Cumartesi, Haziran 11, 2011

madde madde Justine


 
(Asfalt Dünya/Beni Severmiş O)

"...
sevinci dışa vurun, sonra vuramazsınız
içinizde binbir kedi kalbinizi tırmalar
gülün deliler, gülün gülün gülün!
böyle şenlik bir daha bulamazsınız.
..."
h. Arkan/çocuk

1)Bugün çok yoruldum, üç-dört saat uykuylayım, görünüşte yaptığım hiçbir şey de yok, ve hâlâ cin gibiyim!
2)Masterchef finali varmış bugün, çay keyfi için oturduğumda hatırladım, kesik kesik bakmaya çalışıyorum, hiç heyecanlı değil ama iki çocuk da parayı kazansın istiyorum, yemişim masterchef ünvanını. Bence onlar da aynı şeyi düşünüyor.
3)Bütün gün sandaletle dolaştım, çooook yoruldum (evet tekrar, gerçekçi olsun biraz). Eee, neden topuklu ayakkabı giymeyeyim, hani seksi görüntü bakımından filan;p
4)Boğazım yanıyor yine, ve bu yüzden sabahın köründe -işe gitmek için hazırlanırken- fellik fellik andorex sprey aradım. Poliş'e sinir oldum spreyi banyodaki dolaptan alıp, ilaçların yanına koyduğu için. Yani, gelir gelmez neden böyle bir değişiklik yapar ki insan? Tebdil-i mekanda ferahlık vardır lafı, ilaçlar için de mi geçerli acaba?
5)Poliş'i çok seviyorum, kardeşim ne yaparsa yapsın, mutlaka mantıklı bir nedeni vardır;p Ho ho ho!
6)Bütün gün Filmler ve Giydikleri adlı fantastik sitedeki bir elbiseyi aradım. Hiç olmadı, ona benzer bir şey. Yok, bulamadım. Onun yerine gittim, sıradan ama şirin bir etek aldım. 
7)Bugün nöbetten çıkan arkadaşla, sabah sabah şöyle bir konuşma geçti aramızda; 
 ben (tv'deki seçim konuşmalarına bakarak): a, neden konuşuyor hâlâ bunlar, seçim yasağı başlamadı mı? 
 arkadaş (uykulu): bu yıl yok sanırım öyle bir şey, hızlarını alamadılar baksana.
Sonuç; midem bulanıyor aday suratı görmekten. Seçimin sağlıklı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Diktatör olsam ilk önce seçimleri yasaklardım;p
8)Yukarıya bir kısmını yazdığım şiiri aslında sevmedim. Öylesine yazdım itiraf ediyorum. Ama Hüsnü'yü severim, bence sağlam bir adam. Sesi de çok güzel üstelik. 
9)Dağlarca'yı seviyorum, doğru düzgün bilmesem ve çok sevmesem de şiirlerini, böyle bu. Nereden aklıma geldi peki; yazdığım şiirin buraya almadığım bölümünde onun adı geçiyor ve çocuk denildiğinde hep o aklıma geliyor.
10)Ben Dağlarca'yı sevdiğimi daha önce kesin söylemişimdir. Bunadım!
11)Dün arabayı küçük ve aptal bir bakkal dükkanının önüne koymuştuk, başka boş yer yoktu. Neden aptal bir dükkan, çünkü daha önce sahibiyle saçma sapan bir konuşma yapmıştım; buraya koymasanız arabayı, neden, apartmanda oturmuyorsunuz ondan, hah ha, herkes oturduğu yere mi park ediyor, fantastikmiş, ama ben bakkalım burada, ee, ne yapayım, biz kapatacağız zaten burayı, sokağı mı, iyi kapatın, koymayayım o zaman, vs. vs. vs. 
Sabah erkenden kalkıp adamın yüz yıldır açmadığı, zaten içinde mal filan da olmayan dükkanın yanından alacaktım arabayı, bu basit olay rüyamı bile etkiledi. Rüyamda bakkalla yüz bin çeşit konuşma yaptım. Yetmedi, hastaneden bir arkadaşı aradım, biz burada tartışıyoruz, kartımı basar mısın canım, dedim. Hah ha, valla anormalim ben! Gerçekte olan şey ise şu; kalktım, adam kim bilir kaçıncı uykusundaydı, arabayı çalıştırdım ve gittim. Böyle;)

Bitti. Madde dediysek, o da bir yere kadar dostlar.

