Pazartesi, Temmuz 04, 2011

kafamın içinde bir şey, bir hikâye...

 (Olaylara başkasının gözüyle bakmak böyle bir şey olsa gerek. Fotoğraf Pixdaus sitesinden, comic book guy kullanıcısına ait.)


Kara Kitap bittiğinden beri, aklımda hikâye anlatmak var, nasıl istiyor canım hikâye anlatmak nasıl istiyor, bilemezsiniz. Bir hikâye anlatsam, yaşadığımı hissetsem, filan falan;p

Bir arkadaşla yazıştık geçenlerde, iyilik, sağlık, tanrı, varlık, yokluk üzerine lafladık. Yazıyla elbette. Bir hikâye olsaydı bu, nasıl anlatırdım acaba? Hmmm, koyardım iki mektubu alt alta başka da bir şey yapmazdım. Onun için Orhan Pamuk nobel ödüllü, ünlü bir yazar ve onun içindir ki zavallı Justine yarın yine nöbet tutacak!

Hızla mektuplara geliyorum. Aşağıya buyurun efendim;

O: ... Bu arada sana bir şey sormak istiyorum. Sen ruh konusunda benden farklı baktığın için sormak istiyorum. Red Thin Line filminde hatırlarsın bir monolog geçer: “Belki de tüm insanlık büyük bir ruhun parçasıdır. Herkes aynı ruhtur.” Buna benzer bir şeydi aklımda kalan. Gerçekten buna ihtiyacımız var mı? Bütün evrenin aynı ve tek olduğuna hep inandım. Evren sonsuz bir dönüşüm ve başkalaşım dinamiğidir. Ama ona bir ruh biçmek, belirli bir aşkınlık eklemek. Daha sonra doğal bir sonuç olarak ona kendi aklımızın sınırlarından daha öte olmayan bizzat bir yaratıcı, hükmedici uyarlamak. Kurallar dayattırıp abuk bir cennet tasviri ile ağız sulandırıp, yaklaşma cıs olur mantığından pek de azade olmayan bir cehennem ile de göz korkutmak… Gerçekten tüm bunlara ihtiyaç var mı? Arkeoloji okumuştun sen. Sen de biliyorsun ki tüm mitolojik-dinsel yaratımlar insanın sosyolojik evriminin belirli bir evresine denk düşer. Hiçte aşkın değildir. Egemenlik kavramı ile doğrudan ilintilidir.
Bu tarafını tartışmıyorum. Tartıştığım bizleriz. Yani bu egemenlik süreçlerinin dışarısında, kendi gerçekliklerini kavramış insanlardan. Gerçekten bizim bir ruha, yaratıcıya, cennete ve cehenneme ihtiyacımız var mı kendimiz olabilmek adına. Gerçekten bu hallerimizle dünyayı anlamak yetmiyor mu onu yaşamaya, sevmeye yahut korkunç nefret etmeye. Senin yazını okudum. Çok teşekkür ederim her şeyden önce. .................., neyse bu bölümü hızlı geçiyorum. İnceliğine minnettarım ve bunu tartışmıyorum ama “dua” gerçekten buna ihtiyacımız var mı? Kim bizlerden daha üstün ve aşkın olmayı hak ediyor. Diyelim ki var. Diyelim ki gerçek. Gerçekten ondan bir şey istememizi, en mahrem yanlarımızı ona açmamızı hak ediyor mu? Onun yarattığı bu cennetin ve cehennemin taşıyıcıları bizken, biz ağlıyor, biz gülüyor ve dövüşüyorken. B,z aşık oluyor, biz öpüyor ve biz kaybediyorken, yani nefesi çekende alanda bizken o tüm bunların neresinde de bizler ona sığınıyoruz? O senden daha mı güçlü sanıyorsun? Sanmıyorum.
 .........................
Benim söylediğim şey bizzat senin için. Kendine ait koca bir gerçekliğin alanını daraltmandan duyduğum korkuyla ilgili.Haddimi aşmak istemem. Sadece zihninin bir yerlerinde en azından bunu da sorgulamanı isterim hepsi bu. İnan tanrı ya da tanrıların hiç biri senden daha merhametli değiller. Bırak onlar senin merhametine el açsınlar.Sonsuz teşekkür, ve sevgilerimle…

-------------------------
Ben:  Ah canım;) (canım kısmına isim geliyor tabii;p)

