Salı, Şubat 22, 2011

İzmir sokaklarında volta atıyoruz



Nöbet sonrası biraz uykunun ardından yürümek çok iyi geliyor. Hem bir asır yürümemişim, oturup duruyorum evde, yağmur da vardı azıcık,  yürüyeyim bakalım dedim. Çok çok yavaş yürüdüm ve gerçekten -yine yine yeniden- şaştım dünyanın küçük işlerine.

Bankada sıra beklemedim, oysa Conrad yanımdaydı, evde çok işim var ya, okuyamıyorum(!) en azından sıra beklerken okurum diyordum. Olmadı. Makineden sıramı almaya kalmadan yandı numara, sinir oldum. Evet, insanoğluna iyilik yaramıyor:) Benim önümden işlem yapan yaşlı bir kadın vardı, hatta o kadar yaşlıydı ki, ödemesinde bile sorun çıktı. Memur kız, "yetmiş beş yaşını geçince ödeme yapmıyoruz", dediğinde, "ne yani şimdi öleyim mi kızım?" diye cevap verdi. Bu bana müthiş felsefi açılımları olan bir lafmış gibi geldi, düşünmeye başladım, düşünürken kadına gülümsedim sanırım, o da sorusunu tekrar sordu; "öleyim mi yani kızım, az kalmış baksana". Cevap veremedim, yani isteyince ölmek intihar filan sayılır, ee, o kadının da şimdi intihar etmesi büyük aptallık olur. Yani ben dururken burada, hmmmm, çok ayıplarım teyzeyi. Üstelik para için, yiyemeyecek de afiyetle. Hah ha bana ne oluyorsa, geçelim.

Emlak ofislerinin önünden geçerken uzun uzun oyalandım, okudum yazılanları. İmla dışında pek bir sorun yok emlak dünyasında, rahat uyuyabilirsiniz bu gece. Ben sizin yerinize kontrol ettim;p Vitrinin üzerine yapıştırılmış renkli renkli kağıtları (Adam bunlar için uğraşmış evinde, ne güzel. Yok, belki de ilkokula giden çocuğu vardır üstlerini pembe boyayla filan ona çizdirmiştir.) okurken, içerdekiler de beni incelediler. Ben ilanları, onlar beni, komikti. İçerideki adam seslenecek gibi yapınca hemen ilerledim, düşecektim. Ne salaklık, sanki yiyecekler. Konuş işte değil mi, hem yokuştaki evi satıp yeni ev almak gerek, belki akıl filan verirler:)

Dönüş daha eğlenceliydi; sokaklar küçücük, yürüyecek kaldırım yok, olsa bile araba park etmiş yürüyüş yerine, evler anlamsız anlamsız dizilmiş, hatta bir apartmanın en alt katı, telefon direği ve kendi duvarına çaktığı çivi arasına tel bağlamış, neredeyse takılıyordum. Onu da düşündüm, geri dönüp biraz bakındım bile. Ne amaçla böyle bir düzenek yapmış bu arkadaşlar diye. Sanırım çamaşır asıyorlar yazın oraya. Fakat şöyle bir sorun var, orası bildiğin sokak, hatta cadde ve üstelik yaya kaldırımı! Bu rahatlığa şapkam olsa çıkarırdım ama o kadar da cumhuriyet kadını değilim, sadece ağzım açık kaldı. Bravo iç sesleri eşliğinde yürümeye devam ettim. Ayrıca bir de şükrettim tanrıya, tel tam boyun hizama geliyordu. Giyotinle ölmek çok uzak değil dostlar, hatta çok olası:)

