Cuma, Eylül 09, 2011

şeytanlı şiirler, güneşli şarkılar, gülen yüzler

 (Poliş ve Lily. ikisini de çok özledim, burnumda tütüyorlar. bu deyimin doğrusu, burun mu, yoksa göz müdür, yıllardır kafam karışır bu işe?)




"...
Üstümüzde gökyüzü açılmıyor mu?
Yeryüzü sapasağlam,
Uzanmıyor mu altımızda?
Ve ebedi yıldızlar,
Sevecen bir gülümsemeyle,
Yükselmiyor mu?
Seninle göz göze değil miyiz?
Ve her şey,
Senin kafan ve yüreğinde,
Bir araya gelip,
Sonsuz bir giz içinde,
Hemen yanıbaşında oluşmuyor mu?
Görünmeden görünerek?
Yüreğinin büyüklüğü el verdiğince,
Bütün bunları doldur içine,
Ve duyguların coşunca,
Buna istediğin adı ver:
Mutluluk! Gönül! Sevgi! Tanrı!
..."

Faust / j. w. Goethe

Sabah sabah Faust okudum, yatağa götüreyim, biraz da orada karıştırırım. Gerede'de okumuşum ben bu kitabı, altını çizdiğim yerler şimdi eskinin dalgası. Ne çok şey değişiyor; yerler, eşyalar, zaman, her şey, her şey. En önemlisi de alışkanlıklar, tüm alışkanlıklar zamanla dağılıyor ya da güçleniyor. Ben küçüklüğümden beri alıştığım şeylere tutunurum, tüm cesaretimi, yaşam sevincimi onlardan alırım. Oysa alışkanlık da beslenmek istiyor. Neyle beslersen besle, hangi adı verirsen ver; sevgi, gönül, tanrı!

Dianne Reeves'i çok severim, hastasıyım. Onun sesi bana göre, şefkatli, gülümseyen, anlayışlı bir kadın sesidir, ısıtır. Güneş ne büyük tanrım, şaşıyorum bazen; başka başka suretlerde gelip karşıma oturuyor. Bu sıcaklıkla sonsuza kadar uyuyabilirim. Siz de dinlesenize bu sabah Dianne'i, şarkı aralarında kulağınıza "i love you, darling", diye fısıldadığını duyacaksınız;)

p.s.: Yukarıya üç parçasını koydum Dianne'in, siz şuradan diğer harika şarkılarını da dinleyebilirsiniz.

8 yorum:

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Faust’u ben de yaklaşık iki ay kadar önce şöyle üstünkörü, oldukça kaba bir biçimde geçmek istemiştim. Ama yarım bıraktım. Benim kitap çizme alışkanlığım hiç yoktur. Nokta bile koymam kıyısına köşesine. Daha ziyade önemli gördüğüm bir yer varsa ya ezberlerim ya da –ki siz onu mecburen anlayın, o kadar zeki değilim şayet- bir deftere kağıda yazarım. Faust ilk okuduğum gençlik yıllarında çok bunaltmıştı beni. O zaman deftere aldığım notlara baktım da genellikle afili sayılabilecek, pırıl pırıl parlayan spotlar kesmişim kendisinden. Eh gençlik işte serde aşk var tabi bir de kur yapılası bir sevgili, nerede afili bir imgeleme orada ben. Kur yapan iguana erkeği gibi :) Ama özde kaba bir adamım ben Goethe’nin girdiği derin anlam arayışları, Helen’e dayanan o gayri meşhut aşk temalarını anlamam, anlamak istemem. Daha materyalist bakarım. O yüzden de sevemem Faust’u bir türlü. Sevemedim de.

İyi ama bir o kadar cahil bir Jazz dinleyicisi olarak Reeves’den bahsettiğinde kimden bahsettiğini anlayamamıştım. Şarkıyı çalınca hey dedim kendi kendime bu bende var. Aradım taradım ve bir albümünün bende kayıtlı olduğunu gördüm. Adına hiç dikkat etmemişim. Evet çok güzel, sade bir yorumu ve bence yine de sert ama yalın bir sesi var.
Sevgiyle

justine dedi ki...

Vuslat, neden çizmezsin ki kitapları? Ben eğer, büker, çizerim kitabı okurken. Böylesi daha anlamlı ve güzel gelir bana. Not alacaksam da kenarına yazarım kitabın, ayrı bir kağıt filan kullanmam. Seni eleştirmiyorum, fakat tuhaf geliyor bana kitaba incinecekmiş muamelesi yapmak. Nasıl bir kıyafeti giyerken, aman kırışmasın, aman eskimesin demiyorsam, kitap da öyledir benim için. Hem daha da önemlidir, yaşamış kitapları severim ben. Sahaftan kitap alırken koklarım, içindeki çizilmiş yerlere özellikle bakarım, çok şey ifade eder tüm o izler.
Hastanede bir arkadaş bir gün bana, çok hayal kırıklığına uğrattın beni, senden beklemezdim, demişti yekten. Ben kitap okuyordum o sıra, anlayamadım tabii. Ne oldu ki, dedim kadına. Dikkat ettim, kitabını çiziyor ve katlıyorsun dedi. Ayrıca kaldığım yeri de büküyormuşum ayraç kullanacağım yerde;) Komedi işte. Anlatsam mı acaba dedim, amaaaan diye boş verdim sonra. Hiç üzme tatlı canını, ben böyle okurum, evde daha da beter durumdadır kitaplarım dedim. İşe bak, benden beklemezmiş! Sanırsın, kitaptan sorumlu devlet bakanı filanım. (Anlattığı şey önemlidir kitabın diyeyim de tam geyik olsun;p)

Bitirmeden; sen kaba bir insan değilsin Vuslat, boşuna uğraşma, inanmam;)

Reeves candır. Birkaç yıl önce kesintisiz dinlerdim onu, ara vermiştim tekrar dinlemek iyi geldi.

