Çarşamba, Mart 07, 2012

ve sabah oldu, ve akşam oldu

 (Kariye Müzesi, apsisteki muhteşem anastasis -diriliş- sahnesi.)
 

Bir bakalım, kaç gün olmuş? Hmmm, tam on bir gündür İstanbul'dayım, ne çabuk geçiyor izin, haliyle zaman da. Bloğa yazı yazmak dün akşam aklımdan geçmişti, sonra dakikalar dakikaları kovaladı tabii, ve sabah oldu, ve akşam oldu (kariye freskoları etkiledi beni, dini kitapların ağzıyla konuşuyorum;p) sonunda bu gece oldu, bilin bakalım, şimdi ne durumdayım?;) Trak gelmek, der ya tiyatrocular, hah işte o hâldeyim. Geçen bir kafede Poliş, sevgilisi, C. ve ben, Tabu gibi bir oyun oynamıştık, keyifliydi (C. ve Volkan öyle umutsuz iki vakaydı ki, nasıl olur, anlatabilirler mi, oynamayı beceremezler filan diyorduk, eh fena değillerdi, konuşup, hareket edebiliyorlarmış;p), oyun sırasında Volkan aynı durumu yaşamıştı. Öldür allah, anlatamıyor adam, bir kelime bile çıkmıyor ağzından. Tabii, benim etkim de büyüktü tutulmasının üzerinde ama olsun, durum komikti. Neden anlattım bunu ben şimdi?;) Bir yandan bir şeyler atıştırıyorum da ondan böyle dalıp dalıp gidiyorum sanırım. Leyla Justine. 
Böyle hâller içinde bir kadın işte, uzak kalınca buralardan yazmak zor geliyor. Neyse, atıştırıyorum demişken bugün ne yaptığımı da yazayım kısaca. Çok uzun süredir yapmak istediğim bir tarif vardı, Hayal Kahvem bloğunda görmüş, denemeyi aklıma koymuştum. Vildan pişirmiş, güzel güzel de (o her şeyi şeker gibi anlatıyor aslında, Poliş'le hayranıyız onun neşeli hâllerinin, bir de o kadar sıklıkla yazı yazmasının tabii) anlatmıştı. İzmir'de yapacaktım, olmadı bir türlü. Olmadığı iyi olmuş, tek başına yemek zor gelirdi, şimdi burada bizimkilerle daha keyifle yendi, bitti üstelik. Pırasalı tart yaptım, harika oldu. Liliş bile yedi, daha nasıl anlatılabilir ki yemeğin lezzeti;) (lilişka yeme konusunda çok sorunlu, bir zamanlar bana bir daha yemek yapma, demişliği bile vardır) Biraz önce bağlantıyı verdim, onun için tekrar anlatmayayım nasıl yapıldığını. Ben Vildan'ın tarifini aynen uyguladım, sadece krema ölçüsünü bir iki kaşık arttırdım ve tel peynir kullandım, o kadar. Müthiş oldu bir deneyin bana kalırsa, pişman olmazsınız.
 (Abraham Mignon/ Devrilmiş Buket. Rembrandt ve Çağdaşları sergisinden.)