Bir kadın bebeğiyle karşıdan bana doğru geliyordu. Düriye, yavaş yürü kızım dedi, En fazla iki yaşındaydı bebek, ismiyle uyumu var mı, acaba ben mi saçmalıyorum diye düşünürken baktım da Düriye benden daha ince giyinmiş ve gayet mutluydu. Büyüyünce daha mantıklı olacak her şey diyerek bakkala girdim. Taraf ve Radikal aldım. Eskiden Taraf için çok dolaşırdım bakkalları. Bulması zordu ve uğraştırıyordu. Hatta Deyvo (ablamın eşi) İstanbul'a bu gidişimde cafede otururken -bozuk türkçesiyle- benim için Taraf bulma çabalarını anlattı. Öyle kötü anlattı ki, masadakiler Taraf'ın illegal bir gazete benim de salak olduğumu düşündüler. Neyse, uzun süredir gazete alma işini bırakmış netten okuyordum. Ben yokken gazeteler küçülmüş. Radikal bazı yazarlarını (h.c. güzel'i heyecanla aradım sayfalarda ama gitmiş maalesef) nasıl sığdıracak bu boyuta diye aptalca bir komiklik düşünürken bakkalın mesafeli ve olgun tavrıyla kendime geldim. Bu espriyi ona da yapayım dedim ama sanırım Taraf almam adamın pek hoşuna gitmedi. Bence bazı İzmirliler (ben) çok alıngan bazıları da (bakkal) çok atatürkçü.  İzmir düzelmeyecek, denge yok ya da o yaşlı kadın gibi söyleyeyim, düzelse de ben görmeyeceğim:p

Eve yaklaşırken, giderken yolda görüp çok acıdığım köpekle tekrar karşılaştım. Acımıştım, çünkü çok derin ve hızlı hızlı nefes alıp veriyordu, gözleri kapalıydı ve uyumaya çalışıyordu. Üşüyor herhalde, ne kötü demiştim. Dönüşte gördüm ki senden benden sağlıklı. Öyle herkese acıma kızım dedim, markete girdim. Lily'ye farklı bir şey alayım diye, gittim saçma sapan bir şey buldum; hüptrik yoğurt! Lily çok beğendi gerçi ama ben hâlâ meraktayım, bu işleri kocaman kocaman adamlar mı yapıyor yani? Oh ne âlâ memleket, millet hüptrik yoğurt filan icat etsin ben sıkıcı sıkıcı nöbet tutayım.

Eski oturduğum semt de şimdi oturduğum yer de çok kötü bir yerleşim düzenine sahip. Yürümek ve yürürken düşünmek imkansız. Ve sanırım ben böyle yerlerde dolaşmayı seviyorum:) İstanbul'a bir önceki gidişimde Süleymaniye'yi gezmiştik, sağlam rehberim vardı tabii:p Yani ne bileyim, çok güzel, çok etkili, muhteşem ama, insan asla kendisiyle kalamıyor ki! Sağına bak tarih, soluna bak geçmiş, zaten duygusal, saftirik bir kızım alık alık bakınıyorum etrafa. Duvarlara, taşlara dokunmaya çalışıyorum, fazla mesai işte. Daha fazla anlatamayacağım, düşünmesi bile yordu beni, bakın.

Eve geldim, Taraf ve Radikal'i tuvaletteki gazeteliğe koydum (Altan ve mahdumları -arkadaşları- üzülmesin, çok şık bir gazeteliğim ve banyom var, valla:)), kahve yaptım ve buraya yazıyorum. İşin özeti; hayat zor dostlar, gerekmedikçe dışarı çıkmayın.

Erkek sitelerine inat, hepiniz öpüldünüz!

20 yorum:

endiseliperi dedi ki...

:)
sevgili justine (öhöm),
çok eğlenceli bir yazı olmuş. ama böyle akıcı bir yazıyı okumak için epey bir uğraşmam gerekti. kaçak işten gelmiş, uzanacaktı biraz, ben de uzanıp gazete okuyayım dedim ona eşlik etmek için. arada binlerce km olması mühim değil. aa bir baktım sen yazmışsın! laptop'u mutfağa götürüp sigara çay içip keyifle okuyayım istedim yazını, arçil arkamdan seslendi, ben de çay içerim, tina peşimden geldi, hayır gitme, burda oturalım, yok yine mamaisterim döndüm odaya:

canım benim, taraf almış, aklında ben vardım, biliyorum:) bizim burda öyle her yerde her gazete bulunmuyor. yakın market taraf getiriyor, radikal getirmiyor. uzak markete gitmek gerekiyor. ama çoğunlukla akşamları arçil getiriyor. bizim mahalle çok tutucu, sofu bir mahalle. geçen gün fatura ödeme merkezine gittim, genç bir delikanlı duruyor orda. sıkılmıyor musun, kitap filan okusan, dedim. burada penguen okumam bile sorun oluyor, esnaf hoş karşılamıyor, dedi. onun okuduğu kitap burada okunamazmış. ne okuyorsun ki, dedim. das kapital, dedi:) böyle tatlı sürprizler oluyor. ben çocuğu ne sanırken meğer o nasılmış.

