Salı, Şubat 01, 2011

kafalar "bi" milyon

(Yiğit Özgür, harikasın! Bir insanın tüm esprilerine gülünür mü? Söz konusu kişi Yiğit ise, evet gülünür, bayılıyorum mizahına.)

Kış bitmiyor. Bugün düşündüm biraz bu konu üzerinde, bitmeyecek sanırım. Yani ne bileyim, kalıcı gibi bu sefer, öyle havalı, sakin, masif bir heykel sanki:p Madem öyle, gitmiyorsun dedim, önlemimi aldım ben de; gerekmedikçe çıkmıyorum dışarı. Nöbete gidip koşa koşa geliyorum. Ev daha soğuk belki, ama olsun en azından içerideyim. Kapılar, camlar kapalı, vs. vs. Nöbetlerden nefret ediyorum fakat bende biraz akıl olsa, daha çok nöbet tutardım, hastane sıcacık. Deli gibi yakıyorlar kaloriferi devletin parası bol tabii. Böyle hesapsız kitapsız gidersen sonun Yunanistan gibi olur, ama nerede bunu düşünecek adam? Neyse bana ne, yakan yaksın. Bakın konu nasıl dağılıyor, oradan oraya. Devlet deyince aklıma başka bir ülke geldi ayrıca, hey gidi koca Mısır hey!

Bir de şu var; geçen sinema dergisini okuyordum. The Tourist filmini, The Lives of Others'ı (Başkalarının Hayatı) çeken adam çekmiş. Kötü bir filmmiş, Angelina ile Johnny'nin kimyası tutmamış, şudur budur konuşuyorlar şimdi. Hollywood adamı bozmuş demeye getiriyorlar lafı sizin anlayacağınız:p Çok komik! Gerçekten komedi. Ben Başkalarının Hayatı filmini yıllar önce yere göğe koyulmadığı ve inanılmaz övüldüğü zamanlarda "hadi bakalım, neymiş bu böyle?" diye tamamen olumlu önyargılarla izlemiştim. İnanın yalan söylemiyorum, çok istekliydim filmi beğenmeye, fakat daha filmin yarısında tuhaf hissettim. Bekleyeyim bakalım dedim, Poliş'e bakmamaya çalıştım, peşin peşin konuşmamak için. Hoş o da aynı nahoş hisler içindeymiş ya:) Neyse, sonu batırdı zaten filmin, ortasına başına gerek kalmadı güzelmiş demek için. Gizli servis elemanı adamın, izlediği yazarın hayatından etkilenip ağlaması filan, tanrım ne klişeydi! Gözyaşları sahnesi hele. Yapmayın, bir film Avrupa filmi diye illa güzel olmak zorunda değildir. Niye genele sesleniyorum, çünkü ben deliyim ve "herkesler" bu filme bayılıyor:) Hatta ve hatta üzülüyorlar Hollywood uyarlayacakmış diye. Kadını başka bir Hollywood ünlüsü oynayacakmış, sanki kadının rolü ve oyunu harikaydı. Bir de bu üzülenler bayılır Cate'e, Angelina'ya filan. Son olarak, devlet, derin devlet, paranoya, istihbarat vs. vs. konulu sağlam film aranıyorsa, Bug, Cría cuervos,  The Spirit of the Beehive, Good Night, and Good Luck., Sis ve gece hatta, Caché (Hidden) seyredilmeli. En azından daha dürüstler ve hiç ama hiç ağlak değiller.

İşte şimdi oldu; tam anlamıyla yukarıdaki adam gibiyim. Kafam "bi milyon"! Hocayla bir ay önce, bir salı günü görüşüp, yarın geleceğim dememin üzerinden sanırım tam bir ay geçti. Arada hastalık, kavga, gürültü, sel, deprem atlattım. Yarın tüketici mahkemesine gideceğim, buluşmam gereken iki kişi var, bir arkadaşımla balık, diğeriyle yemek yemem gerek. Yok yok gerek filan değil, akıl sağlığım için şart, evde delireceğim çünkü.

İstanbul'a bir gitsem, özledim.

See you, dostlar. Gerçekten see you size. Bir de şunu dinlesenize ne güzel söylemiş, sözler Mısır'ı ve beni anlatıyor hem:p


p.s.: Ulrich Mühe, iyi oyuncudur ve Funny Games'i seyrettim. Sorun yok yani.

14 yorum:

Vuslat AKTEPE dedi ki...

