Francisco Goya/The Sleep of Reason brings forth Monsters
"...
yüreğimi bırakmıştım düş gücünün iklimine,
kendi evimden ayrı, düşüncemin varlıklarıyla birlikte
yalnızca bir kez-yalnızca bir keresinde-
belleğimden silinmez o çılgın saat
bir güç ya da büyü bağlamıştı beni,
ya o soğuk yeldi gece üstümden esip
ruhuma damgasını basan
..."
e. a. Poe/rüyalar
Birden uyumuşum. Koltukta "biraz" uzanıp, düşünüyorken ne var ne yok diye, uyku kocaman elleriyle gelip sarmış beni. Akşam uykuları korkunç olur, tekinsiz. Çok eskiden bir gün öyle bir uykudan uyandığımı hatırlıyorum da, ne kabus! Ne nerede olduğumdan ne de kim olduğumdan haberim vardı, nasıl bir boşluk duygusu anlatamam. Anlatmayacağım zaten:p Bu vesileyle uykudan bahseden bir kitaba geçelim, hadi;
Uyku Evi'ni iki yılbaşı önce, bir sürü kitapla beraber, ama birden aldım. Aklımda hiç ama hiç yoktu, onu diyorum. Kıbrıs Şehitleri, Yakın kitabevinden. Çok hoş bir yer orası. Çalışanları da çok "ince ve zarif":p (şaka bir yana, çok önemlidir bu benim için, Yourcenar'ın kitapları için defalarca aradılar, ilgilendiler. güzel bir yer orası, ben geç bile keşfettim.) Netten kitap almaya öyle alışmışım ki, diğer türlüsünü unutmuşum. Oysa bütün kitaplara dokunup, bölümler okuyarak seçim yapmak da eğlenceli ve şaşırtıcı. Uyku Evi mesela, hiç bilmediğim bir yazar, duymadığım bir kitap, birden geldi beni buldu. Adına vuruldum tabii, yoksa ben bildiğim isimlerden hiç ama hiç şaşmam.
Neyse, uzamasın bu yazı. Kitap çok iyi değil, beğenmemiştim ben. Fakat adı güzel, kapağı güzel, fikir hoş. Roman hakkında daha önce kısa bir şeyler yazmıştım, buraya kopyaladım. Buyrun;
Uyku filan bahane, sadece aşkı anlatmak isteyen roman. İşte sorun da burada başlıyor; aşkı anlatacağım derken o kadar çok tali yola sapıyor ki yazar, aşk kayboluyor arada. Robert kimdi, Sarah, neden onun için bu kadar ulaşılmaz ve vazgeçilmezdi. Ayrıca bütün o sapılan tali yollar, uyku gibi, sert yollardır. bir girip çıkamazsınız öyle. Uyku yumuşakça şaşırtır.
Romanda, Simone Weil'ın La Pesanteur et la Grâce kitabından alıntılar da var;
"... Gerçek sevgiyi bulacağınız o gün, eğer gelirse, içteki yalnızlık ve dostluk arasında hiçbir çatışma olmayacaktır. Tam tersine, bu dayanılmaz belirti sayesinde dahi bileceksiniz ki... Eğer gelirse..."
"İçimizdeki boşluğu kabul etmek olağandışıdır. Kendisini dengeleyecek hiçbir şeyin olmadığı bir hareket için nereden enerji bulunur? Enerjinin başka bir yerden gelmesi gerekir. Yine de önce bir parçalanma, karşısında çaresiz kaldığın bir olay olmalı; boşluk yaratılmalıdır."
"Doğal ya da doğal olmayan hiçbir ödülün alınmayacağı bir dönemin geçirilmesi gerekir."
-------------------
-Yazıya koyduğum müzik daha çok Goya'nın harika çizimi ve benim uyandığımdaki ruh hâlimle ilintili, kitapla ilgisi yok, şaşırmayın.
-Simone Weil'ın La Pesanteur et la Grâce kitabının adı çok güzel. Hızlı geçip, dikkat etmediyseniz tekrarlayayım; "Gravity and Grace", "Yerçekimi ve Zerafet". Muhteşem.
-Uykunun, ama özellikle akşam saçma sapan bir saatte gelen uykunun gerçekten kocaman elleri var. Bana inanın. Sarıyor ve kendisi istemeden bırakmıyor.