aa kaldırımlar... ben londra'dayken bir ingilizle tartışmış, kıskançlıktan, sizin hayatınız o kadar konforlu ki, kaldırımlarını bile geniş, dümdüz, hiç düşünmenize gerek kalmıyor, demiştim:) oysa biz öyle miyiz, sürekli, sürekli kafa yormamız gerek. kaldırmda yürürken bile alarmda olmalıyız...

hahhaaa köpekle bile kendini karşılaştırıp, onu daha rahat buluyorsun ya:)

canım justine... eee... saygılar;)

endiseliperi dedi ki...

aa unutmuşum demeyi, bu fotoğrafın nefis! saçın böyle dalgalı mı aslında? çok yakışıyor sana, zorla mı düzleştiriyorsun yoksa? yapma. bu fotoğrafını çok sevdim.

endiseliperi dedi ki...

hahhaaa ben de mağazalarda, dükkanlarda bana doğru gelen bir eleman görünce hızla kaçıyorum:) öyle hızlı hareket etmem gerekiyor ki, göz teması bile kurmadan paldır küldür... o da insan, vebalı da değildir, ne oluyoruz, sakin. kalbim heyecanla çarpıyor on metre uzaklaşmışken bile:) bence ara sıra dışarı çıkıp insanla temas alıştırması yapmak gerek.

justine dedi ki...

Canım Peri,
"sayın Peri" diyecektim ama esprinin son demlerini yaşaması kanaatindeyim, aman erkek siteleri bozulmasın:p
Kaçak'la aynı anda uzanmalar filan, vayyy, bu ne romantizm böyle. Kıskanıyorum! Ama araya benim yazım girdi, n'aber?:p Hah ha, şu fani dünyada bir düşman daha edindim, ne saadet!

Şimdi..., çay keyfi demişsin, anlatmalıyım. Bizim mutfak tüpü (İzmir'de çoğu yerde hâlâ doğal gaz yok, evet. Biz belediyemizi seviyoruz üstelik:)) milangaz'dı, annem üç beş kuruş az ödemek için aygaz'ın promosyonunu kullanmak istedi. Aman anne boş ver filan dedim ama boş vermedi tabii, şimdi benim yüzyıldır kullandığım milangaz gitti ve inanılmaz gaz kokusu veren aygaz geldi, kırıtıyor dolabın içinde. İki kere çağırdık servisi fakat sorun bulamadılar. Ben de çay demlenirken mutfağın kapısını açıyorum. Şimdi bizim bu yeni aldığımız daire biraz artistik(!) manzara güzel diye, boydan boya cam yapmışlar her yere. Ee, böylelikle biraz açsan bile bir duvarı boydan boya açmış gibi oluyorsun. Buz gibi oluyor mutfak. Keyif yapalım derken hızla çay içip kapatmak istiyorum altını. Hatta tüpü, emniyetten. Komik bir manzara tabii, hızlı hızlı çay içen iki kadın, hah ha:)) Biraz önce annem bir lafıma karşılık, "çevir gazı yanmasın" dedi. Anne çok komiksin o laf, çevir kazı yanmasındır ama sen de haklısın aklın gazda tabii, bitir de çayını, çevireyim, dedim:p Böyle komik durumlar yaşıyoruz canım.

Aaa, ne konuşuyorduk ki biz, unuttum! Hah, tamam. Taraf alırken aklımda elbette sen vardın hayatım, bir de Rasim Ozan Kütahyalı. Onun göğüs kıllarını unutamadım, Helin Avşar'la yaptığı röportaja verdiği pozlar geceleri rüyalarıma giriyor, çığlık çığlığa uyanıyorum!:p

Fatura ödeme merkezinde genç bir adam, bir cebinde das kapital, bir cebinde kenevir tohumu:p Ho ho ho, benden daha vahim durumda olan birini buldum sonunda! Yaşasın!:)

Saçım dalgalı şekerim (iyice altın günü formatında olsun diye uğraşıyorum, gülme:)), üç-dört ayda bir fön çektiriyorum, çektirince de koşa koşa fotoğrafçıya gidip on iki tane vesikalık alacağıma, cep telefonuna poz veriyorum:p Sağol iltifatların için, hoşuma gitti:)

Çok sarılıyorum, çok.

Londoner dedi ki...