Yazıya başlarken Kariye Müzesi'ndeki harika freskoları, Rembrandt ve Çağdaşları sergisindeki muhteşem resimleri anlatır, fotoğraflarını bir fotoğraf sitesine yükler, bağlantılarını da buradan veririm diyordum. Yok, tatil beni iyice tembel yaptı, okumak, izlemek, konuşmak, gezmek ve uyumak dışında hiçbir şey gelmiyor elimden. (yok yahu, başka şeyler de var tabii, geçelim ama;p) Şimdi koltuğa uzanıp biraz dinleneyim ben, sonra becerebilirsem yatağıma gider uyurum, yarın da Lilişka için tazelenmiş bir şekilde kalkarım. Lily ile son günüm yarın, sonra yine C. ve İzmir. Belki C. işteyken bir yazı girer ve çektiğim fotoları paylaşırım burada. Güzel olur. Kariye Müzesi'ni çok seviyorum ben, küçücük bir yerde çok sayıda fresko, mozaik ve süsleme var. Bu ikinci gidişim ve tekrar, tekrar gitmeliyim, müthiş bir kilise orası.  Rembrandt ve Çağdaşları sergisi de güzeldi, zaten Rembrandt'ın resimlerini severim, arkadaşları da iyiymiş, gördüm rahatladım;p
-------
Fotoğraf paylaşımı için hangi site daha kolay kullanımlı ve güzel acaba? Buraya çektiğim tüm fotoları koymak saçma olacak. Neyse, şimdi yatayım ben, tek derdim de bu olsun;p
 -------------------
p.s.: -Header, Sabancı Müzesi'nin bahçesinden, sergi zevkten dört köşe yapmış beni, nasıl da mutlu  mutlu poz veriyorum;)
-Yazıya koyduğum iki fotoğraf benim objektifimden, onun için ikisi de -özellikle- ayrıntı.

20 yorum:

Adsız dedi ki...

sadece tatilin değil, kışın bitişinde insana çöken o bitkinlik de olsa gerek (: sen en güzelini yapmışsın justine, biraz gürültü çıkarmak iyidir (: freskoları merak ettim, bekleyeceğim.

sevgiler, çok gül (:

neo dedi ki...

ya çok kıskandım! henüz gidemedim rembrandt'a, kariye'yi de hep isterim bi kısmet olmadı. hırs yaptım burda okuyunca :) en yakın zamanda gideyim.

ben rembrand'tan ziyade çağdaşlarına heyecanlandım, onu da severim de vermeer gelmiş diyollar, esas onu merak ediyorum. flaşsız fotoğraf çekimine izin var mı? ben de detay çekeyim seninkiler gibi.

fotoğraf için flickr'ı kullanıyorum öteden beri, şimdi tumblr gibi şeyler de var ama onu pek bilmiyorum.

pırasayla yeni yeni aramız düzeliyor, çocukken hiç sevmezdim, şimdi fırında peynirli filan yapıyorum, böreği de güzel oluyor, bu tarifi de deneyeyim bakayım.

özlemişiz seni :)

sevgiler.

justine dedi ki...

Sevgili Nisa, çok haklısın, mevsimler biterken insanın sabrı da bitiyor sanki, sınırlarına dayanıyor ya da. Olsun, bir tatil biter diğeri başlar ve kış biter yaz gelir, iyi bir döngü bu.

Burçdaşım sesleniyor, gülmez miyim hiç, gülerim tabii, teşekkürler canım;)

Unutmadan söylemeliyim, Luna Sesi ile yazışmalarınıza bayılıyorum, bloğun, o muhabbetlerle bir bütün ve yazılarının şifresi onun yorumlarıyla daha anlaşılabilir sanki. Güzel kısaca;)

Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Neocuğum ben de seni özledim, buradaki sohbetleri de.

Sergiye gidemedim diye sakın üzüleyim deme, biliyorsun çok uzun sürecek, Haziran'ın 10'una kadar. Ben o zamana kadar tekrar gelirim buralara ama, ölüm var kalım var, bakarsın bir terslik olur ve gelemem diye aradan çıksın istedim. Eh her zaman ayağımıza gelmiyor bu muhteşem ressamların, harika eserleri. Vermeer'ı ben de merak ediyordum (senin onun ışığını sevdiğini biliyorum;)), fakat çok az resmi var sergide. Emin değilim, ama iki tane filan gördüm ben. Tamam, zaten fazla eseri yok ressamın da, insan işte daha fazlasını istemeden edemiyor;) Aşk Mektubu tüm güzelliği ve pencereden vuran ışığıyla seni bekliyor canım Sabancı'da, çok mutlu olacaksın resmin orijinalini görünce. Bak şimdi, sana anlatırken bile heyecanlandım, ne hoş işler bunlar. Keşke tüm uğraşım resim, müzik, kitap filan olsa;p Neyse.