Çok sevgiler sana.

p.s.: Dün gece neden dua etmedin benim için, nöbetim kötü geçti yine;p

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Sadece bir tek şey; Yasalarımızda yasaklanan bir yayının birden fazla bulunması suç -dağıtım suçuna denk geliyor çünkü- ama bir tane bulunması suç değil ki bir şartla eğer sen de yakalanan bir kitabın altı çizilmişse, sayfa işaretlenmişse mahkeme orada geçen görüşü benimsediğin sonucuna ulaşıyor ve çizili, yahut katlı paragraf mahkemece suç unsuru sayılıyorsa aynı suçu işlemekten ceza alıyorsun.
Kitaplara kıyamadığımdan değil daha çocuk yaşlarda girilen politik mecrada bize ilk öğretilen şeyin bu olması gerçekliği ile elim varamadı bir türlü...
Öyle işte...
Ps; Baba 3 filminde peder şöyle der "dua et sonsuzluğun içinde onu tasavvur etmekten gelen bir alışkanlıktır" Pederi sonra Carleone ailesi Vatikan'ın merdivenlerinden attı. O alışkanlık her zaman yarar getirmiyor yani :) Ama yine de bir sonraki nöbetinde bir şeyler mırıldanırım artık :)
Sevgiyle

justine dedi ki...

;) Anladım şimdi, eh kusura bakma o zaman, birden heyecan yapıp nazlı kitap okuyucuları ile aynı kefeye koymuşum seni.

Müzik son gaz devam ediyor, ben kurabiyeyi yoğuruyordum. Birden baktım ki, mucizevi bir şey olmuş. Onların çaldığı bir türküye sessizce eşlik ediyorum! Genellikle uzun hava gibi inanılmaz saçma bir şey çalıyorlar (mantıklı olsa ne yazar, kimse onların müziğini dinlemek zorunda değil). Şimdi hatırlamıyorum ama güzel bir türküydü sanki. Neyse, tecavüz kaçınılmazsa, diye başlayan laftan nefret ederim ama sanırım bu aptal mahallede o duruma düşeceğim. Şimdi yine uzun hava okumaya başladı gerizekalı adam, bağırıp duruyor, ne dertliymiş tanrım!

Ben kendi müziğimin sesini açıp kurabiyeleri fırına koyayım. Sakinleşmeliyim;)

Sarıldım.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Ben de Adalılar dinliyordum yüksek sesle. Rakı acıktırıyor, aşağıya indim yiyecek bir şeyler bulurum umudu ile en sonunda bir pastaneden tuzlu pasta çubuk falan aldım. Kaşar ve salamla iç edeceğim şimdi.
Sakinleşmeye çalış yoksa bitmez bu gece böyle... Garip benim de yarın gece nöbetim var. Ama nedense uyumak istemiyorum. Birazdan baba üçü bir daha izleyeceğim neredeyse bir hafta oldu izlemeyeli...
Afiyet olsun sana da...

justine dedi ki...

Adalılar, ne ola ki? C. adada Ada Vapuru diye Kalan Müzik'ten çıkan bir parçayı ne çok çalmıştı, aman tanrım! Hatta inat etmiş, sinir yapmıştım ilk defa (huyum değildir normalde), biraz tartışmıştık. Beğenmedim, güzel müzik değil bu demiştim. Ki müzik güzeldi, öyle olmasa bile bir hevesle açılıp, sevdiğine dinletmek istediğin müziğe öyle kaba yorum yapılmaz tabii. Neyse, özür dilemiştim ve anlaşmıştık. Aklımda kalmış da şimdi hatırladım, sen ada filan deyince.
Ne nöbeti tutacaksın sen Vuslat? Beni hep şaşırtıyorsun, cia ajanı gibi bir şeysin valla. A, pardon kgb ;p

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Biliyorsun benim de hayatımı kazanmam gerekiyor o yüzden gece nöbetleri olan bir işim var artık. gece saat on birden sabah yediye kadar çalışacağım. Böylece günler bana kalıyor işte. Hem şu İspanyolca kursunu hallederim hem Yorum koroyu hem de örgütlü mücadelenin üzerime yüklediği sorumlulukları yani sevdim bu gece işini. Ama yine de insan arada öğretmenliği özlemekten kendini alıkoyamıyor...
Bir dostun sağladığı, suların ortasında bir iş diyelim biz...

justine dedi ki...

Buldum, balıkçı olmuşsun sen!;p

Kolay gelsin Vuslat sana, kurabiyem oldu, çayımı da koydum. Biraz keyif yapayım artık, yarın nöbet var yine.