Pazar, Temmuz 24, 2011

kurgu uçurur

(Rüya ve ben, denizden çıktık yorgunuz;) İki, üç günlüğüne onların yanına gitmiştim, iyi ki gitmişim, iyi geldi.)

Söylemiştim değil mi, söylemişimdir tabii bu gürültü sessizce geçilmez. Çok çooook ses var burada. Hafta içi güzel, sorun yok, o zaman bu evi seviyorum ama ne zaman hafta sonu geliyor, bu millet eğlenmeye başlıyor. Sabah nöbetten gelmiş duştan hemen sonra uyumuştum, gürültüyle uyandım. Sadece dört saat uyuyabilmişim. Çayı koyarken nereden geliyor bu sefer gürültü diye baktım, arkadaki gecekonduların bana en yakın yerine konuşlanmış düğün (dernek?) ekibi. Gittikçe yaklaşıyorlar! Hah ha, delireceğim sonunda, o olacak. Saat on iki oldu hâlâ kesmediler, bitmeyen bir eğlence anlayışı, ilginç. A, daha tuhafını anlatayım, iki üç saat önce yangın çıkardı bu kalabalık. Düğün kalabalığı havai fişek patlatırken -sanırım- (hiç bilmem o şeyleri), başarmış o işi. Yangın yayıldı, ben balkondan seyrediyorum, bunlar ilk önce bir sustu sonra yine başladılar çalıp oynamaya, şok oldum. Vallahi "bana mısın" demediler (ananem çok severdi bu lafı, tatlı kadındı anmak istedim bu özel kutlama gününde;)) yangın olayına. İtfaiye geldi, nümayiş, temaşa ve çığlık çığlığa bir seyir. Aklıma yine Ece geldi, Ece Ayhan, bu milletin yangın seyir zevkinden bahseder bir kitabında, zevkle heyecan ve mutlulukla seyrederler yangını, der. Haklı sanırım. 

Denize gitmeye son anda karar verdim, Rüyalar gidiyordu, acaba diye düşündüm ve iyi ki gitmişim. Üç gün yetti zaten. Bol bol yüzdüm, hatta belki sadece yüzdüm ve kitap okudum. Güneşlenmeyle filan hiiiiç uğraşmadım. Zaten beceremem ben o işi, ilk önce bir taraf, sonra diğer taraf, yüzüstü, sırtüstü derken benim kafam çorba oluyor, hem kitap okuyamıyorum yüzüstü pozisyonda, zor işler sonuçta. Ne diyordum, tamam, bir anda karar verdiğim için o sıra okuduğum kitabı çantama atsam mı acaba, dedim. Elimde Yürekte Bukağı'sı vardı Tomris Uyar'ın, bir de Hrabal'ın Sıkı Kontrol Edilen Trenler'inin son sayfalarındaydım. Aslında iki kitabı aynı anda okumam ben, sevmem öyle bir okumayı. Fakat okuduğum kitabın arasına öykü, dergi, deneme tarzında çok fazla şey girer. İki roman (kurgu) aynı anda gitmiyor benim kafamda, Uyar'ın kitabı hem öykü olduğu için hem de diğer kitap bitti bitiyor kontenjanından girmişti araya yani. Of ne çok uzattım! Neyse, Çekler komik insanlar tamam, ama tatilde o kitabı yanıma almak istemedim. Türkler komik değil, diğer kitabı hemen geçelim;p 


Hemen polisiyelere kaydı gözüm, işte Uçuş Korkusu'nu o sıra gördüm. Aradığım kitap neden o olmasındı, hah ha böyle bir yazım tarzı var, sakın bilmiyorum demeyin;p Ben tatil kitabı filan diye bir ayrım yapmam aslında. Hiç yapmadım, bu yaşıma kadar. Güneşin altına Fowles, Dosto, Tolstoy'la uzandım, onları dinledim hep. (böyle bir yazım tarzı da var! hadi hadi, bilirsiniz o tarzı da, yalancı mıyım ben?) Fakat dostlar, polisiyenin tadı başka oluyor, yüzmenin yorgunluğuyla biranızı yudumlayıp, üzerinizden sular akarken. (bu yazı nereye gidiyor, biri durdursun beni;p) Kısa kesiyorum, bu sefer polisiye yerine Erica Jong'ın Uçuş Korkusu'nu aldım. Tam kafa boşaltmaya yarayan basit bir kitap dedim. Bir de bu kitabın unutulmayan bir hikâyesi var. İdefix alıntı yarışması yapmaya başladığı yıl sorulardan biri de bu romandan bir alıntıydı. Pia ve anlatan kadın kabusum olmuştu! Hatta (sorulan) alıntıyı buraya koyayım da bakın bir;

"...1965 yılının yazında ikimiz de yirmi üç yaşına gelmiş, Avrupayı bir baştan ötekine gezmiştik. Öylesine düş kırıklığına uğramıştık ki, yalnızca avladığımız hayvan sayısıyla övünebilmek için yatar olmuştuk erkeklerle. Karşılıklı oturur çantadaki keklikleri sayardık.

Floransa'ya vardığımızda Pia, Robert Browning'i taklit edecek hale gelmişti:
"Kıçına baksan görürsün
Kazılmış bir kelime: İtalya."

Kimlerle yatmadık ki: Uffizi müzesinin kapısında deri cüzdan satan gezginci satıcılar, alanın bir ucundaki Pensione'de kalan iki zenci müzisyen, Alitalia bürosundaki memurlar, American Express'in birkaç elemanı. Alessandro adında evli barklı bir İtalyanla da bir hafta süren bir aşk yaşadım. Seviştiğimiz sürece aklıma gelen bütün açık saçık kelimeleri kulağına fısıldamamı isterdi. Hatırladığım bütün ayıp kelimeleri sıralarken gülmeye başlardım birden. Öyle bir gülme nöbetine tutulurdum ki yatakta olduğumu unuturdum. Michael Karlinsky adında, orta yaşlı bir sanat tarihi profesörüyle de seviştim bir hafta kadar. Yazdığı aşk mektuplarında "Michelangelo" imzasını atardı. Fiesole'de oturan alkolik bir karısı, dazlak bir kafayla, dazlağı örten bir peruğu, kahveli dondurmaya karşı doymak bilmeyen bir açlığı vardı. Portakal dilimlerini en olmadık yerlere sıkıştırıp diliyle almaya çabalardı. Nerede okumuşsa okumuş, bunun kadına büyük bir cinsel haz verdiğine karar vermiş. Bir de şan öğrencisi bulmuştum (Tenor, İtalyan). İkinci buluşmamızda, en sevdiği kitabın Sade'ın Justine'i olduğunu bildirdi. Pia da, ben de tecrübe edinmek uğruna her şeyi denemeye hazırdık ama şan öğrencisiyle son görüşmemiz oldu.