Aslında alelacele yazmamalıyım, sonra istediklerimi tam olarak ifade edemediğimi düşünüyorum. Serde "Yahya Kemal"lik var(!) herhalde. Ama yine de dayanamadım. Soğuk algınlığından yatarken içimde gezme isteği uyandırdın. (Aslında gezerken düşünme isteği daha doğru bir ifade olur. Yanlış anlaşılmasın:) Zaten en çok boş boş yürürken (volta atarken de denilebilir ama voltayı daha ziyade metro ve tren istasyonlarında atarım ki faydası inkar edilemez.) ve "kıymetli" birileriyle konuşurken aklıma daha önce düşünmediğim bir şeyler gelir. Ya da çok çok önceleri düşündüğüm ama sonuca ulaştıramadığım şeyleri sonuca ulaştırdığımı(!) zannederim.

Aslında şu "mekan" meselesine değinmek istiyorum ve birkaç şeye daha ama hiç halim yok!

Hoşçakal...

Londoner dedi ki...

Yazmayı unutmuşum. "Altan ve Şürekası" daha güzel olurdu sanki. Hem "Ferdi ve Şürekası"nı hatırlatır. Ne dersin?:)

justine dedi ki...

Biraz temizlik yaptım, şimdi bir duş alıp geleyim, yazacağım sana. Hiç hâlim yok filan dinlemem, ya bir dakika, hekesler ne kadar da meşgulmüş böyle!!! Yoğun, yorgun, sinirli, dün gecenin tartışma konusu da buydu, anlayan anlasın artık:)

Ben kendimi bildim bileli çalışıyorum dostlar!:p

Çok sevgiler, döneceğim tabii, işim filan yok benim, ayrıca temizlik yapmış da olsam hâlim var:))

justine dedi ki...

N'aber Londoner?:p
Sonunda geldim işte, çayımdan bir yudum aldım...ve evet, mis gibi! Az zamanım var yine, saat 10'da nöbet başlayacak, yirmi dakika kala çıksam diyorum, arada benzin almalıyım, yetişirim sanırım. Ne konuşuyorduk biz? Nasılsın sen, buradan başlayalım? Soğuk algınlığı demişsin, hafif mi yoksa ciddi ciddi grip misin? Çok çok geçmiş olsun, çayını limonlu iç lütfen. Ben sevmem ama sen iç, ne olacak ki?:))

"Altan ve Şürekası", çok güzel olurdu, ve biliyor musun ben o cümleyi yazarken mahdumları aklıma ilk gelen kelimeydi ama içime sinmemişti. Sonra arkadaşları diye genişletip saçmalamıştım, görünüyor zaten:)

Hadi yazsana şu aklındaki şeyleri, hadi hadi!

Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Hey,
bir önceki cevapta "hekesler" desktop'ın azizliği, r harfi ile ilgili bir sorunu var arkadaşın. Laptop'ım canım benim, şimdi onunlayım ve yanlış yok:p

Londoner dedi ki...

"Hekesler"i filan umursama,derim. Dikkat etmiyorum böyle şeylere desem yalan olur (epey bir süre hem redaktörlük yapıp hem de kitap inceleme işiyle uğraşınca ister istemez) ama insan (ya da bilgisayar demeliyim) halinden de anlarız.:)

Hem baksana yukarıda yazdığım iki paragrafa da "Aslında" diye başlamışım. Esas sıkıntı burada bence...

Kızmışsın halim yok lafına ama cidden halim yok(tu). Dolaptan soğuk bir şeyler iç (zaten meslek hastalığı sahibiyim :)) ardından gez dışarılarda üşüt. Sonra da gelsin boğaz ağrısı, burun akıntısı, hapşırık... İlaç içiyorum, ıhlamur filan da. Limonlu çayı da deneyeyim bari ama o çaydan başka bir şey oluyor. Pek hazzetmem o sebepten...

Bazen öyle oluyor, biliyor musun? Hissediyorsun oraya uymadığını ama aklına daha iyisi gelmiyor. Ama olsun bana ta ne zamandır aklıma bile gelmeyen ama ismini hep ilginç bulduğum bu kitabı hatırlatmış oldun. :) Teşekkürler ve iyi nöbetler...

Londoner dedi ki...

Son cümleyi anlamadığımı söylemeyi unuttum. Farkında olamadığım bir şeylerden bahsediyor ama...:)

justine dedi ki...

