Çarşamba, Mart 28, 2012

büyülü



"...
pencere kenarında baş tıklıyor bir güvercin,
bakmak istiyor sanki perdeden içeriye;
yuva yapmış kırlangıçlar loş girişe:
buna havalı denir, evet, buna ben -büyülü derim.
..."
beyevi/r.m. Rilke - İyi Ruhlara Adak

-Sabah nöbetten geldim, biraz daha uyku, biraz daha, biraz daha derken ikide almam gereken antibiyotiği dörtte içtim. Uyku, büyük uyuşturucu.
-Türk kahvesi güzel, ama keyfi kısa sürüyor, büyük fincanla içsem bile soğuyor, tadı kaçıyor, eh kaçtı haliyle.
-Sadece bir şey almak için markete gidecektim, kimseye görünmeden beceririm bu işi dedim, olmadı. Arabayı evin önüne çekerken, alt kattaki komşumu gördüm, merhabalaştık, biraz konuştuk, ayrıldım. Arabayı kilitlemeyi unutmuşum, bu durumda; ya iki işi bir arada yapamıyorum, ya sosyalleşmek beni heyecanlandırıyor ve yapacağım işi unutuyorum, ya da saçma sapan bir tipim.
-Şiirin çevirisine inanmıyorum, şiir çevrilemeyen bir şey bana kalırsa. Çok evirip çevirirsen, şiiri kendinin yaparsan, belki oluyor (kaplan kaplan!), yoksa gerisi boş. Yukarıdaki örnek gibi anlamsız, basit birkaç dize kalıyor elimizde. Ki Rilke candır, severim.
-İş yoruyor beni, ve fark ediyorum da işten çok konuşmalardan yoruluyorum. Çalışanlar birbirini tüketiyor, budur yorgunluğun özeti. 
-Hugo'nun İdam Mâhkumunun Son Günü'nü okuyorum. İlk gençliğime döndüm, tuhaf bir yabancılaşma, bu kelimeler, o kelimeler mi? Denklemde ters giden bir şeyler var.
-Sherlock'u zevkten dört köşe, bitmesin diye yavaş yavaş, sindire sindire izliyorum. Elin senaristleri zeki tabii, ne hoş diyaloglar yazıyorlar, her cümlede gülümsüyorum. Yıllardır aynı şeyi söylüyorum; bir Türk dizilerinin yavaşlığına bakın, bir de yabancı dizilerdeki kurguya. Müthişler, daha ne denir ki?
-Komşumla konuşurken, arabaya yan gözle bakıp dikkat ettim, zavallı o kadar kirli ki, tozdan ve yol çalışmasından dolayı biriken çamurdan, çocuklar arabanın üzerine ismini filan yazmakla kalmaz, yaratıcı heykeller yapar, o derece. Ah, hep bu çalışmalar dedim, utanarak. Yalan da değil! (yazarken birden sinir yaptım valla;))
-Antibiyotiği geç içmem kötü oldu, yarın sabah mesaiye gideceğim ve geç yatmamam gerek, bu durumda ya ilacı içmeyi erkene alacağım, ya da içmeyeceğim. Son haptı, içmezsem gözüm arkada kalacak;p
-İlaçları ve mucitlerini (ne komik kelime bu) sevdiğimi söylemiş miydim?  Evet, bazen ciddi ciddi batırıyorlar ama, insan işte, hatalı ve defolu. Ağrılar geçsin, yeter. 
-Şiirin çevirisini beğenmedim, peki niye koydum buraya? "Büyü" kelimesi yetti, ondan.
------------------
Bir ağırlık, bir tuhaflık var hareketlerimde, bahar çarptı desem, daha çarpacak kadar yakınlaşamadım kendisiyle. Başka bir şey bu, Poliş'in işi ters gidiyor, ona moralim bozuk, kafam karışık. Yine dar zamanlar, özeti bu.
--------------
p.s.: Geçen gün marketten aldığım çiçek bir günde açıp, serpildi. Diğer tüm canlılar günü kutlamayı bizden iyi biliyorlar, doğruya doğru. Lalenin diğer fotoları ben banyomu yapıp, yemeğimi hazırlarken -sanırım-  şuraya yüklenmiş olacak.