-Yarın mesai var ama öğlene kadar. Üzgün başlayıp, sevinçle devam eden bir cümle bu, onun için ünlem koyup koymamak konusunda kararsız kaldım:p
-Sonra bir hafta izin! İşte buraya ünlem yakışır:)
44 yorum:
Zamansız uykuların müdavimiyim çoğu zaman. Şayet zamanlı olanlarla hala küsüz de ondan. Dolmuşta, koltuğumda yada bir çalışma arasında 3-5 dakikalık dalmalara o kadar hayranım ki! Bir anda alıp götürüyor beni bambaşka diyarlara... O üç dakikalar çoğunlukla öyle hayat kurtarır ki anlatamam. En bittim dediğim yerde bir enerji dalgası, yeniden başlama gücü ve hatta cesaretiyle, onca yoğun programın altından kalkma gerekçemdir neredeyse...
Bazen sana da olur mu bilmem. Ama en sevdiğim uykular dolmuşta akşam saatlerinde eve giderken olanlardır. O dolmuş hiç durağa ulaşsın istemezsin. Ben o uykunun tadını daha hiç bir yatakta alamadım...
Ah Vuslat, keşke öyle uykularım olsa. Ben tuhafım uyku konusunda, tamam sorunlu bir tip değilim, uyurum, odada çok şey istemem uyku için ama yine de kısa süreli uykularım yoktur. Otobüste, dolmuşta filan. Hatta uzun yolculuklarda bir ben bir de şoför kalır uyanık:) Ayrıca ben bu kısa süreli uykuların ve hemen uyumaların erkeklerin işi olduğunu düşünüyorum. Size özel bir durum yani bu, hemen hemen uyuyorsunuz. Ne tuhaf:)
Ama kısa ve kesilen uykuların tedını bilirim. Nöbette "bazen" dalıp gittiğim olur. Sayılır mı bilmem?:p
Sevgiler çok.
justine aynen ben de sendenim.hayatta ne uzun da ne kısa yolculukta uyurum.evde de kısa süreli uykuyu severim ama dediğin gibi kalktığımda ne kendimi dinlenmiş ,yenilenmiş hissederim,ne de enerjı verir.tam tersi sanki kamyon çiğnemiş gibi olurum,2 saatte başım ağrır üstelik.yine de bu kestirme olayının sonunu değilde başını severim..
justine,
kitap güzel gibi, ama tatlım sen ne hakkında yazarsan yaz, ben aslında seni okuyorum. senin bahsedişin, senin halin hoşuma gidiyor. kitabı kitapçıda görsem (kıbrıs şehitleri'ndeki o kitapçıyı hatırlıyorum sanki:) aa justine'in kitabı bu derim. okusam, justine bu cümleden etkilenmiştir, derim. hangi müziği koyarsan koy, bu müziği justine dinlemiş ve şimdi bunu seçmiş, ne hissediyor acaba, diyorum. buraya gelip, müziği açtım, birkaç kez dinledim. ben düşünüyorum ki, konuşmuyoruz, herkes kendi işine dalmış ama justine'deyim, diyorum. sen tabii bilmiyorsun bunu. bir şey demem gerek: eski arkadaşlar bilirler, dalga da geçerlerdi; ben rüya görmek için uyurdum, bayağı da çok uyurdum. uyanınca o rüyaları hatırlayıp dururdum. böyle aynı ciddiyette ikili bir hayatım vardı. biri diğerinden daha az önemli değildi. şimdi her nedense, şu uyanık hayat önemlilik iddiasında daha çok bulunuyor. bakıyorum, bi numarası yok. kızıyorum da. bu aralar daha çok uyuyorum bu nedenle.
"Uykunun, ama özellikle akşam saçma sapan bir saatte gelen uykunun gerçekten kocaman elleri var. Bana inanın. Sarıyor ve kendisi istemeden bırakmıyor." bunu çok sevdim.
canım justine ne çok telaşlısın şimdi sen. berberdesindir sen şimdi. sen ne süslüsün justine, küpeler, kolyeler, postişler:) çok da yakışıyor.
öpüyorum, sarılıyorum, kendine dikkat et, telaşla üşüteyim, hasta olayım filan deme.
Canım canım Peri! Ama nasıl bildin bunu sen!? Nasıl yani, ben söylememiştim ki, berbere gideceğim diye! Sen nasıl bir şeysin böyle, şaştım kaldım:p
Şimdi çıkıyorum, uykusuz ve yorgunum ama saçlarımı bir şekle şemale sokmam gerek. Geçen gittim ve anlamsız şeyler söyledim çocuğa, sonra onun şaşkın bakışları eşliğinde çıktım:) Bunu anlatacağım sana, diğer söyleyeceğim şeylerle birlikte. Dönünce ama, tamam mı?