Londoner,
anlamadığın son cümle, "hadi yazsana" ve coşkusu muydu?:) Hani diyorsun ya, mekân meselesine ve birkaç şeye değinmek istiyorum diye, işte ondan bahsediyordum.

Londoner dedi ki...

Yok, özür dilerim anlatamadım. Yazdığın metindeki son cümle için dedim. Yorumundan değil...

Söylediklerini yazacağım, aklımda...:)

justine dedi ki...

Zamanın yoktur tabii, ama Peri ile yazışmalarımızı okusan anlardın. Bizim bu sarılmalarımız, öpüşmelerimiz, bu şekil vedalaşmalarımız çok "kadın kadınmış":p Erkek siteleri ciddi ciddi takılır ve hatta dünyayı kurtarırlarmış:) Böyleyken böyle.
Sarıldım o zaman Londoner, ne diyeyim bunca lafın üzerine:)

Londoner dedi ki...

İnan olsun okumaya çalışıyorum ama sizin hızınıza yetişmek mümkün olamıyor ki... Bir de daha eskiler var; onlar okunacak, zaman lazım, hasta olmamak lazım, ruh halinin uygun olması lazım(bence en önemlisi bu ama arkadaşlarım dalga geçer bu yanımla)...

Her erkek gibi benim de "dünyayı kurtarma" projelerim var tabii. :) Ama burada önemli olan samimiyet ki ben sizin samimi olduğunuzu düşünüyorum. Yoksa olur ya o vıcık vıcık, yapmacık yazışmalar, davranışlar, övgüler, midemi bulandıran... Ki bunun kadınlıkla erkeklikle ilgili olduğuna inanmam. Sev(e)mem o riyâkarlığı!

justine dedi ki...

Ben boşum tabii, işe gidiyorum, eve geliyorum vs. vs. Tezi de bıraktım sanırım, hızım oradan geliyor.
Ruh hâlinin uygunluğu konusunda ise ne kadar haklısın. Şimdi gülerek yazamıyorum mesela, çok canım sıkkın bu akşam. Oysa seninle konuşmak keyif verir bana.
Dur düzeleyim. Derin bir nefes ve...

:)

Evet samimiyiz Londoner, ben istemeden hiçbir şey yapmam. Sarılmak öpüşmek de buna dahil:) Kendilerini "seçilmiş", "özel" vs. vs. sanan insanlara da (ve yazdıkları, çizdikleri şeylere) ayrı bir sinir olurum. İş ona kalsa en özel benim valla:p

Sevgiler çok.

Londoner dedi ki...

Senin özel olduğundan şüphem yok zaten.:) Dün akşamdan beri sıkkınsın, gerginsin... Kızıp duruyorsun bana...:) Sıkıntın geçiyorsa benim açımdan sorun yok...(Yalnızca şaka alınma...:)

Bilmiyorum sana nasıl yardımcı olabilirim ama öyle komik ve çok konuşkan bir kişi de sayılmam aslında. Ya da en iyisi seni kendinle bırakmak mı, bilemiyorum. Bekliyoruz bol gülücüklerini...:)

justine dedi ki...

Londoner, aşk olsun, neden kızayım ben sana:p

Sahi, ben konuşkan ve komik biri miyim acaba? Kötü bir profil bu değil mi? Hani ne bileyim, cool, havalı, gizemli filan olmak varken:p

Çok sevgiler.

Londoner dedi ki...

Kızma zaten!:)

Kötülüğünü iyiliğini bilemem ama öyleyim. Gerçi zaman zaman çenem düşmüyor değil.:) Canım sıkıldığı zamanlar ve çok samimi arkadaşlarıma karşı sadece... Keyfim yerinde olursa ufak ufak takılmaları da severim. Havalı olmadığım kesin (gerçi çok yakınımda olmayanlar öyle sanabiliyor.:)! Yani her insan gibi karmaşığım aslında... Eh burcum da elverişli zaten değişik tavırlara...:) Daha ne olsun!

Neşelenmişsindir umarım ve nöbetin iyi geçiyordur...

alacatiotel dedi ki...

Ege incisi Alaçatı muhteşem tatil imkanları ile siz tatil severleri bekliyor.
Sizlerde erken rezervasyondan yararlanmak için
www.alacatiotel.com.tr sitemizi ziyaret edebilirsiniz.