Pazar, Aralık 03, 2017

"bir düşünceyi iter gibi"

(fatih-istanbul / mayıs 17)

“Ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım, saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım. Yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak olursa, aşağıdaki insanları gösterip, bir süre yere paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım, diyeceğim. Öyle olsun.” 

                                                                           Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra / Barış Bıçakçı

Yukarıdaki fotoğrafı çöp atmak için dışarı çıktığımda çekmiştim, çoğu şeyi unuturum ama o anı unutmadım. Binalardan kurtulup bulutları yakalamak mümkün değildi, hafif sağa kaydım, eğildim, ilerledim ama işte "katı olan her şey buharlaşmadı", bulutlara "hadi sizi bir de tek çekeyim" diyemedim. Fakat burada bir şey var, olması gerekenin olduğu, bulutların güzelliğine kanıp çöpü atmayı unutmamamı sağlayan bir şey. O şey, siyah duvara yapışmış gibi duran, nefes alamayan küçük pencere, küstah kirli yeşiliyle hangi yönden bakarsam bakayım nasıl bir kalple (dalga geçmeyin, sakın!) tasarlandığını anlayamadığım çirkin bina, hemen yanındaki sen varsan ben de varım, bu çirkinlik büyümeli kod adlı komşu bina. O şey kendime gelmemi sağlıyor. Bulutların dünya dışı yumuşaklığına, rengine kanıp yemek yapmayı unutmamamı, markete gitmemi, akşam gelecek sevgilimi karşılayıp bir günü daha kazasız belasız bitirmemi sağlıyor. Başardı da. Bulutla birlikte uçan kuş, iyi ki seni o akşam üstü görmedim, iyi ki.



Boş verelim fotoğrafı, Mayıs bitti, Aralık'tayız. Kim bilir yine kimin aralığında, sallanan salıncakta. (ne zaman ama ne zaman biri aralık dese, hangi aya girdiğimizi öyle sıradan, öyle gelişigüzel söylese ben o şiirde kalırım. elimde değil, büyü gibi bir şey. inanırsın inanmazsın fark etmez, vurur geçer.) Dağıldım yine, tamam toparlıyorum.  Yeni yazarlara çok fazla şans tanımam, bunu buraya bin kere yazmış, milyon kere söylemişimdir. Elim hep, hayal kırıklığına uğramanın yüzdesinin çok düşük olduğu sağlam referanslı yazarlara, eskilere gider benim. Yanılmak hoşuma gidiyor, güzel bir sürpriz gibi mutlu oluyorum. İzmir'e gelirken nefes nefese ve ter içinde bindiğim uçakta başlayıp geçen gün bitirdiğim Barış Bıçakçı'nın Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra adlı kitabı işte böyle mutlu etti beni. Başladıktan sonra nöbetler yüzünden verdiğim kısa bir ara dışında nefessiz okudum. Biraz çay, biraz kanyak (konyak demekten daha güzel) ve sağır edici bir sessizlik eşliğinde okudum, çok sevdim. Barış Bıçakçı'nın ismini duyalı epey olmuştu, hatta bir kitabından uyarlanan filmi izlemiş, sevmiştim. Ama sonra yolum hiç kesişmedi onun kitaplarıyla, İyi ki okumuş, iyi ki tanımışım onun naif, kırılgan ve deli karakterlerini. Ben öyle delileri çok severim, yok, deli gibi severim, bu daha doğru.
(brugge-belçika / kasım 17)
(Başak düşerken, ya da belki saçlarını aşağıya sarkıtırken saçlarının arasından böyle görüyordu sanki dünyayı. Toparlayamadığı düşünceler, kontrol edemediği yaşam gibi. Bilmiyorum bana öyle gibi geldi, hadi öyle olsun.)


Schubert (Perenyi, Schiff)
(müziksiz olmaz. bu nefis yorum bloğun arşivlerinde kalsın, yıllar sonra havalanmayı başarıp yere çakılmadıysak eğer, dönüp dönüp bunu dinleyelim. yere uzanalım toprak ve gök bunu söylesin bize, sonra ölsek de olur. hiç acımaz.) 

13 yorum:

FotoFilmci dedi ki...

Ne iyi etmişsin!
O zaman bir de Barış abinin Pelin Esmer ile birlikte yarattığı yere dik (belki bulutlara paralel mi demeli?) giden son deli karakterleriyle tanış lütfen. İşe Yarar Bir Şey filminden bahsediyorum. En sevdiğim çoğu filmi bile tekrar izlettirmezken kendime, bu filmi en sevdiğim şiirleri tekrar okumaktaki karşı konulmazlıkla izliyorum. Ve anlattıklarınla birlikte şimdi düşünüyorum; işe yarar hissediyor mudur yine de kendini küçük pencere ya da kirli yeşil çirkin bina daha mı çok işe yarardır aslında dünyada? Ve dünya dışılık, muaf mıdır tüm bunlardan? Yani düşünceyi, o hiç şeyleşememiş şeyi, boşluğu itmek ne sağlıyor ki bize günün sonunda?

