Cuma, Mart 01, 2013

çok üşürdük hep üşürdük...*



Çok merak ediyorum; siz şaşkınlığınızı nasıl dağıtıyor, şaşkınlığın kalbinizde bıraktığı o çirkin, anlamsız tortuyu nasıl temizliyorsunuz? İnanın son günlerde düşündüğüm tek şey bu, nasıl bir yöntemle nefesiniz sıkışmadan, ferahlıkla yaşamayı başarıyorsunuz, kılavuzunuz nedir? Perec bunun için bir kitap yazmıştı değil mi, akıllı adammış, gerçekten ihtiyaç var böyle bir rehbere. Okumadım o kitabı. Ah, zaten şaka yapıyordum kendimce. Neyse. Burada sizinle sohbet ediyorum, yazdıklarımı okuyan çoğu insanla hiç tanışmadım, yazıyla bile, bazılarınızla ise yine yazı yoluyla konuştuk, uzun sohbetler ettik, hep söylüyorum; burası beni rahatlatan, not defterim. Okuduğum bazı kitaplar hakkında kısa notlar aldığım, bazı müziklerin kaydını tuttuğum, fotoğraf albümü bile oluşturduğum günlüğüm. Bloğa yazmaya ilk başladığım zamanlar kendimle konuşurum diyordum, ama umduğumdan daha güzeli oldu, harika insanlar tanıdım, fikir alışverişleri şahaneydi vs. vs., özetle iyi ki bir blog tutmuşum diyorum şimdi, ve iyi ki hafızamı yazıyla desteklemişim. Yoksa benim kafa hep sisli, hepinizin öyle aslında; çok güvenmeyin o gizemli karnabahara. Hem ne demişler; verba volant scripta manent**. Destekliyorum Romalı arkadaşı, çok haklı.   
Geçenlerde canım çok sıkıldı, belki buranın suçu yok, dışarıda da yüzlerce insan, yüzlerce şey canımızı sıkıyor ama bu sefer aracı bloğum oldu. Hiç sebepsiz, nedensiz anlamadığım bir şekilde birisi canımı yaktı, üzüldüm. İnsanın türlü türlü huylarına alışığım, yaşım da küçük değil, küçük ne kelime yolun yarısını geçtim yahu! Ama hayır, bu başka bir şey, tanımadığın bir insana, hakaret etmek, ağzına gelen her şeyi söylemek başka bir yaradılış, başka bir anlayış gerektirmeli. İlk önce güzel sözcükler (onlar bile taşkınca, garip bir şekilde hedefini şaşırmış gibi) sonra küfürler. Diyorum ya size, her şeye alışılır da şaşırmalara alışamaz insan. Sanırım, ben de alışamadım.

Bir veda manifestosu gibi başladım değil mi?;p Yok artık, vedalar konuşarak mı olurmuş, giderse gitmeli insan. Öyleyse yazmaya devam tabii.

*Turgut Uyar'ın "Çok üşümek" şiirinden.
**Söz uçar, yazı kalır.
------------------------

p.s.: Şimdi evimde değilim, nöbette dinlenme saatimde yazıyorum bu yazıyı, bu yüzden sizin de dinlemenizi istediğim müziği koyamıyorum buraya. Aklımda eskilerden harika bir şarkı vardı ya sağlık olsun. Yarın unutmazsam eklerim. Ama hayır, müziksiz olmaz;p Çoğu siteye girilemiyor bu bilgisayarlardan, sadece divshare sitesine girebildim, onun için aylar önce oraya koyduğum çok sevdiğim başka bir müziği yazıya ekleyelim bakalım. Önceden dinlemeyen varsa dinleyip duacımız olur, filan. Of, ne kötü espriler. Burada bitirmeli. Sabah hastalar beni bekler, kaçtım.

sabah beş sonrası (tam 5:45!) editi aşağıda;)

