Kaza yaptım. En sonunda oldu. Kendi kendini gerçekleştiren kehanet diyorum ben buna. Sigorta şirketi ne der bilemem tabii. Bu akşam eve gelirken bir araca çarptım, uygunsuz yerde bekleme yapıyordu, yolu kapamıştı, deli gibi yağmur yağıyordu, ben dalgındım, şudur budur, bilmiyorum artık neden, niye oldu, tek bildiğim aklımdaki ve kalbimdeki gerçekleşti. Ne tuhaf, korku yoktu içimde, heyecanım da geçti sonra, fakat şimdi, bu yazıyı yazarken buraya, az önce demlediğim mis gibi çayımı içerken, kısaca her şey normale dönmüşken, neden ellerim titriyor?
(Kaza anı fotoğraflanmalıymış, bilmiyordum ben. Bunca zaman araba kullanırım hiç başıma böyle bir şey gelmemişti. Adam da bilmiyormuş. Etraftan söyleyenler oldu, sinir bozucu, külüstür inatla değiştirmediğim telefonum çekmedi tabii, kartı çantamdaki diğer sinir bozucu, külüstür telefonla değiştirdim, böyle yarım yamalak çekmeye çalıştım. Benim arabayı ileriye almıştım, sadece adamın arabası girdi kareye, anlamsız bir foto oldu, bloğa yarasın; işte çarptığım araba bu. Ve gerçekten ne çok yağıyordu.)
Neyse, bitti gitti. Ellerim de kendine gelsin, silik hatıralar albümüne yollanacak bu görüntüler.
"Romanın bir yerinde bir büyük dede, büyük torunuyla karşılaşıyor. Büyük dede tam anlamıyla bunamıştır "düşünceleri su rengindeydi" ve tıpkı büyük torununun yeni doğmuş bebesi gibi mutlu ve nurlu bir ifadeyle gülümser. Dede, anılarını yitirdiği için, torununun torunu da henüz hiçbir anısı olmadığı için mutludur. Sanırım kusursuz mutluluk budur. Benden ırak olsun." *
Öyle çok unutmak istiyorum ki, sabah akşam unutmak istediklerimi düşünüyorum. Korkunç bu, çok üzücü, üstelik acıtıyor. Yazar gibi, benden uzak olsun kusursuz mutluluk, diyecek kadar eskiye bağlı olmak isterdim. Bütün anılara bağlı olmak, anıyı bırakın ekmek aldığın bakkalı hatırlamak istemek, nasıl bir biriktirme arzusu? Uzun süredir hatırlama isteğim yok, ne çocukluk, ne ötesi. Yine de yakın geçmişle bir derdim var sanki, hatırlamaya çalışıyorum. İstanbul'da daha önce gezdiğim yerleri tekrar gezerken, şaşırıyor, heyecanlanıyor, konuşup duruyorum. Çoğu zaman içimden, bazen yüksek sesle. Bak burada daha önce yemiştik biz, sevmiştik yemeklerini, bu çok eski bir taş, üzerinde yeniçerilerin kafası kesilirmiş, bu duvarlar çok güzel, yaslanmıştık.
---------
Tanpınar'dan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okuyorum. Dilini seviyorum Tanpınar'ın. Huzur'da biraz rahatsız olmuştum fakat bu sefer iyi anlaştık sanki. Huzur'u Klazomenai kazısındayken okuyordum, lisans yılları daha. Çok eski. Tamam geçelim. Anlatımındaki ince mizahtan hoşlanıyorum, daha hızlı okusam keşke.