8 yorum:

endiseliperi dedi ki...

madde madde güldüm. yazacaktım nerelerde güldüğümü, ama hemen çıkmamız gerek arçil'le. dershane toplantısı var. sonra atze ile buluşacağız. akşama konuşuruz artık.

öpüyorum çok.

Adsız dedi ki...

aa asfalt dünya şarkısı koymuşsun! bir arkadaşın abisinin grubu. benden başka bileni, dinleyeni yok sanıyordum :P arkadaşım sayesinde bi sürü konserine gittim. tümüyle piyasa dışı işler yapıyolardı, şarkı sözleri, klipleri vs. hoşuma gitti burda görünce.

bakkalla saçma sapan konuşmanızı okuyunca, geçen gün de bizim mahallede gürültü yüzünden bir kavga koptu. gecenin bir yarısı olmuş, terasta bi grup bed sesleriyle şarkı söylüyorlardı. biraz sabrettim susarlar belki diye ama yok, iyice azıttılar. sonunda susun diye bağırmak için balkona çıktım. önce sağımdaki apartmandan bir adam bağırmaya başladı! onun da canına tak etmiş, ben de katıldım ona, baktık sol taraftan daha genç bir adam sesi, susun diyor! neyse duydu bunlar, böyle bi susar gibi oldular. birden aralarından genç bir kadın, "saat kaç ya, şarkı söylemek hakkımız, eğleniyoruz şurda, dinliyceksiniz!" demesin mi? saat gece bir bu arada. ben iyice sinirlendim, ne demek dinliyceksiniz, manyak mısın sen diye bağırdım ve polisi arıyorum dedim. aradık da, ama pek faydası olmadı. neyse uzatmayayım, insanlarda son zamanlarda, "herşeye hakkım var, hata bende olamaz, herkes bana karşı" tavrına sık rastlar oldum. trende laptopundan müzik yayını yapan çocuğa, kulaklıkla dinleseniz dediğimde, başka vagona gidin dedi ya! inanamıyorum bu tavra.

ay neyse, dolmuşum iyice :) zaten sana gelince çenem düşüyor benim.

öpüyorum seni.

endiseliperi dedi ki...

ee, sabah yorum bırakmıştım; gitmemiş mi? ya da sen bilgisayara ulaşamıyorsun. şimdi dışardan geldim. acayip yorgunum. sabah okuyup çok gülmüştüm, ama tekrar okumam lazım:) dur, ben bir kendime geleyim.

öpüyorum çok.

justine dedi ki...

Periciğim şimdi de gül canım, hep komik benim hayatım, sabah, akşam, 7/24;) Ah ağlanacak hayatıma gülüyorsun aslında, ahhh! Deeeermişimmm;p

Şimdi Lilişka kucağımda, tuhaf bir çizgi film izliyoruz, Poliş ve sevgilisi de burada. Yemek yiyeceğiz canım birazdan. Sonra fırsat bulursam, tekrar yazarım.

Neocuğum, sana uzuuun uzuuun yazacağım daha sonra, şimdilik ikinize de sarıldım.

justine dedi ki...

