Cumartesi, Şubat 26, 2011

hâlâ çocuk

(Ben Lily'ye şaşarım, o bana, dünyaya ve aslında her şeye şaşırıp şaşırıp kalmalara doymaz.)


Çabucak yazıp gideceğim. Biraz oturdum ya evde, şimdi iş sıklaştı. Bu sabah nöbetten geldim, yarın yine nöbet var. Yalnız bu sefer yirmi dört saat. Neyse benim rutinim bu, hızla geçelim. 


Evvelki gün, oscar adayı filmlerden birini seyrettim. Winter's Bone, diğer aday filmler arasında bir ayrık otu, farklı bir film. Yavaş ilerliyor, sakin ve ağır. Ben bu filmi izlerken çok şaşırmadım, büyük ihtimal unutulup gidecek, bir iz bırakmayacak kalbimde. Diğer bağımsız filmler gibi, hatta Frozen River'ı izleyenlere filmin tarzı tanıdık gelecek. Fakat benim takıldığım şey başka. Filmde, on altı (ya da on yedi) yaşlarında bir kız çocuğu hasta annesine (neden hasta olduğu çok belli, öyle bir ortamda hastalık hafif kalıyor.) ve iki kardeşine bakmak zorunda kalmış. Ki, o da sadece on altı yaşında, yasalara göre henüz çocuk. Babası uyuşturucu işiyle uğraşıyormuş ve kayıp, onun borçları yüzünden ev ve arazilerine ipotek konulmuş ve ödeme yapılmazsa haciz gelecek filan falan. B.ktan bir durum kısaca. Kasabada herkes sert, herkes feleğin çemberinden geçmiş. Kimse kimseye acımıyor bu yüzden. Tüm bunların ortasında zavallı bir kız, çok çaresiz. Taklit ediyor, gördüğü herkes gibi sert olmaya çalışıyor, boşuna bir çaba. Hiç konuşmayan annesinden yardım isterken ağlıyor. Öyle masum, öyle güzel ki. Nasıl bir vicdan bu çocuğu böyle bir durumda bırakır diye sormuyorum, sormam. Onu biliyoruz, vicdanın kolay bulunmadığını, daha sert hâlini. Sadece, bir çocuk hep hayal aleminde mi yaşar, bunu merak ediyorum. Biz mi öyle sanıyoruz ya da? 


"Gökyüzü gibi bir şey" olduğunu biliyoruz çocukluğun, öğrendik. Peki bu gökyüzü nasıl bir şey? Onun üstünü örten, sonra diğerinin, bir diğerinin. Çocuklar bazen çok erken "olmak" zorunda kalıyorlar, bu kötü sonuç, ama oluyor işte. Bizim onların durumunu "pembe" görmemizin nedeni ne?

Devam edeceğim sanırım bu yazıya, sonra tabii. Uyumalıyım, çok az kaldı sabaha, ne saçmalık.

10 yorum:

endiseliperi dedi ki...

sözünü ettiğin iki filmi d eizledim. ikisini, özellikle winter's bone'nu çok sevdim. benim sitede de bahsi geçmişti.sen şimdi erhan bey'de ettiğimiz sohbete yanıt olarak yazmışsın biraz bunu. çocukluk hep hayal alemi midir, hep pembe midir? aslında evet, justine. ben çocukken çok mutluydum, benden daha mutlusu da olmazdı. ama şimdi kendi değerlerimle bakıyorum, kötü, ilgilenilmemiş, şefkatsiz kalmış, yoksunluklarla dolu bir çocukluk. ama çocuk ben mutluydum, hayatı öyle sanıyordum. hiç oyuncağım olmadı mesela, ama ağaç kabuğu, taş, yaprak, ip... yani pembe hayal dünyam için bunlar yeterliydi. filmdeki kız 16 yaşında bir şekilde yetişkin. amerika'nın kırsalınd ayaşıyor. ben de 16 yaşında aynı durumla karşılaşsam aynı şeyleri yapardım, sen de öyle. insan başına ne gelirse derhal uyum gösterip onu yaşıyor. onun iyi veya kötü olduğunu başka bir göz ya da gelecekten bir bakış belirliyor aslında. ya da gelenek, ne bileyim. annem 16 yaşında evlenmiş. o vakte kadar da kardeşlerine bakmış, büyütmüş. annem mesela hayatına berbat demez, çok şükür der. kendiyle gurur duyar. hayat vahşi tabii ve bazen daha da vahşi olur. ama senin hayatındır ve mücadele etmek için kendi yöntemlerini bulursun. bizim doğuda babası, kardeşleri katledilip, köyü yakılan, o zor koşullara dayanamayan çocuklar da kafaları bastığı şekilde bir çözüm yolu bulmaya çalışıyor... o kadar uzağa gitmeye gerek yok yani. ama çocukluk, gençlik muhteşemdir, hayatın içinde yaşarsın, sonra sonra hayatı kavramlaştırıp onu berbat görürsün.