İstanbul'a giderken uçakta Zweig'ın Satranç adlı kısa öyküsünü okudum. Lisede okumuştum ben bu öyküyü. O zamanlar satranç oynama meraklısıydım. Nereden merak salmıştım bilmiyorum, evde oynayan yoktu, etrafımda ilgilenen kimse de yoktu, ama küçük ben daha çok öğrenmek, tüm oyunları ezbere bilmek için çıldırıyordum. Satranç tekniklerini öğreten küçük bir de kitap almıştım -şimdi kim bilir nerede-, yatağa girdiğimde yatakhanenin cılız ışığında onu okumaya çalışırdım. Öyküyü okurken uçakta, emniyet kemerini bağlamış, yerine geçerken özür dileyen, rica eden, hep korkunç olduğunu düşündüğüm bulutları seyreden ben, evet şimdiki ben, yatılı okuldaki küçük çocuğun öykünün ana fikrini anlamadığı kanısına vardım. Anlamamış, dedim bilmiş bilmiş, sadece satranç oyununun zevkine varmak istemiş. Peki, şimdi bu öykünün faşizmi sarsıcı bir şekilde anlattığını, hiçliğin korkutucu olduğunu, duvarlarla konuşmanın can yaktığını, insanın kendisiyle konuşmasının delirtebildiğini, nobran ve duygusuz insanın yenilebileceğini (?) anlattığını düşünürken yazarı gerçekten anlıyor muyum?
(Bu foto Ağa Kapısı'ndan. Burası Süleymaniye'de çok güzel bir mekân. Daha önce hep yazın gitmiştim, en üst katta çay içmek güzeldi. Şimdi alt katta oturduk, şerbetleri çeşitli ve çok lezzetli. Ama yazın içmek daha güzel olabilir. Ben çay içtim. Çay ne güzel. Tekrarlayayım öyleyse; "çay içtin, çay içtin çay içtin, göz bağını çözemez kimse..."
Yine gülmek zorunda kalmışım, poz vermek öldürüyor beni. Ablam, Poliş ve C. de vardı yanımda, hepsi beni İgno'ya benzettiler. Oysa o başka bir şapka takıyordu. Avcı şapkası gibi bir şey, şöyle sanki. Hem ben beremi çok seviyorum, sımsıcak tutuyor kulaklarımı.)
Sabahları kalktığımda Eduardo Galeano'nun Kucaklaşmanın Kitabı'nı okuyorum. Bir iki bölüm okumadan kalkmıyorum yataktan, yatarken de öyle. İyi geliyor. Kısa kısa öyküler. Öykü bile değil, günlük parçaları. Yukarıya koyduğum müziği dinliyorum, çay demlenirken. Yağmur yağıyor, burnumu çekip duruyorum. Kahvaltı yapmak bir süredir çok zor geliyor. Öğleden sonraya kadar uzatıyorum. Zaman geçmeyen bir şeydir belki, oyalanmamız mı yoksa sadece? Öyledir, tamam öyle olsun, bir kere de ben haklı olayım. Tatil güzeldi, ilk günler hep evde oturdum sonra dolaştım. Eve döndüğümde kapıyı açtığım gibi tuhaf bir his yerleşti kalbime. Ne kadar sessiz bir ev. Nasıl büyük bir yalnızlık. O akşam nöbete gitmesem çok ağlardım, biliyorum. Nöbete zorla gittim, fakat bir şekilde kurtuldum sanırım. Kendimden ve kafamdaki seslerden. Bazı akşamlar yalnız kalmamalı insan. Hiçbir şeyden değilse bile, bundan eminim işte.
-----------------------
p.s.: Dün gece Mentalist'in bir bölümünü seyrediyordum, cinayet ve konu satrançla ilgiliydi. Zweig'ın öyküsü de öyle düştü aklıma tekrar. Jane çay içti, ben çay içtim, çok hoş bir bölümdü, çay ve gülüşü içimi ısıttı. Bazı karakterleri ne sevimli yazıyor senaristler. Hayranım onlara. Şimdi güzel bir film seyretmeliyim. Her gece böyle uysal bir alışkanlık. Ev sessiz, görüntüler ve sesler benim dışımdan gelsin, sakin, su gibi.
*Eduardo Galeano'nun Kucaklaşmanın Kitabı'nın unutuş/I isimli bölümünden.