Tek el ve -haliyle- tek parmakla yazdım yukarıdaki yorumu, kıymet bilin kızlar;p Liliş kucağımdan inmiyor!

endiseliperi dedi ki...

ooo... ortam hızla değişmiş. lilişka ne zaman geldi!? hiç haberimiz yok, aşkolsun. ona sarılırım ben. kuş gibi hafif, öyle sarışın olunca sanki uçucu, kucağımdan indirmem onu ben. (ah şu hormonları mantıkla uyumlu hale getirecek ilaç filan üretemiyorlar mı? bunca sıkıntısını gördükten sonra bile insan nasıl böyle lilişka gibi bir çocuğun ağırlığını, kokusunu düşünüp kendinden geçebilir.) vee, polişka'nın sevgilisi ne zaman aileye katıldı? neler oluyor! her şey kontrolümden çıkmış. cık cık cık.
:p
dizi izliyoruz. hava serince, bitki çayı d ayaptım. keyfim çok yerinde.
öpüyorum. sevgiler, selamlar.

justine dedi ki...

Neocuğum,
Asfalt Dünya'yı esasen pek tanımıyorum, ama buraya koyduğum şarkıyı çok severim, hatta "en çok beni, severmiş o/beni aramış gözleri giderken!" kısmını bağıra bağıra söylerim, yalnızken tabii;p Tamam, sesim ve kulağım kötü olabilir, kabul ediyorum ama iyi müziğin kokusunu çoooook öteden alırım;)) Hah ha, safi hava!

İnsanlarla birlikte yaşamaktan zorlanıyorum ben Neo, gerçekten öyle. Bak mesela bugün yolda delirdim yine. Ses çıkarmadım tabii, öyle duruyorum ben, kavga filan edemiyorum. O kadar saçma bir durumdu ki; uçak silme çocuk dolu, ve hepsi bağırıyor, hepsi! Zaten çocuk hastanesinde çalışıyorum ben, orada bu kadar gürültü yoktu valla. Ki onlar ne kadar gürültü yapsalar haklılar, hasta çocuklar bu kadar basit. Ama bunlar sadece şımarıklıktan bağırıyorlardı. Hiçbirinin ailesi uyarmıyordu ayrıca. Öyle saçma bir durum. Ben düşünemiyorum Lily öyle bağıracak, şımaracak ve ben (biz) kılımı kıpırdatmayacağım, imkansız bu. Arkamdan devamlı koltuğum tekmeleniyor, yine birinin çocuğu. Dönüp baktım, kadın sırıtarak "çocuk", dedi. Büyük bir temaşa, nümayiş ve kargaşayla yolculuğu bitirdik. Poliş, "boş ver iki dakikalık yol", diye rahatlatmasa ve adam asmaca oynamasak çıldıracaktım;)

Anlattığın olayı iyi bilirim. Susmaz onlar ve hakları olduğunu düşünürler ayrıca. Şarkı, türkü, eğlence hep onların hakkı. Lily bebekken bizimkiler bir apart kiralamıştı, ben de onlara sadece beş günlüğüne katılmıştım. İnanmazsın, neredeyse kovulacaktık, onların her gece yüksek sesle İbrahim Tatlıses'li mangal alemlerine katılmadığımız ve -kibarca- bebek uyuyor, biraz müziğin sesini kısar mısınız, dediğimiz için. Yerin sahibi ve sevgilisi havuzda etrafa sular sıçratarak oyun oynuyor (havuzda topla oyun oynamak nedir allasen? nedir yani, havuzda yüzülür benim bildiğim, neyse), kenarda kitap okuyamıyorsun çünkü deli gibi su geliyor etrafa, gece üçlere dörtlere kadar kahkahalı mangal partileri yapılıyor. Of ya, ne saçmaydı, ben kaçıp kurtulmuştum valla.
Uzatıyorum ama, bakkal olayı da -güldüğüme bakma-, garipti aslında. Adamın evinin önüne park etmiyorum, bakkalının önüne, yanına da park etmiyorum, yanının yanındaki boş yere koyuyorum yahu! Cebime koyup eve götüremem ki arabayı. Başka biri olsa, bir erkek belki, uyarmayacak bile. Kadınım ya, korkmuyor. Kibar cevap vermesem ne olacak ki, kavga gürültü yapamam ben ve çizerler arabayı geçerler işte. Bu kadar basit. Diyorum ki, şimdi nöbete gidiyorum, oyalanamam ama sizin dükkanınızı engellemiyorum ben. Cevap trajikomik; inanın kapının önüne koyanlar bile var. Eee, onları uyarın o zaman, ben ne yaptım ki size, diyorum. Yan çiziyor, benim arabada alet var, buraya koymak zorundayım da. Of ya, bela işte.
Sonsuza kadar konuşabilirim bu konuda, gerçekten!
Neyse, sakinleş Jus!;p