Çok sarıldım. Canım.
tamam, bekliyorum, çok şey anlat:) çocuklara da kızma, korkutma onları:)
Buket, demek yolculuklarda sürücü ve benim dışımda bir uyanık daha varmış ve o senmişsin! Ne güzel:)
Kestirme olayının başı derken, uyanık olma hâlinden bahsediyorsan çok haklısın, ben de severim. E, ne de olsa mis gibi hayaller kuracaksın filan falan:p
Sevgiler.
Peri, geldim ben. Bitki çayım ve tüm yorgunluğumla buradayım:) Şu bitki çayı meselesini hızlı geçmeyelim lütfen, ayvalı ıhlamur diye bir şey almıştım birkaç hafta önce. Neden aldığımı bilmiyorum, adı hoşuma gitmişti sanırım, bir de kış ya, hani iyi gelir diye. Şimdi onu içiyorum. İlginç bir tadı var, kötü değil kesinlikle. Bitki çayları dünyasında neler oluyor yahu? Birileri ben bitki çayına ısınayım diye gece gündüz farklı tatlar mı keşfediyor ne?!:p
Yazdığın güzel cümleler için teşekkürler, çok iyi anlıyorum seni. Aynı durumdayım, sen ne yazarsan yaz, ilk önce elbette "seni" okuyorum ben de. Yoksa Conrad hakkında bir şeyler okumak istesem gider kütüphane filan tarardım ya da ne bileyim, film bilgileri, eleştirileri vs. vs. her şey var imdb sitesinde:p Ben senin cümlelerini ve anlatımını seviyorum. Aman, çok uzadı bu, biliyorsun işte:)
Rüya görmek için uyumayı değil ama hayal kurmak için yatmayı iyi bilirim, ben aklı bir karış havada, deli bir çocuktum. Düşler, hayaller bunlarla yaşadım. Güzeldi.
Evet, gelelim berber meselesine. Saçlarıma bir şeyler yaptırdım en sonunda. Kısa sürdü ve ilginçtir hoşuma gitti. (Çocuklara niye kızayım ki ben, deli misin Periciğim?:) ve deli, en sevdiğim kelimelerden biridir, öyle al bunu.) Geçen gün, istemeye istemeye şöyle bir uğradığım(!) yere gittim yine. O zaman gördüğüm çocuğa Serdar bey var mı diye sormuştum ve olmamasına güvenerek tabii:) Canım bir şey yaptırmak istemiyordu, ama bir değişiklik de istiyordu, ne bileyim biraz daha koyu bir saç rengi ya da kâkül filan. Senin anlayacağın, büyük bir dilemma:p İşte o zaman adam ben yardımcı olayım diye çok ısrar etmişti ama ben sanki Serdar'ı çok tanıyor gibi (Polişka bir kere saçını boyattı orada ve ben de Şvayk’ı okudum sadece, sohbet filan yoktu yani:), yok ben ona sorayım, sonra gelirim demiştim.
İntikam soğuk yenen bir yemektir! Hah ha, bugün yine o çocuk yaptı benim saçımı:p Hem de hatırlata hatırlata! Ben yirmi yıldır bu işi yapıyorum, bana güvenebilirsiniz demeler filan. O kadar üzüldüm ve (kendime) sinirlendim ki, adamı kırdım diye. Ama iyi anlaştık ve sanırım çözdük aramızdaki sorunu:)
Çok yorgunum ben, güzel anlatamıyorum. Oysa bu benim için eğlenceli bir maceraydı:p Neyse, böyle olsun bu sefer.
Canım ya, ben süslü değilim aslında:)) Valla, hep sade giyinmeyi ve olmayı severim, küpe filan takarım ama bayılmam takıya. Eve girdiğim gibi ilk çıkarttığım şeyler de onlardır. Ve ve postiş ne allasen?:) Bilmem ben öyle şeyler, fotoda giydiğim şey öyle süslü püslü görünüyor sanırım. Neden açıklama yapıyorum peki? Ne bileyim, süslü bilinmem ki ben bu muhitte:p
Ama süslü olmak isterdim! Hah ha, vurucu cümleyi sona sakladım, n'aber?:p
Çok sarılıyorum sana. Sevgiler.