"Zatıma mirat edindim zatını" lafını bilmez misin Çelebi'nin, hadi onu geçelim, "Bir yerde olup ikisi câlis/Ayineye girdi aks-ü âkis" sözlerini Galip'in. Kara Kitap'ın baş kahramanı Galip değil, Şeyh Galip'in. Hoş, ne fark eder değil mi? Galip Galip'in içinde eridiyse, o "o" olduysa artık. Ben tanrıysam canım, senin için ettiğim dualar benim gücümse, benden sana geliyorsa. Aracı bu kadar önemli mi? İsim, varlığın "tekil" hâli, bu kadar şart mı ki şerh koyuyorsun anlama? 

Biliyorum, biliyorum ..., Arkeoloji'yi siktir et şimdi, hiçbir varlık tek başına aşkın değildir. Ne dualarımızı gönderdiğimiz, adına tanrı dediğimiz varlık mutlaktır, ne de duayı eden insan. Mutlak olan ikisinin arasındaki ilişkidir. Biri birini var eder, aynada görüntü çoğalır.

Benim dua'm sanaydı, aracıyı boş ver, duayı ederken, dilerken içimden geçirdiğim şey, iyi olmandı. Ötesi, önemli mi sence? Yeterince büyümedik mi, tanrı, varlık ve yokluk tartışmalarını gençliğin heyecanlı düzleminde yapmak için? 

Merhametimi, sınırlarını, kendimi ve ötesini hiç bilmiyorum ..., çok bildiğim gibi. Çok şey biliyorum, hiçbir şey bilmiyorum. Benim tanrıyla kendimi kısıtladığımı sanarken sen, sakın bugüne kadar öğrenmiş olduğun mantık ve doğrularla kendini sınırlama. Benim gerçekliğim sonsuzdur, sen de öyle ol.
 ............

filan falan. İki yazıya da ne dil bilgisi ne de anlam olarak dokundum. Sadece özel meseleler ile ilgili cümleleri kestim, bir de isimleri, o kadar. Bunları paylaşmak istedim. Çünkü bence milyon yıldır insanlar bu konu üzerinde konuşuyorlar. Bir de burada dursun öyleyse. Şimdi hızla konuyu değiştirelim. 

Ev çok sıcak, klimayı açmıyorum, o zaman da çok soğuk oluyor. Kışlık giyinmek lazım öyle bir soğukta oturmak için. Terliyorum, terledikçe ufalıyorum sanki, bira açtım, anında ısındı, yazık bana. Biranın altına koyacak bir şey bulamamıştım Beckett'ın Eşlik kitabını koydum, sanki Samuelciğim gülümsedi bir an, ya da ben deliriyorum;p Geyiği geçersem, ben Eşlik kitabını geçen İstanbul'a gittiğimde sahaftan alıp gece İzmir'e dönmeye hazırlanırken koltukta bir bira "eşliğinde" hızla okumuştum. Kısacık bir şey zaten. Fakat, çok tuhaf. Beckett'ın en tuhaf kitabı belki. Onun hakkında yazacağım yakında, unutmasam döndüğüm gibi yazacaktım ama kalmış öyle. Neyse, aklınızda olsun, okumadıysanız okuyun bana kalırsa. Sağlam kafa yapıyor.

Aşağıya koyduğum foto header fotoğrafında görünmeyen alt taraf için. Peri ayağıma ne giydiğimi merak etmişti, gizli saklı bir şey kalmasın dedim;p Aslında spor ayakkabı vardı ama içine giydiğim soket çorapların mavi olduğu, azıcık da olsa göründüğü için, o kadar da uyum olmaz olsun, olmasın, diye düşündüm ve o gün aldığım sandaletlerle çektirdiğim fotoyu koydum. Her şey dünyanın uyumu için, düzen ve sağlık kadar güzel şey yoktur dostlar, tavsiyem sandalet giyin. (hah ha, sandalet giydiğim gibi Romalı oluyorum, nedir problem acaba?)



p.s.: A, en önemli şeyi unutmuşum. Mektup, sahibinin izniyle buraya koyuldu tabii. Bira içiyoruz ama o kadar da sarhoş değiliz, çok affedersiniz;p

11 yorum:

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Hımm! Sanıyorum arkadaşına sağlam laf koymuşsun. :)
“Yeterince büyümedik mi, tanrı, varlık ve yokluk tartışmalarını gençliğin heyecanlı düzleminde yapmak için?”, “Benim tanrıyla kendimi kısıtladığımı sanarken sen, sakın bugüne kadar öğrenmiş olduğun mantık ve doğrularla kendini sınırlama. Benim gerçekliğim sonsuzdur, sen de öyle ol.”
Çok beğendim. Ama yine de, bence tabi, herhangi bir tartışma için fazla büyünmüş olması gerektiği konusunda şüphelerim var. Hele ki bu tartışma konum itibari ile alabildiğine geniş coğrafyalarda alabildiğine geniş nüfusların maddi yaşamının doğrudan yapıcısı ve yaratıcısı konumunda olan bir düşünceyle ilintiliyse. Gençliğimde çok söylediğim bir marş vardı. (Tamam itiraf ediyorum hala söylüyorum hem de yüksek sesle) “İstemez vaad etmeyin cenneti bize, dünya cennet olacak ellerimizle, alın terimizle” Sanki arkadaşın cennet ile (Hani şu hiç görmediğimiz ama bildiğimiz, bilmek istediğimiz huri, bal vb. sonsuzlukla dolup taşan, yahut nirvana, mutlak ruh, idealar, tözün korunmuşluğu gibi üst merdivenlere işaret eden) Diğer cennet arasındaki (Yine görmediğimiz, ama bildiğimiz, inanmak istediğimiz dünyanın bizzat içindeki, özgür ve eşit yarınlara içerilmiş, türkülerle bilenmiş, umutla bezenmiş) farka, onulmaz çelişkiye işaret eder gibi geldi bana. Çünkü biliyorsun ilkinde ve ikincisinde uzlaşmaz bir karşıtlık derin bir antagonizma varmış gibi. Bence tabi. Bu durumda yine bana kalırsa diyorum bunları tartışmak pek de çocukça olmasa gerek. Aksine dışarda kalmak, bunlar yokmuş yahut varmış da tartışılmaya gerek yokmuş zaten her bireyde su yoluna oturmuş, ark uzanmış demek çocukça bir fanatizm ya da en naifi ile umarsızlık olmaz mı?
Diğer ifaden de çok hoşuma gitti bu arada “Benim tanrıyla kendimi kısıtladığımı sanarken sen, sakın bugüne kadar öğrenmiş olduğun mantık ve doğrularla kendini sınırlama. Benim gerçekliğim sonsuzdur, sen de öyle ol.“
Ama yine de tam anlamlandıramadığım bir şey var. Mantık ve doğrular, edinilmiş olan bilgiler vb. Kısıtlamadan çok açıcı ve özgürleştirici olmuyor mu? Elbette sadece tartışıyorum. Mesela yeni doğmuş bir insan, öyle demeyelim de örneğin 30 bin sene önceki ilk anlamında kullanıyorum ilkel insan şimdiki bize göre daha mı özgürdü zihninde. Yoksa özgürlük, mantığı oluşturan tüm taşların, bilim, felsefe, ahlak vb. gelişip öğrenilmesi ile mi daha bir özgürlüktür. Mesela Spinoza özgürlük için sınırlıklarının bilincine varmaktır demişti. Sınırlıklarını anlamak önce kendini, sonra doğayı, sonunda evreni anlamak, tanımak ve çözmek değil midir? Mantık ve doğrular bu süreçlerin bir ürünü olmasın. Bu durumda mantık ve doğrular değil midir insanı özgürleştiren. Yoksa dogmalar mı?
Neyse çok uzattım. Ama cevabını ve yazını çok beğendim. Ellerine sağlık.
Sevgilerle…
Ps : Sandaletler çok şık olmuş. Hatta elbise çok hoş ve doğal. Mavi ise her zaman şıktır…

endiseliperi dedi ki...

merhaba vuslat,
sizi iyi gördüğüme sevindim.

justine,
sandalet, tamam. olmuş yani. gerektiği gibi. benim var bir sandaletim. dağcı sandaleti. hani şehrin ana caddesinden yarılmayan jip sahipleri vardır, onlargibi oldu bu.

hmm... film izliyordum. çoğunluk. iyi bir film. kubrick'in full metal jacket filmini çağrıştırıyor hep. konuyla alakası yok. ama o baskı, o halde insanın sıkışması ve patlaması. henüz patlama kısmında değilim. eğer kubrick formatına uyulmuşsa patlaması lazım. hmm.. ondan bu donuk halim.

mektupları okumadım valla. hem mola verip geldiğimden, hem de biraz zor meseleler gibi göründü gözüme. okurum sonra.

hah bir de, ne giyersen giy justine, bacaklar çok hoş.

