Perşembe, Eylül 15, 2011

avuntu


Woody Allen'ın Sinema dergisinde yayımlanan röportajını okudum dün gece, nöbette. Şunu demiş, şunu etmiş, yapmış, söylemiş, hiç sevmiyorum bunları yazmayı ama Allen biraz daha farklıdır. Büyük konuşmaz, hava atmaz, gevezedir sadece (bkz;yay burcu!), aklına gelen her şeyi büyük bir mütevazılıkla anlatır. Eee, onun anlattıklarını okumayı seviyorum bu yüzden.

"Zaman bizim düşmanımız", diyor yönetmen. "İyi bir şey olmadığı kesin." Carson McCullers'ın zaman için "Dünyayı yöneten ebedi aptal" dediğini hatırlatıyor ve "zamandan nefret ediyorum" diye ekliyor. 

"Aşk zihnimizi dağıtmaya yarayan bir avuntu, hepimizin buna ihtiyacı var. Bunun gibi avuntularımız olmasaydı eve gidip her şeyin, bütün hayatımızın ne kadar korkunç ve zavallı olduğunu düşünmekten başka bir şey yapmazdık. Bu yüzden her gün işe gidiyoruz, enstrüman çalmayı öğreniyoruz, sinemaya gidiyoruz, beyzbol maçı izliyoruz ve evet, aşık oluyoruz." 

Sabaha karşı hastanede, o berbat odada uyumaya çalışırken kötü kötü şeyler geldi aklıma. Hastaların sesleri, çalışan eski vantilatör, duvardaki lekeler, hepsi huzurla uyumayı zorlaştırıyor. Bir laf vardır; tanrı herkese taşıyabileceği büyüklükte haç versin, diye. Onu düşünüyorum, lafı eğip büküyorum beynimde. Sonunda üç günlük dünya, değmez diye uykuya dalıyorum. Polişka arıyor, ben dinlenmiş, koltuğa gömülmüşüm. Biraz anlatıyorum dertlerimizden bahsedince. Onun sorunları, benimkiler vs. vs. Aman Poliş, üç günlük dünya diyorum. Gülüyor, haklısın diyor. Akşam hiç yoktan tartışıyoruz sevgilimle, balkonda günlerce oturuyorum sanki. Onun sesi, benim sesim, ezan okunuyor, ben yine hatırlıyorum; boş ver iki günlük dünya. İşe bakın, üç gün, birden iki gün oluyor! Komik, çünkü evde dolaşırken de kafamın içinde bir ses; üç-beş gün, gerisi hiç diyor. 

Birdenbire, komik bir şiveyle, o iç sesi bana duyuran tanrı şakacı olmalı. Bundan sonrası eğlenceli. Güzel bir akşam yemeği, daha önce hiç olmadığı kadar güzel demlenen bir çay ve avuntu.   

14 yorum:

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Tanrı'da var bir şakacılık evet. Ben de şimdi kendi nöbetimden geldim. Sular ortasında sulardan ırak "balıkçı" nöbetimden ve yazıyı gördüm. Hem de bir yandan tanrı ile ilgili bir sövgüler dizisine hazırlanırken... Sanıyorum şaka deyip geçmek herkes için daha verimli... Onun için benim için...
Sorunlar için söylenebilecek pek söz olmuyor genelde. Yaşayanı avutmuyor bile. Ama taktik güzel; üç günlük dünya boş ver gitsin, mantığı... Evet çözüm için tüm yollar denenmiş, tüm araçlar bu pratikte sorumluluklarınca kullanılmış ve yo her şey yerli yerinde duruyor, toplamda bir gordion siluetinde sırıtıyorsa; evet, kesinlikle üç günlük dünya deyip geçivermek daha güzel olabilir. Hem tanrı da bunu destekler...
Elbette bir yöntem daha var gülmek... Bak bu konuda yardımcı olabilirim sana. Hem işin içinde tüm yaramazlığı ile Tanrı da var...

