Çarşamba, Şubat 01, 2012

şiir, lied ve nergis; bir gün daha bitti

 (illüstrasyon şuradan.)

Çok soğuktu. Buz gibiydi dışarısı. Bu havada, işi gücü olmayıp laf olsun diye dışarı çıkan varsa eğer, bravo ona dedim, yüksek sesle bravo! Ben neden çıktım, bir bilsem. Kendimi kandırmak için çıkmalıydım sanırım, ya da uydurdum bir şeyler. Plan yapıp duruyorum kendi kendime, bugün bunu yapsam, yarın şunu hallederim, sonra uyur, uyanınca da kalan diğer işi. Randevuyu öteledim, oh iyi yapmışım, çanta işini hallettim. Yazın çok beğenerek aldığım bir çanta vardı. Birden karşıma çıkmıştı ve hiçbir yerde bulamam sandığımdan düşünmeden almıştım. Sonra biraz soyuldu kenarları, seyahat çantam için aldığım yere gittiğimde ondan da bahsedince, hemen verin, onu da firmaya gönderelim demişlerdi. Vermeseydim keşke, firma hatasını kabul etmiş, o sorun çokça karşılarına çıkmış ve başka bir çanta alacakmışım. Eh, verdiğime pişman oldum tabii, bu olayın üzerinden neredeyse dört ay geçtiğine ve ben ancak bugün çanta işini halletmek için gittiğime göre, baya baya pişman olmuşum, şimdi daha iyi anlıyorum. Gittim başka bir şey aldım, istemeyerek tabii. Neyse altı üstü çanta, arsa almadım sonuçta. Kemeraltı yine çok kalabalıktı, herkes dışarıda. Bakıyorum yüzlerine, işten çıkmışa benzemiyorlar, yavaş yavaş, salına salına yürüdüklerine göre geziyorlar gerçekten. (ben asla, kat'a yavaş yürüyemem. C. bile şaşırır bu huyuma, o elbette yavaştır! eşyanın doğası gereği;p) Neyse, yine o ünlü sözü duydum; kot lazım mı abla? Komikti. Lazım değildi almadım;p Yemek yiyeceğim yere girmeden nergis satan iki kadın gördüm, çok neşeli iki çingene (atmıyorum, pek keyifliydiler) kadın. Geçen ultrason çektirdikten ve biraz rahatladıktan sonra nergis almıştım, -akşam akşam-. Tabii o saatte alınan nergisler taze olmuyor, kötü görünüyorlardı, kokusu yeter demiştim. Durun fotoları da var. 

Ne diyordum? Kokusu yetti, evet. Görüntüsü de güzelleşsin, bunların yanına koyarım, alacaklarımı diye nergislere yaklaştım (cinayet romanı gibi;p), kadının elindeki çiçekleri kokluyordum, diğer kadın; sen çok kibar bir kıza benziyorsun, bu çiçekleri verelim sana dedi. Tamam, gülmeyeceğim dedim içimden;) Ah, çiçekler ne hoş kokuyordu, tüm komiklikleri ve dertleri unutturan rayiha, bayıldım, hayran kaldım! Kadın durmadı ama; kibar hanım, böyle asil çiçek, sana yakışır, alsana dedi. A, yok o kadar dayanıklı değilim, gülmeye başladım; yok canım, abartmayın, dedim kadına;p Çiçek almaktan filan da vazgeçtim, "asil çiçekmiş!", gülerek ayrıldım yanlarından. Onların rutin seslenmeleri fonda duyuluyordu tabii, gülüyorlardı. Yolda, İzmir bugün gülmüyor, demiştim sevgilime mesaj atarak. Beni utandırdı yine. Güzel oldu. Arabayla gitmem ben Konak'a, otobüse bindim haliyle. Kartımda para kalmamış, hemen kalkacak mısınız dedim şoföre, kalkacakmış. Arkamdan gelen beyefendi, ben basarım sizin yerinize, dert etmeyin, dedi. Adam sanki bana o an dünyayı bağışladı, nasıl sevindim bilseniz. (hemen, ama hemen eve gitmek niyetindeydim, oyalanmadan!) Parasını vermek istiyorum, almıyor, ısrarla önemli değil, almam diyor. Atze'nin yazısı geldi aklıma. Ne hoş, evet İzmir asık suratlıydı, fakat güldü sonra.
----------------
Dışarıda yemenin en güzel yanı, evde yemek yapma derdine düşmeden çay keyfine başlamak. Çay koydum ve şiir okudum. Yok, hiç kitabımı filan almadım elime Quasthoff'u dinleyip, T. Uyar ve İ. Özel'in şiirlerinden okudum. Dün gece seyrettiğim film beni çok yormuştu; Carnage. Çok geveze ve histerikti karakterler, sevmemiştim. İyi oldu bu akşam aşağıdaki şiiri okumam, çok iyi oldu. Defalarca okuduğum şiir ve yine öyle dinlediğim lied aşağıda, meraklısı için;
"...
uzak nedir?
kendinin bile ücrasında yasayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
..."
bu şiiri böyle kesik kesik okumayın lütfen. Çok güzel bir şiir, yazık olur. Hepsini yazmadım buraya, tamamı şuralarda bir yerde var.