İnsanların hayatı anlama ve anlamlandırma yol ve yöntemleri bana hep tuhaf görünmüştür nedense. Bunlardan biri de sinemadır. Olguları öyle yerleştirirler ki mesela bahsedilen filmde, yazarın kusursuz haklılığı, yaşamışlığı, diğerini ağlatır. Yahut geçenlerde izlemek zorunda kaldığım felaket International filminde kötü adamların :) danışmanının vicdani muhakemesi ve saf değiştirmesi falan gibi aklıma gelmeyen bir sürü klişelikten dahi çıkmış, misyon yükleme, kanıtlatma çabası... Gerçek hayatla bu denli kopuk masumiyet yükleme eylemi filmlerde de ister istemez diğer her şeyde olduğu gibi komik duruyor ve dokuyu bozuyor... Filmin hangi atmosferi yansıttığının da bir önemi yok üstelik. Işın tabancaları kullanabilirler yahut dinazorların üzerinde rodeo da yapabilirler... Ama önemli olan bu tarzdan duygu kurgulanımlarının doğru ve kendi içinde eksiksiz yapılmasıdır.
Nihayetinde film hakkında ki yorumlarına katılıyorum. Yapay, yavan ve oldukça kasıntıydı...

Ps: Şu an Sabiha Gökçen'deyim ve camdan bakıyorum. İstanbula son yarım saattir kar yağıyor. Güzel bir görüntü... Gezmek için belki de en doğru zamanlardan biridir....

Clea dedi ki...

justine canım benim, yemin ederim sesli güldüm, çok iyiydi bu. Çok da hislerime tercüman olan bir yazı olmuş zira kafam hakikaten bi milyon:p Başkalarının Hayatı'nı izlerken birbirimize bakıp "yok artık" demiştik, hatırlıyor musun?, o film gördüğü ilginin yarısını bile haketmiyor. bir ara da Jeux d'enfants hakkında yazsana, izlerken baş karakterlerine bu kadar sinir olduğum az film vardır:)

hava çok çok soğuk, evet hastane sıcak ama ev evdir ve her zaman güzeldir bebeğim! bunu en iyi ikimiz biliriz. burada da bütün ekip donuyoruz resmen, genellikle de harici çekimlerimiz var. çok yorucu, çok stresli. odaya erken döndüğümde güzel yazıların beni keyiflendiriyor. çok özledim canım, öpüyorum çok!

justine dedi ki...

Sevgili Vuslat,
filmi bir kenara bırakalım şimdi, sen nasılsın? İzmir'e gelmiştin değil mi, şimdi de İstanbul'dasın sanırım? Ne güzel geziyorsun, ben kazık çaktım sanki yerime:)

Ve filmler...:) The International filminden bahsetmişsin, hadi o Hollywood işi, diğeri Avrupa sineması ya, yere göğe koyamıyorlardı onun için şaşırıyordum ben. Klişe klişedir kısaca, nereden gelirse gelsin, anlaşılıyor ve sinir bozuyor.

Demek İstanbul karlanmış! Ne güzel! Gezeceğim tabii, kim tutabilir beni, yüz yıldır oturuyorum burada!:))

Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Polişim, Yiğit'e teşekkür et lütfen, çünkü o her zaman muhteşem!:p

Sıkı sıkı giyin lütfen, yüz kere söylüyorum yine söyleyeceğim, kendine çok çok iyi bak. Güzelce giyinip, iyi de yersen hasta olmazsın tamam mı? Çok sarılıyorum canım.

p.s.: Jeux d'enfants filmini yazarken delirebilirim canım, katlanılacak film değil, resmen işkence!

endiseliperi dedi ki...

justine,
turist'i izledim ben. bu denli kötü bir film az izlemişimdir. johnny depp hatırına izlemiştim ya, izlemeseydim, hatırası hiç bozulmasaydı. angelina gene bildiğin angelina. ancak, başkalarının hayatı'nı iki kez izledim. beğendiğim bir filmdir. neden beğenirim? dur, sana bir mektup yazayım. şaka şaka:) arçil'e ders çalıştırıyorum biraz. vaktim pek az. öpüyorum çok. sevgiler.

justine dedi ki...

Canım Peri,
Angelina çok süzülüyor, biliyorsun. Sanki o kadın da, biz değiliz gibi bir algı var ortada. Hani onun kadınlığa dair bildiği gizli bir sır filan varmış gibi:p Hah ha, yer miyim ben! Safi dudak işte numarası. Hem farkında mısın bu eskiden bıçak filan delisiydi, kan içerdi, erkek kardeşiyle dudaktan şehvetle öpüşürdü, ne oldu da hanım hanım bakmaya başladı acaba? O bakışa bayılıyorum, çoğu Hollywood ünlüsünde var; bayık bayık, ermiş bir şekilde süzülmek. Böyle doğunun bilgeleri gibi, gözler kısık ve bağışlayıcı:)) Şimdi Ebru Şallı ve ekürisi, basketçiyle evlenen kız da öyle. Rol modelleri gibi bakıyorlar. "Ne güssel!":p Ding dong! Dedikodu saati bitmiştir. (Benim saat neden kapı zili gibi çaldı acaba, şaştım!:p)