Şöyle ki; Bu sabah itibari ile eve girdiğimde bir şey fark ettim. Meğer benim banyomun üzerindeki platformun içinden üst katın banyo suyu damlıyormuş. Bu sabah eve biraz daha erken gelince o damlama hadisesine bizzat gözlerimle şahit oldum. Hem de öyle ki diş fırçamın, diş macunumun, gargaramın, kulak pomatımın (yok burada kesiyorum, tüm banyo malzemelerini saymak sapkınlık olur :) ) üzerine damlarken yakaladım pis suyu...
Şimdi şöyle düşünülebilir ne olacak ki, atılır onlar, teknik ekip çağrılıp düzeltilir damlama sorunu... Komedi ise şurada ben daha önce çok sık evde bulunmadığımdan damlamaya hiç şahit olamamıştım. Çoğunlukla geldiğimde yerde sıçramış su birikintileri gördüğümde ise duş alırken, elimi yıkarken falan sıçratmışımdır diye düşünür sakarlığıma da bir ton söverdim. Yani anlayacağın o damlama mevzusu uzun zamandır varmış ve ben fark etmemişim... Eh o diş fırçası da her gün ağza girince de... Evet Tanrı da var bir şakacılık; bana bir yedirmediği "o" kalmıştı; onu da yemiş, yutmuş olduk sayesinde hem de kaç hafta... Böyle işte... Gerçi ben zatı hazretlerine bir şaka yapacağım ama işte mızıkçı biraz şaka kaldırmıyor. En son biri bir şaka yaptı ikinci dünya savaşı koptu...
Velhasılı, benim yediğim şimdi bana bile komik geldiğine göre umarım bir parça olsun neşelendirir bu yaşanmışlık seni...
Günaydın ve sevgiyle...

justine dedi ki...

Günaydın Vuslatcığım.

Bir şey ters gitmeye başlamışsa, hep ters gider değil mi? Anlattığın sorunu okuyunca aklıma sevgili Murphy geldi;p
Benim üç günlük dünya avuntum, sağlam argümanlar barındırmıyor belki, ama rahatlatıyor inan. Öyle deliye yattım ben de, takılıyorum, bakalım. Bir önceki yazının yorumunda Atze'ye cevap verdim senden önce, ona da aynı şeyi söyledim. Bugün kötü başladı ama ben bunu yutmam, o kadar da uzun boylu değil!;p Her şey muhteşem, fıstık gibiymiş gibi davranıyorum. Sana yazarken birden kalkıp sürahiye kireç çözücü koydum, tertemiz olsun diye. Sanırsın evde her şey parlıyor! Numara yapıyorum bildiğin, yavaaaş yavaaaş sıyırıyorum ya da;)

Anlattığın yaşanmışlık(;p) güldürdü gerçekten beni, çok sağol canım.

Sarıldım.

pelinpembesi dedi ki...

justine, az önce çello çalan kediye de yazdım.ortak sıkıtımız bu işte, her daim huzursuzluk.W.Allen ne güzel demiş, aşk zihin dağıtmaya bir araç .kesinlikle doğru. daha dolu şey ekleyebiliriz, kişiye özel ilgi, alakaya bağlı olarak..birçok insan zihnindeki sesleri susturmak için dolu şey yapar.kimi aşık olur, kimi müzik dinler, kimi şiir yazar, kimi taş boyar :)

justine dedi ki...

Kesinlikle haklısın Buketciğim, ve sen o sıkıntı dağıtma işinde çok çok iyisin;)
Seni ve güzel kızını öpüyorum, hoşça kal.

Adsız dedi ki...

Melaba Justin, yazın vesilesiyle aklımda hep olan, hep kızdığım bi şey, ona saydırıp isyan etmeye geldim, gidicem.

Şu tanrı herkese taşıyabileceği haç versin duası kadar insan duasından bihaber bir temenni daha var mıdır?

Hayran olup bitiyoruz karıncalara falan, ağırlıklarının kaç katı yük taşıyorlar diye hani. Aptal, ahmak insan, sen, ya sen, her gün, yıllarca, ömrün boyu ağırlığının kaç katı yük taşıyorsun sırtında devamlı, haberin var mı? Ölümden başka hiçbir şey de o yükleri sırtından attıramıyor. Ucunda ölüm yok ya diyorsun bazen aptal insan, bu mudur yani asgari standardın?Ölümden başka neyin ucunda ölüm var ki aptal?

Taşıyabileceğin yük demek çünkü, altında kitini fırlamış böcek gibi ezilsen de, beş büklüm olsan da ölmeden sırtının üzerinde tutabildiğin yük demek. Ve biz kahrolmayası insanlar, karıncalardan daha dayanıklıyız, sırtımızdaki küfeye yüklendikçe yükleniyor, biz de ölmüyoruz ya, taşıyabiliyoruz zannediyoruz o yükü. Yok canım öyle şey. Tanrıyla cengaverlik etmeye, bana şu kadar yük ver bilmemne demeyin, hem o senin ne kadar taşıyabileceğini senden daha iyi biliyor hem de house always wins çünkü. Yük verme, uğraştırma beni diye içinden geçirmek demek daha iyi sanki. Yoksa insanın tahammülünün, kendisi her türlü kötü şarta adapte edebilme gücünün sınırı yok.

