Pazar, Eylül 04, 2011

daha daha nasılız?

(Olympos'a varmadan Antalya kavşağında. Aklınızda olsun orada gözleme yemeyin sakın, hayatımda yediğim en kötü gözlemeyi yaptılar çünkü, tatsız, tuzsuz, yağsız, kupkuru! Ayran içmeyi unutmayın ama, çok çok çok iyiydi. Ne garip, hayatta bir şey iyi olursa bir şey illaki kötü oluyor, valla öyle gülmeyin. Seinfeld'de bir bölüm vardı; Jerry, ne garip, hayatımda ne zaman bir şeyi kaybetsem hemen arkasından başka bir şey gelip daireyi tamamlıyor gibi bir laf ediyordu. Doğa boşluk kabul etmiyor geyiği, güzel bölümdü. )


"...
Yabancı gibisin miyop gözlerin kısık
Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor
Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git

..."

                                gece buluşması/a. İlhan

---------------------------
Kötü.

Bu şiiri severim. Konu bu değildi tabii, Olympos'ta aklıma durup durup bu şiirden yapılan şarkı geldi. Şiirden şarkı yapmak, ne fantastikmiş, bir de bir şeyi kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlardı ama bulamam şimdi. Fena hallerdeyim. Buraya yazıp biraz olsun rutine dönmeyi umuyorum, bakalım.

 

Yukarıya koyduğum şarkıyı da dinledim Olympos'ta, sanırım barda çalmıştı. Yoksa ben müzik filan dinlemedim bu tatilde. Düz dümdüz yattım, oturdum. Bir tek kitap okumaya tahammülüm vardı, o kadar. Creedence Clearwater Revival sevdiğim bir grup, bira içip, oturduğum yerde sallanarak (şaman Justine!) onları dinlemek hoşuma gidiyor. A, bira demişken, Şok marketleri içki satmıyor artık. Haberiniz yoksa benden duyun, öyleymiş işte. El değiştirdiğini duymuştum zaten, bugün gözümle de gördüm, oh mis gibi oldu. Artık içki almaya 10 km. ötedeki Tansaş'a filan giderim. Çok yakındaydı Şok, hemen evin yanında yazık oldu bana, neyse. Hmmm, sonra sonra, tamam içkiyi satan (ya da satmayan) C. değil biliyorum ama onunla da tartıştım bu sabah. Hatalı olabilirim, olmayabilirim de, bana bugünlerde bulaşmasın kimse, burnumdan soluyorum gerçekten. 

Olympos ile ilgili ne diyebilirim ki, güzel, kötü, sıkıcı, değil, tatil yeri sonuçta, ben mutlu oldum orada, size de tavsiye ederim. Çoook uzun bir tatildi benimki, neredeyse kırk gün kırk gece sürdü. Şaka değil, yemin ederim öyle;p İstanbul kısmı da Olympos günleri de harikaydı, demek ki kötü haberler dönüşümü bekliyormuş. Amaaaaaan, neyse ne, geçer gider. Ben madde madde, düşünüp, sizin için biriktirdiklerimi yazayım yine. Başlayalım bakalım;

--------------------


-Biraz önce demiştim, Olympos'ta, kulaklık filan takarak müzik dinlemek istemedim fakat Bayram'ın Yeri'nde çok fazla müzik dinledim. (Kulaklarımı kapatıp dolaşıyormuşum, ne salak bir cümleydi, pardon.) Sıkı parçalar çalıyor barı, aferin onlara. 


-İtalyanlar sevimli ama biraz şapşikler tarihe not düşülsün. 


-Kırk yaşını geçip hâlâ bana, ben kurgu sevmem diyorlar ya, yemişim sizin sevip sevmeme durumlarınızı, bir rahat olun ya! Bir kitaptan bahsediyorsun, öylesine bir sohbet (ben yeni tanıdığım insanla konuşurken yorulurum), anlatabilirsin, ben okumam nasıl olsa diyor karşındaki. Yuh yani, ne anlatacağım ben sana kitabı, git al klasiklerin özeti filan çıkmış, oku öğren.