Bu serüvenlerin bir tek eğlenceli yanı vardı. Başımızdan geçenleri birbirimize anlatırken Pia da, ben de katıla katıla gülerdik. Yoksa sevgililerimizden pek bir zevk aldığımızı söyleyemem. Erkekleri çekici buluyorduk, evet; ama anlayışlı, akıllı bir dost gerektiği zaman hep birbirimize dönüyorduk. Sonunda erkek milletini sadece "yataklık yaratıklar" olarak görmeye başladık...."

Çok zor bir soruydu, bulana kadar öldüm. Cümleleri İngilizce'ye çevirdim, Amazon'da yüz saat geçirdim, "Pia'ya da sana da!" dedim bulamadıkça ama sonuçta buldum tabii, kaçar mı?;p O zaman bende yoktu bu roman ve yalan değil yazarın adını duymamıştım. Oysa kadın epey ünlüymüş, öncü feministlerdenmiş vs. vs. Şimdi bakıyorum da herkes biliyor kitabı ve yazarını, bir ben kalmışım yaya. Ölmeden önce okunacak zamazingo bir liste var ya, (böyle dememe bakmayın, hem roman hem de film için hazırladıkları kitaplara bakmak ve şunu şunu okudum ne güzel diye saf saf mutlu olmak çok eğlenceli. doyurucu bilgi vermiyor fakat güzel.) işte orada bile varmış bu roman. Artık gözüm açık gitmeyecek, hadi uyuyalım şimdi. Hah ha, müzik kesildi ya, neşem yerine geldi, dalga geçiyorum. Üç günde kitabın sonuna geldim neredeyse. Ve aslında biterdi, ama genellikle yüzdüm ve boş boş, bira içip etrafı seyretme ayağına, düşünüp durdum. 


Jong romanda, yirmili yaşlarında bir kadının -Isadora Zelda-, evlilik hayatını, kocalarını, sevgililerini, kardeşleriyle ilişkisini, erkeklerle ilişkilerini, ihanetini, çıkmazlarını ve cinsel hayatını, kısaca her şeyini anlatıyor (elbette birazcık otobiyografi, her roman gibi. yok yok, bu biraz fazla otobiyografi), ve bunu da sohbet edermiş gibi yapıyor. Kitabı sevmedim. Yazarın feminist olduğunu da düşünmüyorum. Hatta feminist olmayı geçin, kadın bir erkeğe kul köle olmak için can atıyor, kendisiyle hep savaş halinde; aslında çocuk yapmamalıyım, hayır hayır çocuk yapıp beni seven, çok sevdiğim bir erkekle yaşamalıyım. Kocamı aldatmak istemiyorum, neden aldatmayayım, hoşlanıyorum ve yatmak istiyorum. vs. vs. Bu bana yanlış gelmiyor aslında, kişinin kendisiyle çatışması, ve bunu söylemesi tuhaf değil, doğal üstelik. Yanlış olan bu kadının feminist olarak bilinmesi ve hatta, çoğu kadın yazarı bu özelliğiyle etkilemesi. Kitabı sevmedim demiştim değil mi, ama çok akıcı Sezar'ın hakkı Sezar'a şimdi. Basit cümleler su gibi okunuyor ve eğlenceli. Bazı tespitleri çok güzel, çok içten, o cümlelerde kadına hak veriyorum, biraz acıyorum (tamam, aramızda kalsın, ben kimim ki acıyorum değil mi ama?;)), keşke bu kadar aşağılatmasa kendisini diyorum, tabii bu tipik bir kadın dayanışması hâli, farkındayım. Kitapta özellikle bir yer çok güldürdü beni, daha önce benim de söylediğim hatta bloğa yazdığım bir duruma takılmış Jong. Romandaki karakterin ağzından şöyle diyordu; "Kadınlar da kitap yazmaya başlayınca kadar hep madalyonun bir yüzünü gördük. Kitaplar kadın kanıyla değil erkek spermasıyla yazılmıştır çağlar boyunca. Yirmi bir yaşıma gelinceye kadar kendi orgazmlarımı Lady Chatterley'inkilerle karşılaştırdım da kendimde bir eksiklik olduğunu sanırdım hep. Lady Chatterley'in gerçekte kadın değil de erkek olduğunu niye akıl etmedim bilmem. Lady Chatterley, D. H. Lawrence'ın ta kendisidir aslında." Valla yalan değil, ben de aynı şeyi düşünmüştüm. Ne lady'miş ama! Ve nasıl bir hayal gücüymüş adamdaki (Lawrence efendiden bahsediyorum.) milleti şüpheye düşürmüş

Böyle bitireyim öyleyse, güzel bir son olur hem; kurgu her şeydir, gerçek ise kurgunun yanında koca bir hiç;p
-----------------------

p.s.: Kitabı yarıda bırakıp, Ağustos'ta esas (bu nedir yahu?) tatilimi yaparken okumaya devam etsem, nasıl olur acaba?  Böyle hafif, eğlenceli ve ünlü(!) bir kitap zor bulunur. Bir de işte, evde, sıkıcı sıkıcı yaşarken hiç olmuyor Isadora Zelda hanımın gönül maceralarını dinlemek. Biz de insanız sonuçta ve gıpta etmek en büyük günah;p (of ya, şaka yaptığım çok belli ama yine de; her şeye özenirim de kitaptaki kadının dünyanın en salak adamlarıyla yatmasına özenmem işte. çok boktan heriflerle takılıyor kadın, arkadaşı olsam (ki Pia ayrı manyak!)  uyarırdım onu. yazık etmiş kendisine;p)

44 yorum:

Clea dedi ki...

sevgili justine eğildiğiniz bu ince meseler üzerine yarınımı size adamak istiyorum. ha "neden yarın" diyeceksiniz, ama lütfen demeyin yarın işte:) her yazıda gitgide eğlenceli bir hale bürünen üslubunuzu ise gıptayla izliyorum. sizi öpüyorum, kokluyorum, çok seviyorum.
hamiş: hangi kokuyu kullanıyorsun şu anda, unuttum, sana parfümle ilgili bir şey söyleyeceğim, unutursam hatırlat.

daima sizin, clea.

justine dedi ki...