17 yorum:

Adsız dedi ki...

bunu seninle mi daha önce konuşmuştuk, tam olarak hatırlayamasam da baharın gelişi, kışın gidişi arasında o bilinçsizlik isteyen döneme girdik galiba. ben de şimdi kalktım uykudan, sarhoş, mahmur ... türk kahvesi konusunda katılıyorum. artık sıcak içip en azından tadını almak maksadından üşenmiyorum, defalarca yapıyorum.
keşke okuduğumuzu anlayacak kadar fransızcamız, italyancamız olsa ... kendi dilimiz gibi anlayamayız elbet ama tetikleyici bir güç.
dizi izlemiyorum ben. ama biliyorum ki bu senaristler ciddi ciddi oturup bir düşünmeli "biz bunu yazıyoruz ama bu ne?" sherlock izlemiyorum ama takip ettiğim lie to me vardı bir ara. değişik bir diziydi.

insan için olan şeyler insanı nasıl da yoruyor, yıpratıyor aslında. bütün o eylemlerin ardında rahat nefes almak güdüsü var. rahat nefes alabilecek miyiz gerçekten?

sevgiler, ve geçmiş olsun, bitsin antibiyotiğin. :)

pelinpembesi dedi ki...

justine , hasta oldun demek, ben yokken. geçmiş olsun diyeceğim ama son hapı aldığına göre geçmiştir. ah keşke haplarla geçen ağrılarım olsaydı. ne yazıkki 4 yıldır kısa aralarına rağmen geçmeyen mide ağrılarım var. kronik ,,insanoğluna rahat yok:(

Adsız dedi ki...

Merhaba,

Sergide cektiginiz fotograflara baktim, bir tuhaf oldum. Ben Hollanda'da yasiyorum, eski Amsterdam'i gorunce bir garip hissettim kendimi, bugun de ayni (saray ve meydanin oldugu foto). Herneyse, bugun bile ayni tip adamlari sokakta baska kiyafetlerle yururken gorebilirsiniz; o kadar milletle karismis olmalarina ragmen yine de cok karakteristik tipleri var Hollandalilarin.

Bu arada, size bir ayrinti hakkinda bilgi; ust uste 3 carpi isareti Amsterdam'in simgesidir.

Sevgiler, Natali

neo dedi ki...

sarı lale! gül ve lalede sarıya bayılırım :) sarı gül için ayrılık derler ama napalım, çok yakışıyor güle sarı. balkon da güzelmiş, gece şehrin ışıklarıyla daha da güzel oluyordur.

saatlerin ileri alınması fena sarstı beni bu sefer. gece uykum gelmiyor, geç uyuyunca da sabah sanki biri beni dürterek uyandırıyor, çok zor kalkıyorum. bir an önce alışmam lazım. iştah da kesildi. "bomba gibiyim" demek istiyorum artık :)

sherlock'u bugün bi arkadaşımla daha konuştuk, o ikinci sezonu da izledi, tekrar izlerim ben bunu diyor, o derece beğenmiş. daha çok bölüm olsaydı keşke. şimdi sevdiğim başka diziler başlıyor, killing, big c, game of thrones.

işlerin ters gitmesine üzüldüm, kısa zamanda düzelir inşallah.

uyku bastırdı şimdi de, elimde bi iş var bitireyim de yatayım.

öptüm

justine dedi ki...

Hepinize sevgiler, selamlar. Twitter'a hiç hesapta yokken ani ve saçma bir giriş yaptım, bakınıp duruyorum iki saattir;) Yarın mesai var, saçlarım kuruttuğum gibi duruyor, tırnağıma cila sürecek, bir bölüm Sherlock izleyip, yatakta da kitabımı okuyacaktım, kaldı hepsi.

Yarın akşam on gibi bitecek mesai, eve gelip, duş alıp koltuğa oturduğumda yazacak hâlim kalırsa size bu twitter macerasını da anlatacağım. Ballı Justine, bir cümlelik olayı bin cümlede nasıl anlatıyor görürsünüz o zaman, koruyun kendinizi;p

İyi uykular herkese.

A, Natali, hoşgeldin;)Yorumunuz sevindirdi beni, konuşacağız daha sonra. Şimdi kaçtım ben.

Leylak Dalı dedi ki...