36 yorum:
canım geçmiş olsun. bence senin vurman daha iyi olmuş, hiç uğraşmayacaksın! şimdi sana vursalardı, gözünde büyütürdün servise gitmeyi filan:p aslında bu yorumu dün yazıyordum ama birdenbire elektrikler kesildi! öylece kalakaldım. gerçekten öylece durdum bir süre, o kadar anlamsızdı ki. uykum da yoktu. neyse bir şekilde mecbur yatağa girdim işte:)
bu sefer tam anlamıyla bir 'bad timing' durumu yaşadık. sen buradaydın ben 24 saat çalışıyordum, şimdi sen yoksun ben boşum. sanırım planlasaydık bu kadar iyisini beceremezdik! ağa kapısına gittiğimiz gün birlikte geçirebildiğimiz tek günümüzdü. fotoğrafın tüm engellemelere rağmen çok iyi çıkmış:p bu bere sana ayrı bir hava da katıyor hem. açıkcası igno dışında 'fargo' filmindeki marge'a da benziyorsun. seviyorm bu bereni ve tabii seni canım, çok!
hay allah, çok geçmiş olsun justinciğim, kimseye bi şey olmamış ya, gerisi halledilir.
mentalist'i ben de izlemek istiyorum artık, ara verdim bi süre işlerden güçlerden ama patrick özletiyor kendini :) o elinde çay fincanı, sorularıyla şüphelileri köşeye sıkıştırmasını seviyorum.
ne güzel kitaplar okuyorsun! ben de izak babel'in öykülerine başladım, önsözleri aşıp öykülere geçemedim henüz ama umutluyum. orda babel'den bahsederek şöyle diyor: "genç yazar edebiyat sahnesine bomba gibi düştü ve anında Moskova'da moda oldu. Rusya'da şairlere ve yazarlara tapmak bir gelenek olduğundan Babel çok geçmeden mutlu azınlıktan biri haline geldi..." bazen keşke biz de öyle bir zamanda yaşasaydık diyorum, yazarlar çok önemli olsaydı hayatımızda, magazin figürleri yerine onların hayatını takip etseydik. tam bizlik :)
öpüyorum seni.
evine hoşgeldin.
Çok geçmiş olsun Justine.
;) Poliş, nasıl da tanıyorsun beni, gerçekten her şey gözümde büyüyor benim.
Coen kardeşlerin çektiği filmleri, büyük kardeşin eşi Frances McDormand'ı ve filmde taktığı şapkayı, bir de seni çok seviyorum kardeşim. Şu nezlem de bir geçse, daha neşeli olacağım ama bulaştı bırakmıyor beni.
Üzülme, yaşadığımız 'bad timing' durumu için, yine geleceğim yanına. Söz.
Canım Neo, teşekkür ederim, çok incesin. Geçti gitti evet, siftah diyelim ve lütfen son olsun.
Sen Mentalist'in kaçıncı bölümünde kaldın ki, merak ettim? Ben ikinci sezonu bir türlü bitirememiştim. Şimdi ikinci sezonun son bölümüne geldim. Orada Jane daha önce tanıştığı medyum kadınla daha da yakınlaşıyor ya (yakınlaşma sayılmaz ama ben öyle olsun istiyorum;)), mutlu oluyorum onları izlerken. Kadın inanılmaz zarif, benim en beğendiğim kadın tipi, eee Patrick zaten hoş, yüzümde aptal bir gülümseme ile seyrediyorum ikisinin olduğu sahneleri. Sen oralara geldin mi acaba?
