Salı, Kasım 15, 2011

lilişka, polişka; soğuk ama güneşli ev


Lily ve Poliş yanımda, bu cümlenin anlamı, evin içine ışık giriyor demek. Bu sabah erkenden odama geldi Lily; sanırım doktora gitmem gerek, boğazlarım ağrıyor, dedi. Ondan sonra uyku yalan oldu tabii. Lily hep ama hep hastalanıyor, devamlı. Bir ay iyiyse, diğer ay kesin hasta. Nasıl bir bağışıklık sistemi var anlamadık, tam anlamıyla saçmalık. Güzel kalpli, canım Lily. Çok seviyorum onu. Yakında gidecekler, fena alıştım seslerine, benim için kötü olacak. Poliş de gidiyor Perşembe günü. Onlar varken unutuyordum her şeyi, benim de bir yerlere gitmem gerek, hemen hemen!

Her akşam film seyrediyoruz, Serap, Polişka ve ben. Çoğu kötü çıkıyor tabii, kavun değil ki koklayasın olayı. Güzel olacağı, yönetmeninden, oyuncusundan, şuyundan buyundan kesin belli filmleri ise yine bekletiyoruz, bu da zor zamanlar vs. vs. durumu. Dün gece Sleeping Beauty' yi seyrettik, kötüydü. Ondan önce bir diziye başlamıştık. Korku dizisi olur mu sizce? Olmuş, onu da yapmışlar, evet. American Horror Story tüm korku klişelerini kullanan, hareketli kamera çekimleriyle ilginç bir dizi. Ben bir bölüm seyrettim, eğlendim izlerken. The Shining değil elbette, yine de korku filmi severler için bulunmaz nimet. Den brysomme mannen, aklımdaydı uzun süredir, seyredememiştim bir türlü. İki üç gün önce o da çıktı aradan. Güzel bir konuyu, tüketim toplumu eleştirisini oldukça basit işlemiş bir film, iyi belki ama çok iyi değil. Ben basit buldum anlatımını, sevmedim. 

Ve bu yazıyı yolladığım gibi hemen herkesin seyrettiği, ilginçtir; entelektüel veya değil, (akıllı-aptal, komik-sıkıcı, şıkları arttırabiliriz Hıncal Uluç geliyor aklıma;p) yine hemen herkesin beğendiği, Allen'ın Midnight in Paris filmini izleyeceğiz, çok umutluyum çok. Ben Woody Allen'ın filmlerini severim, bakalım nasılmış?

Böyle işte; filmler, hastalıklar, soğuk hava(!), nöbet ve oyunlarla geçiyor hayat. Geçsin, ne var yani, bundan ötesi Şam'da kayısı!;)

12 yorum:

Hayal Kahvem dedi ki...

Hımm.. Acaba Justine'in basit bulduğu film, beni neden bu denli korkuttu ki:)

İlginizi çekerse, burdan bakınız:)

http://hayalkahvem.blogspot.com/2011/06/kahve-molas-uyumsuz-adam-olmak.html

justine dedi ki...

Çekmez mi, elbette merak ederim Hayalkahvesi, hemen okudum. Hatta yazının arasına, tekrar çay demleme ve çay keyfi, Serap'la sohbet etme, Lily ile oyun, banka eft'si filan falan yüz şey sığdırdım;p Sonra sakin kafayla tekrar okudum tabii;)

Haklısın aslında, korkmakta haklısın. Filmin işaret ettiği dünya çok korkutucu çünkü. Cennet gibi bir yer, işsiz kalma derdi yok, patronun güler yüzlü, sevgilin güzel, yakışıklı, mobilyaların cafcaflı, fakat bir şey eksik, hiçbir şeyde ruh yok. Ne insanlarda, ne eşyalarda ne de kelimelerde. Buraya kadar her şey güzel. Filmle ilgili tek bir sorunum var; ciddi ve ağır bir konuyu çok çok naif işlemesi. Oysa aynı konuyu daha sağlam işleyen filmler var, Fight Club mesela. Ben filmin ortalarına doğru, eee tamam, tüketim toplumu böyle, kuzey ülkeleri (aslında dikkat edilirse genel bir tüketim toplumundan çok kuzey ülkelerinin donukluğu, soğukluğu ve histen arınmış hâllerini eleştiriyor film) İkea'nın mobilyaları karşılığında ruhlarını satmışlar, sevgi, aşk robot gibi yaşanıyor, tamam anladık, peki sonra, diye sormaya başlamıştım. Hatta biraz önce parantez içinde anlatmaya çalıştığım nokta çok önemli aslında. Bu bahsettiğimiz filmde asıl eleştiri -bence- genel olarak insanlığa değil canım, daha sığ bakmış olaya, lokalize etmiş sanki. Kuzey ülkelerinin kendi başınalığı, yalnızlığı, ruhsuzluğunu anlatıyor film. Sen düşünebiliyor musun, İstanbul'da (ya da başka bir şehir ama taşraya hiç gitmeyelim, orada Zebercet türü bireysel varoluş sorunları vardır çünkü) aynı manzaranın yaşandığını. Tamam, yine varoluş sorunları, tüketim toplumu işaretleri vs. vs. vardır ama daha karışıktır görüntü. Filmdeki ve yansıtmaya çalıştığı şehirlerin manzarasındaki karikatürize, steril ve stilize görüntüyü bulamayız.

Böyle işte, yazını okudum, çoğu yerde sana katılıyorum. Kötü bir film değil asla, yazımda dediğim gibi iyi bir film ama çok iyi değil.

