"Bu kaya hayatım boyunca beni bekliyormuş. Varoluşundan beri. Daha bir meteorken, milyarlarca yıl önce, uzayda, buraya düşmeyi bekliyormuş. Tam buraya. Hayatım boyunca buraya sürüklenmişim. Doğduğum an, aldığım her nefes, yaptığım her şey beni buraya evrendeki bu çatlağa sürüklemiş."
Bu gece Danny Boyle'un 127 Hours filmini seyrettim. Aynı zamanda bu yılın Oscar adayı da olan film, gerçek bir olayı anlatıyor. Aron adlı bir dağcının (aslında mühendis ama hep bu işi yapmak istemiş, doğa sporlarına gönül vermiş kısaca.) başına gelen korkunç kaza ve bu kazadan kurtuluşu filmin konusu. Hollywood sever böyle şeyleri; yaşanmış hikâyeler, aksiyon, hayatta kalma mücadelesi vs. vs., fakat gecenin bu saatinde derdim bunlar değil. Filmdeki saniyelik dokunma görüntülerine takıldım ben. Aron, uçsuz bucaksız kanyonda tek başına yürürken, elleriyle okşayarak dokunuyor kayalara. Dokunuyor; sever gibi, hissederek elliyor. Filmde klişe çok şey var; ailenin öneminin abartıyla gözümüze sokulması, ölüme çok yakınken eski kız arkadaşı ne kadar çok sevdiğini fark etmek, sebep-sonuç ve "neden olmak" kavramlarıyla kader dersleri şimdi aklıma gelenler. Tüm bunlara rağmen iyi bir film 127 saat. James Franco çok iyi oynamış, filmlerini genellikle sevmediğim (hele Slumdog Millionaire filmi çok kötüydü, çok!) Danny Boyle güzel çekmiş, müzikler ve görüntüler harika. Seyredin işte, hem Şubat'ta Oscar var, bir fikriniz olur:)
Dokunmak güzeldir, hatta 'çok' güzeldir. Ben müzelerde, sergi benzeri çoğu yerde, dokunmanın yasak olduğu her şeye dokunmak isterim, dokunurum, olmadı dokunduğumu hayal ederim, heykellere, harika resimlere, boyasına. Hayran kaldığım "şeyin" dokusunu hissetmek muhteşemdir. Taşlara, denize girerken yavaş yavaş suya, yatarken toprağa, sevdiğin kişiye. Bu filmde en çok dokunmayı düşündüm.
Bu sahne ve burada Aron'ın söyledikleri çok güzeldi. "Her sabah 09:30'da, 15 dakika güneş vuruyor. Çok güzel." Ve, güneşe ayağını uzatıyor, yokluk ne kötü.
James Franco benim için daha önce, kitap okuyan ve hatta Kafka ile poz veren bir çocuktu:) Şimdi bir de iyi oyuncu olarak kalacak aklımda. Ha, ayrıca kendisi "übermensch", dikkat edin! Yale'de doktora yapıyormuş, ressam ve yazarmış. Ve sanırım Faulkner'in As I Lay Dying'ini sinemaya uyarlayacakmış! Daha var bir şeyler, merak eden bakar:p
p.s.: Of, söylemeden geçemeyeceğim yine! Filmdeki hayal sahneleri ne düzenli ve "şirindi!" öyle, özellikle bir koltukta tüm aileni ve sevdiklerini toplama fikri berbattı. Ben öyle bir durumda kalsam sanırım b.ktan şeyler düşünürüm. Rüyam ise beter olur, eminim!:)
10 yorum:
D.Boyle yaparda güzel olmaz mı :)
Filmi büyük oranda beğenmekle birlikte bir iki noktada yönetmenden farklı düşünüyorum.
Sürgünümden dolayı öyle tırmanıcı olamasam da, -profesyonel ve beceri anlamlarında- benim tabirimle yürüyücü yada çıkıcılardan biri olmak durumunda kaldım çoğu defa.
içinde yaşamak durumunda olduğum şehirler bir biçimi ile burada ki kanyonlar kadar sarı, kurak dağlarla çevrili oldu. Çoğunlukla güneş daha doğmadan yürümeye başlarım tepelere doğru, kan ter içinde geçen bir savaştır bu. Bir şekilde dağ senin ile özdeşleşir bu çıkmalarda ve sen o mücadeleyi dağa karşı verdiğini düşünürken, aslında kendine karşı verirsin.