Evet evet, fotoğraf çekimine izin var, flaşsız istediğin gibi çekebiliyorsun. Sadece ben dinleme aleti olayını sevmedim. Ücretsiz dağıtıyorlar ve neredeyse herkes almış bir tane. Şunu anlamıyorum, tüm eserler hakkında bilgi yok o aletlerde, numaralı bazı eserleri anlatmışlar. İyi hoş da, zaten resimlerin yanında çok güzel açıklamalar var bilgilenmemiz için. O aletler yüzünden bir resmin önünde yirmi kişi bekliyor. Anlatılan şey bitene kadar da ayrılmıyorlar resmin önünden. Fenalık gelmişti bana! Biz alet filan almadık, normal normal gezdik valla, bir şeyin eksik kaldığını da sanmıyorum. Aklında olsun bu bilgi, bir de işinden izin alabilirsen hafta içi git, denk getirebilirsen Çarşamba mesela. Çarşamba ve Cumartesi günleri akşam 10'a kadar açık çünkü, muhteşem bir uygulama bu. Biz Pazar gitmek zorunda kaldık, onun için çok kalabalık olmuştur kesin. Her neyse bir daha gidersem hafta içi gitmeye çalışacağım ben de.

Başka başka? Hah, Kariye'ye gidersen eğer Poliş'in evinin önünden geçeceksin, uğra bir kahvesini iç lütfen. Çok tatlıdır benim kardeşim ve misafirperverdir ayrıca. Seni sevdiğimi de biliyor tabii;) Kariye için ne diyebilirim ki, muhteşem bir kilise orası, dediğim gibi ben iki kere gittim ve oranın karşısındaki çay bahçesinde defalarca çay içtim. Eh Poliş'in evinin önü gibi zaten;) Fakat yazın tekrar gitmek istiyorum, bu ziyaretimde dondum da ondan. Taş binaların soğuğu deli gibi muhafaza etmelerine şaşıp kalıyorum, o zaman da freskolar, mozaikler filan yalan oluyor elbette, buz kesiyorsun.
Ayrıca yazın kapanışı daha geç, rahat rahat gezebilir, çıkışta da mis gibi çayını içersin.

Böyle işte Neocuğum, çok öpüyorum seni. Sevgi ve selamlar.

zerka dedi ki...

hep gitmek istediğim yerlere gitmişsin:) rembrandt ve çağdaşları sergisine ben de gitmeyi planlıyorum birkaç hafta sonra, bir de van gogh alive var, onu da çok merak ediyorum. kariye müzesi de yıllardır aklımdadır, hep gitmek isterim bir türlü olmadı.

hayal kahvemi ben de çok severek okuyorum. bir de yemek tarifleri konusunda şöyle bir huyum var. yemek tarifi bir paragrafı geçince hem kafam karışıyor hem o yemeği yapmak çok zormuş gibi bir hisse kapılıyorum. netten tarif bakarken de hep kısa tariflere bakarım, şimdi bu da biraz uzun gözüktü gözüm korktu:)

fotoğraflar için ben de flickr kullanıyorum, memnunum.

sevgiler çok.

Clea dedi ki...

ben de zerka gibi düşünüyorum! tarifin arasına başka şeyler de karıştığı için bazı yazılar uzuyor o yüzden tarifi kısa bir şekilde yine alt kısma eklemek lazım. öyle yapanları seviyorum. bu arada çok çok güzel olmuştu canım, keşke o gün hasta olmasaydım da tadına daha iyi varabilseydim. ellerine sağlık. bu arada kariye ve rembrandt'da çektiğimiz fotoğrafları facebook'a koyacağım Serap merak ediyormuş ama şunu anladım ki ne C. ne de Volkan iyi fotoğrafçı değiller, hatta çok kötüler:-)gerçi Volkan'ın telefonundakiler de var, onlar nasıl bilmiyorum. öptüm çok!

justine dedi ki...