Hah ha, şekerim sıyırmışsın sen yalnız(!) yaşamaya başlayınca;p

Koku; Chanel Chance kırıntıları (neredeyse bitti, almalıyım), Ungaro'nun mis gibi gül kokusu (adamlar ben kokuyu sevdim diye satışını durdurdular sanki, yok yok yok!)vs. vs.

Durum; çok açım! Biraz Löplöpçüler'e bakayım dedim az önce, altın vuruş yapmışlar valla. Halep'e gitmişler yemedikleri bir kebap yapan amca kalmış, korktum ben!;p Yok ya, seviyorum ben onları yine de, sadece çok çok çok açım şimdi. Dur mutfağa bir gideyim ben.

Öptüm, kokladım ben de, canım benim.

Adsız dedi ki...

Çok özledim seni canım. Tatil iyi gelmiş belli, yazıya da yansımış denizin dalgaları:)) Ben de öpüyorum, kokluyorum seni. Bu arada Clea bu günlerde gizemli takılıyor, hayırdır?? Telefonda sesinde bir gizem vardı, çözemedim. Ayrıca, aynı kitabı okurken ben de hemen hemen aynı şeyleri düşünmüştüm. Ne çok "aynı" oldu:)) Bir de itiraf edeyim, atlaya zıplaya okuduğum nadir kitaplardandır!
Serap

justine dedi ki...

İşe bak, tüm aile ayrı yerlerde, ama aynı zamanda nette! Hah ha, tabii kurgu gibi olmuyor gerçek hayat, mutsuz kadınlar dünyanın her köşesinde;p

Canım Serapcığım, güzel ablam sen bilmez misin ki Clea hep böyle triplerdeydi, gizem ayaklarına sessiz sessiz takılırdı, yoktur bir şey yani;) Çok güldüm şimdi kendime, şaka yapıyorum Polişka alınmasın sakın (nasıl da alıngandır, kabus gibi!). Yakında bir z raporu alırız ondan;)

Onu bunu boş ver de, sen okudun demek bu kitabı?! Vay ki ne vay, hamileyken okudun değil mi? Kızım bitirmediğin kitap kalmadı o dönemde, Lily neden böyle akıllı (nasıl çevirdim;p) anlaşılıyor şimdi. Aslında atlanacak bir kitap değil be canım, çok basit cümleler (hani Joyce olsa atla zıpla da), hem seks, entrika filan falan da var, ben aynı satırları tekrar tekrar okuyorum inan. Hah ha, göğsüme de bastırıyorum üstelik;p

Çok sarıldım sana, çok öptüm. Lilişka'yı da, a neden Deyvo'yu unutuyorum ki, onu da çoook öptüm. Hadi, git yatağına artık, bu saatte nette ne işin var yahu?;)

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Üslubun çok eğlenceli bir hal almış bu gece; zevkle okudum. Kitabı okumamıştım ve yaptığın alıntıdan sonra kesinlikle okumak istemediğime karar verdim.
Ben feminizm kavramını tarihsel süreç içersinde oldukça anlamı ve ilerletici bulmakla birlikte dünyada feminizmin geldiği son aşamaya mesafeliyim. Depolitize edilmiş salt bir cinsiyetçiliğin kadının bir cins olarak özgürleşmesine hizmet etmek bir yana aksine metalaşma sürecini daha da okside edeceğinden ve toplumsal zeminde aşılmaz bir paslanmayı yaratacağından ürküyorum çünkü...
Polisiye romanlara hep kuşkuyla yaklaşırım; otobiyografilere de... Yıllar önce Kızıl Nehirler adlı polisiyeyi okumak talihsizliğine mazhar olmuştum. Kitabın bir yerine geldiğimde sırf yazarın o kadar ucube gizemden nasıl bir abuk teoriyle çıkış yapacağını merak ettiğim için okumuştum ve cevabımı aldım: Korkunçtu... Bir de Mine Urgan'ın şu bir Dinozor'un Anıları'nı okumak talihsizliğine mazhar olmuştum. Belki de şanssızlığım seçimlerimdeydi bilmiyorum sonuçta artık temkinliyim.
Bir araştırmaya göre insanların en fazla tatmin oldukları şey boş konuşmakmış. Yani üretmyen, tüketen, beynin herhangi bir lobunda işlem görmeyen konuşmalar... Örneğin dini sohbetler, dedikodular vb. Ben tatil dönemlerimde zihnimi boşaltmak için kitap okumak yerine daha ziyade magazin programı izlerim. Ciddiyim... Müthiş rahatlatır. Mesela bugün oturdum ve Hilal Cebeci ile ilgili twitter muhabbetlerini izledim. Rasim Ozan'ın programında masalara çıkmasını falan. Hatta sonra neymiş bu olay dedim ve google'da arattım. Neden meseleyi bu kadar büyüttüklerine ise anlam veremedim. Kadının zaten giyinik fotoğrafı yok ki? Bu arada Rasim Ozan'ı sevmezdim oldum olası, tarzını, üslubunu, teorilerini, tartışma biçimini vs. O konuda da netleştim. Bu arada bu yorum nereye aktı böyle ya :)
Toparlıyorum. Feminizm olgusunu bilmem ama kurgu gerçekten daha iyidir tespitine tam destek benden olsun o halde...
Mesela şu karşıda ki düğün. Gerçekliği içersinde kusurlu, sırdan bir şey rahatsızlığı ya da aksine eğlendiriciliği herhangi bir yere konulmaktan uzaktır. O vardır, oradadır, ama tanımlar birbiri içerisine girer, anlamsızlaşır. Hem iyidir, hem de kötü... Hem anlamlıdır, hem anlamsızdır... Nedir neden ordadır. Zorlar, boğar, sıkar ve sonuçta bir yere varmaz. Akar gider ve unutulur... Gerçek hep böyledir zaten. Sıradan yalın, kusurlu, karmaşık...
Oysa o düğünü kurguladığında ya tüm kusurlarından arınır. Ya katıksız bir rahatsızlığın konusudur, ya da kusursuz bir eğlencenin... Renkleri nettir, ondan almamız gereken hazzın her zerresi planlanmıştır, içerilmiştir... Kim böylesi bir kurgunun gerçekten daha güzel olduğunu reddebilir ki?
Benim uyumam lazım bu yorum saptı gitti...
İyi Geceler
Ps: Gerçekten çok eğlenceli bir yazıydı...
Ps2: Sevgili Clea geçmiş olsun ve atlatabildiğine sevindim...