Quasthoff'un sesine ise bir şey diyemem, tanrısal bir ses o, ben anlam veremiyorum. Büyüleyici, olağanüstü.

15 yorum:

Ayça Yaşıt dedi ki...

Justine,

Dün yazını okudum ama göz egzersizi yapmışım gibi tek bir şey algılamadım. insan arkadaşına "yahu seni dinledim ama anlamadım" der mi? Yok, sen beni anlıyorsun diye diyorum. Aylardır uyumamış gibi uyudum, şimdi dün niye öyle boş boş bakmışım diye hayıflandım yazını okuyunca. Gereksiz bir matlık ve uğultu halinde hayat. Mucize gibi geliyor şakacı çiçekçiler, kentkart basan adam değil mi?

Kadıköy'deki Haldun Taner sahnesinin arkası konservatuar. Tam köşede de çiçekçi bir abla var, her oradan geçtiğimde uysal, sevecen gülümseriz birbirimize. Ne bana o tezcanlı haliyle çiçek satmaya çalışır, ne "abe o zaman ver elceğzini fal bakayım sana" der ne de başka şey ister. Duruluruz birbirimizi görünce. Konservatuardan çıkan operacı bir çocuk kendinden geçmiş bir şarkı söylüyor, nasıl baktıysam artık kulaklığının birini bana verdi. Bu şarkıyı söylüyor, göbeğini yuvarlamış, elini orkestra şefi gibi saalıyor arada, müziğin bir yerine dikkat çekiyor, kirpikleri ıslak hafifçe. Parça bitince hiç bir şey olmamış gibi dağılıyoruz, tek kelime etmeden.

Güzel insan Justine, hüzünlendiğin köşeleri öpüyorum. Çiçek açmak çok yakışıyor sana.

Sevgimle.

TheSaint dedi ki...

Merhaba Justine,

İzmir'e kar yağıyormuş bugün. 20 yıl olmuş son kardan bu zamana kadar.Karın keyfini çıkar.Hatta zaman bulursan bugün aslında dündü filmini seyret. Ağır edebi metinlerden uzak dur, karışık filmlere biraz ara ver.

justine dedi ki...

Evet, yağmış;) Ben uyandım, bembeyaz olmuş her yer. E, tabii kar İzmir'e yağınca, olay sıradanlıktan çıkıyor. Ben neredeyse Gerede'den beri görmemiştim karı. (2000-2001 gibi yağmış, ama böyle tutmamıştı yerde, erimiş gitmişti.)

Ne güzel söylemişsin Saintciğim, Bugün Aslında Dündü, çok çok yakışır böyle bir güne. Groundhog Day'di filmin orijinal adı değil mi? Ben çok severim o filmi, defalarca seyretmişimdir, ve bugün iyi ki hatırlattın bana, tekrar izleyeceğim;)

Çok sevgiler sana, kar haberini veren ikinci kişisin, teşekkürler;)

p.s.: Sen İstanbul'da mısın şimdi, doymuşsundur kar yağışına?

justine dedi ki...

Atzeciğim, seni anlıyorum;p

Asıl mucize sabah gerçekleşti, yıllardır kar görmemiş bu şehir beyazlara büründü;) Ben şimdi, "arabayı nasıl adapte ederim bu havaya"nın derdindeyim. Yine antifriz koymam gerek, sanırım.