Babel'e şimdi biraz baktım canım. Nasıl desem... Evet keşke öyle zamanlarda yaşasaydık fakat Babel çok da mutlu olmamış sanki Neocuğum. Doğruysa yazılan şeyler (ki ne kadar yanlış olabilir, sürgün gerçeği var bir kere), çok üzücü bir sonu olmuş. Magazin figürlerini takip edip, çekirdek yemek daha huzurlu bir şey sanki;p
Çok sarılıyorum sana, bıraksam kendimi tüm gün konuşabilirim seninle, aman diyeyim!
oo ben 3. sezonu bitirdim, 4'e başladım ama işler yoğunlaşınca bıraktım her hafta indirmeyi, biriksin hepsini izlerim. sana ayrıntı vermeyeyim şimdi, 3. sezon epey heyecanlı.
babel'in mutlu bir hayatı olmadığını biliyorum, sadece o alıntıyla iyi ifade edemedim tabiy demek istediğimi, yani yazarlara hayranlık, bi kitap çıkınca ortalığın ayağa kalkması vs.'yi kastediyorum. yoksa dediğin gibi çok zor koşullarda yaşamış babel.
ben de bıraksan akşama kadar yazarım sana :)
Teşekkür ederim Passive. Biliyor musun bulut kelimesini yazarken dün gece, aklıma geldin. Bu nasıl bir şartlanma anlamadım;) Ben çocukluğumdan beri yüksekten korkarım, yükseklik korkum var işte. Uçup duruyorum, ama her uçuşta bulutların arasına girdiğinde uçak gözlerimi kapatıyorum yavaşça. Kimse fark etmesin istiyorum bir de. Herkes iniş ve kalkışlardan, türbülanstan filan korkar ya, ben korkmam. Ben en çok uçak bulutların arasında kaybolduğunda, aşağıda şehir diye bir şey kalmadığında, kısaca varlığının sıfır noktasında, sanki ne gökte ne yerde olduğun durumda korkup, dua etmeye başlıyorum. Hiçsin orada, bembeyaz bir boşluk.
.............
Üşenmedim, aradım buldum kitaplıkta. Yıllar yıllar önce okuduğum (gerçekten çok olmuş, garip) Alatlı'nın Or'da Kimse Var mı? serisinin Viva La Muerte'sinde şöyle diyor yazar;
"...Bir süre orada, varlığımın, uzayda başka yaşam olasılığı gibi olduğu yerde duraladım. Gecenin bir yarısında, buz gibi bir evde, omuzlarımda battaniye, kendi kendine konuşan varlığım ile bulunduğum yerdeki hiçliğim arasında bağlantı kurmaya çalıştım. Her iki ucunda da kendimin olduğu alıcı-verici, gerçekliğin de bir seçim meselesi olduğunu anlattı. Bedenim var olduğu kadar da yoktu. Uçakla, bulutların arkasına bir yere yolcu ettiğin insan, yeryüzünde kalana var mıdır? Var'lığı, o noktada kuramsaldır, değil mi? Ama 'var'dır işte. Ya da uçaktaki diğer yolcular için bir gerçekliktir. Onun gibi bir şey. Yani, varken de yoktum, yokken de vardım, gibi..."
Şimdi yazarı okumuyorum, düşüncelerini de paylaşmıyorum. Ama bu satırları yazdığı için minnettarım ona. Onun anlattığı durumu iyi biliyorum.
Nereden geldim buraya. Bulut kelimesi nelere yol açtı bak. Bir yandan burnum akıyor, bir yandan çay içiyorken, nasıl da güç buluyorum kendimde yazmak için, şaşırtıcı bu. İnsan çok tuhaf ve komik;)
Öpüyorum, hoşçakal.
Anladım aslında canım, senin demek istediğin şeyi. İfade sorunu filan da yok, zamanın sanat ortamını ve sanata düşkünlüğü gayet açık belirtmişsin de, ben hastayım ya, hep dramatik düşünüyorum bu günlerde;) Hemen yazarın kötü sonuna odaklandım, oysa sürgüne kadar gayet güzel yaşamış gitmiş. Benden iyi yaşamış en azından;p
A, bir de İstanbul'da aklıma geldin Neo, karşılaşsak tanımayız herhalde birbirimizi dedim. Böyleyken böyle, karışık ama güzel şeyler işte, bilirsin.