Adsız dedi ki...

Canım benim,
Nasıl mutlu ettin beni! Konuşuyormuşuz gibi oldu. Gerçekten ne işim var benim bu saatte burda? Uzatıyorum işte günü. Sen bana "seremoni Serap" demez misin? Yatıyorum dedikten sonra yatmadan geçen saatler! Lily uyanır sabah 7'de, of of...

justine dedi ki...

Vuslatcığım, bu gece içmediğim hâlde çok gülüyorum, ne olduysa artık bana, senin yorumuna da baya güldüm;)
Yarın uzun uzun yazacağım sana, "pampişler" hakkında da iki çift lafım var tabii;p
İyi geceler, sarıldım.

justine dedi ki...

Deyvo kalksın Liliş için, hem baba kız, ilişkileri daha da güçlenir, fena mı olur yani? Her şey Deyvocuğumun iyiliği için, yoksa uyku nedir ki, ayrıca sabah erken kalkmak çok sağlıklı bir şey;p

İyi geceler canım.

Adsız dedi ki...

yangın sevgimizin en güzel örneğinin bu postta eksik oluşunu zatıalinize yakıştıramadım.

http://www.youtube.com/watch?v=NGnLiHzOHsk

C.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

hehhee, amma çok parantez içi vardı, parantez içlerini ayrı okudum. ben en son 4 yıl önce denize girmiştim (yüzdüm demiyorum). ve bence seni düğüne çağırmadıkları için sinir olmuş olabilir misin? bu arada, ben kitap okumayı bıraktım gibi bir şey. bu da böyle bir dönem.
sevgililer.

justine dedi ki...

Sevgili Vuslat,
bak söz verdiğim gibi çayımı aldım ve hemen sana yazıyorum. "Hemen", nasıl da göreli bir kavram ama!

Vuslat sen beni şaşırtıyorsun aslında. Ne bileyim, böyle ciddi ciddi yazıyorsun, ben de -haliyle suratımda ciddi bir ifade ile okumaya başlıyorum seni, sonra sağlam bir espri geliyor birden, ben önce şöyle kuşkuyla bakıyorum, sonra tekrar ciddiyet, sonra tekrar gülebilme alanı, böyle devam ediyor bu;) Karar veremedim bir türlü, sen gülmekten filan hazzetmeyen ciddi(!) biri misin, yoksa çok fazla smiley kullanmamanın azizliğine uğrayan, senin benim gibi biri mi?;p (böyle bir Yiğit Özgür karikatürü var, unutmazsam bloğa koyarım)

Yukarıdaki paragrafı unut! Gelelim yorumuna; feminizm hakkında konuşmayacağım, izmler, istler rahatsız ediyor beni, hep ederdi. Ama kelime ile tanımlanmayacaksam elbette feminist olabilirim. (günümüz gençliğinin diliyle; "tabikide" öyleyim!;p) Feminist kelimesinin karşısına koydukları karikatürü sevmiyorum ve aslında kendimi hiçbir karikatür ile görselleştirmem. Yapılan mücadeleyi ve alınan yolu çok önemli buluyorum. Arkeoloji bölümünde yükseğe karar vermeden önce "kadın çalışmaları" kafamı kurcalamıştı. Gittim, konuştum, acaba burada yapsam mı dedim ama olmadı işte. Kitaplığımın bir bölümünde feminist araştırmacıların kitapları var hâlâ, Cynthia Cockburn'ü unutmam mesela. Allah için, soyadına baksana lütfen! Deyvo elimde onun "Mesafeyi Aşmak..." kitabını görünce dikkat etmişti soyadına, komik bu ve aslında yazdığın kısa paragrafa da güzel bir örnek oluyor.

Polisiye iyidir. Eğer okurken eğlenmek ve analitik düşünme yeteneğini kullanmak istiyorsan (bakma sen bana, kimse böyle bir istekle oturmaz kitap başına da, çözümlemek benim gibi bazı kişilere eğlenceli gelir) çok çok iyidir. Bazı polisiyeler çok sağlamdır, sen iyisine rastlamamışsın diyelim. Biyografi konusunda ben de aynı fikirdeyim seninle, çok fazla otobiyografi, biyografi, anı filan sevmem. Okursam, daha çok sevdiğim yazarların hayatlarına bir göz atarım ya da Bunuel (Bergman, Tarkovski vs. vs.) gibi bayıldığım yönetmenlerin biyografilerini alırım elime. Ben kurgu severim ve kurgu okumayan, kurguyu küçümseyen -bilmeden üstelik- insanla da işim olmaz. Şöyle bir laf vardır ya; "ben roman okumam, psikolojik kitaplar ilgimi çekiyor", komik bu;) Bu sözlere baksak, ülkenin psikolojisi öyle düzgün olmalı, öyle başarılı insanlar olmalı ki etrafta, bir biz kalmalıyız başarısız ve deli. Yok öyle bir şey tabii.

justine dedi ki...

...........

