(Gerede'de ilk günüm. Tanımadığım bir yerde, hiç tanımadığım insanların arasındaydım. Çocuktum daha, on sekiz bile değil. Hastane yolu burası, bahçesi. Şimdi hepsini unuttum gitti. Bu fotoğrafı acil doktoru çekmişti, uyuz bir kadın olduğunu hatırlıyorum. Harbi uyuz ama, sinir bir tipti. Neden fotoğrafımı çektiğini ve bana verdiğini bile bilmiyorum, o kadar yani.)
"...
Şimdi komşularla oturduğum akşam saatlerinde
Masamda bir kupa çay kilitleniyor, bakışım kilitleniyor
açamıyorum
Bir şey bekliyorum, çözsün onaylasın yaşadığımı, bana ait bir
sır bulsun bende
Belki biraz mutluluk, belki biraz daha dem, biraz daha şeker
Sonrası hep aynı yüzler, hep aynı bakışmalar; el aynasında soluğum
-Demek sizi gönderdiler kendileri gelmediler.
..."
..."
Fit / h. Arkan
Dün dolunay vardı, balkon kirliydi, bugün balkonu tertemiz yaptım, ayı göremiyorum. Şans işte. Çok yorgunum. Akşam temizlik yapmaya başladım, şimdi bu yorgun halimle anlıyorum ki kötü fikirmiş. Balkonu yıkadım, defalarca su döktüm, demirlerini sildim, silerken aşağıya bakıp; "bakalım milletin balkonu ne hâlde" diye küçük bir araştırma yaptım. Pek bir şey anlamadım, gözler hafif miyop ya, tozlu mu değil mi anlaşılmıyor tabii. Alt katta oturan kadın çalışmıyor, mazeretim hazırdı zaten; temiz olur elbette, işi ne ki ev temizliğinden başka?;p
Biraz kötüyüm son günlerde, kendime bile tahammül edemiyorum. Hep özür diliyorum, devamlı, devamlı; özür dilerim, kusura bakma, hatalıyım, vs. vs. Sonra düzeliyor mu acaba her şey? Bilmem ki, karışık işler, bu işler. Hiç kimseye bulaşmadan yaşamak zor, karışık, o bile çaba istiyor. Tatilde olsaydım hep. Bir bira ve oturmak. Sadece oturmak. Şimdi de Berfe'nin o müthiş şiiri geldi aklıma;
-----------------------------------------
"...
dururum:
kumların üstünde ve güneşin altında değil
ağaç ya da çardak altında
öküz gibi, saatlerce, tahta bir masada
rakı içip keyif çattığımı sanan sağlıklıların
gittikçe azalan beyin kıvrımlarında...
dururum işte. önemli değil.
yeter yukarıdaki oda.
..."
Şiirin hepsini okumalısınız, çok güzeldir. Benim şairim değildir Süreyya Berfe ama bu şiiri severim. Durun ekşiye bakayım, yoksa yazayım hatta. Evet, şimdi burada, merak eden okur artık. Vakti zamanında C.'ye yazmıştım tüm şiiri. Ve kopyala yapıştır değil, emekti valla yaptığım. Aşk, heyecan, kalp çarpıntısı durumları işte, koca bir şiiri bile soluksuz yazdırıyor.
Oblomov'un rüyasını bilir misiniz? Nasıl rehavet veren bir rüyadır o öyle, müthiş. October mı söylemişti acaba, tatil için çalışıyorum, diye? Çok hoşuma gitmişti o laf, pek sevmiştim. Kolay kolay demezler çünkü bunu. Herkes idealist, herkes çok becerikli, herkes çok çalışkan. Bu akşam bir telefon görüşmesi yaptım, uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşım aradı. Bir bildiri varmış, onun için hazırlık yapar mıyım diye soruyor. Yarın kadına haber vermelisin diyor üstelik. Vay, işe bakın lütfen; ben tezi ne yapacağıma bir yılda karar veremiyorum, bildiri için tanımadığım bir kişiyi arayıp, hooop çalışma yapacağım hemen! Çok fantastik bir olay olurdu inanın, kendimi bile aşardım yapsaydım bu işi. (arıyormuşum yarın erkenden! hah ha, mucize.) Yine aklıma bir şey geldi hemen anlatayım, kısaca tabii;p Oblomov ağrı ve sızıları için doktoru çağırıyordu evine. Yok yok, doktor kendi geliyordu, Oblomov niye çağırıp, dertsiz başına iş alsın?;) Neyse, doktora şikayetlerini anlatıyordu bizimkisi, doktor da ona, bu şartlar altında yaşanmaz, yabancı ülkelere yolculuğa çıkın, filan diyordu. Oblomov'un kalbi çarpmaya başlıyordu tabii hareket edeceği için, korkudan. Doktor saymaya devam ediyordu, şuraya, şuraya da gidebilirsiniz, sonra daha uzağa mesela Mısır'a!! Oblomov'un iç sesi müthişti; "daha da neler! daha daha! başka emriniz!" Ve dalga geçerek yolcu ediyordu doktoru, "tabii tabii, dediğiniz her şeyi harfi harfine yapacağım!". Böyle işte kendimi düşününce aklıma geldi arkadaş. Sefil bir şekilde ölmüştü kendisi, allah bizim sonumuzu öyle yapmasın, amin;p
Ay ne durumda acaba? Çıkıp bakayım temiz(!) balkonuma. Eee, sonra da biraz kitap okuyup yatarım, yarın öğlen nöbet var yine.