Laptop'ın sesi meselesi var bir de değil mi? O konuda roman yazarım ben;) Yanımdaki, mp3 player'ın sesini duyar mı acaba diye gece yolculuklarında müzik dinlemem. Endişelenirim. Tamam tamam, keseceğim. Sıkıldım ben sonuçta. Ne olacak onu da bilmiyorum.

Can sıkıcı meseleler bunlar.

Zengin kalkışı yapayım o zaman, çok öptüm Neo, sevgiler sana.

justine dedi ki...

Canım Peri, ben senin şehrine geldim bu akşam. Arada kaynadı, unuttum söylemeyi sanırım. Ani(?) karar verdim. İlk defa bu sefer oy kullanmayacağım, düşündüm düşündüm ve böyle oldu. Şu ana kadar bir kere bile pas geçmedim ama hep pas geçildim tabii. Sanırım benim oyum gerekli değil bu ülkeye, bıraktım ben de;)
Poliş'in sevgilisi karşıladı bizi, şimdi Serap'lardayız. Sonra ben ne yaparım bilinmez. Ama ada, -ölmez kalırsam-, kesin tabii;)

Liliş tüy gibi gerçekten, sarı uçuşan bir şey. Ya, uzatmak istemiyorum ama, sarı sende de aynı hissi, duyguyu yaratıyor sanırım. Hani, güneşli, silik, hafif bir şeyler hissi. Ben çok eskiden, orta okuldaydım, Akşam Güneşi'ni okumuştum ananemin köyünde. Reşat Nuri'nin en sevdiğim romanıdır o. Orada Jülide'nin annesi sarı saçlı ve hasta bir kadındı. Yazar, güneşe baktığını, hamak gibi bir yerde (umarım uydurmuyorumdur, aklımda öyle kalmış kusura bakma canım), herkesten uzak, uzanarak yattığını çok güzel anlatıyordu. Uçuşan bir şeydi sarışınlık. (bugün check-in sırasında önümdeki sarışın gibi değil ama, sakın!;p onu bir ara anlatacağım sana) Çok masalsı, çok sakin, çok hoş bir şeydi.

Lilişka hasta canım, çok üzülüyorum. Ben buradayken böyle olması üstelik. Zaten hasta çocuk görmek üzüyor beni, bir de en yakınındaki bebek hastalanınca feci oluyor. Deyvo Almanya'daydı bir süredir, geldiğinde hastaymış, şimdi de Liliş'e geçmiş. Biz gelince öyle sevindi ki, ne yapacağını şaşırdı. Poliş'i de çok özlemiş, gülüp duruyordu, canım. Garip bir bebek Lily, nazlanmaz hiç, hasta olduğunu söylemez, devamlı ağlamaz, sadece geceleri kusar, öksürür vs. vs. Şimdi de aynı şey oluyor, devamlı odasına gidiyoruz, öksürerek uyanıyor çünkü, “neden hasta oldum ben, ne zaman geçecek acaba”, diyor. Biraz kustu yine, sonra öksürük şurubu verdik zorla, ağlıyordu boğazının acısından ben hastanede gördüğüm fareyi süsleyerek anlattım, gözleri kapalı, gülüyordu;)

Neyse, böyle durumlar işte. Yine çenem düştü benim. Çok öpüyorum canım. Sarılıyorum ayrıca.