Başkalarının Hayatı'nı neden beğendiğini biliyorum canım, zahmet etme yazmaya uğraşıp. Yoksa sen zeki kadınsın, oradaki trick'i anlarsın. Klişe bir sonu vardı öyle olmasa belki bağışlar, gözlerimi yukarıdaki kadınlar gibi süzerdim ama ı ıh!:p

Arçil ne çalışıyor ki? Of, o yaşlar ne zor, pardon ben tez yazacaktım bir ara değil mi?:) Doğduğumdan beri okuyorum, çocuğum olursa okutmayacağım, o kesin!

Bu sefer ikinizi de öpüyorum. Neden bilmem salak bir neşe var bugün içimde. Dün gece kötüydüm, bugün böyle, Allah bilir yarın nasıl olacağım. Angelina da kimmiş, en dengesiz kadın benim!
Sevgiler, saygılar:p

endiseliperi dedi ki...

:)
valla justine, aslına bakarsan, angelina'nın ensest ilişkileri, kan içiciliği filan umrumda değil. nedense bu tür şeyler ilgimi çekmiyor. sonradan dönüştüğü o aristokrat bağışlayıcılığı filan da. ama senin bunları dillendirme şeklin çok hoşuma gidiyor. konu öznesi değil de onu ileten senin dilin ölüp bitiriyor beni böyle. neden böyle ilgisizleştim dünyaya acaba. ama işte sevdiğim yanı var, bu dudakla, göz süzmelerle para kazanıp, bir ülkeye bağışlayıp onu, o ülkede en itibarlı adam oluyor. güzelliğini, iyi ve akıllı da görüneceği bir üretime dönüştürüyor. müthiş yatırım! yakışıklı, yetenekli kocası için, benim en yakın arkadaşım diyerek, müstehcen salınımlarını, kıskanılan yalnız kadının kocasıyla kurduğu ilişkinin derin mahrem dünyasına tahvil ederek bağışlatıyor. yani hiç fena değil. bizim angelina'lar çok sıkıcı, yahu. içim sıkılıyor. uyuşturucu bağımlılığından kurtulmuşların o hazin hali var üstlerinde. bir çerçevede kendilerini zaptetmeleri ve bu çerçeveden anlam üretme zorunlulukları ve fakat bunu böyle beceriksizce yapmaları... sıkıcı olduğu kadar hüzünlü çok. ebru şallı'nın kocası ve evliliği için için gösterdiği çaba, nerdeyse mekanik bir dürtüye dönüşmüş durumda, o aşk söylemindeki ezber vs... çok acıklı yahu.

hala salak bir neşe var mı üstünde, yoksa seni ağlatacak hale getirebildim mi?:)

öpüyorum, sevgiler.

justine dedi ki...

Peri,
İlgisizsin çünkü sanal aleme kendini kaptırmışsın, biraz kaldır başını bak dünyaya:p Hah ha, nasıl yeterince sinir bozucu oldum mu?:) Ne yapayım sen kaşındın, sanki ben geceleri bunlara bakıp bakıp ağlıyor ve günlüğüme nasıl yaşadıklarını not ediyorum:p

Beni ağlatacaksın ama buraya yazdıklarınla değil canım, bir kere daha The Mentalist hakkında yazarsan o zaman;p

Sarıldım çok.

endiseliperi dedi ki...

:)canım.
aşkolsun sana, ben gıcık biri miyim ki sana öyle ima edeyim. the mechanist için değil ama, şu gerçek hayatın sanallığı, sanal hayatın gerçekliği hakkında yazarım belki:P

öpüyorum çok.

justine dedi ki...

Canım Peri,
şimdi bir tomo çektim ve odanın havasızlığından inan başım ağrıdı. Oysa ne güzel gidiyordu nöbet. Her neyse, sanal hayatın gerçekliği mi dedi birisi? Ben sevgilimi orada buldum yahu!:p Hah ha, iki yılı çoktan aştı bizim "ilişkimiz" (çok sinir oluyor bu lafa:)) ve viva sanal alem:p