:):) çok eğlendim. sağol. ikna olmadım, süslüsün sen:) şaka şaka. yorma kendini. e, fotoğraf çeksenydin diyeceğim ama, yorgun ve telaşlı ve biraz d asinirlisindir sen. buluşma öncesi ben öyle oluyorum, tuhaf bir dalgınlık ve fakat her şeye dikkat etme, unutmamak gerekliliği bir şeyleri, heyecan, çarpıntı... ben mesela buluşma öncesi kaçak'a kızdığım bir şeyi hatırlatırım kendime ki, yatışayım o kadar heyecanlı olmayayım, olağanlaştırayım yani seyahati.
berber serdar olayına çok güldüm:) çook. ben d eyapıyorum aynı şeyi. sonra kendime kızıyorum ne gerek var o kadar yalan dolana, karışıklığa diye:) canımsın:)
ben hala hayal kurarım, uzanır, aptal aptal hayal kurarım. hayal ettiğim her şey gerçek oldu. sanırım gerçekçi hayaller kuruyorum:)
çok eğlendim justine. valla. çok sağol. ne tatlısın sen. bugün passive'e yazdığım mektupa seni niye sevdiğimi yazdım, yazdığımı sevip, ay ne tatlı justine, dedim:)
polişka'yı da görecek misin istanbul'da? çok selamımı söyle.
öpüyorum çok. lütfen dikkatli ol. yarın iyi yolculuklar sana.
Canım Peri, dalgın Peri, ayakta uyu bakalım sen!:p
Ben sana yarın gidiyorum mu dedim ha? Pazartesi gidiyorum canım, iki gün keyfime bakacağım, nöbet, iş güç yok. Sakin sakin, kitap, müzik filan. Kısaca, heyecan yok:p
Bu sabah Poliş geldi buraya, Ayvalık'ta çekim yapıyor onlar. Dizi orada geçiyormuş, bilmem ki ne? O da patlayacak zaten diyor, iki üç bölüm sürerse mucizeymiş:p Doğru düzgün görüşemedik bile. Çok sarıldım çok, sonra kuaföre gittik, ayrı koltuklardaydık tabii:) Akşam da onu bıraktım üçyol'a ve eve döndüm. Biraz önce konuştuk, selamını söyledim. Onun da sana selamı var ve sarılıyor çok:)
Canım benim, şimdilik hoşçakal. Yoğun bir gündü bugün. Saç baş, hastane, bilirkişi (sonra anlatırım), Mısır meselesi derken (:p) yoruldum ben. Bir şeyler yemeli ve uzanmalıyım. Bakalım dünyada neler olmuş ben koştururken, tv'yi açıp seyredeceğim. (Bir ara hatırlat bu konuda komik ve saçma bir şey anlatmalıyım sana, unutma)
:/ :) :):p
tamam.
akşamüstü uyumak iyi değil derler. tecrübeyle sabittir ben de akşamüstü uykularından kabuslarla, bi şeyler ters gidiyor duygusuyla uyanırım hep.
bazı kitaplar adlarının hatırına okunuyor diy mi?
PA'nın önerdiği büyülü bohça (isim de süper:) bitki çaylarından ıhlamurlu-ekinezyalı olanını deniyorum, çok havalı bir ambalajı var. tadı da güzel valla, içinde karabiber de varmış. aklında olsun ;)
iyi dinlenmeler, sevgiler.
Neo, öyle derler ve binlerce yıllık tecrübenin doğruluk payı çok yüksek. Hep ters uyunur o saatlerde, tuhaf, karanlık bir şeyler görülür. Rüya desen o bile değil, bir şeyler bir şeyler, kargacık burgacık, eciş bücüş:p
Kitap isimleri çok çok önemlidir, mesela Günlerin Köpüğü isim olarak harikadır sonra Berci Kristin Çöp Masalları, İşte Deniz, Maria, Mutsuzluğumuzun Kışı vs. vs. ya da biri beni durdursun!
Bitki çayı tavsiyesi için teşekkürler, ama bitki çaylarıyla aramda tuhaf bir aşk-nefret ilişkisi var. Yok, aşk fazla geldi, sevgi-nefret olsun:p Onları içerken sanki böyle tuhaf bir hastalık, yumuşama hâli filan çöküyor üstüme. Bitki bitki kokuyor her yer. Ayrıca çok bayıklar! Oh be, söyledim ve kurtuldum! Hah ha, beni sen çözdün Neo:p
Sevgiler çok.