Canım, çok sarılıyorum sana, şimdi kahvaltı zamanı.

TheSaint dedi ki...

Groundhog Day doğrudur, Justine. Bill Murray'i çok severim. Ama asıl Andie McDovell için izlerim sürekli.(Kendisi lise aşkıma çok benzer bu sebeple olabilir :)

p.s : İstanbul'da kar 3 gündür işten erken çıkmamıza, iş seyahatlerimizi ertelememize ve benim 3 yaşında kızımla daha fazla vakit geçirmeme çok yardımcı oldu. I love snow...

justine dedi ki...

;)

Andie MacDowell, çok hoş kadın, valla herkesi beğenmem ama o kadın güzel şimdi, bir de doğal bir görünüşü var, yalan yok;)

Onu bunu bırakalım da şimdi, demek senin üç yaşında bir kızın var Saint! Ne hoş, ne güzel. Bayıldım bu habere, hiç tahmin etmiyordum inan. Sevilmez mi kar bu durumda, sevilir tabii, muhteşem bir tabiat olayı, hep yağsın ve Saint ile kızı daha çok beraber olsun, şahane bu;) İsmi ne, bana mailden fotosunu yollar mısın? Ne çok şey sordum birden, Liliş'in yaşıtı ya heyecan yaptım bak;p
--------
Kahvaltı yaptım şimdi, çay içiyorum. Filmi koyayım, kesik kesik seyredeceğim, çayımı içerken. Tekrar sağol hatırlattığın için. Harikasın sen;)

Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Olağanüstü bir kızın var!;) Teşekkürler.

TheSaint dedi ki...

Teşekkürler Justine:) Allah herkese nasip etsin...

justine dedi ki...

Amin;)
Biraz önce ne oldu Saint, tam da bu konuyla ilgili, dur anlatayım;
ben çay keyfi yapıyordum, zil çaldı. Bir kız gelmiş, anket yapıyor. Biraz vaktinizi alabilir miyim, dedi. Yok, uzun sürecekse olmaz, keyif yapıyorum, hem çok soğuk dedim. Öyle şirindi ki kız, küçük, minyon, güler yüzlü. Sadece birkaç soru sorayım, gerisini ben doldururum dedi, kıyamadım, peki dedim. Kızın ismi Seda'ymış. İçeri gel istersen, ısınırsın biraz dedim ama kabul etmedi, botlarını çıkartması zormuş ve daha gideceği çok yer varmış. Her neyse, çay içer misin peki dedim, çok sevindi, bir fincan sıcak çay eşliğinde çamaşır deterjanı dışında her şeyden konuştuk. Daha 22 yaşındaymış, çok küçük bir yaş tamam, fakat Seda daha da küçük gösteriyordu, taş çatlasa 15-16. Evliymiş. Çok şaşırdım, tekrar tekrar sordum hatta, nasıl oldu bu iş diye. İki yıl olmuş evleneli(!) ve kocası işsizmiş. Kendisi de karda kışta anket dolduruyor millete. Alacağı da üç beş kuruş. Kiradalar ve kız çok pişmandı erken evlendiği için. Çocukluk yaptık, aşk her şeyi halleder sandık ama olmadı, dedi. Aileler de yardım etmiyormuş, aşk evi ısıtmıyor tabii dedi, güldük. Güldük diyorum ya, bakma sen, kıza belli etmedim, normal konuştum ama çok çok üzüldüm ben, hatta abartmıyorum ağlayacaktım ona baktıkça. Elleri ve boynu açık, eldiven ve atkı verebilirim evde unuttuysan dedim, öyle olmuş, kocasının motorunda kalmış, istemedi. Uzatmayayım, çocuk istiyormuş bir de. Sakın!, dedim. Allahtan kocasına azospermi teşhisi konmuş, imkânsızmış çocuk yapmaları, fakat o çok istiyormuş, evlilik artık önemli değil gözümde, ama çocuk istiyorum çok, dedi. Şimdi, böyle bir hastalığa "allahtan" dedim sevinmiş gibi, belki hata yapıyorum ama çocuk öyle büyük saçmalık olur ki onlar için. Biraz anlatmaya çalıştım hak verdi. Daha çok gençsin, ileride belki başka bir yöntem bulunur, hem kararın da değişebilir dedim, doğru, dedi güldük durumun komikliğine. Bak sen iyimser bir kızsın (hep gülümsüyor, çok tatlıydı), öyle düşün, iyi tarafından bak, üzülme dedim. Doğru aslında, çocuk olsaydı daha zor olurdu, diyordu ayrılırken. Böyle işte Saint, onun için allah herkese değil, bakabilene, isteyene nasip etsin bana kalırsa. Böylesi daha iyi olur herkes için, en başta çocuk için elbette;)