- Erica Jong'un Uçuş Korkusu romanını okumaya Bodrum'dan dönünce ara vermiştim. Olympos'ta bitti, zaten demiştim ya çok akıcı, basit bir kitap. Özellikle plajda okumalıyım bu kitabı demiş, onun için bekletmiştim, iyi oldu. Çoğu dediğine katılmadım kadının, hatta kitaptaki karakterin yaptığı her hareketi eleştirdim ama haklı olduğu yerler de vardı tabii. 

- Erica kurgu okumayanlara beş basar.

- Olympos'ta gidilecek tek doğru dürüst yer, Bayram's (hah ha, böyle söyleyince kendimi salak gibi hissediyorum, Bayram's, Kadir's, Şaban's!;p). Çardaklarının konumu, müzikleri, portakal ağaçlarının arasındaki evler, diğer yerler onun yanında çay bahçesi gibi kalıyor.

-Orange Bar'ın üstünü kapatmışlar, kötü olmuş. Zaten disko tarzı yerleri sevmem. Sadece bira içip, dans edenleri seyrederken dağları izlemeye bayılıyordum. Öyle güzeldi ki oradan dağların görüntüsü. Müthiş bir klostrofobi ama etkileyici. Gitmiş, bitmiş artık, hepimize geçmiş olsun.

-Öküz Bar, yine kötü hep kötü. Orası eskiden.... Yok yok anlatmayacağım tamam, ama öyle değildi inanın bana;p Orada ayakta sallanırken (Serap tuvaletteydi) bir çocuk elimi tutmaya kalkıştı, ne oluyor dedim, neden olmasın dedi. Hah ha, işe bak, Öküz Bar'da bile felsefe. Kusacağım, o olacak! Olmasın tabii, dedim, kayboldu. Çocuk, Kadir'in bile elini tutabilirdi o kafayla, benim suçum yok. İçki tüm kötülüklerin anasıdır, sarhoştu yazık. Bravo, Şok'u alanlara, akıllı adamlar. Cennette yerleri hazır, misss.

-Eski Yeni diye bir bar açılmış, baya baya ötede. Kadir'in Yeri'nin de gerisinde. Servisle alıp götürüyorlar gitmek isteyenleri. Gittik gördük. Serap'la az kalıp dönmüştük, program bitti diye meğer araymış. Bir saat ara! Sonra C. gelince yine gittim. Serbest Radikaller diye bir grup (isim çok kötü, biliyorum) çalıyordu. Çok eğlendim, sevdim ben. Biraz dans ettim, C. gülerek beni izledi. Komik miydim acaba, bak içime şüphe düştü şimdi;p Neyse, keman çalan çocuğu özellikle çok beğendim, çok küçük gösteriyor çocuk ama boyundan büyük işler yaptı sahnede, hiç durmadı. Tabii geçmişte keman çalmışlığım var ya uyduruk bir şekilde, içimde kalmış sanırım. Ah ah;)

-Denizi artık çok pis Olympos'un. Onun için kıyıda oyalanmak anlamsız, iyice ilerleyince nefes alıyor insan. Ama C. ile kıyıda oyalandım, yalan yok;p "-Biraz gideyim mi ben canım?", "-Olur canım", "-Hey, ben geldim!" Böyle böyle diyaloglar yaşandı sahilde;)

- Çoook uzun saçları olup, onları bir de at kuyruğu yapan, başka milletlerin insanlarına hayran, termosla dolaşan, çekirdek kabuklarını ağzıyla etrafa atan eşlerine kendi işlerini yaptıran (tamam, kadının salaklığı ama olsun), türkleri araplara benzeten ve aksanlı türkçe konuşan insanları (elbette yine türk bu tipler) sevmiyorum. Vardı Olympos'ta bir numune. Anlatsam hayal bile edemezsiniz gerçekten, onun için böyle ucube bir anlatımla yetinin lütfen.

