarak değil, kafam bozuktu. Özellikle fiziksel değil diyorum, çünkü sorun sonra o oldu. Nöbet başladıktan sonra can sıkıcı bir telefon konuşması yaptım sonra başladı başımdaki aptal şey. Ağrı değil, şey. Ağrı can sıkıcıdır ama bir çözümü, çaresi vardır. Ağrı kesici alırsın, ve geçmesini beklersin. Benimkisi söz dinler nöbetten sonraki gün uyanınca başlar ve bir majezik, artı kahveyle geçer. Yirmi, bilemedin otuz dakika. Sonrası cennet. Dün gece başımın sağ arka tarafına inatçı bir şey gelip yerleşti. On dakika arayla -sonra beş dakika oldu- haber veriyordu bana, buradayım! Ciddi bir sancı, sanki bir şey batıyor ve saniyelik bir acı. Ama bu, o kadar çok uzun sürdü ki, sabah artık başım uyuşmuştu. Saat beşte uzanmaktan vazgeçtim, üzerine yatınca geçmediğini de anlamıştım zaten, oturdum bir şeyler okudum netten. Kitabımı okudum biraz, orada da Zebercet zor zamanlar geçiriyordu, bıraktım. Sabah grip aşısı vurulmak için biraz geç çıktım hastaneden, beklememi söylemişlerdi aşının tepkisi için, beklemedim. Duştan sonra, bir süredir (yarım saat belki) kendisini unutturan sancı yine hey! dedi. Çok, çok çok sinirlendim. Ağlamaya başladım ki hastalıkları umursayan biri değilimdir, geçer gider diye bakarım hep. Yaptığım şey beni ağlattı sanırım. Tekrar birden sancı saplanınca başıma vurdum sinirle, babam da öyle yapardı, gizlice tabii. Televizyon bozulduğunda da yan tarafına iki üç kere vurma huyu vardı ama kafasına vurduğunu görmek biz çocukların hoşuna gitmez diye, hasta olduktan sonra devamlı uyuduğu için yatarken vururdu. Görmüşüm işte, küçükken. O görüntü sinirlerimi bozdu sanırım, ağladım. Dışarıya temizlikçi gelmiş, işlerini biraz sessiz yapmalarını söyledim. İki kişi olmuşlar görmeyeli, hangisine bakacağımı şaşırdım, ortada bir yere bakıp, biraz sessiz lütfen dedim. Sonra biraz kelimesi öyle aptalca geldi ki kulağıma, yani sessiz, gürültü yapmadan dedim. Of, çok anlamsızdı, ama işe yaradı, hiç ses duymadım. Majezik alıp yattım, uyandığımda uyuşturulmuş gibiydim. Hiç uyuşturucu kullanmadım fakat kullansam böyle olurdum sanırım. Kafamın içinde bir parti yapılmış sanki ve parti henüz bitmiş; tüm kir, pas, çöp ve partinin gürültüsünün hayaleti başımın içinde asılı kalmıştı.
Gargantua ilerlemiyor. Anayurt Oteli'ne başlamıştım bir iki gün önce. Zaten iyi biliyorum bu romanı, filmini seyretmiştim epey oldu. Çok şaşkınım şimdi, nasıl güzel bir oyuncu seçimi yapmışlar. Macit Koper'i Zebercet diye tarif etmiş zaten Yusuf Atılgan kitapta. Bu kadar mı uyar, bir karakter bir oyuncuya? Ben Macit Koper'i çok severim, Aaahh Belinda'da hayran kalmıştım. Çok sade, abartısız oynar. Genco Erkal'la karşılaştırırım bir de, nedense. Biri fazla seçkin, çok fena aydın ve entelektüel(!) gelirken diğeri öyle olduğu hâlde, hiç göstermeyendir. Genco Erkal'a orta hâlli vatandaş, memur rolleri hiç yakışmazken, Macit Koper bu rollerin adamıdır, filan falan.