Evdekilere selamlar, güzel kızını çok öpüyorum.

zerka dedi ki...

justine, bu nasıl güzel bir müzik, inan büyülendim, ilk kez dinliyorum. hani bazı müzikler insanın kimyasını değiştirir durup dururken, göğe yükseltir ruhunu, böyle bir şey işte, dinleyeceğim bundan böyle.
demek sizin oralara da geldi kar, çok sevindim. hayata kısa bir ara verebilirsiniz artık:) kar böyledir, o geldi mi her şey, herkes dursun onu izlesin ister. (çok yakın arkadaşımmış gibi konuşuyorum:))
kartoplarıyla sevgiler gönderiyorum sana:)

justine dedi ki...

Çok güzel değil mi Zerka? Başka bir dünyadan sesleniyor belli ki, sözlerin ve müziğinin güzelliği dışında, onların da ötesinde tuhaf şeyler söylüyor bize sanki, dokusuyla. Yok, anlatamıyorum.

Çok eskiden bir gün sevgilimle yazışıyorduk yine, daha görmemiştik birbirimizi. Yazıyla anlaşıyoruz. Ben yalnızım tabii, eski evimdeyim. Yağmur yağıyor, sadece kitaplığımın ışıkları açık, onlar da kitapları aydınlatıyor. Her zaman yaptığım gibi "Winterreise" dinliyorum. Buna geldi sıra, Der Leiermann'a. Şöyle yazıyorum;
"yine Schubert dinliyorum, 'der leiermann'. beni üzüyor bu lied. neden ısrar ediyorum öyleyse?

"güz kıyısından baktım bu sabah
şakayıkların asma kabaklarının gözünden bir anlama doğru
bir hiçe, suya karışmış kubbenin beyaz şıpırtısına
her şey sayıklaması gibiydi allah'ın yalnızlığı
lâilâhe illallah, lâilâhe illallah

boşluğu onaramıyor insan
ama inanabiliyor işte boşluğa."
..."

Bu lied ağlatır beni, Quasthoff'un sesinin olağanüstülüğüne takılırım, dünya dışılığına. Biliyor musun Zerka, Thomas Quasthoff da thalidomide kurbanlarından. Peki ya o sesi, o yorumu?

Bu dünya bu kadar acıyı kaldıramaz. Kaldırmamalı, bir gün bir şey olmalı, ne olur bilemem ama bu kadar acı, birden boşlukta yuvarlanıp kaybolamaz. Elbette adalet istiyorum, çünkü bu ses beni ağlatıyor.
------

Şurada yine Quasthoff'un söylediği bir lied var canım, Gute Nacht.

http://www.youtube.com/watch?v=_dZtpFRjvNw&feature=related

İyi geceler, diliyor;

"rüyalarından alıkoymayacağım seni,
çok yazık olurdu bu,
duymayacaksın ayakseslerimi!
yumuşakça, yumuşakça kapayacağım kapıyı,
dışarı çıkışımda,
'iyi geceler' yazacağım geçide,
görebileceksin böylece
seni düşünmüş olduğumu."

olağanüstü, çok güzel. Ve aslında Schubert'in Winterreise serisindeki tüm lied'ler çok güzel. Bak Winterreise'ın anlamı da Kış Yolculuğu. Kar yağarken bunları dinlemek gerek, sen seversin;)

Susmayacağım sanırım, dinlemeyi en sevdiğim şarkılar bu lied'ler;)

