Perşembe, Temmuz 07, 2011

fantastik, bumbastik, komik bir dünya

(Lily ve ben, bir yıl önce İstanbul'da.)


Evi temizledim. Aslında bunu söyleyip, yazıyı bitirsem ne iyi olur. Yaptığım en anlamlı iş oydu çünkü, gerisi faso fiso. Dün nöbet yorgunuydum, evde oturmayı isterdim ama alınacak şeyler vardı, markete gittik. Eve dönünce erken yatayım dedim, olmadı. Saat beşi çoktan geçmişti. Balkonda durdum biraz, ezan okundu, rüzgar esti, geçti (dalga geçiyorum, bakmayın bana, biraz serindi sadece), sabah oldu. Hah işte şimdi yatabilirim dedim, uykum gelmedi bu sefer. Ya işte, hay aksi şeytan durumları. Sabah satılık ev ilanı için aradı biri, onun telefonuyla uyandım. Oysa yarım saat daha uyumalıydım, kurmuştum cep telefonunu. Neyse, sağlık olsun, uyuruz bir ara. 
Ev temizdi ama üç günde toz filan olmuş, silip süpürüp öyle oturayım dedim. Güya bir dakikada yapacaktım temizliği, C.'ye de öyle demiştim. Tabii yaparsın sen bir dakikada, neredeyse üç saate yakın sürdü. Süpürme, toz alma, silme, bu da güreş kategorisi gibi oldu; çırpma, silkme, künde! Hah ha hiç gülesim yoktu valla, hey allahım kendi kendimin maskarasıyım. Keyfim yoktu oysa, allahallah. Neyse. Ne diyordum, işte temizlik bitti, duş aldım, koşa koşa (neredeyse) kahve yaptım. Türk kahvesi tabii. Yanında çikolata, albeni tane tane. Güzel oldu. Aklımdayken söyleyeyim, biscolata diye bir şey gördüm kahve aldığım yerde, kutusu çok zarifti, aldım tabii. Kaçar mı? Kahveyle çok iyi oluyor o da, şık bir görüntü ve güzel bir tat. 
Sonra, kahve keyfi yapayım dedim, netin başına oturdum bir şeyler karalayacaktım, ama önce yazılanları okurum ben. Daha eğlenceli ve tembel işi. Kimse bir şey yazmamış, bana gelen bir mektupta yazdığı gibi (çok gülmüştüm o lafa, benim sezon finali yaptığımı sanmış mektubun sahibi;)) sezon finali yapmış millet. Passive'i gördüm son anda, keyfim yerine geldi. Okudum, yorum yazdım. Benim keyifler hâlâ iyi. Sonra Serap aradı, ablam. Lily'den bahsetti. Biraz canı sıkılmış. Lilişka havuz kenarında bir kıza onu çok sevdiğini söylemiş sanırım, benim anladığım bu, en azından. Kız biraz büyükmüş Lilişka'dan ama çocuk sonuçta. İşte, bahsedilen çocuk Lily'ye seni sevmiyorum filan demiş, bizimkisi onun peşinde, bu yüz vermiyor vs. vs. Liliş ağlamaya başlamış sonra, havuzun kenarında çığlık çığlığa anne beni sevmiyor, niye  sevmiyor, bir şeyler bir şeyler. Serap da evde ağlamış biraz. Saçmalama dedim, çocukken yaşanır böyle şeyler, biz de yaşadık, Lily ağlasın, üzülsün ama sen annesisin, takma, gül geç dedim amaaaaa, işte orada bir ama var. Benim de içim bir tuhaf oldu. Lily bizim canımız diye değil bu, böyle aptal bir olay yüzünden ağlıyor, o güzelim kalbi acıyor diye üzülüyorum. Çok güzeldir Liliş'in kalbi, ve onun için belki, sadece orada ufak bir sorun var. Neyse, bazı çocuklar biraz huysuz. Burada da -İzmir'de- bir arkadaşı vardı, kız safi nefret. Kimseyi sevmiyor, ben tek başına oynarım diye bağırıyor, bizim kızlar (lily ve başka bir kız) bununla oynamak istedikçe bu kaçıyor, bağırıyor filan. Bir şey yapamıyorsun tabii. Lily de anlamıyor. Böyle saçma durumlar. Geçer elbette. Geçer de, umarım iz bırakmadan geçer.