Of, bak ben de çok uzattım ve iki kere ara verdim yazıya. Hemen bir gazoz içmeliyim, onun için kısa kesiyorum. Hilal Cebeci deyince benim aklıma, yıllardır, ama gerçekten yıllardır (o kadın yeni ünlü olmadı tabii) Gruşenka gelir. Öyle çok uyar ki kafamdaki Gruşenka resmine. Güleryüzlü, işveli ama kesinlikle aptal bir yüz değil ve biraz da hafif bir imaj. Bilir misin, Karamazov Kardeşler'in ünlü Hollywood uyarlamasında Marilyn Monroe çok oynamak istemiş. Deli gibi istiyormuş Gruşenka rolünü. Araya Miller'ı filan bile sokmuş. Olmamış tabii, olmaz. Monroe'dan asla Gruşenka olmaz, aferin yapımcılara. (bizimkiler olsa yüz kere oynatırlardı, casting fecaatleri yaşıyoruz bu ülkede) Bayık ve süzülen bakışlar, minnoş bir ifade ve aptal bir tavır Dosto'nun anlattığı karaktere uymaz ve bence Hilal Cebeci çok uyuyor o yüze. Nasıl bağladım ama?;) Şimdi magazin hâline gelen durum için ise ben de aynı şeyi düşündüm, ee kadının giyinik bir tane bile fotosu yoktu ki, niye bu kadar olay oldu. Elbette zeki kadın, neti kullandı ve interaktif medyada bu kadar ilgi çekti.
Rasim Ozan midemi bulandırıyor. Onun hakkında konuşmayacağım. Ben magazinden iyice uzaklaştım Vuslat, ama hastanede bilgisayar başına oturunca açık gazete sayfalarında tıklıyorum yine de. Öyle saf saf bakınıyorum, iyi oluyor gerçekten. Her konuda bilgi sahibi oluyorum;p

Gerçeklik ve kurgu arasındaki farkı göstermek için verdiğin düğün örneği çok iyiydi, gerçek düğün kafamın içine etti (kibarlaştırıyorum), kurgu ise eminim nostaljik, duygusal bir okuma deneyimi olurdu benim için. Böyle böyle durumlar işte.

Çok sevgiler, kendine iyi bak.

p.s.: Ben eskiden eğlenceli yazmıyor muydum Vuslat, teessüf ederim sana;p

justine dedi ki...

Sevgili C.,
orada neşeyle çığıranlar tulumbacılar dikkatini çekerim;p Yani, adamlar işlerini zevkle, severek yapıyorlar, bir de türkü söylüyorlar ne güzel. Fakat boş boş yangını seyredip mutlu olmak nedir yahu, cık cık, çok ayıp yangını seyir hâline getirenlere;)

Çok güzel bir türkü canım, teşekkürler hatırlattığın için.

justine dedi ki...

Şenay;)
Evet ya, ben ne çok parantez kullanıyorum. Dün dikkat ettim, o kadar çok söyleyeceğim vardı ki hepsini sığdıramadım parantez içine, onlardan ayrı bir yazı çıkardı inan. Vuslat'a bir cevap yazdım şimdi, orada da öyle, parantez, açıklama, açıklama, konuş konuş anlatamıyorum ben derdimi, en iyisi susmak.
Sevgililer seninle olsun şekerim, öptüm;p

p.s.: Düğün=sinir ve benim yazım arasındaki "şeyi" anladım, zeki şey;)

endiseliperi dedi ki...

oh, tatil nasıl iyi gelmiş, nasıl iyi gelmiş:)

ben tahmin ettiydim rüya'larla gittiğini. bir de gümüldür, menderes civarı bir yerdir diye:) doğruysa, doğru, de justine. şu sıcaklarda eriye eriye ermiş oldum:p iğrenç!

erica jong okumadım. bu alıntıyı, internetten bir yerde yazılı olduğu için, kopyalayıp yapıştırmak kolay olduğu için buraya aldığını farzediyorum. okuduğun kitapta daha önemli ayrıntılar vardır diye hesap ediyorum. bu alıntıyla okumaya teşvik etmiyor yoksa.

cortazar'ın bir öyküsünde, korkunç ve gizemli bir topluluk eve girerler ve ev sakinleri gittikçe geriye çekilip bir odaya sığınırlar. senin hep daha yakına gelen düğün eğlencesi onu hatırlattı:)

hilal cebeci olayını bilmiyorum. internette araştırayım, dedim. şarkıcı mı, dizide mi oynuyor, hiçbir şey anlamadım. çıplaklık mevzusu var sanırım, ama dürüstçe çıplak, üçkağıt yapmıyor ki... atmayayım şimdi bunu da.

öpüyorum, sevgiler.

öyle pat, diye bitirdim ama sıcak havadan, li,monota yapmaktan bahsedecektim, ama hakkaten sıcak ve sıkıldım diyeceğim o laflardan:)

justine dedi ki...

Ah Periciğim zamane çocukları bizim gibi değil, boğulacaklarsa büyük deniz olsun istiyorlar;p Hah ha Bodrum'daydılar canım, Bitez midir, Gümbet midir, neyse işte, orada. Nasıl bir kalabalık, nasıl bir curcuna, yani o kalabalık için de iki çift laf ederim ya, sen şimdi limonata dedin, benim gazoz olayını unuttuğum geldi aklıma. Sanırsın köşkte yaşıyorum!

Erica hanım, elimdeki kitabında, pardon ne diyorum ben yahu?! Yazıda kullandığım alıntı İdefix'in sorduğu yer canım, onun için hemen google'ladım ve yapıştırdım, yarışmadan bahsetmiştim merakta kalmasın kimse dedim. Bir nevi amme hizmeti işte;) Yoksa dediğin gibi daha vurucu, ilgi çekici bir yer bulunurdu. Kadın o kadar da boş değil inan, hem feministmiş harcamam ben onu, sonuçta nereden baksan dava arkadaşım benim, öyle yani.

Hilal Cebeci olayını ben sana anlatacağım (hah ha, nasıl bir deneyim seni bekliyor asla bilemezsin, koru kendini!;p), sakın okuyup araştırmaya uğraşma.