In Bruges diye bir film seyretmiştim zamanında, Der Leiermann çalıyordu filmde, bol bol kar yağıyordu o güzel kasabaya. Bayılmıştım. Film idare ederdi, ama bu şarkıyla harika olmuştu benim için.
Bak film de şurada;
http://www.imdb.com/title/tt0780536/

Bir gün, ama özellikle Aralık ayında, kar yağarken Bruges şehrine gideceğim. Kulağımda bu lied. Mutlaka:)

Öpüyorum seni canım, müziği beğenmene öyle sevindim ki, sanki ben yapmışım gibi;p Çok çok sevgiler.

zerka dedi ki...

evet, beni etkileyen bu adamın olağanüstü sesi oldu. müzik derken aslında onu kastetmeye çalışmıştım ama pek başarılı bir kastetme olmamış, öyle heyecanla yazmışsam demek ki:) klasik müzik dinlemeyi severim ama kim ne söyler, kim ne çalar falan hiç bilmem. (kınayın beni:)) biraz araştırdım da (bir albümünü yüklüyorum şimdi) müziği bırakmış rahatsızlığı nedeniyle. Sadece sesinde değil, yüzüne bakınca da o acıyı duyabiliyor, görebiliyor insan.
şimdi aklıma bir söz geliverdi de yarım yamalak, senin için buldum onu:) Robet Frager’in “Kalp, Nefs, Ruh” adlı olağanüstü kitabında geçiyor: “Müzik ruhlar aleminde Allah’ın sesini işitmiş olan ruhun coşkusudur. Evrene gelecek ruhların ve gelmiş bulunanların teyididir.”

biliyor musun, az önce pina’yı izledim, onun da müzikleri şahaneydi, dansları da. ben dansla pek alakadar biri olmama rağmen çok beğendim. değişik bir şeyler vardı filmde. söze gelmeyen, kırılgan ve güçlü. bir tek keşke konuşmalar daha şiirsel olsaydı diye düşündüm. nasıl desem, pina çok şahane biriydi demek yerine bunu daha farklı bir anlatımla bize sezdirselerdi gibi, tam anlatamıyorum ne demek istediğimi, mesela seni düşünüyorum demek yerine geçide iyi geceler yazmak gibi;) bu ufak bir ayrıntı elbette (hem yanılıyor da olabilirim) geri kalan her şey güzeldi.

bir gün o şehre gidersen, ben de geliyim mi?:)

sevgiler.

justine dedi ki...

Gel tabii, hem bol bol kar yağıyormuş, dedim ya sen seversin ve karlı yazılar yazarsın orada da;)

Pina konusunda aynı şeyi düşünüyoruz. Bence de aralardaki konuşmalar olmamış. Pina harika, Pina muhteşem, tabii bir yerden sonra "eh tamam anladık, dans edin, siz lütfen!" diyor insan.

Verdiğin örnek çok hoş, hem liedlerle tamamlamış birbirini şiirsellik vurgusu;)

Film seçiyorum izlemek için, kaçtım ben. İyi geceler Zerka.

TheSaint dedi ki...

sarikentin bir güzel yanı da yorumlarda konuların çok hızlı değişmesi. Justine tesadüfleri severden yola çıkarsak ilginç bir raslantı olmuş. Aslında benim de herkese nasip etsin dediğim nokta isteyenler için...ama bazen bizim için neyin doğru olduğunu "O"ndan başka kimse bilemez.
Bu gibi durumlarda TheSaint belki çay ikram edemez ama onların iletişim bilgilerine sahip olursa iş bulma konusunda yardımcı olur.

p.s : yedi yılım antalyada geçti. antalyanın nergisleri baharla beraber sokakta satılır ve inanılmaz ucuzdur. kokusu günlerce gitmez. öğrenci evimin havasını hep değiştirirdi nergisler.

Sevgi ve Selamla...

justine dedi ki...

Saint, bu söylediğin ne güzel, hiçbir şey değişmese bile bunu duymak ne kadar rahatlatıcı, farkında mısın bunun? Çok iyisin, sağol sen.

..........
İki kadeh şarap içtim sadece, ama kafam çok karışık. Bir de nergis demişsin, evet hâlâ duyuyorum kokularını, mis gibi.

Şimdi yatayım ben, tuhaftır hemen uyuyamıyorum, uykuyu bekleyeyim biraz;) Hoşçakal.