Orhan Peker-Yeşil Güvercin Başı
"...
Bütün güvercinler havalandı kimse korku nedir bilmiyecek
Her şeyin uyandığı bir saatte
Aşk başlayacak
Her şey duracak
Her şeyin uyandığı bir saatte
Aşk başlayacak
Her şey duracak
..."
"Bebeklerin yanındaydım, şimdi geldim.", demişim çok önce yazdığım bir notta. "Hacmin önemi yok, hepimiz yaşamaya çalışıyoruz. Ve evet, yaşarken çayın tatlı olması çok önemli.",
böyle devam etmişim. Ne geçmişte yazdığım bu yazının ne de Berk'in güvercinlerinin bahsedeceğim romanla gerçekten ilgisi var. Belki ucundan kıyısından biraz dokunuyorlar. Şiir, bir güvercinin hayata nasıl eklemlenebileceğini, eski notum ise "her şeyin" yaşamaya çalışmasını romanın anlattığı gibi söylüyor. Süskind'in "Güvercin" adlı romanı aslında bir novella. Bir hikaye gibi kısacık ve yine onun gibi çok vurucu, çok etkili.
Romanın protagonisti, herhangi bir olayın bile kahramanı olamayacak biri, "sıradan" bir banka bekçisi. Böyle diyorum, çünkü "o" kahraman olmak istemiyor. Romanın başkişisi demeliyiz Jonathan Noel için, Jonathan "olaysızlık" isteyen biri. Günün birinde ölecek olması dışında, olayları sevmeyen bir adam, hele karışık olayları asla. Bankada bekçi olarak çalışan Jonathan, bir çatı katında yaşıyor ve kimseyle görüşmüyor. İnsanlara güvenmiyor, evliliği bile, tekdüze bir yaşamı olsun diye istiyor ve karısının onu bir adamla aldatıp kaçması onun daha da içine kapanmasına yol açıyor. Bankada bir iş bulup, sorunsuz bir çatı katına yerleşmesi talihin onun yüzüne güldüğü olaylardan, evet bildiniz, o öyle düşünüyor. Küçücük bir oda, tek konforu bir masa, bir yatak, bir sandalye, bir ampul ve elbise askısı olan küçük bir oda (Bu hikayeyi okurken ne çok düşünmüştüm, yıllar önce kaldığım o otel odasını, işte katharsis!). On beş kitabı var bu odada adamın, tastamam on beş kitap! Ne bir eksik ne bir fazla, gerek duymuyor zaten. İşine gidiyor, odasına dönüyor ve huzurla uyuyor. Jonathan için yaşam bu demek ve bence oldukça anlaşılır.
Bir gün odasının kapısı önünde gördüğü bir güvercin, bütün hayatını kabusa çeviriyor. Yüzyıllardır (neredeyse otuz yıl kadar, hoş görün:)) yaşadığı yerin kapısında bir yabancı! Adım atmasını, nefes almasını, işe gitmesini, yaşamasını engelleyen bir şey. Bir güvercin, ve ilginç olan, o şey adamı "umursamıyor".
"ölesiye dehşete kapılmıştı-sonradan böyle anlatırdı herhalde o anı, ama doğrusu bu olmazdı, çünkü dehşet neden sonra gelmişti. Daha çok, ölesiye bir şaşkınlıktı duyduğu."
Hayatına ortak olan ve tabii tehdit eden bu güvercin yüzünden evini terk ediyor ve kuşu şikayete gidiyor. Şikayetten bir şey çıkmayacağını biliyor, içi sıkılıyor. İşler ters gidiyor, üstelik pantolonu yırtılıyor!
"yürümek yatıştırır. yürümede sağaltıcı bir güç vardır. düzenli biçimde hep bir ayağı öbürünün ilerisine basma, aynı zamanda kolları ritmik bir biçimde kürek çeker gibi sallayıp soluma sıklığının yükselmesi, nabzın hafifçe uyarılması, gözün ve kulağın yönün saptanmasına ve dengenin korunmasına yönelik etkinlikleri, akıp giden havanın deri yüzeyinde duyumlanışı -bütün bunlar bedenle zihni hiç karşı durulmaz biçimde birbirine yaklaştıran ve ruhu, ne kadar dumura uğramış, zedelenmiş de olsa, büyüten, genişleten olaylardır."
Güvercin, bir insanın yalnızlık paranoyasını, hayatını kontrol alma isteğini, huzur ve sessizliğin belki "yaşam" olabileceğini sabırla anlatan bir roman, uzun bir öykü. Daha fazla anlatıp kimsenin okuma zevkini kırmak istemem. Bence Süskind'in en iyi romanı bu, Koku çok güzeldi ama Güvercin sarsıcı. Okuyun, pişman olmayacaksınız.
* Peker'in resmini çok beğendiğim için koydum buraya, yeşil rengi (parlak, siyaha çalan yeşil ama, burada bordo ile ressam dengeyi sağlamış.) güvercine çok yakışıyor ve lütfen bu kitabı okuduktan sonra daha dikkatli bakın kuşlara. Nasıl da hayata dahil olma çabası içindeler ve biliyorlar. Gözlerine bakın, göreceksiniz.
1 yorum:
Ben de çok severim bu kitabı. Unuttuğum şeyler varmış. Ne güzel oldu yazman ve ne güzel yazmışsın.
Yorum Gönder