-----------------------------------------
p.s.: -Evet baktım, October yazmış tatil için çalışma isteğini.
-Dün hiç aklımda yokken albüm karıştırdım. Yukarıdaki foto o anlamsız iş yüzünden burada. Peki albüm karıştırmak nereden aklıma geldi; o da fotonun altına koyduğum sanat müziği şarkısı yüzünden. O şarkılardan biri dilime takıldı dün akşam. Hayır, öyle çok da bilmem ve söylemem bu şarkıları. Fakat geldi işte, akıl bu. Sonra çooooook eski bir tatil geldi aklıma. Sonra bir an, sonra bir foto ve en sonunda çok çok alakasız bambaşka bir foto bu yazının görseli oldu. Hayırlı, uğurlu olsun, yapacak bir şey yok.
- A, son bir şey daha; Berfe'nin ismindeki bir "y"nin Cemal Süreya'nın attığı harf olduğunu biliyor muydunuz peki? Ya, neler neler oluyor şu hayatta, şaşıyorum bu işlere;p
- A, son bir şey daha; Berfe'nin ismindeki bir "y"nin Cemal Süreya'nın attığı harf olduğunu biliyor muydunuz peki? Ya, neler neler oluyor şu hayatta, şaşıyorum bu işlere;p
10 yorum:
Kimseye karışmadan yaşamak, hep en basiti gibi gelir ama gel gör ki en zoru da odur. İşlek bir kaldırımda kimseye dokunmadan yürümeye benzer. Cambaz becerisi yani. İp üstünde yürümek bile şimdi gözümde daha bir kolay canlandı.
İp dedim de aklıma geldi şu ipince sırat köprüsü meselesi var bir de tabi... Şu sirk cambazları ne kadar da şanslılar, hiç takılmadan geçip giderler valla. Günah falan hikaye yetenek işi bunlar... Hımm! ne diyordum ben? tamam, hatırladım. Şu kaldırımlarda yürüyen cambazlardan bahsediyordum. Benim bir taktiğim var, şöyle ki; Sakar bir adam olmanın dezavantajı sürekli birilerine çarpmaktır. Ben her çarpışmadan ve temastan sonra döner afedersiniz derim. Kimi hiç ses çıkarmaz yoluna devam eder. Takmam, zaten o da beni takmamıştır. Kimi nezaketle pardon der. Suçu paylaşır yani. Nezaketle gülümserim, iyi bir günümde isem çay kahve ısmarlar, yeni giysiler falan hediye ederim (abarttım sanki)kimi ise hödö hödö sesler çıkarıp homurdanır. Bunlara çok ters bir bakış atarım. Zaten bakıştan sonra susarlar, susmaz iseler ne yaparım bilmiyorum hiç başıma gelmedi...
Velhasılı, kaldırım yolcuları gibidir sonuçta hayat, hangisi olduğuna karar verdikten sonra gerisi kolay...
Oblomov'sa yüreğimin yangın yeridir hep. O pasajı hayatta unutmam. İç sesi ile doktoru boşa çıkarmasını... Ya kendim de bir Ştoltz çakması olarak her ne kadar Oblomov'a kızsam da onu kıskanmamak elde değil galiba...
Öyle garip şeyler :)
İyi geceler...
Eski bunalım justine dönmüş...Tatildekinden eser yok...izmirde olup bu kadar bunalmak ayrı bir başarı tabi...ne diyelim...hoşeldin...
Dün gece okuyabilseydim yazdıklarını, yüksek sesle güler "tesadüflere bak" derdim. Dün İstanbul'da öyle güzeldi ki dolunay, Kadıköy'den eve dönmek bilmedim. Balıkçılar ve şarapçılar dolunayda mı bir garip oluyorlar ne, hiç onlardan beklemediğim replikler, üsluplar içindeydiler. Mahalledeki hep sevdiğim kedi korktu benden elimi uzattığımda. Gece gece penceremin kenarına sandalye koydum, camı sildim, bir açtım. "n'oluyor ya, bu ne ya" deyip durdum. Ne olanı biteni, ne kendimi anlamadım.