Sakin. Anlatacağım yakında bir zaman. İki arada bir derede geçiştirilemez böyle şeyler. Seni de biraz saygılı olmaya davet ediyorum magazin dünyası karşısında;p Yine sıyırdım, hemen bir gazoz! Çok öpüldün.

p.s.: Tatilcilere hizmetim olsun, Bodrum'da görece sakin bir yer arıyorlarsa; http://www.siestabeachapart.com/tr/genel.asp

Fena değil, havuz kenarında güzel kitap okunuyor. Seraplar'ın Yalıkavak'ta gittikleri yerden bahsetmek bile istemiyorum, cehennem gibiydi. Neo'yla konuşmuştuk sanki biraz. Eee, Serap ve arkasından sürüklediği şanssızlığı;p Hadi gittim ben.

metin dedi ki...

Depolitize edilmiş salt bir cinsiyetçiliğin kadının bir cins olarak özgürleşmesine hizmet etmek bir yana aksine metalaşma sürecini daha da okside edeceğinden ve toplumsal zeminde aşılmaz bir paslanmayı yaratacağından ürküyorum çünkü

Ben yazına yorum yapmıyacağım
yorumda geçen bir cümleye hasta oldum.

justine dedi ki...

Ne içtiysen aynısından ben de istiyorum Metin;p
Şaka bir yana, haklısın. İlk paragrafta tabii, yoksa hasta olduğun cümleyi bilemedim, anlamadım da.
Görüşürüz, sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Sevgili Metin; Teşekkür ederim, benzer düşüncelerde ortaklaşıyor olmak alamlı...

justine dedi ki...

Bir dakika ya, hangi konuda uzlaştınız ki siz? Ben neden anlamadım?;p
Of, dalga geçiyorum yine, çok acıktım ondan bu sululuğum, börek yaptım fırında beni bekliyor. Yanına çoban salatası yaptım ve çay da demledim. Vuslat, aklıma sen geldin böreği yaparken, kesin bu tarifi ilginç bulur dedim içimden. Peynirli, kıymalı ve patatesli bir börek uydurdum ve sigara böreği gibi sardım tabii, tahin, süt, yumurta karışımını sürüp koydum fırına. Hayır olsun bakalım;p
A, üzerine bolca susam ve çörek otu serptim bir de, bakalım nasıl olacak, çoook güzel kokular geliyor mutfaktan ama..... bilmem ki?
Kaçtım şimdi ben.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Peynir, patates ve kıymayı sigara böreği gibi sarıp tepsi böreği gibi soslayıp fırınladın yani... Diyecek söz bulamıyorum. Ben bu türden atraksiyonlara yanlızca tost yapımı sırasında rastlanır sanmakla hata etmişim :)
Sen karışık tost tarzında ortaya karışık börek yapmışsın. Güzel, afiyet olsun o halde.
Yıllar yıllar önce Diyarbakır'da "Merhaba 1999 Lahmacun Çin ve Meksika Yemekleri ve Pizzacısı" adında bir mekan açılmıştı. Ve ben sevgiliyle özene bezene hazırlamam gereken romantik bir akşam için oradan pizza söylemek gafletinde bulunmuştum. (Romantik akşam ve Pizza mı diye düşünmen doğal ama başka şansım, zamanım ve imkanım yoktu. Devrimcilik oynuyorduk o zamanlar) Adam bana sade mi karışık mı diye sordu ben de sade nasıl dedim ve adam bana kaşarlı dedi. Ben de hali ile kaşar olur zaten de başka ne var dedim. Adam kızdı kaşar dedik ya dedi. Sade kaşar işte... Ben de ne yapalım iş başa düştü dedim ve karışık olsun dedim. Ortaya ne geldi biliyor musun? Üzerinde sucuk kaşar ve domates olan bir pizzanın ortasına bir adet yumurta kırılmış ve fırına verilmiş. hamurlu omlet...
Her neyse şimdi senin karışık böreğin anılarıma döndürdü beni.
Ama seninkini kıyaslamıyorum asla eminim güzel olacaktır.
Tekrar afiyet olsun sana

Clea dedi ki...

vayyy börek ha!!!
pia'yı asla unutamam, o kitabı bulmak için geçirdiğimiz saatleri, kafamda dönüp duran alıntıyı, ah Pia ah, seni asla unutamam. (seni hiç unutmayacağım süt oğlan gibi oldu biraz ama:))bu arada bu feminist yazarlarda böyle oluyor, Anis Nin'de de aynı şeyleri hissetmemiş miydin? bence Simone de Beauvoir'la kendine gelebilirsin:)polisiye ise her zaman candır benim için. bunu en iyi sen bilirsin tabii bebek. öpüyorum çok! afiyet olsun.

justine dedi ki...

Vuslat, ben senin o pizza maceranı okumuş ve çok gülmüştüm;) Epey oldu tabii, geriye dönük yorum yapmak istememiştim.
Aslında çok tuhaf bir tarif değil yaptığım börek, aşk olsun. Ben bu böreği sık yaparım. Ispanaklı, mantarlı, patatesli çeşit çeşit yaparım işte. Bu akşam kıyma, peynir ve patates üçlüsü biraz karışık oldu tabii, olsun missss gibi oldu valla;) A, bak yakında mantarlı börek de yapayım, Rus işi hani, çok oldu yapmayalı. Neden Rus işi diyorum biliyor musun; mantarlı börek denince aklıma hemen Oblomov geliyor. Çok severdi rahmetli, bilirsin;)
Bu böreğin içini istediğin gibi yapıyorsun, ve sigara böreği gibi sarıyorsun (sadece kalın saracaksın, ince değil tabii. büyük sigara, belki de puro demeliyim;p) sonra da üzerine süt, tahin ve yumurtadan yaptığın karışımı sürüyorsun. Tahinli böreği Peri de denememiş, merak etmişti. Aslında onun fikrini de merak ediyorum, denese bir. İşte son aşamada da fırına sürüyorsun. Tahin böreğin çıtır çıtır olmasını sağlıyor. Aklının bir ucunda kalsın bu bilgi, pişman olmazsın denersen.

Metin'in olayını da şimdi anladım, senin yorumdan alıntı yapmış;) Kafa bir milyondu tabii onun yorumunu okurken, fark etmemişim bile, yufka almaya gidiyordum market kapanmadan yetişmek için koştura koştura. Aferin size, uzlaştınız ne güzel, ee ben de katılırım ikinize sorun değil;p

Çok teşekkürler, afiyet oldu bile;) İyi geceler Vuslat.

justine dedi ki...