Kafam epeydir şuralarda dönüyor: işe yaramak, üremek, üretmek ve işe yarar bir şeyler yapmak, türetmek, tüketmek. Yorgunluk. Yorgunluklar. Öyle olsunlar, olmasınlar...

Eh (iyi niyetli) insan sorar tabii, bu kafa neyin kafasıdır? :D

Belirtmenin lüzumu var mı bilmiyorum, müzikler her zamanki gibi harika!

Sevgiler, saygılar…

justine dedi ki...

Hey!

;)

Yarın uzun uzun konuşalım FotoFilmci, anlatacak o kadar çok şey var ki. Şimdi güzel (ama hüzünlü:/) bir film izledim, saat de epey geç oldu. Sana cevap yazmaya bir başlarsam sabahı ederim kesin.

Yarın burada buluşalım, olur mu? Şimdilik, hoşça kal, iyi geceler, iyi sabahlar, hatta gün aydın! ;p

Clea dedi ki...

canım benim, buralara nefes vermen o kadar güzel ki, o çirkin binaların arasından gökyüzünü görmek gibi yazını görmek:-)

justine dedi ki...

Merhaba tekrar,

İşe Yarar Bir Şey filmiyle başlayayım, ben o filme gitmeyi çoook istemiştim, izin başlamadan plan program yapmıştım hatta, ama işte, evdeki hesap hiçbir zaman dışarıya uymuyor. Bir gün sinema için çıktık yola, iki film arasında kararsız kaldım. Şimdi hatırlayamadığım bir sürü neden vardır tabii, filmin süresi, oynadığı sinema vs vs., sonuç önemli, Kare filmine gittik. İlginçti, yine de pek sevmedim o filmi ben. Keşke İşe Yarar Bir Şey'e gitseydim. Ama hayır, üzülmüyoruz!;) Çünkü az önce Desem'in film programına baktım, haftaya İşe Yarar... gösterime giriyor, çok sevindim. Bir terslik olmazsa kesin gideceğim. İzleyeyim, konuşuruz.
Desem, benim yıllar yıllar önce çok fazla film izlediğim bir yerdi, sinemateklerinin çoğuna gitmişimdir, vizyon filmleri hem inanılmaz ucuz olurdu (sinematekler ücretsizdi) hem de sağlam filmler geliyordu. Bakalım yıllar sonra orada film izlemek nasıl bir deneyim olacak, kesin yine hüzünlenirim ben. Bu kafa, o dediğin kafa çünkü FotoFilmci, seni çok derinden anlar.

Senin yorumunu okuduğumda yazdığım postun ne kadar gelişigüzel olduğunu fark ettim, oysa çok fazla şeyden bahsetmek istiyordum. En azından okuduğum kitap bana hangi yazarları ve romanları hatırlattı onu yazabilirmişim. O kadar hızlı ve dalgın yazıyorum ki asıl meseleyi hep kaçırıyorum. Konuşurken de öyleyimdir ben. Bu kafayla ne yapacağım .... Neyse, neyse.

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, bana Hüsnü Arkan'ın çooook sevdiğim romanı Menekşeler, Atlar, Oburlar'ını hatırlattı. Karakterlerin düşünme tarzı, derinliği (yoğunluğu mu demeliydim?), geçtiği zaman dilimi, intihar duygusu, içerdiği hüzün, sanki iki roman kardeşti. Hatta ikisinin de romandan çok novella olması bile güzel bir benzerlik, kısa ve vurucu. Salinger'dan bahsetmezsem olmaz, Başak ve Umut başka yerlerde, başka insanların arasına doğmuş, Franny ve Zooey idi elbette. Aralarındaki bağ ikizdi bana göre. Hmmm, bir de -ilginç gelecek belki- Vedat Türkali'nin Bir Gün Tek Başına romanındaki Günsel'e benzettim ben Başak'ı. Siyasi tavrı, duruşu ve kalabalık içinde yalnızlığıyla.

Şimdi dışarı çıkacağım, burada keseyim.

Bloğa uğraman, uğramakla yetinmeyip bir de seslenmen öyle kıymetli ki benim için, nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum sana FotoFilmci.

Sevgiler.:)

justine dedi ki...

Clea, canım kardeşim. Teşekkür ederim, daha sık olacağım buralarda artık, yazı olmasa bile müzikle, sessiz bırakmayacağım buraları. Bana yalnız bloğumdan hayır var diyeyim de tam anne işi olsun, ahahah. ;p

justine dedi ki...