Şiirler ne güzel. Dün Edip Cansever okudum, "kızlar Cemal Süreya sever" dedi adamın biri. "Allah allah?!" dedim. Kategorileştirme sevdana senin... hay bin kunduz.
Fotoğrafın ne hoş olmuş. Geredeye ilk gittiğimde ben de senli yaşlardaydım. :)
Öpüyorum seni çok.
Sevgiyle.
Merhaba Vuslat, n'aber?;)
Sen sirk deyince, aklıma üç gündür bitiremediğim film geldi. Düşün, C.tesi gece nöbetten gelince başlamıştım seyretmeye, bugün Salı! İyi filmdi aslında, klişeydi ama...
Herkese Ştoltz gibi bir arkadaş lazım esasen. Valla, her eve lazım. Ben de Oblomov'u okurken kendimi Ştoltz yerine koyup, söyle bir sarsmak istiyordum bizimkisini. Fakat, serde doğululuk var tabii, Ştoltz batıdır, ne kadar hak versek de bizi Oblomov'un rüyası paklar.
Böyleyken böyle işte Vuslatcığım, sevgiler sana.
The Saint, durumumu bilsen benim için ağlardın;) İzmir filan fasa fiso oluyor bir sorunun varsa, yoksa bilirsin bana her gün bayram.
Hoş bulduk ve teşekkürler.
Çok sevgiler.
Hah ha, kızlar Cemal Süreya mı severmiş, bak sen şu işe!
Atzeciğim, çok olmamış öyleyse sen İstanbul'a döneli, değil mi? Neden oradaydın acaba, saçma bir yer orası niye gittin ki?;p
Dün gece, (hatta sabaha karşı) beş gibi oturdum ben de balkona. Görünüyordu ay, tam karşımdaydı. Çok güzeldi, çok. Dua ettim biraz onu seyrederken, sonra aya tapıyormuş gibi hissettim kendimi, salakça oldu. Hani, güneşe, yıldıza, aya tapanlar oldu geçmişte ama dün anlamsızdı o görüntü;) Bakalım ay dualarımı kabul edecek mi?;p
Çok öpüyorum seni, şimdi hemen kahvaltı yapmalıyım.
tatilsepeti sitesinin reklam sloganı vardı, "hepimiz tatil için çalışıyoruz" diye, hem dürüstlüğünü takdir etmiş, hem de sinir olmuştum. çalışmak bu kadar kötü, tatil bu kadar güzel, hep tatil olmasının koşulları peşinde koşsak ya diyerekten. özünde tembel biriyim evet :)
son günlerde kötü olmana sebep neyse çözülsün, uzaklaşsın kısa zamanda inşallah. ben bugünlerde bi barıştım kendimle, dalaşmıyorum, şefkat bile duyuyorum, "ay yazık bana" diye :) nasıl oldu bilmem.
sahaf festivaline gittim öğlen yine, marguerite duras, kavabata, refik halid karay aldım. bi de 60'lı yıllardan bir görgü kitabı. eğliyorum işte kendimi...
öptüm, sarıldım.
Hepimiz tembeliz Neo, Ayn Rand okuyanlar dışında tabii;p
İnşallah çözülür canım, devamlı düşünüp duruyorum. Bakalım, gün doğmadan neler doğar diyorum hep.
Sahaf festivali var değil mi? Ne hoş. Keşke orada olsaydım şimdi. Burada festivali bırak, sahaf bile yok valla, komik;)
Çok sarıldım canım, dileğin için teşekkürler.
Gerede'yle istanbul arasında yıllar ve onca şehir daha var güzel Justine. Bilmiyorum ki ruhum kaç yaşında, nerede şimdi.
Ay öyledir, olduğu gibi çıkınca karşına tapıyorsun ister istemez. Bu da Justine'den beklenecek şey değildir. Ay değerini bilsindir değil mi? :)
Öpüyorum.
Hay allah, bu küçük numaralarla kimsenin yaşını öğrenemiyorum ben!;p Hah ha, çok da iyiyimdir yaş tahmininde aslında, böyle şeylere gerek yok tabii, can sıkıntısı diyelim;)
Bu sabah kötü başladı Atzeciğim, ben de bir oyun oynayıp günü güzelleştireyim dedim. Her şey çok iyiymiş, muhteşem bir günmüş gibi davranıyorum, nasıl fikir ama;p
Çok sarıldım.
Yorum Gönder