Elimde Sıkı Kontrol Edilen Trenler kitabı var. Çek yazar Bohumil Hrabal'ın. Çok eğlenceli. Zaten bu Çekler kafa adamlar, Aslan Asker Şvayk da çok çok komikti. Bir ara hep böyle kitaplar okusam, komik, keskin bir mizahla yazılmış, eğlenceli romanlar. Ne hoş olur. Sırada da Mösyö var, o nasıl acaba? 

Kahve keyfinden sonra bir bira açayım demiştim, yemekten önce hem iştah açar hem de güzel olur diye. Birayı açtım, bardağı dolaptan alıyordum, elimde kırıldı. Valla, öyle oldu. Dirseğime çarptı herhalde. Ne olduğunu anlamadım. sinir bozucu bir durum, tekrar süpürgeyi çıkar, süpür, cam kırığı kalmasın diye uğraş. Saçmalık. Dirseğim de kanadı biraz. Nazar diyelim;p Öyle diyelim de tam dini, mistik, fantastik bir blog olsun burası;p Amaaaan olsun ya, ben zaten fantastik, bumbastik bir kızım burası öyle olmuş çok mu? 

Şimdi biftek kızartacağım. Dün gece üç gibi marine ettiğim biftekler, buzdolabında sinir filan kalmamış bir hâlde beni bekliyorlar. Marine işlemi ne güzel, kendimize de uygulasak keşke. Dün bir ara acaba düdüklüde haşlayıp, öyle mi kızartsam dedim ama, o zaman da çok yumuşuyor sevmiyorum. Yarım saat yemek sitelerine baktım karar vermek için. Toti Hanım ve Endişeliperi'nin konuşmalarına kulak kabarttım, hah tamam böyle yapayım dedim ama unuttum kalkana kadar. Olsun, bir zaman da öyle yaparım. Şimdi böyle olsun. Bu arada, Toti Hanım'ın bloğu çok güzel, zarif ve hoş. Neo sayesinde öğrendim varlığını, hep bakarım artık. Böyle blogları çok beğeniyorum, oku oku hiç sıkılmıyor insan. Dışarıda ne var ki zaten kaçırdığın? Kargaşa, gürültü, kabalık. Evimde oturup keyifle blogları dolaşmak her şeyden milyon kere daha iyi.

İyi, tamam. Gittim ben.

16 yorum:

Tolga dedi ki...

bir haftadır devamlı tavuk yemekten
bana da gına geldi.neyse ki bol
sızma yağlı mevsim salatası yiyorum:)

siz yay burcu musunuz?

sevgiyle.
tolga

endiseliperi dedi ki...

arçil yanımda olmadan made in dagenham adında bir film indirmeye çalışıyorum. umarım beceririm:) bir de daha fazla uyku bastırmadan izleyebilirsem, şahane olacak.

öpüyorum çok.

pelinpembesi dedi ki...

ama küstüm valla , herkesten bahsetmişsin beni unuttun işte :(((( dolu somurtuk yüz sana !!