Sevgiler, ayrıca bloğundaki link verdiğin yazı ve diğer yazılar için teşekkürler.

Tolga dedi ki...

tıklım tıkış evi ben de hiç sevmem.lilişka çok şirin bir bebek,
öpen de tabii.) bizim kaloriferler bozuk olduğundan battaniyeyle oturuyoruz.bakalım n'olcak..

sevgiyle.
t

ps:the shining'i bu gece indireceğim.

justine dedi ki...

Soğuk ev kadar beter başka bir şey var mı acaba? Durumunuzu anlıyorum Tolga, battaniye altındayız bu kış hepimiz;)

The Shining'i daha seyretmedin mi sen!? Hemen hemen seyret, bu gece inerse erteleme sakın. Muhteşem bir filmdir, en sevdiğim korku filmi odur hatta.

Filmi anarak bitireyim öyleyse; "Hep çalışıp hiç oynamamak Jack'i sıkıcı bir çocuk haline getiriyor"

;))

şenay izne ayrıldı dedi ki...

hayır hayır, bu siz değilsiniz, yoo yoo, ışık size göre değil.
hamiş : şaka elbet. ne güzel.

justine dedi ki...

Işık herkese iyi gelir şekerim, ne demiş bir büyüğümüz; ışık, daha çok ışık;p

Hastaydın, umarım iyileşmişsindir, öpüyorum seni.

Hayal Kahvem dedi ki...

Yok Justine, İskandinav filmi diye bakmadım ben bu filme. Zamansız ve mekansız farzettim. Filmin görüntü yönetmeni çok başarılı bence. Film üzerimde feci depresif etki bırakmıştı. Filmden o kadar çok korktum ki.. En çok korktuğum şey tepkisizlik, coşkusuzluk, duygusuzluk çünkü... Bu filmde korktuklarım vardı. Sinemadan çıktığımda filmdekiler gibi değil de, ne yalan söyleyeyim benim gibi eciş bücüş, kılıksız,kara kuru, gürültülü insanları görünce "hey!çok şükür halen insanız" dedim:))

Dövüş Kulübü diyorsanız eğer..
O filmden korkmamışım da "insan olma çalışmaları" diye anlamışım.

http://hayalkahvem.blogspot.com/2010/11/insan-kalma-degil-insan-olma-calsmalarm.html

Justine, galiba size çaktırmadan tüm yazılarımı okutacağım:))

Sizi tanımasam da sevdiğimi bilmenizi isterim. Çünkü siz duygusal, tepkili,coşkulu, tatlı bir insansınız:)

justine dedi ki...

Tüm yazılarını zevkle okurum Hayalkahvem (daha önce nicki biraz karıştırmışım, kusura bakma;)), zaten senin bloğun çoğunlukla açık oluyor bilgisayarımda, bir de sık yazı giriyorsun kapatmaya gerek kalmıyor. Hepsini sindire sindire okuyorum, kitap zevkini seviyorum ben, benziyoruz üstelik.

Biz sevgilimle yazışırken çok çok eskiden (cicim ayları tabii;p), "insan" olmamak önemli derdik, devamlı, hep. İnsana tüm kötü ve sıradan özellikleri yüklemiş, rahatlamıştık. Biliyorum, çok naif ve üstten bir bakış bu, ama insanı tanıyorduk, o sığlığa düşmemeli, türdaşlarımızın hatalarını yapmamalıydık. Olmamıştır tabii, olmaz. Hepimiz sıradanız, hepimiz hatalarla yüklü ve defoluyuz. Bir sevginin, tutkunun farklılaştırılması için, kalbe sıradan olmayan "bir şey" yüklemek ve onu mühürlemek için böyle oyunlar şarttır. İnsan, senin de şükrettiğin tüm özellikleri ve oyunlarıyla var olur. Şimdi senin filmden çıkmış hâlini ve o rahatlamayı anlıyorum. En azından duygu var, bir hareket, kötü de olsa bir anlam var.

Hastanedeyim bu akşam, biraz önce nöbete geldim. Yorumunu burada gördüm, tuhaf hissettim. Neden tuhaf, çünkü bir insanı sevindirmek öyle kolay ki. Bak, insan diyorum, "demek oluyor ki bir anlamım var benim de, değişen bir şey olarak ve değiştiren bir anlamım var" ;p

Güzel ve zarif yorumun için teşekkürler Hayalkahvem, ben de seni seviyorum.

p.s.: Yazını hastalardan fırsat bulduğum anlarda okuyacağım canım, bloğun açık kalacak yine;)

Clea dedi ki...

canım asıl 'ışık' sensin biliyorsun di mi?

hamiş: diğer bütün filmleri silersek kenarda bizi bekleyen filmleri izler miyiz acaba?:)

justine dedi ki...

Bizim işimiz hiç belli olmaz, Poliş;)

yagmur dedi ki...

Siz sevgili bayanlar,
hepiniz bir bir cok guzelsiniz:))
Bastaki fotografin harika canim Justine! Fotografla boyanin karismis hali gibi. Arka planin bulanikligina ne demeli! Cok guzel.

Ozlemisim yazilarin okumayi..

justine dedi ki...

Yağmurcuğum, canım o senin güzelliğin, gerçekten. Bu lafın ezbere laflardan biri olmadığını iyi biliyorum. Sen gelince buraya, iyi oluyorum ben, ilk zamandan beri değişmedi bu, hep aynı güzellik. Teşekkürler canım, sarıldım.