çok geçmiş olsun justine, tam da böyle sayfanı açtığımda yeni yazı görüp sevindiydim, sonra bi baktım kaza yaptım diyorsun, aman aman sen iyi ol da, arabadır telefondur mühim diil.
bazı akşamlar yalnız kalmamalı insan demişsin ya, çok çok katılıyorum sana, öyle, eminim ben de. güzel bir film seyret sen, çayını iç, güzel kitaplar oku, hava soğuksa dışarı çıkarken bereni takmayı unutma, üzüntü veren düşünceleri silik hatıralar albümüne yolla gitsin:)
sevgiler.
"mala geleceğine cana gelsin" derler, çok geçmiş olsun sevgili justine. peki ama neden dalgındın ki, sizin orda sokaklardaki aağaçları ışıklandırmadılar mı yoksa? buna sıktın canını? biraz daha geniş olsan yaa?
Sağol Zerka, biraz üzüldüm korktum belki, ama evet, geçti gitti. Şimdi karnabahar yemeği yaptım, onu yoğurtla yemeye çalışıp, sonra hemen çay faslına geçeceğim. Çok hastayım, burnum akıyor ve başım kazan gibi. Hepsinden beteri, bu gece nöbetçiyim. Fakat biliyorum, hepsi geçecek, her şey hızla geçip bitecek, ömür öyle titrek ki. Bak yine ağlamaklı yazıyorum, hasta insan hiç çekilmiyor;) Yıllardır söylediğim bir laf tam da böyle zamanlarda gelip hasta kızı buluyor; alt tarafı titrek bir ömür, ötesi yok.
Çok sevgiler canım, hastalık bulaşmazsa sarılıyorum;)
p.s.: Sana bir mail atmıştım çok oldu, almadın mı onu Zerka? Önemsiz bir şeydi ama, şimdi aklıma geldi merak ettim.
;) Keşke biraz geniş olabilsem Şenay, ama ahhh, kim kaybetmiş de ben bulayım genişliği?
Şimdi de ağaçların ışıklandırılmamasına takarım bak, nereden aklıma getirdin ki?
Christmas geldi demek, hay allah nasıl da hazırlıksızım!;p
Hasta hasta sarıldım, öptüm.
tüh justine, kötü olmuş ama daha kötüsünün olmaması iyi. çok çok geçmiş olsun..
Sağol Buket, haklısın ben de öyle avutuyorum kendimi; daha kötüsü de olabilirdi, diyorum hep. Ama yalan yok, şükretmiyorum hâlime, keşke olmasaydı, keşke. Ham insan hâllerini yaşıyorum senin anlayacağın;) Tekrar teşekkürler.
hay allah, çok geçmiş olsun, justine. sarsıntı filan geçirmedin umarım. arabadaki hasarı da sigorta ödüyordur nasıl olsa, şükredip dert etmemek lazım bence de.
merhaba justine...bu uzun yazıyı yazabildiğine göre herşey yolunda demektir...gerisini boşver zaten...izmirde bir aziz...
Sağol Peri, ben iyiyim gerçekten. Sadece beter bir şekilde seyreden nezlem var, onun da kazayla alakası yok;)
Bu akşam annemlerden bir haber aldım, İstanbul'dan, daha kötü bir şey olmuş. Tüm felaketler bizim ailenin etrafında geziniyor şu sıralar, sonumuz hayır olsun.
Hep söylerim ya, yarı şaka yarı ciddi, her işte bir hayr varmış, günlerdir sesini duyamamıştım kaza sebep olacakmış demek.
İyi geceler, hoşçakal.
TheSaint, ne tuhaf senin sesini duyunca rahatlıyorum ben. Hiç beklemediğim bir zamanda birden sesleniyorsun. Kimse umursamasa, beklemese bile yazdıklarımı, sen beklersin gibi geliyor. Attığın ilk mailde, birdenbire (ve tanışmadan daha) öyle demiştin ya bana; neden yazmıyorsun, diye, ondan böyle hissediyorum sanırım. Neyse, düşününce her yerde bir aziz;)
Biraz önce blgu nasıl keşfettiğim aklıma geldi yaklaşık 1 yıl önce sözlükte takip edilesi bloglar başlığında görüp girmiştim justine'ın dünyasına...söylediğin gibi her şeye yorum yapmasamda her gün 1 kere ziyaret ediyorum her şey yolunda mı diye...azizliğin verdiği bir özellik olsa gerek :) izmiriniz yağmurlu ve soğuk bu arada..