Zerkacığım, dur sana bir güzellik yapayım, tarifi özet geçeceğim;)
Beş-on pırasayı yıkayıp, ince ince doğruyorsun. Bir kaba biraz kaynar su koyup, on dakika kadar kaynatıyorsun. Sonra süzüp, tencereye bir çorba kaşığı tereyağı koyuyor ve eriyince üzerine haşlanmış pırasaları katıyorsun. Tuz ve karabiberi ekleyip, başka bir kasede karıştırdığın iki yumurta sarısı ve altı-yedi kaşık kremalı sosun yarısını pırasaların üzerine ekliyor ve ocağı iyice kısıyor biraz pişmesi için bırakıyorsun. Tabii bu arada peyniri de ekliyorsun pırasalı içe. Vildan keçi peyniri kullanmış, ben tel peynir kullandım, çok da hoş oldu;) Sonra bir tart kabını (yuvarlak-cam fırın kabı olabilir) milföylerle kaplıyorsun. Kabın kenarlarını da milföy hamuruyla kaplamalısın. Kabarmamaları için çatalla delebilirsin ama bende işe yaramadı bu yöntem, kabardı yine de. Olsun, kötü durmadı kabarmış görüntü. Her neyse, sonra fırına sürüp on dakika hamurları kızartıyorsun, pırasanın altında çiğ kalmasın diye. Fırından çıkarıp pırasalı içi üzerine yayıyor ve üstünü milföy hamuruyla kaplıyorsun. Milföyleri ince şeritler halinde kesersen ekoseli bir görüntü oluyor ve güzel görünüyor. Yumurta ve kremalı sosun kalanını üzerine yayıp fırına veriyorsun, on-on beş dakika sonra üzeri kızarınca hazır oluyor.
Hah ha, oh be bitti, rahatladım!;p

Bak, tam istediğin gibi yaptım, araya edebiyat ve başka laf karıştırmadan sadece yemeğe odaklandım, sana yapması kaldı artık;)

Van Gogh Alive'a gitmeyeceğim sanırım ben. (sanırım komik oldu, p.tesi dönüyorum İzmir'e, gün kalmadı;)) O tarz sergi fikri çok sıcak gelmedi kulağıma, ben klasik alışkanlıklara bağlıyım, tablolar asılı dursun, bakayım yavaş yavaş. (15 Mayıs'a kadar sürüyormuş, şimdi baktım, belki bir dahaki gelişimde giderim, aramızda kalsın;p)

Tamam, burada bitireyim, C. kalktı yanımdan, odaya geçti. Sinir ediyorum blog yüzünden adamı, etmeyeyim kıyamam;p

Fotoları yükleme işi İzmir'e kaldı artık, burada ilgilenemiyorum. O zaman flickr ya da diğerlerine bir bakarım.

Çok sevgi ve selamlar, öpüyorum seni.

justine dedi ki...

Polişkacığım, Volkan'ın çektiği fotoları ben de merak ediyorum. Eline geçtiği gibi bana da gönderirsen sevinirim.

Pırasalı tart olsun istediğin, sana tekrar yaparım canım:)

Ben de çoook öptüm, sarıldım.

Işın dedi ki...

Ne güzel fotoğraflar ! Harika çıkmışsın müzedeki fotoğrafta Justine. Çok güzel yerlere gitmişsin. Sabancı müzesini mi yoksa bahçesini mi daha çok sevdiğime bir türlü karar veremem ben. Hele baharda ya da yazın gitmişsem içeriye girmekte zorlanabilirim. Sergi güzeldi demek, ben de gitmek istiyorum. Şu aralar o kadar çok sergi var ki İstanbul'da yetişmekte zorlanıyor insan.

Kariye ne müthiş bir yer değil mi ? Bir kaç hafta önce oradaydım. İkinci gidişimdi. Çok çok soğuktu gerçekten. Buna rağmen çay bahçesinde oturmamak olmazdı. Dayanamam zaten çay bahçelerine.Böyle bir yapıya karşı çay içmek İstanbul'a özgü bir lüks olsa gerek. Kardeşin oralarda oturuyor demek. İnanamadım, nasıl güzel bir mahalledir orası.
Pırasalı tartın hamursuz olanını yapıyorum ben. Bir çeşit fırında mücver gibi. Daha çabuk ve hafif oluyor. Yapılışı hemen hemen aynı, pırasayı kavurup yumurta ve eriyen bir cins peynir ekliyorsun. Fırında pişiriyorsun. Kimyonda yakışıyor. Mantar ya da tavuk da konabilir.
İStanbul'un tadını çıkarmana çok sevindim. Güle güle git evine. Sevgiler.