Aa şiirdeki büyülü kelimesi beni de çekti kendine, sevdim o yüzden. Benim de kırmızı bir lalem var aynı seninki gibi ama solmak üzere garip. Bugün pazardan yenisini alacağım.
Öyle çok övdünüz ki bugün Sherlock'a ben de başlayacağım sanırsam ama önce gidip Antalya Müzesi'ne yıl sonunda Amerika'dan getirilip buradaki altıyla birleştirilen Herkül heykelini görmem lazım. Bugünkü planım bu:))
Haydi şimdi önce pazara lale almaya sonra müzeye:))
Sevgiler...

Adsız dedi ki...

olley olley, justine twitter hesabı almış pek mutlu oldum. itiraf edeyim ne zamandır aklımdaydı keşke justine de olsa twitterda diye düşünüyordum ama benim için güzel tarafları yanında kötü tarafları da olması hasebiyle sana "justine twitter hesabı açsana" diyemedim:) şimdi görünce sevincimi paylaşmadan edemedim, işteyim şimdi, sen de nöbetten dönünce şenlikli kutlamalar yapalım:)
zerka

justine dedi ki...

Zedkacığım, geçti bitti hastalığım şükür, fakat bu sefer de C. hasta oldu. Bu sabah kötü uyanmış, biraz önce işten geldim telefonda konuştuk, iyice ilerlemiş hastalığı. Tam mevsimi sanırım, geçiş dönemi ve herkesi bir yokluyor hastalık.

Dizileri boş ver, iyi yapıyorsun izlememekle. Yerli dizilerin bana kalırsa hepsi, ama hepsi çok kötü. (tamam bir iki istisna vardır, hep olur) Behzat'a bakmıştım ben geçen yıl dört-beş bölüm ve final bölümü tabii, sonra onu da bıraktım. Hâlâ iyi çekildiğine eminim Behzat'ın, fakat benim takip edecek gücüm yok. Elimin altında olsun, izleyeyim istiyorum.

Çok ağır bizim dizilerimiz, konu yok. Bakışıp duruyorlar konu olmayınca da. Diyalog yok, sıkı laflar yok. Geçen Sherlock'u izlerken, hem gülüyor hem de durdurup duruyordum, hiçbir cümleyi kaçırmamak için. Zekice olan her şeyi severim. Sağlam tipler yazıyor o dizileri, çok zekiler, bayılıyorum;)

Lie to Me, dizisini Metin de söyledi. Hastaneden arkadaşım Metin ve iyi dizi takip eder kendisi. Tüm yabancı dizileri bilir neredeyse. Aklımda Lie to Me, izleyeceğim bir ara (zaman bulursam tabii;)).

Bitti antibiyotiğim, yaşasın!;p

Çok sevgiler sana da, teşekkürler ayrıca.

justine dedi ki...

Buket, canım lütfen ama lütfen rahatsızlığını ihmal etme. Hemen doktora görün, göründün ve çare etmediyse, tekrar git, başka bir uzman bul. Nihayetinde insan onlar, hata yapıyor, ilgilenmiyor ya da bilmiyorlar. Daha iyi bir hekim bul ve muayene ol. Ağrılarla yaşamaya alışma sakın, sakın.

İspanya gezini okuyorum, oh mis gibi gezmişsin bayıldım inan;) Uçak korkusu da bitecek umarım, dualarım seninle;)

Sevgiler çok.

justine dedi ki...

A, Zedkacığım, aynı şarkıyı dinliyoruz;) Bloğuna koyduğunu gördüm, ben de hemen diğer versiyonunu ekledim buraya. Aslında ben Tuxedomoon cover'ını koyacaktım yazıya, Nouvelle Vague'ı koymuşum yanlışlıkla. Olsun iki cover'ı da seviyorum ben. İyi dinlemeler;p

zerka dedi ki...

tekrar merhaba
lale ne güzel açmış, apartman yığınlarına inat. çok güzel bir fotoğraf olmuş.

çeviri kokusunu ben de hiç sevmiyorum ve birçok metinde hemen hissediliyor bu, bu yüzden belki de,edebiyat alanında genelde türk yazarları okumuşum ben, çeviri metinlerde (hele ki şiirde) akmayan bir şeyler oluyor sanki, hepsinde değil elbette ama büyük bir kısmında öyle.

twitter hesabın tekrar hayırlı olsun, güle güle kullan:) acaba alkım’ın da var mı hesabı? o da geldi mi tamamdır:)

poliş’in işleri kısa zamanda yoluna girer umarım.selamlar gönderiyor, sabırlar diliyorum.

gözkapaklarım ağırlaşıyor yavaş yavaş. gideyim de rüyalara dalayım:) iyi geceler.

justine dedi ki...