- Faulkner'a devam ettim Erica bitince. Çok şiirli, müthiş bir dili var, Döşeğimde Ölürken'in. Daha bitmedi ama şimdiden çok sevdim. 


-Tatilde anlaşılacağı gibi çok kitap okuyamadım. Eee, Serap varken çok laf vardı, konuşup durduk. Sonra, oyuncu değişikliği oldu, o gitti C. geldi. Hmmm, yine çok laf vardı diyeyim de, siz anlayın gerisini;p



Bahsettiğim şarkıyı da koydum, şimdi kalkıp yemek yapmalıyım. Yıllar önce okuduğum kitaptan eski bir replik, hep aynı replik dolaşıyor beynimde; hayat zor, korkuyorum!;p

10 yorum:

endiseliperi dedi ki...

:) bayıldım. özlemişim valla. kırpık kırpık ama çok hoş yine. çok güldüm. ancak diye diye, "demek şok'ta artık içki satılmıyor, ha!" gibi bir yorumda bulunurmuşum:)

olimpoz klostrofobik valla. o dağ bana şu kadar ferahlık vermedi o kadar gittim. bir de nemli havası. denizi iyiydi, ama diyorsun ki, pis artık, iyi ki gitmemişim:p

ben de çok okumadım. poe okudum, çatal kültürü diye bir kitabı yarıladım ve dün akşam da bülent somay okudum. bu aralar geyiğe sardım iyice. vuslat'la yokluğunda kanka olduk:) o acıklı ya da solcu şeyler yazıyor, ben gülerek okuyorum valla. şimdi burayı okursa umarım kızmaz bana.

downton abbey adında bir dizi izliyorum. mola verip geldim. yine gelirim.

öpüyorum çok. sevgiler.

justine dedi ki...

Tabii tabii, konunun ana fikri Şok'ta artık içki satılmamasıydı zaten, sorun yok yani;))

Çok başım ağrıyor Peri. Akşam başladı, ilaç aldım geçecek sanırım(?). Yemeği ancak yedim, pane harcıyla tavuk göğsü kızarttım ve çoban salata yaptım sadece. Acıkmamıştım da, yedim işte.

Yok ya, denizi biraz pis, çok çok insan ve araba var (artık) ama Olympos güzel canım. Dağların büyüklüğü, (Toroslar oluyor değil mi? Coğrafya'ya bak bendeki!), denizin dağlarla öyle, oradaki gibi buluşması inanılmaz geliyor bana. Neyse, ben vazgeçmem sanırım Olympos'a gitmekten. Ara veririm şimdi yaptığım gibi, dört beş yıl gitmem belki, fakat sonra yine giderim. O denizde yüzmek (çoooook ileride, biraz açılınca tabii) muhteşem bir duygu.

Ah, Vuslat ve sen değil mi?!;p Biliyorum biliyorum muhabbetinizi. Vuslat kızmaz öyle şeylere, bugüne bugün salsa, çaça ve bilumum danslara gönül vermiş biri o, anlayışla karşılayacaktır seni;p Hem dikkat ettim, ben yokken daha empatik (yok böyle bir kelime, ben uydurdum;p) ve yumuşak bir insan olmuş Vuslat. Bir zamanlar benimle heyecanlı heyecanlı konuşuyordu ama şimdi; olur öyle, herkes devrimci olmak zorunda değil, farklı mücadele alanları var vs. vs. kıvamına gelmiş. Güzel valla, ben bayıldım.