Madem konu uyukudan buraya gelmiş, küçük bir ekleme yapmak istiyorum;
Çay Falı
Bardağa çay doldurulurken demlikten alınan çay taneleri de bardağa konur. ya da çay bardağına demlikten dem konulurken çay süzgeci kullanılmaz. Çay içildikten sonra ters çevrilir ve çay tabağı üzerine konur. Çay taneleri bardağın dibinde, kenarında gelişigüzel dağılır. Fala bakacak olan kimse bardağı alır ve bu çay tanelerinin dağılışına, yerlerine ve özelliklerine göre bazı anlamlar çıkararak falı anlatır. s.175
Çay Kitabı.Mustafa Duman.Kitabevi Yayınları
Rüyalar kousunda da bir kitap önerim var;
Marguerite Yourcenar.Rüya ve Kader. YKY.
Kitabın başındaki "Önsöz" ile sonundaki notlar özellikle çok ilginç.
Kitaptan bir anıntı ile bitirmek istiyorum:
"Hayatın bize rüya kadar saçma gelmemesinin nedeni alışkanlıktır." s.92
Mehmet
Merhaba
Üye olmaya çalıştım ama becerebildim mi bilmiyorum.
Rüya ve Kader'de beni epey düşündüren bir cümle vardı;
"her gece etten kemikten kurtulur, hayalet halimizin provasını yaparız." (bu sohbetin arasında fazla mı ciddi oldu bu cümle acaba?)
Sevgili Mehmet, hoşgeldin, nerelerde kaldın ha, söyle?:)
Çay falına çok şaşırdım, hiç duymamıştım. Keşke etrafımda bilen biri olsa da kapatsam. Ama ben çay tanelerinin ağzıma gelmesini sevmezdim küçükken. Şimdi yüz çeşit şey kullanıyoruz tabii, taneleri süzsün diye, olmadı demlik poşetleri var temiz temiz. Fakat eskiden tam fallıkmış durumumuz, ah bir de bakmasını bilseydim:p
Peri'nin çok eskilerden yazdığı bir yazı var, çayla ilgili. Çok hoş, hatta ben o yazıyla (ve diğer yazıları, ve aslında hepsi!:))bağlanmıştım onun bloğuna. Bir baksana lütfen, seveceksin.
(http://endiseliperi.blogspot.com/2010/03/ca-no-yu.html)
(Bu arada, ikinizin de referans verdiği kitabın adı aynı fakat yazarları farklı.)
Yourcenar'ın bu kitabını duymamıştım. Ne tuhaf, çok severim ben onu. Şimdi biraz baktım nette, kısa bir bölüm koymuşlar onu okudum; "Aşk ve Sargı Bezleri" diye. Çok güzel. Yourcenar'ı seviyorum, canım o benim:)
Başarmışsın Mehmet, bravo ve hatta yaşasın!:p
Sevgiler çok.
Endiseliperi'nin çayla ilgili yazısını zevkle okudum. teşekkür ederim. Onun kaynak olarak gösterdiği kitapla benim gösterdiğim kitap farklı anlaşılacağı gibi.
http://www.netkitap.com/kitap-cay-kitabi-mustafa-duman-kitabevi-yayinlari.htm
Bu benim sözünü ettiğim,
http://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=72700
Bu da Endişeliperi'nin.
Kitapta uzakdoğu kültüründe çay konusu işlenmiş anladığım kadarıyla.
Bendeki kitapta (daha okumadım ne yazık ki) çayın bitki halinden, demliğe girişine uzanan aşamaları yanında, dünyada çay, türkiyede çay, edebiyatta çay (şiirde, öykülerde ), türkülerde, şarkılarda çay, kahvehaneler, çayla ilgili araç ve gereçler gibi konularda hoş bilgiler var.
Yourcenar en sevdiğim yazarlardan. Tüm kitaplarını okumadım; okuduklarımın içerisinde beni en çok etkileyen sanırım, bir ölüm bağışlamak ve Hadrianus'un Anıları'ydı. adam yayınlarından çıkan bir baskısını okumuştum. Çok oldu. Neyse.
Rüya ve Kader'i de Adalet Ağaoğlu'nun Gece Hayatım adlı kitabını okuduktan sonra okuma gereği duymuştum. Rüyalarla ilgiliydi ikisi de. Melumunuz hepimiz ilgiliyiz rüyalarla.