Hep uzatıyorum. Yatağıma gideyim, biraz okuyayım ben. Hiç okuyamıyorum evde, hiç. Yüz tane iş oluyor ve hiçbirisini yapmıyor, aynı zamanda okuyamıyorum da. Mentalist iyi gidiyor ama. İkinci sezonun, sanırım on dördüncü bölümüne geldim. Keyifli, kafa yormayan, tatlı bir dizi. Tatlı mı? Evet evet, bu diziyi seyrederken gülümsediğimi fark ediyorum ben;) Tüm yüzüme yayılan, kocaman ve aptal bir gülüş. İnsan yaşadıkça kendisine şaşırmalara da doymuyor, tanıdıkça büyük bir şaşkınlık önce, sonra belki muhteşem bir katharsis(!) Kim kaybetmiş, diye bir şey duydum sanki;) Öyle işte, ben iki huyumu daha keşfettim son günlerde; bir, çok romantik ve safım (bu iki özelliği bir sayıyorum), iki, grip aşısından mutlu olacak kadar zavallı durumdayım.
Nasıl biter bu yazı, amin desem?
6 yorum:
yazdıkların aklıma şu cümleyi getirdi: “Yalnızlığın ve acının insan yüzünde mağaralar oyduğunu o gecelerde bellemişti.” rasim özdenören’in bir öyküsünde geçer.
anayurt otelini bir zamanlar okumuştum, şimdi ismi geçince kapkaranlık, kirli bir otel görüntüsü geliyor zihnime.
mentalist’i ben de izlesem mi ki merak ettim, ama dizi izlemek bana zor geliyor bir yandan da, başlayınca hepsini izlemek gerekiyor, bitmiyor bir türlü, gerçi bazı dizilerin bitmesini istemiyor da insan, neyse..:)
romantikliğin de aşısını bulsalar ya artık:)
daha iyisindir umarım.
sevgiler.
İyiyim Öyküdefteri, çok incesin, teşekkürler.
Anayurt Oteli kesinlikle kirli olmalı, haklısın. Kirli, loş ve boğucu bir otel görüntüsü. Biliyor musun, benim Gerede'de kaldığım otel de Anayurt Oteli gibiydi. Kervan Otel'di adı, bunaltıcıydı. Bütün küçük oteller, taşra otelleri birbirine benzer. Böyledir bu. İşin yoksa, yolunu düşürmeyeceksin, benim herkese tavsiyem budur.
The Mentalist çok sevimli bir dizi basit ve keyifli, izle bence. Pişman olmazsın, hem sevmezsen yarıda bırakırsın, iş mi yani?;)
Sevgiler.
Merhaba canım,
Çok üzüldüm başındaki ağrıya, sızıya ve kendini unutturmayışına. Ne diyeceğimi biliyorsun sanırım. Bir an önce, lütfen bir baktır ha, lütfen. Yakında dilerim ordayız. Burda her birimiz hasta olup duruyoruz. Bu yüzden uzadı gelişimiz. Lily bu gece 9. iğnesini oldu. Yarın son iğne vurulacak. Dilerim her şey daha iyi olacak, hepimiz için.
Serap
Çok geçmiş olsun canım, biliyorum durumları. Hemen gelin, gözlerim yollarda;)
Çok sarıldım.
Bildiğim bütün baş ağrılarım ensemin üst kısmından başlar ve hiçbiri Kendi kendine geçmez. Bir "Apranax" (evet, benim tercihim o) içmeden ve uzunca uyumadan geçmez. Umarım seninki de sadece geçici bir baş ağrısıdır.
Ve bitmeyen işler... Önce düşünüp tasarlayacaksın. Sonra yapacak gücü ve zamanı bulacaksın ki çok nadir bulursun.:) Sonra yapmaktan ümidi kestiğin bir zaman ani bir istekle yapacaksın.
Küçükten biraz büyük bir merhaba...:)
Sevgiler...
Apranax da iyidir Londoner, bir zamanlar ona bağımlıydım, şimdi ise Majezik. Dün eczacıyla yaptığım konuşmayı duysaydın, gülerdin bana, o kadar çok övdüm ki Majezik'i, adam bile şaşırdı, bir bana bir elindeki ilaca baktı hayretle;)
Merhaban iyi geliyor, sağol.
Sevgiler sana da.
Yorum Gönder