Sarıldım, özlemişim seninle sohbet etmeyi. Başımın ağrısı da bir geçse.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Hımm! Güzel ve oldukça uzun bir tatil ve bir o kadar da sorunlu bir dönüş olmuş anlaşılan. Benim bir yarım (anne tarafım) Antalyalı Dolayısı ile tüm resmi ve dini bayramlar ile zorunlu aile buluşmalarında eşitliği bozmamak adına en az Giresun kadar Antalya’ya da uğrarım sıklıkla. Hemen her yerini bilir ve severim, Olimpos hariç. Neden bilmem oraya ısınamadım bir türlü. Benim mekanım Kaş’tır. Sessizliği, yeşil ile mavinin o direngen uyumsuzluğu hep içimde bir yerlerin kıpırdamasına sebep olur. Olimpos’ta nedense o tadı alamıyorum… Bir de tabi, seçkincilik yapma derdinde değilim ama, kısaca tarif ettiğin tiplerin de bu son yıllarda orayı mekan edinmeleri rahatsız etmiyor değil.

Fakat sen oldukça eğlenmiş gibisin ki bu güzel. “Şok” olayına şaşırmadım aslında. Bu ve benzeri adımlar senin de tahmin edebileceğin gibi katlanarak artacak günden güne. Sermayenin ve rantın el değiştirmesi sorunu işte… Ben bir aralar BİM’e karşı tavırlıydım. Sevmiyordum orayı, dürüst olayım tiksiniyordum. O yüzden ne girerdim ne de alışveriş yapardım. (girmezsem zaten alışveriş yapamam değil mi? Saçma oldu bu) Her neyse, çocukça bir tutum ama hala sürdürüyorum işte. Yoksa sermayenin dini, dili ve ırkı olmadığının farkındayım. İsrail malları, ABD malları, Bilmem kimin mallarını protesto etme eylemlerinden haz etmem o yüzden, sakal bıyık meselesi işte, yalnızca tükürüğün yönü değişiyor hepsi bu, tabi rüzgar esmediği sürece…

İtalyanlar hakkında tarihe düştüğün not’a çok güldüm. Kimbilir binlerce yıl sonra yine senin gibi bir arkeolog fırçayla temzlediği bir server’ı uzman filologlara okutup bu notu görebilir ve tarih kitaplarına bu kayıt düşebilir. Zavallı İtalyanlar… :) şaka tabi…

Şimdi bir “Hımmm!” diyeyim. Ben eskiden beri tango’yu sever ve yapardım. Çok sevdiğim bir partnerim vardı. Sonra ise yapamadım bir sebepten. Wals’e karşı da bir düşkünlüğüm vardı. üç ikilik ritmine karşı oldukça alımlı gelirdi bana. Ama bulunduğum yer ve konumlar bu dansları hayatıma tam anlamı ile eklemlememe uygun değildi. Onun yerine bablekan, şıxhane, kadın halayı, botan, şerizdin oynadım ha bir de memleketlerde karadenizde düz horon, Antalya da kaşık… (Evet çok yönlü biriyimdir ben) :) İstanbul’da bu kursları görünce heyecanlandım hali ile… Ama itiraf etmem gerekir ki kendimi salsa yaparken düşünemiyorum. Yani yok mizacıma uygun değil. Ben bıyıklı sert görünüşlü bir adamım. Ama olsun çocuklaşmak lazım bazen. Hayat kaçıyor elimizden…

İkinci “Hımm!” ben öyle sert bir insan değilimdir ki? Doğru dışarıdan bakıldığında öyle görünürüm ama değilimdir. Ne kadar başarılı olurum bilmem ama empati kurmaya günlük hayatımda önem verir ve ilişkilerimde çabalarım. Sonradan olmadım yani… Seninle tartışmalarımızda ki heyecana gelince, din, ideoloji ve mücadele alanlarında evet belirli bir heyecanım var. Peri ile yaptığımız konuşmalarda da bu görülebilir aslında. Yalnızca bu gün kendimi frenledim. Sevgili peri hoş bir yorum yazmıştı akıp giden, fakat arada bizleri geri kalmakla, yeniliklere kapalı olmakla, karikatür karakterlere benzemekle, kısacası etkisiz ve komik olmakla eleştirdi. Normal şartlar altında uzuuuuuuunnnnncaaaaaa bir itiraz metni yazar madde madde tartışmaya açardım ama. Bu durumda güzel ve akıcı, eğlenceli bir yorumu mahvetmiş ve hiç yoktan bir siyasi tartışmanın müdahili olmak durumunda bırakacaktım ki o kadarı da biraz kabalığa kaçardı sanırım…

Çoookkkk uzattım kesiyorum. Geçmiş olsun baş ağrın için. Seni ve yazılarını görmek çok güzeldi… Ve umarım seni bu denli huzursuz eden ne ise yoluna girer…
Görüşmek üzere
Sevgiyle…

justine dedi ki...

