Pazar, Haziran 24, 2012

sana inanmayacaklar



"...burada oturuyorum ve olanlara inanamıyorum.
ve artık inanmak zorundayım.
rüyalar veya kâbuslar.
delilik veya akıllı olmak,
hangisi bilemiyorum..."
                                                              (filmden)


Dün gece, ya da ondan önce (tam hatırlayamıyorum),  Let's Scare Jessica to Death filmini izledik Poliş'le. Ben 70'li yılların filmlerini çok severim, şiddet, seks ve korku öğelerinin en doğal kullanımının, o yılların filmlerinde olduğunu düşünürüm. Her neyse, film; akıl hastanesinde tedavisi henüz biten Jessica isimli bir kadının hastaneden ayrılışından sonra yaşadığı olayları anlatıyor. Jessica eşi ve bir arkadaşıyla şehirden uzak bir köşke taşınıyor ve bundan sonrası şizofreni, hayaletler, zombi hikâyeleri ve vampirlerle dolu bir kabus. Jessica, film boyunca kafasının içindeki seslerle mücadele ediyor, duymamaya çalışıyor, duyduklarından kimseye bahsetmiyor. Kimsenin ona inanmayacağını biliyor, korkuyor.

Kafanın içindeki sese inanmaya başlarsan başka hiçbir sesi duyamazsın, bunu biliyorum. Jessica sesi duymamaya çalışıyordu. İşin tuhafı, ben ona inanıyorum, hem duyduğu seslere hem de kendisine, yaşama isteğine. 
---------------
Vuslat geçenlerde rüyasında beni görmüş, anlatmasını istemiştim, sağolsun anlatmış bu sabah. Bir yaz rüyasıydı sanki okuduğum, soğuk içecekler, dostlar, sohbetler, baktığın yeri görememeler, saklanmalar. Rüyalar beni şaşırtıyor, belki de en çok onların dediğini dinlemeliyim, nereden geldiği belirsiz seslerden daha güven verici, yakın. Belki de bu yaz kâkül kestirmeli, saçlarımdan kurtulmalıyım. Ama ya içimdeki bunaltı, bunaltı.

 ---------------------------
Aşağıda filmin trailer'ı var. Ben online izlemediğim için link veremiyorum ama filme ve altyazısına ulaşmak kolay. Seyretmenizi tavsiye ederim, etkileyici ve şaşırtıcı bir film Let's Scare Jessica to Death. Yazıda kullandığım müzikler ise In Bruges filminden, o filmin müziklerini çok, çok seviyorum, belki milyon kere dinlemişimdir, güzel.

4 yorum:

zerka dedi ki...

güneşli yaz günlerinde niçin böyle kabuslu filmler izliyorsunuz kuzum?:)

müzikler harika! ben de dönem dönem bazı müziklere kafayı takıp durmadan dinliyorum. bir de bu siteye eklenen müzik çalma şeysini yapamıyorum ben kendi bloğumda, halbuki yaz da geldi, müzik şart:) müzik deyince, (evet, hiç alakası yok biliyorum ama) geçenlerde bir yerde bahçede düğün yapıyorlardı çalgılı çengili, aklıma sen ve poliş geldiniz, nasıl bir eziyetmiş, bitmek bilmeyen, gittikçe artan bir gürültü. insanın içinden mutluluk dilemeyesi geliyor o çifte:)

sevgilerimi serin rüzgarlarla gönderiyorum, tatlı rüyalar:)

justine dedi ki...

Hah ha, değil mi ama?;) Niye kendimizi iyice sıkıyoruz ki, oysa romantik komedi diye sabun köpüğü bir şey var hayatta;p

Hmmm, sitene müzik ekleme aparatını neden koyamıyorsun acaba Zerkacığım? Senin blog wordpress ya, şimdi ne desem sallıyor gibi olurum, ama inan çok merak ettim, nedir acaba sorun?

-----------

Demek artık sokak düğünlerinde biz geliyoruz akıllara, pek hoş;p Şaka bir yana, şu hayatta sokak düğünleri kadar nefret ettiğim çok az şey vardır. Saygısızlık, kabalık, tuhaf bir vandalizm çeşidi işte, daha ne diyeyim?

A evet, kesinlikle mutluluk filan dilemiyorum ben onlara, dilemem. Başkasının huzurunu düşünmeden vur patlasın çal oynasın eğlenen insanlarla işim olmaz benim, dilek de dilemem onlar için;)

Benden de sevgiler öpücükler sana Zerkacığım, iyi geceler.

Adsız dedi ki...

Bir hikaye okudum, içinde Samatya'yı gördüm ve seni hatırladım. Buralar ne kadar tenha böyle? Nasılsın? İyi olmanı dilerim.


Yaz gelince insanın kendini de kökünden kestiresi geliyor. Bu ne sıcak! Neyse ki Ankara'nın geceleri esiyor, atıyorum sandalyeyi balkona, kaç gecedir art arda Orhan Veli okuyorum. Nasıl içtenmiş o adam, ölümü acı olmuş. Sen neler yapıyorsun, nasıl geçiyor bu günler? Rüyalara inanıyoruz justine, biliyoruz rüyalar bize söyleyecek her şeyi. Dilimizde değil, onlar elleriyle anlatıyorlar, elleriyle aklımıza dokunarak. "Rüyaların elleri .. " Bunu birinden duyduğuma eminim.

Sevgiyle.

justine dedi ki...

Herkes gölgede Zedkacığım, tenhalığın nedeni ondandır;p (ben sana bir zamanlar nisa diye de sesleniyordum değil mi? ne çok isim!;))

Bilmem ki Zedka, iyiyim herhalde. Öyle olmalıyım aslında, çok somut terslikler yok şimdilik, ama neden tuhaf bir gerginlik var üzerimde bilmiyorum. Tartışma, tartışma, tartışma.... Tamamen saçmalık.
------------

Orhan Veli'yi ben de çok çok severim. Lise yıllarımda öyle çok okurdum ki onları, I.Yeni şairlerini, hatta bir şiir defterim vardı, inci gibi bir yazıyla Orhan Veli'den, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat'tan şiirler yazardım, aramızda kalsın Beş Hececiler'i de severdim ben, Han Duvarları'nı ezbere bilirim mesela;) Lise yıllarımda pek naiftim yahu;p

C. aylar önce bana Orhan Veli'nin şiirlerini yeniden okuduğunu söylemişti. Yalan yok, hoşuma gitmişti, gençlik hatırası tabii;) Sağlam şairdir demiştim, kesinlikle, diğerleri değil ama Orhan Veli çok önemli, demişti o da. Diyeceğim, gerçekten çok içten bir adam ve şiiri inanılmaz sade, minimal. Ece Ayhan da çok sever Orhan Veli'yi, çok önemser.

Hmmm, evet ölümü değil mi? Tam da bu ülkeye yakışan bir ölüm. Koskoca şair bir çukura düşüp ölüyor, aynı Adalet Ağaoğlu'nun başına gelen olay gibi, şükür o şanslıydı.

Günlerim sıcak sıcak geçiyor Zedkacığım, gazoz içip, kitap okuyarak, film seyrederek, nöbet tutarak, bilirsin işte sıradan yaz günleri.
----------

Rüyaların elleri, çok güzel, bayıldım. Ben aylar önce uykunun kocaman elleri var, diyordum, rüya da hoşmuş. İkisinin de elleri olduğuna inanıyorum, hoş bana kalsa ben her şeye inanıp, hiçbir şeye inanmam ya, neyse;p

Sarıldım, öptüm canım. Teşekkürler hâlimi, hatrımı sorduğun için, çok sevgiler.