"...
Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir.
Sevgi kıskanmaz,
Övünmez, böbürlenmez.
Çirkin muamele etmez, kaba davranmaz.
Kendi çıkarını aramaz, hiddetlenmez.
Kötülüğü anmaz, haksızlığa sevinmez,
fakat hakikat ile beraber sevinir.
Sevgi her şeye katlanır,
her şeye inanır, her şeyi ümit eder,
her şeye dayanır
..."
I. Korintliler, Bap 13
Bergman, İmgeler kitabında Kış Işığı'nın yaratılma sürecinden bahsediyor; "Kış Işığı dinsel bir çatışma gibi görünür, ama bunun da ötesine geçer. Papaz duygu yönünden ölmekte. Varlığını sevginin dışında, aslında tüm insan ilişkilerinin dışında sürdürmekte. Onun cehennemi, -çünkü gerçekten cehennemin içinde yaşamakta- durumunun farkında olması. Karısıyla birlikte bir tür öykü benimsemişler: Bu öykü: "Tanrı sevgidir. Sevgi Tanrı'dır."
Filmde, bir papaz var, karısı kansere yakalanmış, bu hastalık onları daha çok birbirlerine yakınlaştırmış ve kadının çektiği acılar yoluyla papaz şefkati ve insanlığı tanımış. Biz karısının öldüğü ve papazın kafa karışıklığının yoğun olduğu bir dönemde başlıyoruz filme. Kadın öleli birkaç yıl olmuş ve papaz "tek başına" kalmış. Aldatılmış ve yalnız hissediyor. Şiirsel konuşmalar, beraber söylenen ilahiler, tatlı sohbetler ve sonsuz doyum bitmiş. Bir kadın hayatına girmiş sonra; Marta. Kadın, öğretmen ve papaza evli olduğu zamanlardan beri aşık. Bergman şöyle diyor; " Kış, sessizlik, yalnızlık ve ortak açlıkları onları birbirlerinin kollarına atıyor." Filmde unutmadığım bir an var, papazdan yardım istemeye gelen bir adam ve papazın elinde hiçbir şey olmaması. Tek bir söz bile söyleyemiyor, çünkü inanmıyor. Karısı öldüğünden beri kendisini aldatılmış hissediyor. Tanrı ellerinden kayıp gitmiş, onu terk etmiş. Bir yerlerden Dimitri Karamazov bağırıyor; "Gerçekçilik ne kötü bir şaka!"
Adam intihar eder, papaz bu haberi sessizce karşılar. Yaşamının talihsizliğini, kadersizliğini, başarısızlığını bir yerlerden bir şeyden çıkarmak ister. Marta oradadır. Her zaman bizi sevenden mi alırız acımızı? Sinir ve kızgınlığımızı, yaşam fiyaskomuzu? Marta papazı neden sevdiğini, ona nasıl bağlandığını uzun bir monologla anlatıyor. "Aramızdaki sevgi yoksunluğunu, beceriksizce aşk denemelerimizle kapatmaya çalıştık", diyor. Marta'nın hastalığı, egzama, derisi yaralarla kaplı. Yavaş yavaş ilerliyor ve bu hastalığın sevdiği adamı kendisinden uzaklaştırdığını biliyor; "Kızarıklıklar alnıma ve kafa derime yayıldıkça benden nasıl uzaklaştığını fark ettim. Beni tiksindirici buldun" Marta için sevdiği adamın imanı, belirsiz ve nevrotik. Adama inanmıyor, kendi sevgisine inanıyor. Hep tanrıya dua ediyor, ritüeliyle değil, diz çökmeden, kalbinden. "Tanrım neden beni ebedi hoşnutsuzluk içinde yarattın? Acılarımın bir nedeni varsa bana söyle!", sorusuna cevabı sevgisinde buluyor. Vazifem sensin, diyor, artık zihnim berrak ve seni seviyorum! Neden tüm kadınlar severken, sağaltır? Annesi olur erkeğinin ve sevme işini "vazife" edinir? Marta papaza yazdığı mektupta bağırır; "Seni seviyorum. Ve senin için yaşıyorum. Beni al ve kullan."
Papaz, tanrıyı örümcek tanrı diye betimler. Kendisini intihardan caydırmasını isteyen bir adama yardım etmez, edemez. Hatta intihara yönlendirir. Kendisini seven kadına hakaret eder, canını acıtır. Filmi seyredeli neredeyse on küsur yıl olsa da, o konuşurken kadının ağlamasını hiç unutmadım. Kadına seslenişini;
"Önemli olan sebep seni istemiyor olmam. Bunu duydun mu? Müşfik ilginden bıktım. Gereksiz telaşlarından. İyi öğütlerinden. Şamdanlarından ve masa örtülerinden. Miyopluğundan bıkkınlık geldi. Hantal ellerinden. Huzursuzluklarından. Yataktaki sıkılgan tavırlarından. Beni fiziksel durumunla meşgul olmaya zorladın. Yetersiz sindirimin, kızarıklıkların... adetlerin, soğuk ısırıklı yanağın. İlk kez ve tamamen bu döküntü çevreden kaçmam gerekiyordu. Hepsinden yoruldum ve bıktım, seninle ilgili her şeyden."
Böylesine bir nefret, böyle bir soğukluk. Daha kötü sözler söylemeden daha da kabalaşmadan gitmek istiyordu adam, kadın acıyla; "Daha da kötüleşebilir mi?" diye soruyordu. Bana göre en doğru sözler şunlardı, kadın tarafından söylenen; "Evet, her şeyi başından beri yanlış yaptığımı görüyorum. Ta başından beri. Ne zaman senden nefret etsem, bunu şefkate dönüştürmeye çalıştım. Sana acıdım. Sana acımaya o kadar çok alıştım ki artık senden nefret edemiyorum... Bensiz ne yapacaksın?"
Kış Işığı, çok sevdiğim ve içimi en çok acıtan Bergman filmi. Bu filmden sonra şunu biliyordum; kendi durumunun farkında olmak, cehennemdir. Tek başına kaldığın bir cehennem.
3 yorum:
Kış ışığı benim de çok sevdiğim bir filmdir. Ne güzel yazmışsınız, elinize sağlık.
Sağolun, fakat "Kış Işığı" yazıların hepsinden daha güzel:)
.................söyleyecek bişi yok tek bir soru dışında ;insan gözünü kırpmadan ne kadar durabilir sizce
Yorum Gönder