"bohem hayatı" ya da bize üşümek olsun

TheSaint'in yorumuna cevap yazarken aklıma geldi bu film. Kısacık bahsedeyim, belki seyretmek isteyeniniz olur. Geçen gün izledim ben La vie de bohème filmini, çok sevdim. La Vie De Bohème, filmin bilinen adı, Fince "Boheemielämää" diye geçiyor; türkçesi ise Bohem Hayatı. Canım sıkkındı demiştim ya, onun için film izlemeye asık bir suratla ve keyifsiz başlamıştım, sağolsun Kaurismäki yine şaşırtmadı beni, yüzüm güldü filmi izlerken, keyfim yerine geldi, hatta bir sahnede kahkaha bile attım, birden, hesapsız gelen bir espri, bayıldım;) Bohem Hayatı, Fransız yazar Henri Murger'ın (nasıl okunuyor acaba, bilemedim) bir eserinden uyarlama. Bu eser Puccini'nin o çok meşhur operasına da kaynaklık etmiş (filmde, opera eski bir sanat diye Puccini'ye hoş ve komik bir gönderme yapılıyor) ama şimdi konumuz opera değil, filme geçelim; filmde üç ana karakter var. 

Bu karakterlerin üçü de sanatçı ve filmin adının işaret ettiği üzere 'oldukça' bohem bir hayat yaşıyorlar. Filmin başında, karakterlerden yazar olanın dairesini, kirasını ödeyemediği için boşalttığını görüyoruz, Aslında boşaltmıyor da biz öyle diyelim;) Türlü numaralarla ev sahibini kandırmaya çalışıyor ve o yokken evine müzisyen (bestekâr) başka bir "bohem" sanatçı yerleşiyor. Bohem kelimesini özellikle vurguluyorum çünkü filmin asıl anlatmak istediği, karakterlerin hikâyelerinden çok, bir yaşam tarzı. Akşam evine, lokantada tanışıp, pek bir kaynaştığı ressam bir arkadaşıyla gelen yazar evine yerleşen müzisyenin eşyalarını kullandığını görüyor ve küçük bir anlaşmayla üçü beraber yaşamaya başlıyorlar. Bu üç sanatçı parasız, dert ve tasalarla dolu bir hayatı tüy gibi yaşıyorlar. Bu büyük bir başarı, çünkü hayat çok soğuk, sevgilileri üşüyor, ve alt etmek, üstesinden gelmek zorunda oldukları bir yaşam var önlerinde. Onların sanatçı ruhlarının zedelenmemesi için, somut, maddi konular üzerinde derin derin düşünmemeleri gerek. Kimseye zararı dokunmayan iyi insanlar onlar, bu yüzden belki de, bohem hayatı en çok onlara yakışıyor. Filmin bir yerinde ressam Rodolfo otoportresini yapar ve arkadaşlarıyla dertleşirken bir alıcı (resim koleksiyoneri olmaya birden karar veren bu alıcı, 400 darbenin tatlı Antoine'u, filmde onu da görmek yüzümü güldürdü. eh, büyümüş tabii) gelir, kendi resmini yaptırmak istediğini söyler. Tuvaldeki resmi görüp, bunun gibi gerçekçi olabilir, kim bu der, ressam, "annem" diye cevap verir;) Burada kahkaha attım işte, böyle absürt komedileri seviyorum, tüm o çaresizliğin içindeki mizahı, gülme yeteneğini kaybetmeyen, asıl suratlı, donuk belki, ama illaki komik insanları. Kaurismäki'nin filmleri hep bu mizahla doludur aslında, bilen bilir. Onun "Kibritçi Kız"ı en sevdiğim filmlerden biridir. (bakın, gönül rahatlığıyla en sevdiğim dedim sonunda;)) O filmde de inanılmaz derin bir acının, çaresizliğin içindeki mizahı görüyor ya da şöyle diyeyim o büyük saçmalığı mizahi bir dille anlatabiliyordu yönetmen. Hayran kalmıştım. Bulursanız sakın, ama sakın kaçırmayın, Kibritçi Kız muhteşem bir filmdir, bloğa da yazmıştım eskiden, şurada. Neyse işte, Bohem Hayatı, aşk meşk işlerine de birazcık girip (tam da şimdi, aşk maşk buz gibi yaşayacaksın, diyen şairi anmamak olmaz), hüzünlü bir sonla bitiyor.
----------- 


Ve bir doğum günü daha! Bugün canım ablamın doğum günü; 1 mart balığıdır o;) İyi ki doğdun canım, gece ilk kutlayan oldum (evet, başardım bunu;)) ama yazı olmadı bu sefer, sağlık olsun;) Doğum günün kutlu olsun, seni seviyorum canım, çok seviyorum.