Bir zamanlar ben çok küçükken -İzmir'e tayinim çıkmıştı işte o zamanlar-, küçücük bir nöbet odamız vardı. Oda demeye bin şahit ister ya, geçelim şimdi. İşte orada bir de çok çok küçük bir televizyon duruyordu. Hastalar, nöbetçiler, doktor, hemşire, teknisyen kim varsa seyretsin diye. Ben Cinler'i okuyordum o sıra. Bir hemşire geldi odaya, dizi seyretmek için. Hiç unutmam, bir polisle köylü kızının aşkını anlatan komedi dizisiydi. Ben inatla kitaba dönmüştüm yüzümü. (bak bak!:p) Kız bana bir baktı, sen hep böyle sanal alemde yaşıyorsun, gerçek hayata dönsene biraz, dizi filan seyret mesela dedi. Hah ha, nasıl ayar ama! Olur demiştim ben de, ama bu diziyi sevmiyorum:p

Bu da böyle bir anımdı canım, hayat işte, şaşırtıyor:p

Çok sarıldım.

Adsız dedi ki...

başkalarının hayatları: sanırım sizi duygusallık rahatsız etmiş. yoksa, bir klişe ki çok da iyi yedirilmişti bence filme, tüm filmi ve güzel bir öyküyü değersiz kılmaz. o zaman italyan yeni gerçekçilerini ne yapacağız, direk çöpe atalım en iyisi.
fazla olumlu beklentiler bir filmle ilgili illa iyi birşey değildir, olumsuz sonuçların da çok kolay doğmasına sebep olur.

ve başkalarının hayatları direk bir nazi filmi. derin devlet demeye gerek yok, zaten tüm sistem derin. yani derin devlet kategorisi uygun değil bence.
ve arı kovanının ruhu'nu da o kategoriye sokmak zor.

justine dedi ki...

Simon,
haklısın klişe kullanımı bir filmi kötü yapmaya yetmez. Başka şeyler de gerekir, hatta yine o film kötü olmaz, birisinin fikrince öyle sayılır.

İtalyan yeni gerçekçilerine dokunulmaz sıfatıyla bakmıyorum. Kimi örneklerini severim, kimini sevmem. İlk aklıma gelen, Bisiklet Hırsızı (hırsızları) filmi mesela, severim ben onu. Ama neden severim; naif ve içten bulurum. Bu filmi samimi bulmamıştım, ne bileyim. Öyle bir sahnenin benim hayatımda karşılığı yoktu. Adamın izlediği hayattan etkilenip ağladığı sahneden bahsediyorum. Daha sert şeyler gördüm. Üstelik bu ülkede, düşün nazi filan yok ondan diyorum:p Neyse, sen sevdiysen ve eleştirim sana anlamsız geldiyse hak veririm, çok da b.ktan bir film sayılmaz. Haksızlık etmek istemem. Düşünüyorum da benim sevdiğim bir filme birisi laf söylese sinir olurdum:)

Film kategorilerini belirleme konusunda referans değilim, umrumda da değil ayrıca. Yalnız, The Spirit of the Beehive filmi hakkında konuşabilirim. Çok sevdiğim ve üzerine düşündüğüm bir filmdir o. Ve ben o filmde "devlet" gördüm:) Yazıda (cümlenin başında) bunu belirtmiştim.

Çok mu konuştum? Sustum tamam, sevgiler:)

Adsız dedi ki...

çok değil, bilakis böyle özenli cevapları seviyorum. hele biraz ukala bir yorum bırakıp cevabı sevgiler diye alınca:)

başkalarının hayatları'na hayran olmamıştım, ama beğenmiştim. yani, anlayabiliyorum neyden rahatsız olduğunu, o samimiyet meselesini (bence kendi hayatımızda çoğu şeyin karşılığı yok da kendi içinde inandırıcı olup olmaması sorun). ama benim için olumlu tarafa düştü o. bu bir izlenim meselesi sonuçta. en azından çoğu film için.

sevdiğim filmlere laf edilebilir aslında, iyi oluyor bilakis, ama tabi pek tartışma kabul etmediğim filmler de var. arı kovanı (birkaç yıl önceki daha sert halim olsa böyle veya el espiritu de la colmena desek derdim) benim için de o grupta. ve haklısın tabi, devlet kısmında.

bir de bazı filmlerin bizim beğenimizi aştığını düşünüyorum. çoğu yeni gerçekçi filmi de öyle görürüm. yani beğeniyi aşan bir takdir durumu var bence öyle filmlerde. (bunu sana karşı demedim de kendi söylediklerimi açıklamak için, yani herşey de izlenim değil tabi).

sevgilerle...

justine dedi ki...

Simon, anlaştık işte, ne güzel!:)

Bir film mi bozacakmış yani moralimizi, hadi canım?:p
Sevgiler çok.

p.s.: Aramızda kalsın ama bazı filmler beni delirtir (olumlu anlamda tabii), çok çok önemserim onları. Küçümsemem saçma oldu, evet:)