çocukken, bardağa çay çöpü de dökülmüşse, kaç taneyse artık, o kadar misafir gelecek eve, demekti. yaşasın, sevindirici bir şey bu. ne sıkılırmışız demek.
iyi ki yazmışım o halde o yazıyı, justine, iyi ki:)gerçi ben ne zaman çaydan bahsetsem sen bana bağlanıyorsun, ona dikkat ettim şimdi:)
öpüyorum çok. sevgiler.
Evet evet, Mehmet. İki farklı kitap elbette. Sen beni tanımıyorsun tabii, iki kitaptan bahsedilirken bakmayacağımı düşünmüş olabilirsin, ama bakarım ben. Hızımı alamadım diğer çayla ilgili kitaplara da baktım hatta:) Bakmaz, araştırmaz, bir şeyler öğrenmezsem ölürüm meraktan:p Aynı ismi taşımaları ilgimi çekmişti sadece. Yine de teşekkürler açıklama için.
Hadrianus'un Anıları'na yıllar önce bir kahve (mis gibi! burası önemli) eşliğinde başlayıp, devam ettirmemiştim. Sıkıcı, kötü ya da başka olumsuz bir şey değildi sebep. Olmamıştı işte, başka bir kitaba başlamıştım, filan falan. Ama, onu yine güzel kahve seremonileri eşliğinde okuyacağım ben ve seveceğime de eminim.
Sevgiler çok.
Periciğim, o inanış bizim yörede de (hah ha, yöre ne be!) vardı. Ama misafir gelecek diye sevinmez, bardağımızda çöp var diye sevinirdik. Alık çocukluk hisleri işte ve sıkıntı, sıkıntı, sıkıntı.
Çay sensin elbette, hatta benim, sonra Azmi abi vardı burada polisti, hep didişirdik, gitti şimdi memleketine, işte o, sonra sonra bizim iş yerinde Talat var, zapzayıf ve çok içiyor çok, çay onu da hatırlatır bana, çay, sigara ve Talat, araya kimse giremez. Üzülüyorum onun için, neyse. Çay iyi olan her şey özetle. Sıcak, mis gibi. (şiirsel bitirdim, farkındaysan:p)
Sarıldım canım, senin oraya geleceğim sanırım birazdan, sen çayı hazırla:) Ben de mutfağa gidip burada çay koyayım.
Çay denilince duramadım tabii ki. :) Bir merhaba demeden gidemedim. Gerçi ben tarihiyle, bitkisiyle hatta edebiyattaki haliyle bile çok ilgili değilim. Nicedir poşet çaylardan kaçtığımı ve yeni demlenmiş çaydan aldığım keyfi çok az şeyden aldığımı biliyorum sadece...:)
Londoner, sensiz olmaz! Merhaba:)
Çayı sevmen ne güzel, Londra da çay konusunda köklü bir geçmişe sahip değil mi? Tamam, bizim demlenmiş, ince bardakla içilen mis gibi çayımıza pek benzemez ama:p
Sevgiler çok.
Benzemiyor gerçekten. "Süt"lü çay bana hep kahveyi hatırlatıyor. Bulanıklığından olsa gerek.:) Kahve niyetine içiyorum arada eşlik etmek için birilerine... Yine de hakkını yemeyeyim tahmin ettiğim kadar kötü olmadığını belirteyim... Benim tercihim belli ama (hatırladığım kadarıyla) dört yaşımdan beri...
Hoşçakal...
Artık Umut mu demeliyim?:) Hoşçakal.
Hayııırrr, ne yazık ki adım Umut değil... O da bir nevi mahlas...:) Ama farkedince durumu yüzüm bir kızardı sorma. Ne zamandır bu kadar kızardığımı hatırlamıyorum... Ah mahcup ben...
Boşuna dememişler "Bir musibet bin nasihatten iyidir." diye. Kendime bir sayfa oluşturmanın zamanı gelmiş demek ki...
:)) Neden mahcup olacakmışsın ki, Umut, Londoner ne fark eder? Konuşuyoruz şurada, ben senin sen olduğunu biliyorum ya, yeter:p
Tekrar iş başına şimdi, toparlanamadım bir türlü:)
Teşekkür ederim, rahatlatıcı sözlerin için... Bazı şeylere dikkat ettiğini sanan bir adam olarak bir süre daha kızacağım kendime ama...
Seni de daha fazla rahatsız etmeden buraya ilk gelişimde (ve ondan sonraki tüm önem verdiğim yolculuklarımda) sabaha kadar valiz hazırladığımı hatırlattığını belirteyim.