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Yazıyı bir çırpıda okudum. Hem de oldukça güldüm. Koridorlar bile çınladı :) Özellikle bardağı kırdığın bölüm.
Ben hayatımı sakar bir insan olarak geçirdim. Hem de öyle böyle değil. Şöyle bir örnek vereyim daha net anlaşılır; Bir gün yakın bir dostumla yemek hazırlıyoruz. Ben soğan doğruyorum elimde bıçak. O da yanımda rondoyu kullanıyor. Bir ara büyük bir hata yapıp rondonun bir aparatının nasıl çalışacağını sordu. Bende elimdeki bıçakla şuraya basacaksın diye uzanarak arkadaşımın eline sapladım bıçağı kaza ile. İşte bu ve benzeri örneklerle dolu bir hayatım olduğundan bardak kırma anı gözümde aynen canlandı. Komik bir sahne. Ama kolun için üzüldüm. Umarım çok kötü değildir.
Biftek içinse benim mükemmel bir tarifim var bir ara yazarım.
Çocuklarda ki duygulanımlar hep cezbetmiştir beni. Oldukça saf ve katıksızdır. Sevgileri de öfkeleri de, paylaşımları da bencillikleri de... Lily'nin pürü saf sevgisinin pürü saf bir bencillikle karşılaşması çok da kötü olmasa gerek. İlk aşamada üzülecektir ama sonuç itibari ile kendini dengeleyecektir. Öğretmenlik yaptığım zamanlarda köyde böyle bir çocuk vardı. Nefret, bencillik, kıskançlık duygularından azade bir şey. Her gün ağlardı. Yüreğini kime açsa bir darbe alırdı çünkü fakat bir kaç ay sonra kendini o kadar güzel dengeledi ki... Aynı güzellikte bir kalp ama o denli çaresiz ve savunmasız değil.
Eminim iyi olacaktır.
İyi geceler...
Ps: Yeşil mandalina kabuğu rendeleyip bekletmek bifteğe çok ayrı bir tat katacaktır.

Adsız dedi ki...

Merhaba :)

Liliş'in başına gelenler, onun ağlaması, annesinin ağlaması, senin canının sıkılması.. Hem etkiledi beni hem de çok tanıdık geldi. Çoğu zaman biri bize bir şey, herhangi bir şey yaptığında bunu çok mesele etmeyiz de sevdiklerimiz birinin elinden bir şekilde bir sıkıntı, üzüntü yaşadı mı sanki daha çok dert ederiz bunu, daha çok üzülürüz. Bir de üzerine onları üzen kişiden de hiç hoşlanmamaya başlarız, sonradan ikisinin arası düzelse bile. Lili daha ne kadar küçük, ne kadar sevimli, ne güzel kalpli. Ne kadar çok şey yaşayacak ve karşısına kimler neler çıkacak.. Dediğin gibi, umarım ki karşısına çıkanlar bu tür olaylardan yaralanmadan, güzel deneyimler kazanarak faydalanır.

Çok geçmiş olsun bu arada Justine, elin, dirseğin nasıl oldu? Anlatmandan çok ciddi bir şey değilmiş gibi geliyor ama, öte yandan da elinde kırılması ne demek? Ne acayip ne beklenmedik bir şey. Elin iyi mi? Tekrar çok geçmiş olsun, bununla kalsın gelecek kaza bela (anane sözü).

Sevgilerimle. :)

justine dedi ki...

The Killing'i seyrettim. İki bölüm. Sonra siz yokken yazmak saçma geldi. Sanki hepiniz uyumuşsunuz da yine nöbetçi ben kalmışım. Sessiz kalmayı da sevmiyorum, duymamış gibi. Neyse, yarın laflayalım, şimdi balkon tam oturmalık.

metin dedi ki...

Demek ki lilişka yı bir tek üzen ben değilmişim.:-)

metin dedi ki...

the killing sezon premierin için de tebrikler

justine dedi ki...

Tolga, asıl sen ne ayaksın?;) Hah ha, CIA gibisin valla, onlar da öyledir, burçtan başlarlar sonra ülkeyi ele geçiriverirler, anlayamazsın.
Şaka bir yana "elbette" yay'ım. Dikkat ettiysen burada "elbette" tırnak içinde, neden bil bakalım?;p

Sevgiler, selamlar, mutluluklar vs. vs.

justine dedi ki...

Periciğim, yalnız mıydın sen dün gece? Kötü olmuş bu, yalnızlık yazıları filan (oraya da uğrayacağım şimdi), etkilemiş Arçil'in yokluğu seni;p Yalnızlık en çok film indirdiğinde koyar adama, diyeyim de tam olsun;p

Öpüldün, çok.

justine dedi ki...

Buketciğim, allahından bul diyorum sana, bir sitemdir, bir küsmedir gidiyor, ne oluyor yahu?;) Hem sen ne burcusun şekerim?;p Hah ha, öptüm seni ve tatlı kızını.
Çok sevgiler.

justine dedi ki...