Sanırım artık bu yazıyı bitirebilirim, ne çok konuşasım varmış, hay allah. 
---------------

I ıh, bitmemiş diyeceklerim; eve geldim ve şarkıyı da koydum, oh rahatladım sanki. Hepinizin bildiği çok eski bir şarkının Nick Cave cover'ını da içeren üç farklı yorumu var yukarıda. İyi dinlemeler olsun, şimdi benim için uyku zamanı. 

40 yorum:

TheSaint dedi ki...

:) ben çok şanslıyım çünkü blogumu çok fazla kişi takip etmiyor, hatta okumuyor, dolayısıyla kendim yazıp kendim okuyorum...

Ünlü ve popüler olmak zor justine...sana yeni bir kimlik ve yeni bir blog lazım...

p.s : hani elvis aslında ölmedi, popülerlikten sıkıldığı için başka bir ülkeye yerleşti ya onun gibi :)

justine dedi ki...

Güldürdün beni;)

Çok uykum var Saint, sabah olur mu dersin?

A, başka bir ülkeye yerleşme durumu varsa eğer, Finlandiya'yı seçiyorum;p Geçen gün çok sevdiğim yönetmenlerden Aki Kaurismaki'nin bir filmini seyrettim de ondan aklıma geldi, yoksa ben de biliyorum buz gibi olduğunu, yüksek intihar oranlarını filan, ama olsun komik insanlar var orada;)

Aslında niye o film hakkında iki satır bir şey yazmadım ki? Hmmm, yazıya eklesem mi acaba şimdi, hasta da yok... Bir bakayım duruma. Of, durum özetle şu aslında; esneyip duruyorum;)

Unknown dedi ki...

Benim de takipçim az,kendim için yazıyorum galiba :)
Hem nöbet,hem hüzün,geçmez o saatler bilirim :(

Leylak Dalı dedi ki...

Justine,
O saçma yorumlara takılma bence, bana da o kadar çok geldi ki, küfürlüsünden aptalca yazılmış olanına kadar. Burası da gerçek hayatın bir yansıması sonuçta ve aynı insanlar burada da mevcut ya da geçerken uğrayıp asap bozuyor. Yorumları adsıza kapatıp rahatladım ben.
Umarım nöbet bitmiş ve uykuya geçmişsindir, sevgiyle...

justine dedi ki...

Saint yazdım filmi, sen şimdi bu kadarını oku, eğer bu hafta görüşürsek devamını da anlatacağım;p

(hızla uzaklaşan ayak sesleri...;p)

justine dedi ki...

Merhaba Neşeli ve İncili Günler,
hoşgeldin.
Takipçileri boş ver, bir kişi bile olsa seni okuyan, yazdıklarını önemsemesi, yazdığın, bahsettiğin şeyler hakkında bir iki laf edebilmeniz, güzel sohbetler olması daha önemli bana kalırsa. Ben niceliği hiç takmam, kuru kalabalık esasen. Senin bloğunu da bir yerlerden hatırlıyorum, birkaç defa rastlamıştım. Bundan sonra daha sık bakarım, yazmaya devam;)
Sevgiler.

justine dedi ki...

Leylakcığım, çok haklısın da insan şaşırıyor işte, bir düğmemiz de yok ki, basıp robot gibi tepki verelim;)

Bu bahsettiğim yorum değildi, yorumlarda hiç sorun olmadı şu zamana kadar, özellikle yayınlamadığım yorum da olmadı, hiç hatırlamıyorum. Özele çok yazan oluyor, şimdi mail adresini kaldırdım ama anlamsız bir önlem tabii, koyarım yakında yine. Özelden yazılması rahatsız etmez aslında beni, demek ki herkesin okumasını istemiyor, bana bir şey söylemek istemiş, eh söylesin o zaman diyorum, ama bu seferki farklıydı. Şu zamana kadar yüzlerce kişiyle yazışmışımdır böyle bir şey başıma gelmemişti. Bir de güzel güzel başlayıp sonra bu kadar hırçınlaşması, mektupların küfür ve hakaretlere dönmesi şaşırttı beni. Neyse, olur öyle diyelim.