Ya, yine bir şey söylemeyi unutmuşum. :/ Sana yazarken Ortaçgil'in Yağmur'unu dinliyordum FotoFilmci, belki sen de dinlemek istersin.

https://www.youtube.com/watch?v=LlFpi8A8akg

"Her şey olur
Herşey büyür
Herşey geçer
Hayat kalır"

Hoşça kal.

FotoFilmci dedi ki...

Hmm muhabbet erken başlamış...

Öncelikle benim kafanın arama motoruyla başlayayım. -Bunu mu demek istedin? -Yok, tam öyle değil de... -Ama en çok aranan buna yakın bu var bak! -Yok yok başka türlü bir şey benim aradığım. -Nasıl yani? -Yani, ne o kitaba benzer ne şu filme. -Haa. E o zaman sen benzerini aramıyorsun? Ne uğraştırıyorsun adamı! -Yok uğraştırmak gibi değil de...

Şakacıklı anlatım bir yana demek istediğim biraz çağrışımlardan kaçınmaya çalışan bir zihnim var sanırım. Tabii bu benim veri bankasının kısıtlılığından da olabilir o başka :) Sadece deneyimlediğim şey her ne ise o şeyin özgüllüğünü (böyle bir sözcük geliverdi dilime eski zamanlardan:) kaybetmekten korkuyorum galiba. Mesela o yüzden bir filmi izleyeceksem konusunu bile çoğu zaman okumam ya da çok üstünkörü... İzlemeden önce İşe Yarar Bir Şey hakkında hiç bir şey bilmiyordum, isimler dışında. Yani, Bir Gün Tek Başına'yı okurken Başak da benimle olsun istememek bu, anlatabiliyor muyum? Ben biraz unutmayı da seviyorum o yüzden.

Ama gel gör ki senin gibi arama motoru olan zihinler özel bence. Bağlamına göre, farklılıklar ve benzeşimler üzerinden türlü yorumlara, bakışlara imkan tanıyan bir okuma. Değerlendirmenin gerçek anlamı bu olsa gerek; değer katmak, atamak. Mesele kaçmadı umarım... :)

Senin sinematekler çok iyimiş. Ben de geçende düşündüm bir ara Avrupa Sineması Günü olurdu her hafta gittiğimiz eski Ankapol Sineması'nda. Orayı da yıktılar şimdi, güzel bir balkonu vardı. Hey gidi. Ne acayip acayip filmler izlerdik hep unuttum bak! :[]

Neyse, neyse...

Çok yormadan, yorulmadan uzamacalar.

Son bir şey. Yağmur ile ilgili bir not düşmüştüm yıllar evvelinden. Onu arandım ve buldum(o kadar da vahim değil demek ki içerde durumlar, ahaha). Bazen de hayat geçer her şey kalır Bülent abi, demişim. Yazmasam olmazdı.

justine dedi ki...

Ancak oturabildim pc başına. Nasılsın FotoFilmci, sesin çoook iyi geliyor, aman böyle olalım kış kapıda. (yine bi başladım, duramıyorum. :))

Demek istediğimi iyi anlatamamışım, kusura bakma, aslında ben de çağrışım olsun diye uğraşmam, şu şuna mı benziyor acaba, şu karakter şunu mu andırıyor filan diye zorlamam beynimi ama oluyor işte. Bir yerlerden gelip buluyor benzer ruhlar birbirini benim kafamda.

Unutmayı sevmen ilginç geldi bana, hep yakınırız ya neden unutuyorum, nasıl unuturum diye, düşündüm biraz bunun üzerine. Kötü şeyleri unutmayı severim ben, unutmak isterim. Ama senin demek istediğini anlıyorum, çağrışım yapmaktan kaçınmak, karakterle yalnız kalmak için bir unutma istiyorsun sen. Güzel bu.

Haftaya gideceğim Desem'e, bakalım nasıl olacak? Benim ottan, hmmm bi de şeyden etkilenen (kibarlığım tuttu, yazamadım ;)) kalbim ne hissedecek orada? Yıllar yıllar öncesine gideceğim, anılar ne tuhaf değil mi? Çoğu zaman acı veriyor, güzel olsalar bile bende karşılığı bu. Bakalım.

Hayat geçer, her şey kalır böyle bir şey mi acaba? Bende kalmış, orası kesin.

şenay izne ayrildi dedi ki...

heyyy
kitaplar, filmler, müzikler, yemek tarifleri...burayı unutmayın yav.
bir de "işe yarar bir şey" bu yoklukta iyi gidiyor, lütfen izleyin.
sevgiler çok.

FotoFilmci dedi ki...