Eheh, çok öfkelendim yine, tekme tokat girişesim var bir şeylere. Neyseh. Öyle yani Justine :) Sevgiler, falan filan.

Ve evet, espri anlayışı çok komplike.

yagmur dedi ki...

Justine,

Ah basimiza ne geldi. Yol yapim calismalarindan dolayi tek seride dusen yolda, yol hakki bizimken ve bu hakki layikiyla yerine getirirken arkamizda selektorleri yakip sonduren beyaz elbiseli adami gorup gormezlikten geldik. Yol veremezdik, tek seritti malum. Adam ilerde yol 2 seride cikinca durdu ve inmemiz icin bize isaret etti. Aman ne hararet. El kol sallamaca. Bi de bu Katarlilar biraz sakat adamlar. Ilerleyelim dalasmaya degmez dedim. Meger sivil polismis :))) Onumuzdeki arabayi takip ediyormus. Abi bizi gerekli mercilere sikayet etmis.Oyle ki o gun benim ne giydigimden, fk ile surekli konsutugumuza varana kadar. Arabamiza el koydular pek tabiki. Telasa mahal yok. Arapcasi guzel bir arkadasimizla yanlis anlasilma oldugunu anlattik da kurtulduk. Bir sivil polis nasil anlasilir diye su 3gunluk dunyada dolasip duruyoruz :PP

O degil de '' midnight in paris'' ne harika film yahu. Sacma bir gunu kapatirken izlenince daha da bi guzellesiyor sanki.

Sevgiler efendim

justine dedi ki...

Merhaba Passive,
sağlam sinir yapmışsın;)

Tanrı herkese taşıyabileceği büyüklükte haç versin, lafı benim de kafamı karıştırmıştı ki gece gece nöbette, düşünüp duruyordum o sözü. Yalnız sen farklı anlamışsın, orada tanrı herkese taşıyabileceği kadarını verir, diye bir şey söylenmiyor. Evet, bilirim o versiyonu da var o lafın ama burada sözü geçen cümle sadece bir dilek. Versin, diyor işte, ötesi yok. Verir, vermeli, değil de versin dileği önemli canım. İnanan kişi böyle bir dilekte bulunabilir. Kime inanıyorsan, sevgilin, annen, arkadaşların, tanrı, şu bu, kime büyük bir inançla bağlıysan ondan böyle bir şey isteyebilirsin pekâlâ. Benim yüküm ağır dersin, istan edersin, keşke dersin ve hatta sonunda bu dilekle bitirirsin duanı. A, bir de lafın sahibi Montaigne diye biliyorum, hadis filan değil yani, tanrısal, dini ve mutlak bir şey yok ucunda. Bilirsin, insanlar bu lafı çevirip tam da senin sinir olduğun şekle sokmuşlar; tanrı herkese taşıyabileceği kadar yük verir.

Karıncalar da biz de çok çalışıyoruz evet, ama ne onlara ne de insanlara hayranlık hissiyle dolup taşıyorum. Çalışıyoruz çünkü başka seçenek yok. Daha az çalışanlar da daha çok seçeneğe sahip olanlar zaten. "Bana hiç yük verme", demek daha iyi sanki demişsin ya, bu dilek bana uyar valla. Ben öyle boş boş dolaşabilirim etrafta, sorun olmaz benim için.

Ucunda ölüm yok ya, kısmını ise hiç anlamadım canım. Kahvaltı yapmadım ondandır ihtimal. Üç günlük dünya avuntusu biraz hedonizme yatkın bir avuntu da ondan sığınılıyor. Aman, nasıl olsa öleceğim takmam filan diye düşünülüyordur herhalde.

Böyle işte, sen bu öfkeyi kaybetmeden giriş bence tekme tokat bir şeylere, ben arkandan gelirim diyemeyeceğim ama seyrederim inan;p

Tanrı şakacı fakat ben espri konusunda daha iyiyimdir, bu konuda iddialıyım işte;)

Öpüldün.

justine dedi ki...

A, çok şaşırdım Yağmur! İnan çok şaşırdım. Sonra sizin yerinize kendimi koyup öyle düşündüm, ben de aynı şeyi yapardım valla, yalan yok. Bir de anlamadım ki, neden el kol hareketi yapıp durmanızı istiyor sizin. Git, kimi takip ediyorsan et değil mi?! Niye başkalarını rahatsız ediyorsun, allahallah;) Hayır yani, yol tek şeritmiş zaten, yol verip onun takibine devam etmesini sağlayamazsınız, eee iki şeride çıkınca da yürü git, ne oyalanıyorsun?
Ne saçmalık!