Hmmm! (biz artık sadece bu şekilde anlaşıyormuşuz, hmmm, hmmm, hmmm!;p)

Asıl benim mekanım, Kaş'tır! Nereden senin oluyormuş, hem bir kere de bir yere gitme be Vuslat, gitme canım ya. Antalya bile memleketin çıktı, yuh diyorum sana artık, nasıl bir olay senin durumun allah aşkına? Sürgün ayağına tüm ülkeyi gezmişsin valla;p Ayrıca onca yıldır Kaş'a gider gelirim orada direngen bir şey görmedim Vuslatcığım, olsa olsa kaldığım pansiyonun yokuşuna karşı benim ayaklarımın çabası direngen olabilir, o kadar;p

Şaka bir kenara, Kaş muhteşemdir. Ben Kaş'ın yüzerken beni şaşırmasını severim en çok. Sıcak suda yüzersin, birden sopsoğuk bir su sarar seni, sonra sıcak, sonra tekrar soğuk. Olağanüstü! Kaş'ı hiçbir yere değişmem. Oranın hastanesini de ciddi ciddi düşünüyorum ilerisi için. (adanın hastanesine baktım bu sefer, röntgen bölümü yok, aslında hastane bile değil adadaki, sağlık ocağı gibi. neyse.) Bir arkadaşım, tayin isteyip birkaç yıl önce gitmişti Kaş'a, onu ziyaret etmiştim. Günde 15-20 hasta geliyor demişti, şaka gibi! Tek endişem, yaşadığın yerin aynı büyüyü koruyup koruyamayacağı. Ne bileyim, Kaş benim için uzaktaki kaçış kasabam, orada yaşarsam nereye kaçarım bilemem artık?;)

Şok olayına hiç girmeyelim. Tümden saçmalık.

İtalyan ve arkeoloji esprisi iyiydi, çok güldüm;)

Senin dans merakını biliyorum Vuslat, okuyordum bloğundan. Ama neden, salsaya karşı bu "direngen" tutum? İstanbul tatilimde keşke Nazım Hikmet'te pusuya yatsaydım, dünya gözüyle seni görürdüm ne güzel olurdu; bıyıklı, sert, dansa tutkuyla bağlı ve devrimci blog arkadaşımı tanımış olurdum;p A, bir de Peri olurdu yanında, bir taşla iki kuş. Şansıma güzel Atzeciğim de olursa ohhh, yeme de yanında yat. Ölsem de gam yemezdim artık:)

Of, baş ağrım geçti ve ben üzerinden tır geçmiş bir kıvamdayım ya, saçmalıyorum işte, kusuruma bakma lütfen canım. Bu yorumlar ve Neo'nun yazısı güldürdü beni, siz çok sağolun olur mu?

Geçmiş olsun dileği için teşekkürler Vuslat, oluyor bana arada böyle. Beni huzursuz eden şeye gelince... Geçer tabii, ama nasıl geçer, göreceğiz bakalım.

Sarıldım.

Adsız dedi ki...

Benim de çok yakınımda Şok market,ama içki yüzünden alışveriş yapamıyordum.
Artık rahatım desenize. hele bir şöyle kırk gün filan geçsin. kasa da temizlensin.:))

justine dedi ki...