Geçmiş olsun Justine... Neyse en azından önemli bir sorun yok...
Biliyorum TheSaint, teşekkürler ilgin için. Demek şimdi de İzmir'desin, nasıl bir işin var acaba senin, Serap gibi hep yollardasın. Çok zor olmalı. Blog böyle bir şey işte, tahminler, tahminler, tahminler, ondan ötesi kocaman bir boşluk;)
Geç yazdığım cevap için kusura bakma lütfen, nöbetteydim dün gece ve sabah eve geldim. Şimdi de kendime gelmeye çalışıyorum hep yaptığım gibi.
Hoşçakal.
Sağol Cüneytciğim. Sergi yazısını bekliyorum bu arada;)
Sevgiler.
aa yok gelmedi mailin. neden öyle oldu acaba? bi daha bi daha baktım, yok:(
Korkuttun. O "Hey!"li başlangıçlarına razıyım. İyi olmana sevindim.
Bir arkadaşımın arabasında "Ayşe" adını taktığı bir navigasyon cihazı vardı. Her yol ağzında "düz gidiniz, düz gidiniz, düz gidiniz" diyordu, ana yolda uzunca bir süre gideceksin mesela, her tali yola yaklaştığında "düz gidiniz", çilden çıkacaktım. Dönülecek yola gelene kadar sussa, eylem değişikliği gerektiğinde söylese ya, şırfıntı Ayşe, uzun sessizliklerinde kurtlanır klasik trafik krallarını da tekarar ederdi, "dönüşlerde yayalara dikkat ediniz". O Ayşe'yi söküp sana göndersem gönderirken de ekranına "Dikkatli olunuz Ayşe hanım." desem?
Geçmiş olsun.
Zerka canım,
"Öyküdefteri yeni post yolladı" gönderisinin yanıtla kısmına basmıştım. Sanırım öyle olunca alamıyorsun mailleri. Neyse tekrar yollarım şimdi. Önemli değildi zaten, senin yazdığın eski bir postla ilgili. İyi geceler.
Demek, "o hey!'li başlangıçlarıma razısın ha!?;p Atzeciğim, ehven-i şer mi oluyor bu durumda?;))
Teşekkürler canım, şimdi daha iyiyim. Aslında yeni bir yazı yazmayı eve döndüğümden beri istiyordum. Mentalist seyrederken henüz okuduğum satranç aklıma gelince de Zweig'ın öyküsünden bahsedecektim. Erteleye erteleye kaza yaptım ve ana konu o oldu haliyle. Sizin Ayşe'ye çok güldüm, ama sanırım benim zaten karışık olan kafamı iyice mahveder o kadın.;)
Çok sarıldım, hoşçakal.
daha sakin bi kafayla okumayı yeglerim..
Peki, istersen özet geçeyim;)
Canım çok çok geçmiş olsun. Söylemedin ya bana, üzmemek için beni gurbet ellerde, alacağın olsun:)) Bugün telefonda konuştuk, yine söylemedin. Hay Allah! Neyse verilmiş sadakamız varmış. İstanbul'da olanlar, kaza yapman... Biliyor musun, belki güleceksin ama, Merkür geri gidiyormuş:)) Merkürdü sanırım. Evet evet oydu! Bak işte gel de inanma! Seni çok seviyor ve sarılıyorum.
Serap
ps: Erzurum'da çok güzel kar yağdı bugün. Hep birlikte işten kaçtık, Palandöken'e çıktık. Çok beyazdı, soğuktu,güzeldi ama.
Canım,
benim kazayı bırak, İstanbul'da olanları sana söylememeleri için de onları uyarmıştım ama Deyvo erken davranmış sanırım. Neyse, geçti gitti, size de çok çok geçmiş olsun.