bora2nın zulmünden kontrolsüzce kaçmamız gereken zamanlar olmuştu. birinde bir otelde kaldık arçil'le. fotoğraf makinasıyla birbirimizin fotoğrafını çektik, otelde ders çalıştık. kaçış günlüğü şeklinde o fotoğrafları ve yaptığı resimleri bir deftere yapıştıracaktık. çok heyecanlı, çok mutluydu arçil. anlatabiliyor muyum? hayat çocuğa güzel, hepsi harikalar diyarına gider, hiç merak etme sen.

çocukların daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamak ve hayal dünyalarını fazla zorlamamak lazım tabii. bu da bir başka konu.

sevgiler.

justine dedi ki...

Canım Peri,
yazdığın çoğu şeyde haklısın, bir de hak ne ola ki?:) Gerçeği, yalın ve çıplak anlatmışsın işte, katılıyorum.
Fakat, hayat çocuğa güzel değil ve hepsi harikalar diyarına gitmez. Bu konuda hayır diyorum. Böyle şeylerde inatlaşmayı sevmem, herkesin doğrusu kendine, sadece çocuğun kurgu gücünün, olayları kavrama ya da toparlama becerisinin (veyahut beceriksizliğinin)çocuğun hayatının rengiyle muadil olmadığını düşünüyorum. Demem o ki Periciğim, bu filmde o kız, erken olgunlaşmak zorunda kalmış, zavallı bir çocuk (olmadı genç, ne fark eder ki?) ve dünyası bildiğin siyah. Hayal aleminde ya da harikalar diyarında filan da yaşamıyor.
Çocukların ciddi meseleleri, ya da trajik olayları (taciz ve tecavüz belki) naif bakışlarıyla farklı algıladıklarını biliyorum, o konuda sana ve Erhan bey'e katılıyorum. Beni anlıyorsun canım, değil mi? Haneke'nin son filmi Beyaz Bant'ı hatırlıyor musun, oradaki kız çocuğunu? İşte o hikayede benim gördüğüm pembe çocukluktan ziyade b.ktan bir hayattı. Eleştirmenler nihilizmi filan boş versin bence, o tali yoldan çıkan sinir bozucu bir sonuç sadece.

Çok örnek var, sen verirsin, ben veririm, kendi hayatlarımızı koyarız ortaya, ve birbirimizi anlarız, buna inanıyorum. Sonuçta sorun bir kuşu "sevgiyle" beslemek ve birbirimizi doğru anlamak değil mi? Önemli olan da bu. Hele ki o kuş, Arçil gibi oyunlarla yaşıyorsa:)

Aramızda kalsın canım, ben de hep oyunlarla yaşadım, kan kardeşiyim o oyuna girenlerle.

Çok sarıldım, çok.

Adsız dedi ki...

gözden kaçmıyor: "b.ktan"

justine dedi ki...

Pardon? Hasta sesleri arasında bir saat kadar uyudum da, ondan anlamıyor olabilirim adsız, pardon yani:p

Adsız dedi ki...

sizce de tuhaf değil midir, sözcüğü yazmayı tabii karşılarken imlada sansürlemek? otosansür, ne kadar derin.

justine dedi ki...

Haklısınız. Aslında yazarken bir duraksadım, konuşurken noktasız kullanıyorum çünkü:p Ama şimdi ne bileyim, çoluk çocuk girer siteye, bozulmasın ağızları:) Çocuklara bazı konularda sansür uygulanmasına hak veriyorum, evet.

Peki, sizin isim neden saklı ya da konuya uysun hadi, sansürlü?

ignospinoza dedi ki...

g.a şeklinde yazsam sansürlü olurdu, oysa bir şey yazmamıştım :) gitmeliyim şimdi, hoşçakalın.

justine dedi ki...

Tabii tabii, konuya uysun diye öyle demiş ve belirtmiştim. Hoşçakalın Cemil Umran.

Tolga dedi ki...

lily çok şirin :)

justine dedi ki...

Teşekkürler, gerçekten öyle Tolga. Ya da ne bileyim kargaya yavrusu kuzgun görünürmüş:)
Sevgiler.