Neyse, geçmiş bitmiş. Çok çok geçmiş olsun canım, üç günlük dünyada bu olayı düşünüp canınızı sıkıp durmayın tamam mı?;p

Demek sen seyrettin Midnight in Paris filmini, ne hoş. Canım film izlemek istedi bak şimdi. Oysa çok değil bir iki saat sonra hastaların filmini izleyeceğim. Nöbetçiyim bugün;p

Öpüldün canım, hoşçakal.

Adsız dedi ki...

Amanıın, öfkelenince ağzım yüzüm yamulmuş, bu nasıl bir yorum olmuş böyle, bir sürü yazım hatası dolu. Öff, daha da sinirlendim. Ben gidip bi başımı soğuk suyun altında sokayım, kendime geleyim.

"hep kızdığım bir şey var"

"insan doğası"

"cengaverlik etmeye, .... demeye gerek yok.."

Yok, kendime gelemedim. Sıcak mı asabi yapıyor beni böyle? Amerikan sineması sözüm sana: Evrene mesaj mı yolluyosunuz, secretla beyin vınlaması mı yapıyorsunuz, dua mı ediyosunuz, napıyorsanız düzgün yapın kardeşim şunu. O sözler nesilden nesile geçiyor, nesilden nesile misery de artıyor böylece.

(Amaaan, bu ne kendini beğenmişlik PA, bi de metafiziğin doğru kullanımları şudur demediğin kaldıydı zaten, höf, kendime daha da çok kızdım şimdi.)

justine dedi ki...

;)
Benim de aklıma ne geldi Passive, yumurta pişirirken tabii;) En sinir olduğum şey, en en fazla ama(!), hastaların ben işimi yaparken sessizce (dua fısıldar gibi), "buna da şükür allahım, çok şükür allahım", demeleridir. Bilmiyorum neden, çok fazla sinirleniyorum hastaneye işi düşen insanların şükretmesine. Geçen Onkoloji Servisi'nde aynı şey oldu, çocuk berbat durumda kadın hâlâ şükrediyor. Tuhaf, diye düşündüm. Bilmem ki, belki de benim sığlığımdandır, ama boşa giden şükür canımı acıtıyor.

Ya, biz bu konuşmayı (seninle) sanki aylar önce yapmıştık. Büyük bir deja vu yaşadım şimdi, hay allah.

Adsız dedi ki...

miheheh, yorumunu okuyunca o sözlere olan sinirim geçti Justine.

ya işte, illa bi temennide de bulunulacaksa taşıyabileceğim kadar yük versin demesin ya, onun sonu yok işte, doldukça doluyor küfe. iki büklüm oluyoruz. neden acısız eziyetsiz kıymeti olmuyor gibi geliyor bize yaşanılanların hem? kim yükleniyorsa yüklenme kardeşim, verme yük mük desek, taşıyabiliyor olmam taşımamı gerektirmez desek, böyle slothla tembel hayvan, koala arası bi hayat yaşasak, bence de en güzeli. :)

böyle felsefeye yeni yeni aklı yeter gibi olan, hayatın sıkıntıları bi kendine basmış zanneden ama aslında tek basan şey yüzündeki sivilceler olan çok bilmiş bir ergene bağlamadan kaçıyorum, ahah,

Sevgiler, öpüldün.

justine dedi ki...

Hah ha, ergen sayılmam ama (sayılmam ne yahu, neredeyse kırk olacağım!;p) senin o felsefenin altına imzamı atarım. Hiç yük istemem, hiç dert olmasın etrafımda öyle miskin miskin köşemde yaşarım ben.

Sevgiler sana da.

alkım doğan dedi ki...

Ben de karamsar bir anımda Woody Allen'ın aynı söyleşisini okuyup etkilenmiş, yazımda yer vermiştim. Burada da rastlayınca şaşırdım/sevindim.

Woody Allen hayata karamsar bir yerden baksa da nedense -ortaklık duygusu olabilir- yazıyı okuduktan sonra biraz da olsa hafiflemiş hissetmiştim kendimi.

justine dedi ki...

Evet Papaya, Allen komik ve neşeli bir adam, seviyorum ben onun hayata bakışını. En çok da kibirden arınmış, anlamaya ve anlatmaya çalışan insan hâlini seviyorum.

Şimdi hemen yazını okuyacağım, sonra Allen'ın son filmi bekliyor, onu izleyeceğim, sabırsızım;)

İyi geceler, sevgiler.