Karnım aç, mutfağa gidip bir şeyler atıştıracaktım, yorumunu görünce kötü oldum. Neyse, ağlamam bu gece. Mentalist izleyeceğim şimdi.
Çok seviyorum seni, sarılıyorum sımsıkı. Erzurum Gerede gibi soğukmuş, ya da tersi. Orada olmak isterdim seninle, benim yerime de gez lütfen.
Geçmiş olsun Justine. İyi olduğuna sevindim. Kaza yapma anı çok tuhaf bir an. Gerçekliğin dışında sanki. İnsanı o durum da çok sersemletiyor. Bir anlığına dark side'a geçip geri dönmek gibi.
Bazen üst üste gelir öyle. ama merak etme, sonra dağılır bulutlar:)
Bu Satranç'ı ben de okumuştum. Bir solukta. Çok sevmiştim. Fakat şu anda çok bir şey hatırlamıyorum. Aklıma bir tren geliyor sadece. Onu da muhtemelen uyduruyorum:))
Yok, uydurmuyorsun da Alkımcığım, biraz karıştırıyorsun sadece;) Bir gemi yolculuğu sırasında geçiyor öykü. Unutma meselesine gelirsek, çok çok kafamı karıştırıyor bu iş. Süskind'in unutmak hakkında çok kısa bir öyküsü vardı sanki, Üç Buçuk Öykü kitabında.
----------
Kalktım baktım, evet. O kitaptaymış ve öykü değil, kısa bir "son görüş"müş. Unutmuşum! Orada bahsediyordu bu durumdan, ben de öyleyim, diye okuduğum zaman küçük bir heyecan yapmıştım. Ama sonra ne olmuş bak, unutmuşum;) Şu sitede kısa bir alıntısı var yazının, bir bak istersen.
http://tutsaklikguncesi.wordpress.com/?s=unutmak
------------
Geçmiş olsun dileğin için teşekkürler. Kaza anı çok tuhaf gerçekten, o çarpma anı sarsıcı özellikle. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilemiyorsun. Yine link vereceğim ama(!;)), October çok güzel anlatmıştı o anı aylar önce;
http://octoberswimmer.blogspot.com/2011/03/hayat-bir-kazadr.html
Ben de bulutların dağılmasını umuyorum Alkım, sağol.
Sevgiler.
justine bebeğim, merkür geri mi gidiyormuş? ters açıda olan satürn değil miydi? serap'la konuşmalıyım sanırım, kafam karıştı:(
Of, ben de bilmiyorum ki Poliş. Tek diyeceğim bir an önce ilerlesin hangisi gerilediyse. Rüyalarım bile çok kötü, delireceğim sonunda.
p.s.: Sana yorum yazdım şimdi, harika bir yazı yazmışsın yine, bayıldım.
Tanpınar'ı görür görmez bir yazı yazmak istedim sana ancak bir hafta sonra yani bugün yazabildim. Ama onu yollarken bir hata oluştu ve yazı gitti. Kızdım tabii ki... Bugün bir arkadaşımla konuşurken insan yazdığı bir şeyi kaybetmeye dayanamıyor diyordum. Neyse bir Tanpınar yazısı borcum olsun sana...:)
Hangi browser'ı kullanıyorsun sen Londoner? Bu sinir bozucu kayıpları çok yaşıyorsan Opera'yı kullansana, inan bana çoğu yönden diğerlerinden daha iyi. Ben Mozilla'cıyım ama Opera kayıpları önleme konusunda çok daha iyi diye biliyorum, aklında olsun bu.
Tez yazan ya da o aşamaya gelmiş herkes kayıpların insanı delirttiğini iyi bilir. O meşum anda, hayatın bir film şeridi gibi gözünün önünden geçer hatta, öyle ciddi bir tehlike;)
Borcunu unutmayacağım ve unutturmayacağım elbette, kork benden;p
Sesini duymak beni çok mutlu etti Londoner, sevgiler ve iyi geceler.
Yorum Gönder