Öpüyorum seni, çok sevgiler.

elektra dedi ki...

aaaaa, bu ne ki şimdi? Ne oldu? hay allah, çok kızdım ben ama. Beni bilirsin, coşkun taşkınımdır. emin ol şu an bunları yazmadan önce bir sürü yazını yorumunu taradım ne kaçırdım da o an da orada olmayıp o densizin canını yakmadım diye. Saçma sapan insanlara rağmen yazalım Justine'cim. Küçük şeyler bunlar. onlar yani :(

zerka dedi ki...

ben de senin gibi bir şaşkınlık yaşadım bu hafta, hiç tanımadığım birisi canımı sıktı çalıştığım yerde. hatta bir yazı yazmayı düşünüyordum, her yerdeler ve canımızı sıkmak için varlar diye:) iyi dersin kötü derler, güzelmiş dersin, iğrenç yeaa derler, hiçbir şey demezsin o da suç olur, bana kalırsa tek yapabileceğimiz bu insanlardan dört nala kaçarak uzaklaşmak. ben de kendime şaşırıyorum her seferinde insanlara şaşırıp üzülüyorum diye, neyse biz filmlerimizi izleyip, kitabımızı okuyup sohbetimizi etmeye devam edelim justincim hiiiç bozmayalım moralimizi:)

ablanın doğum gününü kutluyorum ben de, çok selamlarımı ilet. çok sevgiler.

justine dedi ki...

Elektracığım Leylak Dalı'na da yazdığım gibi, yorumlarda olmadı bahsettiğim olay, gelen maillerle ilgiliydi. Tekrar ediyorum belki ama yazayım yine, aslında özelden de şu ana kadar hiç kötü bir mail almamıştım ben, ilk oldu işte. Biraz da ağır geldi sanırım; dozu bir iyi, bir kötü, hatta daha da kötüye doğru devamlı değişen, aynı kişiden gelen onlarca mektuptan bahsediyorum tabii.
C. biraz kızıyor bana, buradan o kişiyi afişe etmenin yanlış olmadığını, bunu hak ettiğini söylüyor, bilmem ki haklı olabilir ama kalsın böyle. Hızla geçelim.
----------

Seni bilirim evet, bayılıyorum ben sana;)

Çok sevgiler.

justine dedi ki...

Doğru söylüyorsun Zerkacığım, dediğini yapmalı. Hem bugünlerde harika bir yazarla başbaşayım ben, aslında bir tek onunla ilgilenmeliyim, üstelik okuduğum yazar sadece kendisiyle ilgilenmemi gerektirecek kadar önemli ve sıkı bir yazar;) Merak et bakalım, yakında açıklarım buralardan;p

Çok öptüm, ablam adına teşekkür ederim, selamını ileteceğim tabii;)

Adsız dedi ki...

Serap, iyi ki doğdun!

C.

zerka dedi ki...

kimmiş ki bu acaba çok merak ettim:) ursula k. le guin olabilir mi acaba? eğer öyleyse, evet, sadece onunla ilgilen, hatta biz sevgili okurlarını bile ihmal etsen sesimizi çıkarmayız bu durumda:)

anlayışlı okur
zerka
:)

alkım doğan dedi ki...

Justine, seninle tanıştığımızda da böyle bir şey yazmıştın. Şaşırmıştım, çünkü hakikaten anlamıyorum. Canını sıkma nolur. Bazen insanlar pervasızca, çok kırıcı olabiliyor.

Kibritçi Kız'ı hatırlattın bana! Ben de çok severim, çok yakıcı bir film değil mi? Antoine Doinel'i de öyle. Hatta bak onun da yay burcu olduğunu düşünürüm:)

Dediğin gibi yazmaya devam:)Tek kişi bile okuyor olsa...Yazı bir şekilde bir yerlerde buluşturuyor insanları.
Sevgiler Justinecim! Serap'a mutlu yıllar...

pelinpembesi dedi ki...

justine, demek az da olsa değer verdin bu kişiye. yoksa mailde olsa gelen küfüre aldırmaman gerekir. boşver, biz bize yeteriz. okudukların, seyrettiklerin, yaşadıkların , not almaların hiç bitmesin. ve bunları hep bizle paylaş lütfen..

TheSaint dedi ki...

balıkların içinde büyümüş birisi olarak serapa ben de yeni yaşını güle güle kullanmasını diliyorum...yazıyı da tekrar okudum justine teşekkürler :) ben de blogda noldu da hareket oldu dedim meğersem link vermişsin :)

balıkların arasında derken hem annem hem de ablam mart doğumlu :)

justine dedi ki...

C. ablam adına teşekkür ediyor, bir de fırsattan istifade öpüyorum seni, kocaman;p

justine dedi ki...