Sevgili Natali, dün yazmıştım bugün tekrar edeyim, çok sevindim yorumunuza. Hem benim fotolarımın işe yaramasına hem de uzaklardan bir ses duyduğuma sevindim. Üstelik çok önemli bir bilgiyi paylaşmışsınız bizimle, harika bu.

Bazı kentler hiç değişmez değil mi? Ben master tezimi şehir planları üzerine yaptım, tezimi yazarken, bazen şaşırarak bazen de merakla araştırıyordum antik kentlerin planlarını. Kentler bizimle beraber yaş alıyorlar sanki, bazen değişiyor bazen de inatla eskiyi koruyorlar. İnsan bahsine hiç girmiyorum, o konu gerçek bir muamma çünkü;)

Tekrar teşekkürler, çok sevgiler Natali.

justine dedi ki...

Twitter fonunda lalelerini gördüm Neocuğum, çoook güzeller. Hatırlıyor musun (seyrettin mi bilmem ama, yekten sordum), Polanski'nin son filminde (Carnage) laleler vardı salonun ortasında. Harika görünüyorlardı, filmde de baya bir yer kaplıyorlardı varlıklarıyla. Lale aslında, biraz da statü sembolü sanki; hem filmde kullanımlarını hatırlıyorum şimdi, hem de geçen İstanbul'dayken Migros'a gitmiştim orada satılan laleleri düşünüyorum. Bahçeşehir civarında bir Migros'tu ve kocaman buketler yapmışlardı lalelerden, mesela bizim buralarda asla lale satılmaz. Hatta eskiden oturduğum Hatay semtinde de satılmazdı. Ancak Alsancak, Bostanlı taraflarında filan satılır sanırım. Oysa tüm çiçekler olsa çiçekçilerde, bakmalara doymasak misss gibi çiçeklere, ne olur yani?;) (zor mu yetişiyor acaba lale ve onun gibi daha pahalı olan çiçekler, takıldım bak şimdi? haklı olabilir adamlar, buralarda satmamakla;p)

Ayrılık işini boş ver, yoktur öyle bir anlamı, zavallı çiçek ne anlayacak yahu ayrılığı, kavuşmayı? Üzerine öyle bir anlam yükleyen ilk kişi utansın, biz işimize bakalım bence;) Bu arada, kadınlar çiçek sever, duyurulur. (viral reklam alıyorum canım, kusura bakma;p hah ha!)

Evet Neocuğum, balkonun manzarası güzel, hatta salonun da harika bir manzarası var. Bu evle ilgili çok şey yazmışımdır şikâyet namına; gürültü, köpek sesleri, otopark sorunu, şu bu, ama manzarasının güzelliğini inkar edemem. Zaten o manzaraya kanıp aldık ya, neyse konuşmayayım şimdi;) Salonun camları çok çok büyük ve hiç perde filan yok, tüm şehir görünüyor. Ben de duygulu duygulu bakıyorum tabii;p A hah, safım ben yahu!;)
(Teleskoplu fotoyu hatırlıyor musun, hah onu daha kullanamadım ben, utanıyorum inan)

Bir an önce bomba gibi(!) olman dileklerimle, çok sarıldım;)

justine dedi ki...

Sherlock'a başladın mı acaba Leylak Dalı, beğenirsin sen o diziyi. Zekice yazılmış diyalogları elbette sever, akıllı bir kadın, eminim seveceksin sen de;) Aman tanrım ne çok zeki dedim bu diziden bahsederken, fenalık geldi. Bu son olsun öyleyse;p

Herkül'e selam söylemeliydim, senin aracılığınla. O ve onun gibi tanrılarla çok haşır neşir oldum yıllarca ben, bir selamı çok görmemeliydim hâliyle. Yarın yazına bakacağım, heykeli gördüm şimdi, tanıdık dost görmüş gibi sevindim inan;)

Ne güzel dolaşıyorsun Antalya baharında, bayılıyorum gezmelerine ve tatlı tatlı anlatmana. Enerjin hiç bitmesin Leylak Dalı, takipçinim.

Çok sevgiler, iyi geceler.

justine dedi ki...