alkım doğan dedi ki...

justine, imrendim sana! istanbul'a gezmeye gelenlere hep imrenirim, istanbul'da yaşayanlardan çok daha güzel tadını çıkarırlar. bir de istanbul'da yaşamanın insanı hayal kırıklığına uğratan bir yanı vardır. sürekli bir şeyler kaçırırsın...kötü hissedersin kendini. ben artık kabullendim o durumu.
ben rembradt sergisine gidemedim henüz. ama çok merak ediyorum, muhtemelen gelecek hafta sonu gideceğim. rembrandt'ın resimlerine düşürdüğü ışık bana büyüleyici ve hatta ilham verici geliyor. arkadaşları kimmiş bakalım:) ben de senin gibi klasik sergileme tarzından hoşlanıyorum bu arada. fakat van gogh'un o janjanlı sergisinin etkileyici olduğunu söyledi gezen bir iki arkadaşım.

tatilinin son günlerinde güzel gezmeler diliyorum. dönüşte kariye müzesi fotolarını unutma;)
sevgiler!

zerka dedi ki...

justinecim mahcup oldum şimdi, uğraştırdım seni, yazmışsın zaman ayırıp, evet tam da böyle kısa ve öz istiyorum ben yemek tarifini ve mümkün olduğunca açık, net olmalı, mesela alabildiğince un yazıyor ya bazı tariflerde gıcık oluyorum, ne demek alabildiğince un, ben ne kadar alabildiğini bilsem zaten tarife mi bakarım:) yalnız o milföy hamurlu kısım baya zorlaştırıyor işi gibi geldi bana, ışın’ın dediği gibi daha mı kolay olacak acaba?:) iyi artık ben yapıp getireyim bari desen şimdi bana haklısın:P ama deniycem bunu, çok mühim fikirlerimi paylaşırım:)
sevgiler çok.

justine dedi ki...

Sevgili Işın sesini duymak ne güzel, çok sevindim yorumunu görünce. Alkımcığım, hoşgeldin. İlk cümleni C. ile beraber okuduk şimdi, çok haklı dedi ve uyumaya gitti;)

Şimdi ben de kalkmalıyım, seyrettiğimiz film yeni bitti (berbat bir filmdi!), oyalanmayayım buralarda, bugün çıkmadık, yarın dışarıda olacağız -sanırım- tüm gün.

Daha sonra uzun uzun konuşacağım sizinle, şimdilik sadece sesleneyim dedim. İkinize de sarılıyorum. Sevgiler, iyi geceler.

justine dedi ki...

Hah ha, çok tatlısın Zerka sen;)
Ben şimdi hemen kaçmalıyım, benimki uyumuştur kesin (saniyesinde!), yarın konuşuruz, öpüldün.

justine dedi ki...

Işın, yeniden merhaba.
Seni gördüğüme sevindiğimi söylemiştim, aradan zaman geçti tabii, tekrarlamalıyım; seni burada görmek çok hoş;)

Daha önce bir kere konuştuğumuzu hatırlıyorum, Firuz Ağa Camii'den bahsettiğim bir yazıdaydı sanırım.. Sonra seni sevdiğim bloglarda gördüm, kalabalıkta sohbet ediyor gibiydik, şimdi yüz yüze konuşuyoruz, daha güzel bu. Fotoğraf övgüleri için teşekkürler, manzara öyle güzeldi ki kim dursa önünde harika çıkardı;) Sabancı Müzesi hakkında söylediklerinde sana katılıyorum, bahçesi müthiş, ana bina da öyle. Biliyor musun, Atlı Köşk olduğunu bile fark etmemiştim ben, heykelleri görene kadar, o kadar kaptırmışım manzaraya kendimi. Yazın daha keyifli oluyordur gezmesi, eminim. Güzel bir havada tekrar gitmeliyim ben de.