öpüyorum. sevgiler.

justine dedi ki...

Hah ha, yorumunu bekliyordum Vuslatcığım.
Hatta en çok senin yorumun önemliydi bu iki mektupla ilgili;p
Aşk olsun, ben arkadaşıma laf koyar mıyım hiç? Sadece konuştuk o kadar. Sana da tavsiye ederim, böyle tartışmalar, konuşmalar ufuk açıyor,insanı çoğaltıyor gerçekten;)

Haklısın, tartışma her yaşta yapılır ama ben bu yaşımda, bunca yılın getirdikleriyle elbette, böyle temel konularda tartışmıyorum insanlarla. Kendimden bahsediyorum elbette, yoksa başkası tartışır, konuşur, yazışır ve heyecanla savunur kendi düşüncesini, eleştirmem. Fakat, bana anlamsız geliyor. Bir zaman Olympos'ta tatildeydik. İki İsrailli kadın ve Serap (ablam) konuşuyorlardı. Aman tanrım yüz yıllık mesele, iki saatte çözülecekmiş gibi. Serap üzüldü, sinirlendi. Bana; bir daha tartışmayacağım bu konularda, tatilimin bir gecesini mahvettim, filan dedi. Gerek yoktu gerçekten. Her İsrailli Amos Oz olamıyor maalesef;) Ve Serap sözünde hiç durmuyor;p

Ben, daha gençken (şimdi de gencim icabında diye böyle söyledim;p) çok tartışırdım, hele siyasi konularda sabahlara kadar konuşurduk. Şimdi yoruldum sanırım. Büyüklük filan yaparak söylemiyorum bunu, gerçek bir yorgunluktan bahsediyorum. Kim ne düşünüyorsa düşünsün, umrumda değil. Hele bu konular, din, inanç gibi meseleler ise, asla!

Su yoluna oturmadı, oturmaz hiçbir zaman, ama bu bilinçle pekâlâ yaşayabilirsin. Bunun böyle olacağı ve hep böyle olduğu bilgisiyle.

telefon arası..........

Ne diyorduk? Mavi güzel renk değil mi? Valla, kim giyse yakışır;p Şaka bir yana teşekkürler güzel sözlerin için, kalbin güzel senin ondan güzel görüyorsun karşındakini. Bir de bitirmeden Spinoza'ya gelelim. Dün sabah nöbette Spinozacı bir aşk mektubu aldım sevgilimden ve hatta sonunda; "daha da yazmam spinozacı aşk mektubu" cümlesiyle biten. Onun içindir ki, içinde Spinoza geçen bir cümleyi ciddi bir şekilde kuramıyorum;) Bağışla beni.

Dogmalar rahatsız edicidir, buna katılıyorum. Mantık ve doğruların dogma yerine koyulması ise daha da rahatsız edicidir. Neyin mantığı hem, neyin doğrusu, kimin? Yine de bu laflara çok bakma Vuslat, ben senin tarafındayım, aklında olsun bu bilgi.

Çok sevgiler, selamlar.

justine dedi ki...

Peri, Çoğunluk filmi var bende, bir süredir de aklımda. Ama benim takıntılarım var ya; gece türk filmi izlenmez, bu şimdi ağır olur, biraz uzun mu acaba, filan diye. Kaldı o zamandan beri. Aklımda ama, seyredeceğim. Ya, aynı filmden mi bahsediyoruz acaba, şimdi kararsız kaldım. Kubrick demişsin, sonra Full Metal Jacket... Bilmem ki. Benim dediğim film türk filmi ve Portakal ödüllü.