Kolaylıklar ...
baya bir muhabbet dönmüş burada yine! kendimi her şeye sonradan yetişen ve olaya fransız kalan tipler gibi hissediyorum:p bloğuma yazamıyorum canım justine senin yazdıklarını bile doğru dürüst okuyamıyorum. çok ama çok yorucu gidiyor, biliyorsun zaten. şimdi çok derin, çok uzun bir uykuya ihtiyacım var ama ne yazık ki yine altıda kalkacağım. günleri şaşırmış durumdayım zaten,günde 28 saate varan bir çalışmayı bulunca insan her şeyi şaşırabiliyor.
bu kitabın kapağı çok güzel değil mi justine? adı da çok güzel, keşke kitabın kendisi de bu kadar güzel olsaydı. çok özledim canım, seni çok seven clea'n.
Sevgili Londoner,
kolaylık dileklerin için sağol, yakında geri döneceğim, aynı dilekleri yine kullanabilir miyim acaba?:p (Biraz geç cevap yazdım, kusura bakma.)
Sevgiler çok.
Canım canım Poliş'im!
Keşke hep yanımda olsan, çok özlüyorum ben seni.
Canım, çok sarıldım.
Tabii ki kullanabilirsin...:)) Hatta ihtiyacın varsa bir tane daha dileyebilirim.:p
Bilmem Elif Şafak sever misin? Ben pek sevmem ama buna rağmen akşam bir konuşması vardı, katıldım. Harcıalem konuşmasını dinledikten sonra harcıalem sorulara harcıalem cevaplarını da dinledim. İngilizce'deki favori lafının "You know" olduğunu yerinde müşahade ettim. :)Kârım ne oldu? LSE binasını, konferans salonunu gezdim. Seviyorum ben mekanları, her çeşidini... Bir ara bu mekan konusuna değineyim, unutmazsam.
Şimdilik hoşçakal...
Sevgili Londoner, şimdi otobüsteyim ve İzmir'e, evime dönüyorum. Burası biraz rahatsız yazmak için, ama hemen şunu söyleyebilirim; Şafak sevmem ben. Hiç!:) Bir de LSE dediğin London School of Economics mi? Ablam orada okudu benim. Master işleri işte, yıllar oldu tabii.
Ben de mekanları incelerim, hepsini sevmem ama seçmek için "bakarım":p
Daha sonra konuşacağız elbette, hoşçakal.
Acele yazmamam lazım benim...:) Tam olarak demek istediğim yazdığım gibi her mekanı sevmek değil, değişik mekanlarda bulunmayı,bulunduğum mekanın içimde uyandırdığı duyguyu fark etmeyi sevdiğimi belirtmekti.
Ne yazık ki baskısını bulamadığım için okuyamadığım ama ismini çok sevdiğim "Mekanın Poetikası" adlı bir kitap var. Sonraları adını "Uzamın Poetikası" yapıp çevirdiler kitabı ama hiç okuma isteği duymadım. Hala o ilk çeviride ve isminin vaad ettiklerinde aklım.
Unutmadan London School Of Economics olduğunu da söyleyeyim. Ama salon "New Building" deydi. Ne kadar yeni bilemiyorum, şimdilik.
Umarım yolculuğun iyi geçmiştir.
Hoşçakal...
Valla Londoner, ne ilk isim ne de ikinci isim çok çekici değiller okuma isteği duymam için:p Ne bileyim, havalı havalı kelimeler; poetika, uzam filan:)
Yolculuğum iyi geçti, yanımdaki koltuk boştu ve ben boylu boyunca (olmadı tabii, o kadar minyon değilim:p) uzandım. Hatta yastık da istedim, biraz uyudum. Saçmalıkta birbiriyle yarışacak iki film seyrettim ve sonra mola yerinde güzel bir yemek yedim. Kısaca dileklerin tuttu, fena yolculuk değildi:)
İzmir güzel, mekânları seviyorsun ya, geniş bir mekân ama, yine de tavsiyem olsun:p
Sevgiler çok.
Şişşşt, yanlış yazmışım, "değiller" fazla olmuş, "çekiciler" olsaymış daha hoş olurmuş, aramızda kalsın:p
İzmir'e hiç gitmedim. Hiç işim düşmedi ondan mıdır ya da böyle çok övülüyor ya ondan mıdır, bilmiyorum. Ama -iyi- iki arkadaşım birbirinin ardı sıra İzmir'e yerleştiler. Çağırıp dururlar. Bir de senin övgünü aldı. Herşeye rağmen zor görünüyor gitmem. Türkiye'de zaten uzun süre kalamıyorum. Onu da İstanbul'da kütüphanede ve annemin yanında geçiriyorum. Aklımda ama...