I ıh, bilemedin Zerkacığım;) Tabii sen de haklısın, Sherlock gibi ipuçlarını takip etmişsin, Omelas'ı Bırakıp Gidenler'i tekrar okuyup paylaştığım için Ursula K. Le Guin ilk seçenek olmuş;p Bu arada Le Guin'in bilimkurgu serisine giriş yapmam gerek ama bilmiyorum ki, cesaret edemiyorum. Bilimkurgu en sevmediğim janr, Kurt Vonnegut'la keyifli bir deneme yapmıştım fakat gerisi gelmedi.

Yeni bir yazı yazayım bloğa açıklarım yazarı, oyun biraz daha devam etsin madem;p

bkz; oyun seven Justine;)

Çok sevgiler.

justine dedi ki...

Teşekkür ederim Alkımcığım, hatırlıyorum o yazışmamızı. Evet, "buralar bile" bazen can sıkıcı olabiliyor, ne yapalım kader;p

Kibritçi Kız harika bir film, hem çok komik hem de hüzünlü, epey hüzünlü üstelik, dediğin gibi can yakıyor.
Yay burcu=özgürlüğüne düşkün, güleryüzlü, neşeli, bağımsız hah ha, ne geyik ama;p

Kutlama için sağol canım, çok sevgiler.

justine dedi ki...

Yok Buket, ben öyle düşünmüyorum. Bir de değerden ne anladığına göre değişir bu dediğin. Buralarda hiç beğenmediğim, sevmediğim, iki gün sonra unutacağım filmlerden, olaylardan filan da bahsediyorum. Yazıyı yazdığım gece nöbetçiydim ve ondan önceki günlerde o saçma durum yüzünden canım çok sıkıldığı için yazmak istedim. Şu da var; olaydan o kadar kısa ve ayrıntısız bahsettim ki, neredeyse kimse durumun saçmalığını fark etmedi bile. Hatta bana yazan arkadaşlar her bloğa gelen saçmasapan yorumlardan biri diye düşünmüşler. Öyle değildi. Neyse.

Sana bir anımı anlatayım; ben çok küçükken başıma rahatsız edici bir olay gelmişti. Ortaokuldaydım, okuldan dönüyordum ve dönüş yolunda bir adam tarafından taciz edilmiştim. Kocaman bir adam kolunu omzuma doluyor, peşimi bırakmıyor, şu an hatırlamadığım çirkin şeyler söylüyordu bana. Öyle çok üzülmüştüm ki, bizimkilere ağlayarak anlatmıştım. Düşün, on iki yaşlarında bir kız çocuğuydu o olayı yaşayan, sonra ne oldu dersin, otuzunu geçmiş bir kadın yıllar sonra başından geçen o olaydan hiç hesapsız ve kitapsız, birdenbire bir yazısında bahsetti. Burada bir değer verme var mıdır sence? Ya da neye, nasıl bir değer veriliyordur anlatırken?

Böyleyken böyle, sevgiler.

justine dedi ki...

Rica ederim Saint, seyredeceksin değil mi filmi, eminim seversin, aklında olsun.
Bloğuna, ve dahi diğer bloğuna ara sıra bak lütfen, benim yorumum hâlâ yanıtsız bir şekilde bekliyor ama olsun, bloglar ihmal edilmeye gelmez;p

Ağır duygusal balıklar, öyleymiş, miş, mış.. Maalesef inanmıyorum! C. de balık, geçelim lütfen bu işleri;p

Annen ve ablan mart doğumluysa eğer, doğum günleri yakın olmalı (ya da geçti), şimdiden kutluyorum öyleyse, herkese selamlar, sevgiler.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

hımm, sevgili justine, terbiyesize denk gelmişsiniz. ne çok benzer şey yaşıyoruz, ben de terbiyesizliğe kızacağımı, şaşıracağımı düşünmezdim. oluyor ama böyle şeyler. her şeyimiz "nitelikli" olacak değil ya...
film, bilmem, pek meraklandırmadı bei. welcome to the dollhouse ın etkisi geçmedi hala. geçen whisky yi izledim. eeehhhh, işte.
ablanız ile uzaktan takip ediyoruz birbirimizi, biraz geç oldu ama kutlarım doğum gününü (siz yolun yarısındaysanız, onu düşünemiyorum, hooohoooo).
sevgililer.