Sevgili Vuslat, (yumuşak başladım, sert devam edeceğim;p) demek sen bana gülersin ha? Hem de sakarlık yapıp kendime zarar vermeme! Yuh, diyorum sana, hastasın ama maşallah keyfin yerinde;p

Şaka yapıyorum tabii, nasılsın şimdi? Keyfin yerine gelmiş, ne güzel. Bifteğim çok kötü oldu Vuslat. Hatta diyebilirim ki, şu zamana kadar yaptığım en kötü biftekti. Yemedik annemle, pilav yapmıştık yanında şükür, onu yedik. Bir de tereyağında mantar sotelemiştim, karabiber ve az pul biber ile. O çok güzel olmuştu işte, onu yedik. Bir de çoban salata. (Bitmiyor menü;p) Doyduk sonuçta, ama biftek beterdi. O da neden biliyor musun? Hemen kısacık anlatayım. Migros'ta çocuk alırken beni uyarmıştı o haşlamalık diye. Üzerinde biftek yazıyor ama demiştim, sonra da bir tarif vermişti bana ve laflamaya dalmıştık, öyle kalmıştı biftek alışveriş sepetimde. Dediği doğruymuş, kızartma olmadı. Amaaaan olmasın ya, pilav da gayet iyiydi.

Çok sevgiler sana, kendine iyi bak. (film repliği ama güzel;))

justine dedi ki...

Passive, canım merhaba;)

Güzel dileklerin için teşekkürler, umarım iyi olur her şey.

Gerçekten tuhaf bir kazaydı, dün başıma gelen. Bir elimde bira şişesi, diğer elimle dolabı açıyorum. Bardağı elime aldım, ve hooop bardak kırıldı! Dirseğime çarptı sanırım, çünkü dirseğim kanadı biraz. Kırılma anı çok komikti, camlar yüzüm de dahil her yere dağıldı. Ne olduğunu bile anlamadım. Pardon ya, komik değil, trajikmiş aslında durum;p Neyse, kötü bir şey olmadı. Anane lafı ne doğru, bununla kalsın başımıza gelecek tüm kötü şeyler;)

Sarıldım.

justine dedi ki...

Metin, bunlar iyi de ben en çok telefon mesajına güldüm. Öyle bir site açacağım kesin, muhteşem bir fikir verdin; dedikleriminkaciniyaptim.com ;p

Lilişka o gün yediği iğneyi unutamıyor, onu sen götürmeyecektin, büyük hata;)

Çok sevgiler.

çello çalan kedi dedi ki...

Dün sabah kahvaltıda Oğuz'a sizi anlatıyorum. Peri, sen ve Atze. Üçünüzden bahsediyorum. Oğuz blog dünyasını benden biliyor. Ben ona öyle hikaye anlatır gibi anlatıyorum sizleri. O, uzun zamandır görüşmediği arkadaşları ile ilgili haberleri benim üzerimden alır gibi oluyor. Ben bahsetmesem, "Atze ne yapıyor haber alamıyoruz" diyecek. Atze dediğimde ona da aynı şey olmuş "Dağların kızı Aze" dedi. Öyledir dedim. Atze dediğimde nasıl o şarkı çağırışım yapıyorsa, sende de hep "Hey jus" diyesim geliyor, e bunu dediğimde de dilime "hey jude" şarkısı gelip yapışıyor.

Konulardan çok bağımsız oldu bu anlattıklarım. Seni okumayı seviyorum diyecektim aslında. Öyle.
Sevgiler.

justine dedi ki...

Bilirim o durumu, hikâye anlatır gibi konuşma hâllerini.
Bu arada, ben de bazen Jus derim, birkaç yazıda o kısaltmayla seslenmişimdir kendime. Aynı kafadanız özetle;) (A, çok oldu "Hey Jude" şarkısını dinlemeyeli, dur çalayım şimdi.)

Geç buldum seni, olsun geç olsun güç olmasın demişler, ben de zevkle okuyorum yazdıklarını.

Sevgiler, selamlar, Pirinç'e de tabii;)