Zerkacığım, twitter kutlaması sonraya kaldı desene, sen yorgunsun, ben yorgunum;))

Güzel çeviri şiir denince, aklıma ilk William Blake'in The Tiger'ı geliyor. Müthiş bir şiirdir o, hem orijinali hem de türkçesi. Hayranıyım, şairin ve çevirmenin. Kaplan kaplan, denmesin bana, kalbim atmaya başlıyor hemen;) C.'ye şunu hediye etmiştim bir zaman;

kaplan! kaplan!

Güzel bir hediye bana kalırsa, ben aldım diye demiyorum tabii;p Hah ha, çok komiğim bu gece, bu yorgunlukla üstelik!

Can Yücel'in Shakespeare çevirileri iyidir, iyi az kalır, mükemmeldir hatta, yeni, farklı bir şiir gibidir hepsi. Melih Cevdet, Poe'nun Annabel Lee'sine ruhunu katmıştır, ilk defa lisede okumuş etkilenmiştim. Cevat Çapan iyi şiir çevirir, eh şair tabii; "yeni bir ülke bulamazsın" unutulur mu?;) Selahattin Özpalabıyıklar'ın adını anmadan olmaz, onunla başladım onunla bitireyim;

"kaplan! kaplan!

kaplan! kaplan! gecenin ormanında
işıl ışıl yanan parlak yalaza,
hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
kurabildi o korkunç simetrini?"

bu ne güzel bir şiirdir, bu nasıl bir şeydir aklım almıyor?! Kelimeler yetmiyor, her okuyuşta büyüleniyorum.

---------
Şiirden başka konuya geçmek zor;)
-----------

Alkım'a ben de baktım twitterda var mı diye, bulamadım. Burayı okursa söyler bize, bir hesabı varsa tabii. Burada sohbet güzel, kısa cümlelerle de hoş olur sanıyorum;)

Poliş'e selamlarını söyleyeceğim canım, çok teşekkürler nezaketin için.

Çoooook yorgunum ben de, sen çoktan uyumuşsundur, iyi geceler diliyorum. Hemen uyuyacağım bu gece, sabahın köründe kalktım ve dayanacak gücüm kalmadı. Söz verdim kendime, yarım saat sonra yataktayım!;p

Sevgiler çok, sarıldım.

alkım doğan dedi ki...

justinecim, iyileşmişsindir umarım. biraz geç yazıyorum. üst üste geldi bir şeyler, günler yoğun, yorucu geçiyor. yakında sakinliğe kavuşacağımı umuyorum.
balkonun,, çiçeğin ne güzel! ben de nergis aldım geçen gün ofise giderken, tüm gün hayran hayran seyredip durdum. kokusu desen harika!

twitter hesabım var. bulmaya çalışayım bakayım sizi. çok anlamıyorum ama. bir arkadaşım twitlerimin kilit altında olduğunu söyledi. onun bile farkında değilim.

kaplan şiiri çok güzel!şiir çevirisi problemli bir alan gerçekten de. ama çeviri de öyle bir şey. "çeviri kokusunun" olması gerektiğini savunan çevirmenler de var. can yücel'in shakespeare çevirilerinin güzel olduğunu teslim edip shakespeare olmadığını söyleyenler de. fakat ben çok seviyorum, müthiş bir zevkle okuyorum. iyi ki çevirmiş!

çok sevgiler. öptüm!

justine dedi ki...

İyileştim Alkım, sonunda;) Şimdi öyle çok yorgunum ki, anlatamam sana yorgunluğumu. Tüm gün evi temizledim, sabahın köründe başlamadım belki, ama uzun sürdü. Balkonu yıkayarak ve demirlerini silerek maratonu başlattım ve sildim, süpürdüm, en sonunda ben de bittim.
Temizlik çok tuhaf bir şey, bedenimden çok ruhum yorulur ben temizlik yaparken. Yok, ruh demeyeyim de kafam yorulur. O kadar çok düşünürüm ki, işler bittiğinde beynim iyice ağırlaşmış olur, tuhaf bu. Bugün de öyle oldu, düşündüm, düşündüm, düşündüm, ı ıh, çıkış bulamadım. Yoruldum;)

Nergis kokusu harika gerçekten, tüm çiçekler güzel ama nergisin kokusu çok yoğun, mis gibi.

Twitter yeni bir oyuncak benim için, hoşuma gitti, genele mesaj atmak ilginç;) Sen korumalı hesaptasın canım, bir kurcala istersen.

Kaplan! şiiri candır, hayranıyım o şiirin.

Çok sevgiler, ben de öpüyorum seni.