Ne güzel tesadüf, çok hoş, ikimiz de ikilemişiz demek Kariye ziyaretini;) Öyle büyüleci bir yer ki o kilise, sanırım daha çok gideriz biz oraya. Yazı dört gözle bekliyorum ben Işın, en çok da Kariye'yi görmek için. Kardeşim orada oturuyor evet, Fatih'i ben de çok seviyorum, bir iki ufak tereddütüm var sadece, onlar dışında çooook eski bir yerleşim olması etkiliyor beni, her sokağında şaşırıyorum. Müzeye karşı çay içtik biz de, hatta annem ve Lilişka da vardı bir keresinde. Belki bir zaman karşılaşır oralarda Işın, belli mi olur?;)

Pırasalı tart tarifi için teşekkürler, ilk fırsatta deneyeceğim.

Evime geldim ve nöbetteyim şimdi, benden de çok sevgiler sana.

justine dedi ki...

Hızlı yazmışım kusura bakma Işın, yazım yanlışları olmuş; "belki bir zaman karşılaşırız", olacaktı, nöbette ancak bu kadar oluyor;)
Sevgiler tekrar.

justine dedi ki...

Alkımcığım, nasılsın, özledim seninle sohbeti.
İstanbul'da gezgin olmak gibisi yok, katılıyorum, ve ben sanırım hep öyle kalacağım;) O kalabalık, o kargaşa rahatsız ediyor beni, ama bir yandan da çok seviyorum her şeyini, dokusunu, ruhunu, sesini, tarihini.

Hasta arası...

Hmmm, sinir oluyorum lafımın kesilmesine. Ne diyordum, evet İstanbul çok güzel, seninle konuşmak da öyle;p

Sergiye gittiğinde yazarsın sanırım bir şeyler, senin gözlemlerini okumak isterim. Neo yazmış, ama daha okuyamadım, fırsat bulursam uğrayacağım oraya da.

Van Gogh'un sergisi aklımdaydı, fırsat bulamadım. Eğer sürerse ve ben İstanbul'da olursam o tarihlerde, gideceğim. Van Gogh benim ressamlarımdandır, büyük bir içtenlik ve sevgiyle söyleyebilirim bunu. (ajanda kullanmayı severim ben, geçen yılın ressamı Chagall'dı, bu yıl Van Gogh'lusunu buldum. çocuk gibi sevindim inan;) Popüler filan, umrumda değil, seviyorum.)

Serginin tarzını beğenen de var, beğenmeyen de, bakalım biz nasıl bulacağız?

Çok sevgiler, iyi geceler.

A, yeni bloğunu gördüm, yazıları okumadım ama header şahane, şahane! Oraya da bakmalıyım, fırsat bulursam, ama yoğun bu gece nöbet. Olsun, header muhteşem, söylemeliydim;)

justine dedi ki...

Zerkacığım, canım, sakın korkma o hamur kısmından, inan çok kolay. Milföyleri oda ısısında beklettiğin için yumuşuyor ve kabın şeklini kolayca alıyorlar zaten. Dene bence, seveceksin. Işın'ın tarifi de güzel, dediği gibi mücvere benziyor o tarif. Onu da ben deneyeceğim;p
Çok sevgiler, öpüldün.

justine dedi ki...

Alkım, sana yazdığım cevapta ne çok fırsat demişim öyle, saçma olmuş, sanırım burada kesmeliyim konuşmayı, yol alıklaştırmış beni;p Bu dosyayı burada kapatalım madem, Bakayım başka yerlere, iyi gelir belki;p

(ıyy komik bile değilim bu gece;p)

Hayal Kahvem dedi ki...

Hey, ne hoş bir yazı... Ne yalan söyleyeyim, sevindim:)

justine dedi ki...

Vildancığım, pırasalı tartı yaptığım gibi sana özel olarak seslenip haber verecektim, kalmış öyle. Bu vesileyle tekrar teşekkür ediyorum, tarif ve güzel yazıların için.
Çok sevgiler.