Pia çok az geçiyor kitapta biliyor musun Poliş? Çok komik, gidip de o alıntıyı sormuş uyanıklar;p Canım, aslında benim orada dikkat çekmek istediğim şey, hem Erica'nın (bu ne samimiyet!) hem de benim Lady Chatterley'in titremelerine takılmamızdı. Öyle bir kurgu gücü işte. Kurgunun gerçek olmaması ve bunun anlık gafletle okuyanı acabaya düşürmesi. Benim cümlelerimi Uçuş Korkusu'nda da görünce gülmüştüm.

Sen kokudan bahsedecektin canım, nedir durum? Hatırlat demiştin ya, unutmam;)

Adsız dedi ki...

Canım benim,
Öyle bir anlatmışsın ki şu böreği, vallahi canım çekti. Bu günlerde tam ev hanımı kıvamındayım. Ben de börek, kısır vb. yapıyor, misafir ağırlıyorum. Hem de ne misafir! Üstüste 4 gün geldiler, farklı kişiler tabii. Neyse ben içini çiğden mi yaptın, nasıl yaptın diye soracaktım.
Serap
ps. Vuslat feminizm hakkındaki yorumuna katılıyorum. Ama son dönem feminist teori yazarları ile ilgili okuma yapmadığımdan, şu metalaşma konusunu açmamız lazım. Sevgi ve sağlıkla...

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Afiyet olsun tekrar öyleyse. Bir deneyeyim bende bir ara... Tahin olayını denerim. Ben genellikle böreklerimi uskumru ile yaparım ya da torik ile... Daha farklı oluyor.
Ve Oblomov benim kavga ederek okuduğum, kitabı sinirden defalarca bırakıp odanın içinde dört döndüğüm, aramızda duygusal bağ olan roman kahramanı... Sırf Oblomov'dan sonra çeşit çeşit mantarlı börekler denemiştim. Sonra ona yine kızmıştım elbette; ben mantarlı böreği de sevemedim çünkü. Mantar demişken artık tiki bir ifade ile "kal" gelen bir şey daha var mantarla ilgili. Birileri mantar ile kaşarın yakıştığını keşfetmiş ama bre arkadaşlar her mantar yemeğine de kaşar eritilmez ki, şu hindistan cevizini inadına ilgili ilgisiz her tatlıya dökmemiz gibi bir olay oldu bu da.
Sana bir öneri milföy hamurunu ince aç. Mantarları beyaz şarapla sotele, milföye yerleştir ve fırına koy. Başka hiç bir şeye gerek yok. O daha lezzetli oluyor.
İyi bir gece ve iyi bir sindirim dileklerimle...

justine dedi ki...

Alallah!!! Herkes Vuslat'a katılıp duruyor, halife Ömer'in hikâyesine benzedi bu iş, şaştım kaldım;p

Şekerim, böreğin kıymasını soğanla kavurdum ve içine tulum peyniri kattım. Ben lor filan sevmem bilirsin. Hem tulum ve kaşar çok güzel eriyor içinde. Neyse, sonra patatesi rendeledim ve çok çok az zeytinyağında soteledim. En sonunda da kıymalı harcın içine kattım. Ok?

Aslında senden güzel ev hanımı olur canım, bıraksana şu proje işlerini filan;p

Öptüm çok, çok!

justine dedi ki...

Hmmm, Vuslat safi sorunsun ha!;p Mantarlı börek sevmezmiş, miş mış miş;)
Deyvo ne peynir yer, ne mantar ne de yumurta, kabus gibi bir durum. Hoş yemek ayırmaz hiç, et çok sever, onun için pek sorun olmuyor ama böreği filan ayırıp yapmak zorunda kalıyor insan. Bir de o güzel lezzetleri tadamadığını düşünmek kötü. Bazen ballandıra ballandıra peynir çeşitlerini koyup önüne, anlatıyorum. I ıh bana mısın demiyor adam, çok kötü canım, istemiyorum, diyor sırıtarak;)

Uskumru ve torikle nasıl olur ki börekler, bir ara anlatsana, merak ettim gerçekten. Aslında senin kaşar hakkında söylediğin şeye katılıyorum, her şeyin içine katıyorlar kaşarı. Komik bir manzara. Güveçte köfte, kaşarlı. Güveçte tavuk, kaşarlı, levrek, kaşarlı. Salata kaşarlı, yuh artık! Ben bu akşam kaşar kullanmadım, sadece tulum peyniri. Fakat bu böreğe yakışır kaşar, olur yani. İlginçtir çoğu şeyi severim ama hindistan cevizini sevmem. Yerim belki ama tercih etmem. Tarifi ileride bir gün deneyeceğim mutlaka. Çok teşekkürler.

justine dedi ki...

Sevgili Adsız,
gönderdiğiniz iki yorum ricanız üzerine yorum kutusunda bekliyor, yayınlamadım. Ama yorumlarınız çok güzel, "kendi isminiz ve kendi hesabınızla" burada sizi görmek isterim, hem hesabını yanlışlıkla kullandığınız kişinin öfkesini de çekmemiş olursunuz;)

Sevgiler size.

Adsız dedi ki...

Yazı konusuyla ilgili değil, çünkü geç oldu yorum için ama logodaki fotoğraf 10 üzerinden 9,5 hak ediyor justine...

justine dedi ki...

Yok bence yorumlarınız tam da yazımla ilgiliydi, hiçbir şey için geç değildir hem.
Daha önce özelden yazıştığım bir hanımsınız diye tahmin ediyorum ama, bilemem tabii. Not için teşekkürler, nereden kırdınız bakayım, "0,5" puanı?;p

Sevgi dedi ki...

Bloğunuzu ve yazdıklarınızı çok çok beğeniyorum. çok fazla internete takılamıyorum yoğunluktan ama fırsat oldukça okuyorum. yazıların çok eğlenceli ve keyifli. polisiye romanları çok severim arada kötü olanları da çıkıyor ama gülü seven dikeni olayı işte katlanıcaz dimi :=)
Börek favori yemeğimdir ama bu aralar kilomu korumalıyım. valla bu bünye yaz maz dinlemiyor yazın kilo almak istemem. tahini ben de kullanıyorum. çıtırtı ekliyor.
böyleyken böyle
bir de çok teşekkürler ;)

justine dedi ki...