Hmmm... İlginç bir espri ama mantık hatası var;)
Şimdi, ben bir yerin bir şeyi (aldığım bir ürünü) satmamasından rahatsızlık duyarım da siz hoşlanmadığınız bir mal satılıyor diye niye rahatsız olursunuz bilemem. Düşünsenize, kornişon turşusu sevmem diyelim ama Şok'ta satılıyor, hay aksi, nasıl gidilip alışveriş yapılır bir daha o marketten?;p

Tek derdim daha uzak marketlere gitmek zorunda kalmak, yoksa hiçbir şey hiçbir ideoloji umrumda değil artık. Ben bu ülkeden yoruldum, konuşunca sinir basıyor üstelik. Böyleyken böyle.
Hoşçakalın.

yagmur dedi ki...

Justine,

Hosgeldin. Kavustuk yeniden sana.Cok sukur!

Olimpos'a gitmeyeli 5 yil kadar oldu. Demek hala hissettirdikleri ayni! Bu guzel. Simdi yorumlarda gitmek istedigim Kas icin soylediklerinden sonra daha bir sabirsizlandim. Oyle ki gidersem bir de hemen karsisindaki Meis adasina da gecebileyim diye vize alayim diyorum. bakalim bakalim.

Aslinda guzel bir konusma hazirlamistim donusun serefine ya bir takim olaylara canim sikildi cok fena. Gidiip uyusam daha iyi olacak.

Kocaman sarildim. Iyi ki geldin!

justine dedi ki...

A, Yağmur gelmiş! Ne güzel;)
Ben de dört beş yıldır Olympos'a gitmemiştim Yağmurcuğum, özlemişim yalan yok. Tamam, hâlâ çok pis ve hizmet yetersiz ama olsun, ben çardaklarda güzel müzikler eşliğinde bira içmeyi seviyorum. Diğer tatillerde olmayan bir şey var orada. Hani bir rutin vardır, sabah denize girersin, akşam çıkar kaldığın otel, pansiyon her neyse gider duşunu alır ve yemek yemek için hazırlanırsın. Süslenmek püslenmek filan, zor gelir bana. Gitmeyip otelde kalsan da anlamsız olur, hani tatil yeri gezilecektir ya;) Neyse işte, Olympos'ta kalırsın kaldığın yerde, güzeldir bu. Hatta bu sefer, daha önce yapmadığım bir şeyi yaptım, ilk defa. Akşam yemeğinden sonra, bir yarım saat kadar uyudum çardakta. İşe bak, ben, uyku bilmez Justine uyumuş, hem de akşam vakti!;p

Canım, özlemişim seni. Sıkma canını diyeceğim ama, kelin merhemi olsa durumu. Öpüyorum çok. Hoşçakal Yağmurcuğum ve iyi ki gördüm seni.

Adsız dedi ki...

Hah ha hay!!
Ne güzel özet geçmişsin. Çok sevdim bu yazıyı. Yazdığın herşeyin altına imzamı atarım, bu kadar olur yani:)) Yaniiiiiii, (Allahtan var bu kelime, yoksa halimiz nice olurdu??)
Bu arada ne kadar eskiden, ne çok çılgınlık, eğlence, çocukluk ve aşkla yaşadığımız o yerde bazen zaman durmuş, bazen çok geçmiş gibi hissettim. Arasıra yoklayan bir hüzün gibi, vurup kaçan, genzime kaçan bir duygu. Tarifi zor, bir yazının veya bir şiirin konusu olmaya aday. Yanımda olman çok güzeldi ve ben çok güldüm, çok eğlendim. Senin sesin geçmişin fısıltısına ne güzel eşlik etti. İyi ki varsın Justine!
Serap

justine dedi ki...

Sen de iyi ki varsın canım. Aslında dediğin hissi biliyorum. Zamanın hem durduğunu hem de hızla geçtiğini hissetmeni. Yaaaniii, yaşlandığımızı;p

Anlatılacak daha çok fazla şey vardı ama bilirsin her şey yazıya dökülemiyor. Bizde kalsın öyleyse, güvenilmez hafızalarımızda. Seni seviyorum.