"Uzam" kelimesini "oylum" kelimesiyle beraber hiç sevemedim. Havalı olduğu için değil ama...:)
Londoner, güzel diyorum ama bayılmıyorum ben de İzmir'e. Ne bileyim, sessiz, sakin, boş işte. Hem büyük şehir hem de taşra olması ilginç geliyor bana. Hani, çok küçük yerlerde yaşarsın ve sinema, tiyatro, opera filan zor bulursun ya, İzmir gibi yerlerde hem büyük şehrin avantajlarını yaşıyor hem de kalabalıkta ezilmiyorsun. İstanbul'u çok seviyorum ben ama orada nefessiz kalıyorum, çok insan var, çok bakış.
Buradan da gitmek istiyorum ileride. Bakalım neler olacak.
p.s.: Peki, sen neden o iki kelimeyi sevmiyorsun sahi, havalarında sorun yoksa, akustik miydi senin hoşuna gitmeyen?:)
İstanbul için benzer şeyler düşünüyoruz. Hep bunaltır beni... Tarihi yarımadayı severim en çok, oralarda epey dolaştığım için olsa gerek...
İzmir'e hiç gidemesem bile ayrı bir hikayesi vardır ben de...
Nedensiz sevmeyebilirdim ama beynimde kodları yok diyeceğim, çağrıştırdığı şeylerle yüklendikleri anlam farklı diyeceğim ve bir kaç şey daha sayabilirim.
Tek bildiğim sevmediğim aslında...
Sevgili Londoner,
bunu burada kesemeyiz değil mi? Ben cevap isterim en azından. İzmir vakasının(!)beynimde kodları yok demişsin ama sevmemenin nedeni olduğunu da ima ediyorsun. Ne çağrıştırıyor bu şehir sana ve bu çağrışan şeyler sende nasıl olumsuz bir yankı buluyor, merak ettim şimdi?:)
Şaka yapıyorum, boş ver cevapları. Tuhaf bir şey var sadece, sevgilim de sevmiyor burayı. Hem de aynı cümlelerle, tek bildiği sevmediği!
Bana da şaşırmak düşüyor tabii, ne oluyor size yahu?:)
Yalnızca İzmir'in değil "uzam" ve "oylum"un da yok!:)
İzmir vakamın aslında sev(e)memle ilgisi yok! O ayrı bir hatıradır ve uygun bir zamanda itinayla anlatılır.:)
Aklıma gelmişken yağmurun altında mangal ya da barbekü yapmanın keyfini aldım bugün. Arkadaşımın evinin bahçesinde sincaplarla, tilki muhabbetiyle, yağmurla ve güneşle geçen hoş bir gün, her zaman bulamıyorum burada böyle bir ortamı! Gerçi Türkiye'de ne kadar buluyordum ki?
Ne demiş Bachelard "Mekân, binlerce gözeneğinde zamanı tutar." Tanpınar'ı hatırlattı bana...
Kıskanıyorum! Bana kötülük yapıyorsun sen, yağmur ve güneşle yapılan barbekü keyifleri filan, çok ayıp:p
Dün gece de Yağmur'un sitesinde gördüm güzel piknik fotolarını. Canım o kadar çok kitabım ve kahvemle (çay da olur, hiç fark etmez) birlikte açık havada piknik yapmak istedi ki... Mis gibi havada yere uzansam, kitabımı okusam, baharı hissetsem. Tamam tamam biraz romantik oldu, bitiriyorum:p
Bachelard'ın sözüne bayıldım. Çok güzel ve ne kadar doğru. Peri'nin sitesine koyduğu evle ilgili foto ve alıntının altına yazmalıyım bunu. Onlar da bilsinler duymamışlarsa, çok beğendim gerçekten ve ben paylaşmazsam ölürüm:)
Son olarak; Londoner, biz seninle konuşmadık daha önce değil mi, hangi bölümde okuduğunu (dondurduğun doktora), şu an orada ne yaptığını (işin tabii)? Sen beni blog sayesinde (yüzünden:)) biliyorsun tabii, ama ben merak ediyorum.
Böyle yani:)
Sevgiler çok.
Very good post! We are linking to this great post on our site.
Keep up the good writing.
my page: rid of acne overnight
Yorum Gönder