Sevgi, doğru tahmin etmişim sizi;)

Şimdi patates salatası yapacağım, canım ne et, ne tavuk, ne de sebze yemeği istiyor. Sadece patates salatası yemek istiyorum, markete gittim az önce bol bol ot aldım (burada ot diyoruz, yeşilliklere, bilirsin), taze nane, roka, kıvırcık, dere otu, maydanoz. Birileri kilo almaktan mı bahsetmişti yoksa? Duymak istemiyorum, hayır;)

Sevgiler, teşekkürler.

Sevgi dedi ki...

hava alıyordum beş dakika geldim. neyi doğru tahmin ettiniz anlayamadım. Patates salatası favorilerimdendir bayılırım.
bünye işte metabolizma hızım çok yavaş olabilirmi acaba? Ama dur bakayım evet ben de yapabilirim şöyle güzel bir patates salatası bir kereden bir şey çıkmaz nasılsa kendimi kandırıyorum idare et.
resimlerinizden anladığım kadarı ile formunuz yerinde yiyin yani kim tutar :=)
coşkuma aldırış etmeyin bu akşam böyle işte afiyetle, öptüm

justine dedi ki...

Coşkulu olmak iyidir, sorun yok benim açımdan;)

Bir önceki Adsız yorumunun size ait olduğunu düşünmüştüm, değil sanırım, neyse o konuda da sorun yok.

Patatesleri düdüklüye ancak koyabildim, afiyet olacak umarım. Teşekkürler Sevgi.

Çobanaldatan dedi ki...

Yazıyı yorumlamak istedim ama okuduğum kadarıyla diğer yorumlar yazıdan çok sohbet içerikli. Ama ben yine de kurguya olan övgün üzerine cevap vermek istiyorum; ben, kurgunun her zaman eksik bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Hiç bir yazar, hiç bir kitapta veya filmde bir insanı tam olarak betimleyemez. Daima eksik bir yanı kalır. Hiçbir kitapta veya filmde olayların birbiriyle ilişkisi veya etkileşimi, hayat kadar eksiksiz olamaz. Yıllar önce yaşadığın bir olayın veya yıllar önce hayalini kurduğun birşeyin, bugün yaşadığın birşeyle zincir oluşunu kitap kurgusunda bulamazsın. Bu yüzden seni hayatın gerçeklerine, pizza yemeye :) davet ediyorum. Sen mi gelirsin (daha önce hiç gelmediğin) iş yerime, yoıksa ben mi Ti'ye geleyim:)

justine dedi ki...

Canım, ne çok şaşırdım!

Gülocuğum, geleceğim tabii iş yerine, hem orada seninle çay içip, sonra Ti'ye pizza yemeye gideceğiz, olur mu? Çok sarılıyorum sana canım, öptüm.

endiseliperi dedi ki...

dur, şunu kırka yuvarlayayım. asabım bozuluyor böyle düştü düşecek, sınırda duruyor. bu işi vuslat iyi yapardı ama o sisifos gibi çalışmış zaten yeterince:)
sevgiler.

justine dedi ki...

;) Adsız yorum yazıp, yayınlanmamasını rica ediyorlar şekerim, oysa bilseler yuvarlak sayı takıntımızı onlar da bir el atarlar sanırım;p
Vuslat ise, her zaman perfetto!
Sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Eee! Yine yuvarlayamamışız biz bunu :)Şu sisifof konusunda bir ara uzun uzadıya yazacağım ama şimdi Ciresun'dayım da! Ha memleketumdaçi esku tıfeklerle memleket kurtarip turki söyleyeçeğuz...
Sevgi ve umutla...

justine dedi ki...

Aaaa, çok sıcak!!! Şimdi dışarıdan geldim ve bu havalarda dışarı çıkmak aptallıkmış, bunu anladım.
Vuslat mükemmelsin dedim ama sanki bu şive işi olmamış sana;p Cık yani, çalışman gerek, ee ne de olsa baba tarafından ben de Karadenizli sayılırım, konuşmayı, şiveyi filan beceremesem de kulak alışkanlığı var tabii:)
İyi tatiller sana, sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Şimdi gelebildim. Şivem iyidir aslında. Ama konuşurken galiba yazmak için iyi değil gibi. Sanki biraz sarhoşum. Her neyse olur öyle arada olmalı. Ne diyordum şive, yok o halloldu. Hah mükemmellik. Keşke olabilseydim. İster miydim, İsterdim elbette. Düşünsene mükemmel insan, mükemmel baba, mükemmel sevgili, mükemmel devrimci, mükemmel yazar, mükemmel mükemmel... Dünya ne kadar da güzel olabilir di değil mi? Ha ha olaya bakar mısın ben mükemmel bir megalomanmışım meğer baksana kurtarıverdim dünyayı hemen...
Evet tek mükemmel olduğum nokta keşfedildiğine ve bunun açıkça kimseye yararı olmayacağı görüldüğüne göre ne diyordum ben şivem fena değildir yani yazmak da zorlanmış olabilirim.
Ps: Sanırım çakırım ben
ps3:Hah ha aslında bu ps2 ama çakırlık iddiamı kanıtlamam gerektiğinden ps3 dedim. İkna edici oldu mu acaba :)
R*ps3: Şimdi bunu elliye tamamlamak gerekecek değil mi :)
*: R= Real

justine dedi ki...

;)
Evet, sanırım biraz sarhoşsun ve arada öyle olmalı, haklısın;)

Tamam şiven mükemmel, anlamam ben zaten, ama p.s. yazmayı beceremiyorsun. Hep bir eksik vardır, hep;p

p.s.: Elliye tamamlamak için uğraşmana gerek kalmayacak Vuslat, şu güzelim yemeğin rehavetinden kurtulup yeni bir yazı yazabilirsem tabii!;)

Adsız dedi ki...

I aсtually ѕhareԁ your posting by haѵing a few
pals. When уou have had a little booѕt
in guests ouг pill from us, waѕ νerу helpful to us.
Thanks.
Feel free to visit my webpage ; Barbie