Ebru dedi ki...

YAzmak istiyordum yazamadım kaç gündür:)
Nolur üzülme olur mu? bir ara benzer nedenlerle ağladım. Yorum olarak da maille de o kadar kötü ithamlarla karşılaşmıştım ki. Kapatayım blogu dedim olmadı.
Kırk defa düşünüyorum yorum yazarken insanlara kıracak,üzecek anlamlar çıkmasın diye.
Çok tuhaf doyum şekilleri var.
Mesela ben sizleri okurken tıka basa doyuyorum. Devam devam harika yazıyorsun.
Sarıldım.

justine dedi ki...

Hmmm Şenaycığım, sen neden benim anlattığım filmlerde heyecanlanmıyorsun yahu, takarım ben şimdi buna?;p Senin ilgini çekmek için nasıl anlatmalıyım, nasıl, nasıl!?;)
Welcome to the Dollhouse'u unutmaya çalış, yavaş yavaş rutine döneceksin;p Hem bu anlattığım film de çok farklı, seversin sen. Bu arada Welcome to the Dollhouse'u seninle konuştuğum gibi laptop'ıma attım ben. Eskiden yazdırdığım dvdlerdeymiş, çok eskilerde kalmış, seyretmemişim. Açıp açıp bırakıyorum niyeyse, izleyince haber edeceğim sana.

Ne diyorum, dağıldım sanırım. Şimdi işteyim, kalabalık burası, sesler, sesler, seninle konuşup güya soyutluyorum ortamdan kendimi, güya tabii.
Whisky, evet iyi bir filmdi, ama sadece o kadar. Unuttum gitti, sakin, sessiz ve iyi bir film. Üç yaşlı insanı net hatırlıyorum, geçenlerde Zerka ile de konuşmuştuk bu filmden, bu kadar hatırlama "bu yaş" için! iyi bile sayılır, ne dersin?;p

Yorumunun sonunda çok güldüm yine, doğru ben yolun yarısındaysam, benden büyükleri hayal etmek zor;p Şaka bir yana ablam 74'lü Şenaycığım, iki yaş var aramızda (pardon ben 76 sonuyum, 77 sayalım onu. üç yaş;)), hemen arkasından takip ediyorum ablamı, olur öyle, sorun yok. Yaşıyoruz işte;)

Çok öpüyorum seni, teşekkürler.



justine dedi ki...

Ebrucuğum, sağol ilgin için. Aslında aklıma geldin bir ara; seninle bu konuda konuşmuştuk sanki. Fotoğraf yayınlama konusunda. Ben fotoğraf olayını önemsiyorum, fotoğrafını hiç koymayanları anlarım, ama sağdan soldan, arkadan yandan, gizli saklı, kamufle fotoğraf yerleştirmeyi komik buluyorum yalan yok. Bir de hiç koymayanları merak ediyorum, fakat o benim problemim tabii, kafamda kurduğum küçük bir oyun gibi, hep yaptığım;) Neyse, asıl diyeceğime geleyim; bahsettiğim kişi ilk maillerinde, daha henüz güzel güzel, neredeyse hayranlık(!) düzeyinde yazarken, fotoğrafları buraya koymamın tehlikeli olduğunu söylemişti. İnsanlar tuhaf ve kötü demişti (ne dilemma, ya da kendini gerçekleştiren kehânet). O zaman düşünmüştüm bu konu hakkında, haklıydı belki. Ben albüm, günlük filan diyorum ama her şey bu kadar basit değil. Canımız sıkılabiliyor. Ve dediğin çok doğru, çok farklı doyum hâlleri var.

Çok iyi gelmiştim nöbete; güneşin altında bir bank bulup kahve içmeden başlamamıştım çalışmaya, güneş banyosu yapmıştım, harikaydı. Fakat şimdi başım ağrıyor yine, ciddi ciddi ağrıyor. İlaç alayım ben.
Çok sevgiler Ebru, selamlar.



Adsız dedi ki...

Her salı semt pazarına uğrarım, esnafla neredeyse ahbap çavuş ilişkisi..ama limon satan dede benim en kral çavuşum..uzun bir süre göremez olmuştum, neredeyse limona küstüm, ve gecen gün hastahanede (ki semt pazarı nere hastahane nere) karşılaştık..akciger ca.:( üşümekten düştü içime yazdım.."ya ihtiyar hiç üşümezmisin" dedimiştim..hep üşürüm hiç üşenmem demişti..(bakış acın iç açı..)ali

justine dedi ki...