O senin bacaklarının hoşluğu canım;p Hah ha, böyle bir Yiğit Özgür karikatürü olmalı kesin, komik;)

İyi seyirler sana, sonra görüşürüz, çok sarıldım bir de.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Spinoza'nın Etika'sını ve içerdikleri önermeleri yıllar önce okumuştum. Aklıma geldi şimdi. Ama ben en nihayetinde hep yarı Smirnov'cu yaşadım. Yani hep "bekle beni"ci. Umuda dair kısa pantolonlu düşlerimi o koca gövdeme zor bela ve hali ile komik oturtmaya çalışırken bir yandan da bir başkasından ımıt dilenmekti benimki "Kimseler beklemezken bekle beni" Sırf o yüzdendir işte Ablana hak verebilirken bizzat kendimin de ha bire yorulmadan, umursamadan, gitmek ve bekletmek pahasına da olsa tartışmam, konuşmam ve yine konuşmam...
İçte bir yerler yani hala uçurtmasına düşleri ulayan o koca kafalı küçük çocuk koşmaya, atmaya devam ettiğinden. Yani hala daha güzel bir dünyaya duyulan ümidin ciğerde o küçücük yeri dağlamasından.
Sen bana aldırma Justine, kavgacılığıma ve inatçılığıma da Çünkü her şey bir yana korkak biraz bu yürek pekala ondan da olabilir bu inatla tartışmalarım. Bunca bedelin, bunca gülüşün, acının, yaşın yahut sevincin gidecek bir yeri, varacak bi durağı olmaması hissinden korkuyorumdur belki de.
Yorum için sağol ve şu bira meselesi her seferinde kıskandırıyor beni. Bu gün bir operasyon çekip bulunduğum yerden kurtulabilirsem kesinlikle ilk işim olacak buz gibi bir bira... (Dün gece denedim beceremedim. Stratejik düzlemde elime su dökemezler ya taktik pratiklerde tüm hatam. Hep o Sevgi yüzünden :) )
Umut ve sevgiyle...

endiseliperi dedi ki...

tatlım ya, onu çağrıştırdı dediydim. elbette türk filmi, aynı filmden bahsediyoruz.

ben duş aldım şimdi. çay da aldım. iyiyim. okuyayım ben biraz. almanca çalışacak halim yok galiba.

öpüyorum çok.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Bu arada şimdi fark ettim pardon; teşekkür ederim peri

justine dedi ki...

Eveeet, karnımı doyurdum geldim.

Fakat çok yemişim, oturamayacağım fazla;p Biraz yürüyüş yapacağım, dışarıda hava çok güzel, esiyor.

Vuslat, iyidir bu hâlin, seviyorum ben. Devam yani, tartışmalara, heyecana, ve hatta biraya elbette. Yakında içeceksin, sadece biraz dayan.
Sana ve Sevgi Hanım'a çok sevgiler ve selamlar.

Periciğim, afiyet olsun. Ben de bir kahve yapacaktım (mektupla tavsiye geldi bir arkadaştan, kahve içmem için, sağolsun;)), ama ilk önce biraz yürüyeceğim. Hava almam gerek, bunaldım oturmaktan. Sonra türk kahvesi ve film.

Sevgiler.

pelinpembesi dedi ki...

Justine yani bir konu atıyorsun ortaya sonra da sandalete getiriyorsun meseleyi:) ama varya aynen sana katılıyorum ,düşüncelerinde .. yıllardır siyesetten inanca tartışılmıştır, taraflar gizli de olsa karşı tarafı iknaya çabalamıştır ama hiç görmedim tartışmalar sonucu fikri değişen..tartışma olmamalı demiyorum ama ben almayayım .mantık ve doğru olmalı ama onlar bile öyle göreceli ki.spinoza öyle demiş ama sonuçta ruhu da birşeylere giydirmiş.
çoğunluk filmini seyretmiştim.Film repliği yüzeysel olmasına rağmen, bizden bir aile , aşina olduğumuz baskı , sınıflandırma konularına değinen bir film.

Clea dedi ki...

en önemli şeyi unutmuşum deyince "fotoğrafı çeken sevgili kardeşim clea" diyeceksin zannettim:p

justine dedi ki...

Buket sorma ya, aynen dediğin gibi oluyor, ama fena da olmuyor sanki;p Ve, Çoğunluk filmini seyredeceğim, aklımda.

Çok sevgiler sana.

Polişka, canım, sen benim resmi fotoğrafçımsın zaten, bunu bilen biliyor, beyana gerek var mı sence?;)

Seviyorum seni, çok sarıldım.

Periciğim, sileceğim yorumunu biri kahvaltıdan önce diğeriyse kahvaltıdan sonra olmak üzere iki kere okudum. Şu çay keyfim bitsin, kahve yapabilirsem hastaneye gitmeden, bir de kahve içerken okurum artık;p Çok iyisin sen, çok düşünceli. Sarıldım sana, kocaman elbette;)