Soruyor muyduk ya ben nasılım diye? :)

Eskiden ben de çok rahatsız olurdum unutmaktan. Unutacaksam ne diye izleyeyim, okuyayım vs... Gel gör ki şimdi bana bu öleceksem neden yaşayayım demek gibi geliyor. Yaşadığım her şey istesem de istemesem de bende zaten türlü türlü izini bırakıyor. Unutsam bile, unuttuğumu sansam bile. Sadece iz olduğu halinden (burası da karışık aslında, olduğu hali zaten algımla şekillenmiş hali değil mi, belki algı-öncesi demeli) farklılışıyor ve daha önemlisi dönüşüyor. Mesele aslında tam da o dönüştürmedeymiş gibi geliyor bana. Yani kendime önerim, akademik bir referans sistemliliğince nesnel bir kurguda ilerlemektense daha öznel daha kaotik bir birikim.

Diğer taraftan insanın çoğu zaman kendi acısını, kötüsünü unutması gerekiyor devam edebilmek için, sana katılıyorum. Bir yerde, Ercan Kesal (kendisinden az biraz çok irite olsam da:) unutmak aslında ahlaki bir seçimdir de, diyordu. Evet sanki kendi dünyamızdan çıkıp bizi çevreleyen dünyaya düştüğümüzde(malum bu sınır da çok belirsiz aslında) ya da şöyle diyeyim, başkalarının acısını gördüğümüzde kendimize çektiğimiz muameleyi çekmek gitgide zorlaşıyor.

Bir örnek. Yeni bir arkadaş başladı bizim şirkette. Çocuk babası diplomat olunca ülke ülke gezerek yaşamış. Norveç ve Etiyopya gibi iki ucu görmüş. Sanki bütün dünya dertlerini sırtlanmış gibi bir hali var. İki cümlesinden biri hep o mutlak bitmeyen acıyla ilişkili. İşte bu da deminden beri bahsettiğim öznel ve nesnel dünyaların iç içe geçip kaynaşmasından doğan sonuç. Cep telefonu taşımaktan utanç duyuyor, günde 40 km bisikletle işe gidip geliyor vs...

Acıyla kendimizi kurduğumuz bir gerçek. Kemal Sunal'ın gülerek doğduğu bir film vardı duruma tersyüz bakan, hoşmuş şimdi düşününce. Sonrasında toplum histerikleştiriyordu o gülüşü tabii. Doğada ise çoğu yenidoğan devam edebilmek, bir an önce eksiklerinin giderilmesi adına kıyameti koparıyor. Bi yerde acımızı dindire dindire geliyoruz aslında belki. Ve biz onu unutmuş olsak da o kendini unutturmuyor...

Evet. Sanırım bana ayrılan sürenin sonuna geldim :)

Ottan olur boktan olur (kibarlık da neymiş:), yorumun olursa buralardayım...

justine dedi ki...

Polişka hafta sonu için İzmir'e geldi, şimdi duş alıyor ben de hızlı hızlı yazıyorum.;) Yarın onu yolcu edeyim geleceğim buraya. Hemen cevap yazamadığım için üzgünüm, kusura bakmayın. Görüşürüz.

justine dedi ki...

Heeey! ;) Seni burada görünce çok mutlu oldum Şenay, ben yazmasam da sesini duyur sen, mail, instagram ya da her ne yolla ise işte, senin sesini duyayım, mutlu oluyorum çünkü. Gideceğim filme, yarın uzuuuun 24 bitsin, gideceğim.

Sevgiler.

justine dedi ki...

Tekrar selam FotoFilmci, iyi olduğuna sevindim, bi biz bir de Ruhi ben soruyor işte "nasılım" diye, durum budur.;p

Bugün kendimi çok halsiz hissediyorum, sabah çooook erkenden Poliş'i havaalanına bıraktım, zaten gece uyumamıştık, dönünce de tekrar uyumak zor oldu. Oyalandım oyalandım, sonra dalmış iki saat kadar uyumuşum. Uykusuzluk, yorgunluk ve sorunlar, sorunlar, halsiz hissediyorum kendimi. Az önce banyo yaparken fark ettim, saçlarımı şampuanlarken yarıda bıraktım, öyle durdum sıcak suyun altında.

Yarın iş var, 24'çüyüm. Bu akşam yeni bir kitaba başlamak istiyorum. Bıçakçı'nın novellasından sonra kısa kısa yazılar, eleştiriler, vs vs dışında hiçbir şey okumadım. Güzel bir şey okumak istiyorum. Canım sıkılmasın istiyorum. Acıyla kendimi tekrar ve tekrar kurarken bir nefes almak, yoluma o nefesle devam etmek istiyorum. Ottan boktan şeylere kafa patlatmak istemiyorum özetle. ;) Son cümle iyice saçmaladığımın ve daha da saçmalayabileceğimin kanıtı, kaçıyorum onun için. Hoşça ve iyi kal, Ruhi Bey'e benzemesin sonumuz. ;p