Bugün çok hassasım Ali, dokunsan ağlarım denir ya, öyle. Şimdi sen de kanser filan deyince kötü oldum. Bir dışarı çıkıp geleyim ben, hava alayım.

Sevgiler.

Adsız dedi ki...

özür dilerim..bilemedim..

justine dedi ki...

Lütfen olur mu öyle şey, özüre gerek yok. Dışarı çıktım, hava aldım içim açıldı biraz. Hava alırken yarım kilo kasap kıyması ve köfte malzemesi de aldım ayrıca, köfte patates yapıyorum. Köfte-patates her derde deva;)

Çok sevgiler.

Adsız dedi ki...

Canım,
ancak şimdi yazabiliyorum. Çok yoğun çalışıyorum ve bilgisayara girme şansım kısıtlı bugünlerde. Çok teşekkür ederim doğum günümü kutladığın için. Ayrıca burdan Justine'in tüm arkadaşlarına doğum günü dilekleri için teşekkürlerimi gönderiyorum, çok tatlısınız.
Serap

Adsız dedi ki...

nice yıllara:)ali

justine dedi ki...

Ablacığım, ne kadar yoğun olduğunu biliyorum, üstelik dinlenmen gereken bir zamanda. İyi ki doğdun canım, sımsıkı sarılıyorum sana.

Ali teşekkürler, inceliğin için sağol. Çok sevgiler.

Adsız dedi ki...

biz teşekkür ederiz, harika bir blog,içten ve çok zekice..ali

justine dedi ki...

Böyle yorumlar gelince utanıyorum, şaka değil ciddi ciddi utanıyorum;)
Harikalığını bilmem ama, farklı farklı kişilerin burayı okuması ve okuduklarından keyif alması, burada vakit geçirmeyi sevmesi, hepsinden önemlisi kitaplar, filmler ve ıvır zıvır her şey hakkında hoş sohbetler yapabilmek en güzeli. Eh bunlar da olduğuna göre, blog için başka bir dileğim yoktur;p
Sevgiler.

Adsız dedi ki...

Çayı demlemeyi unutma..tutar fırını kurmayı da unutursa..:)

justine dedi ki...

Çayı demledim, fırının alarmını da kurdum;p

*Günaydınlar herkese, iyi kalktım bugün;)

Adsız dedi ki...

çok uyku radyasyonun etkisi mi? afiyet olsun..:)ali

justine dedi ki...

A yok, ben çok uyumam. Çok uyayanlara da sinir olurum üstelik. 24 saat nöbetçiydim dün, çok az uykuyla gitmiştim nöbete ve ertesi gün sabaha karşı biraz uyuyabildim sadece. Eve gelince de üç saat uyudum. Toplam yedi saat bile etmiyor ve yedi saat bana pekâlâ yeter. Heyecanlı bir açıklama oldu bu sanırım;p

Teşekkürler, afiyet olacak az sonra;)

Mor menekşe mavisi dedi ki...

Filmle ilgili detaylara bakarken tesadüfen bloğunuza denk geldim. Uzun zamandır beni bu kadar huzurlu hissettiren bir film izlememiştim.
Bu arada başkalarının hayatlarıyla değil kendi kafasındakiler ve kendi hayatıyla meşgul insanlarla karşılaşmak güzel.
İnsanlar karşılarındaki kişinin ne hissedeceğini artık hiç umursamıyor. Umarım biz hiç onlardan olmayız.

justine dedi ki...

Merhaba "Mor menekşe mavisi" , nasılsın? Çoook uzun süredir bloğa bakıp yazmayı bırak, yorumlara cevap verme diye bir şeyi bile unutmuşum. Yorumunu bir hafta önce mailimde gördüm, okurken mutlu oldum ama sıkıntılı bir gündü, geri dönüş yapmayı unutmuşum, ilk önce bunun için özür dilerim senden.

Başkalarının hayatlarını geçelim kendi hayatımı bile unutmak istiyorum bazen, yorucu çok yorucu. Eylemsizlik güzel. Bu sıralar o kafalardayım. ;)

Yorumun için teşekkürler, dileğin için kocaman bir "umarım!" diyorum. Çok sevgiler.