Kendi durumumda bu anlar salt sessizliğin ve bir yükseklikten sonra rüzgara karışan cırcır böceklerinin seslerinin yalnızlığının dinginliğine gebe hatta aç olur. Öyle ki o mor dikenler, çalılar ve tek tük yılan delikleri arasında duyacağın her yabancı ses bu ahengi, bu güzelliğ, bozacakmış gibi gelir. O yüzden olsa gerek çıkışımda insan görmekten kaçarım. O an dağ ve ben yalnız olmalıyız.
Filmin daha başında yönetmenin filme dahil ettiği iki "tırmanırız" kızı her ne kadar çocuk sonra onları bıraksa ve kızlar bizi gününe dahil ettiğini bile sanmıyorum naraları atsa da sanki tırmanıcı ve dağ arasında ki (ya da kanyon) kodu insafsızca kırmış gibi duruyor.
Bunun dışında evet kesinlikle izlenilesi bir film...
Csyasoo,
ben Boyle'un filmlerini sevmiyorum sanırım. Hele son filmi Slumdog Millionaire çok kötüydü. Onun için, "o yapar da kötü olur mu hiç!" düşüncesi olmadan seyrettim ve yine de memnun kaldım:)
Sevgiler.
Vuslat, yönetmenin filme kızları dahil etmesi tamamen "Hollywood" işi olmasından. Zaten Aron Ralston hikâyesini yönetmene teslim ederken kendi hayalindeki filmden ve gerçeğe uygunluktan vazgeçeceğini biliyormuş. Sinema dergisinde bu konu hakkında bir şeyler yazıyor, merak edersin diye söylüyorum. Benim fikrimi soracak olursan o iki kız tamamen saçmalıktı. Çok klişe ve çok anlamsız. Olayı kızlı ve şenlikli hâle sokmak bir tek yerde işe yaradı, o da çocuğun kızı düşünüp mastürbasyon yapmayı denemesi (elbette yapmaz, bu cici bir film:p) sahnesinde. Seks yaşadığını kanıtlamanın en etkili yolu, en sağlam devinimdir. Şüphe götürmez.
Sevgiler.
dağlarda gezmeyi sevdiğimden arkadşım önermişti,sıraya soktum bende filmi..sevgiler...
izlemedim filmi, justine. bir süre de izlemem gibi hissediyorum. şimdi sana kim güzel dokunur, diyeceğim, şapkan uçacak: meg ryan. evet! dokunur durur o. bir filminde, konuşma sırasında dalgınlıkla bir elmaya dokunuyordu mesela, aynı dalgınlıkla da koyuyordu yerine. sevimliydi çok ve tom hanks dayanamyıp aynı elmayı eline alıp incelemişti. elmaya sorsan meg ryan'ın elinde elmastım, der. taş, benim dokunmaktan çok hoşlandığım bir şey. taş toplarım, çalarım ben. bazen avucumda okşayıp dururum, dokusunu severim. ağaç gövdesi de güzeldir. ama ona dokunmam da sarılırım. sanki sırada ilhan irem'e bayılırım diyecek bir gidişatı var sohbetin, korkma demiyeceğim:) hatta burada keseceğim. öpüyorum, sevgiler
Buket,
bu filmde senin de tahmin edeceğin gibi dağlarda öyle keyifli keyifli gezilmiyor, aman dikkat!:) Seveceksin bence filmi, çünkü her şeyi boş versen bile kanyon görüntüleri harika, sapsarı ve sonsuz.
Benden de sana ve Liliş'e benzeyen tatlı kızına sevgiler, hoşça kal.
merak ettiğim bir film!Dokunmaksa gerçekten çok güzel,düşündürdün beni bu konu hakkında:)
O filmi biliyorum Peri, You've Got Mail sanırım. Her neyse, Meg Ryan hep tatlıdır. Ben tam o tatlılıktan fenalık geçirecektim ki kadın yaşlandı ve sağlam filmlerde (bkz; In the Cut) oynamaya başladı. Aslında yaşlılığı ve tarzıyla dalga geçilmesi de üzüyordu beni, ama bana kim üzülsün değil mi? Hey allahım, Meg Ryan'a niye üzülüyorum ben ya! Şimdi sinir oldum bak kendime, kadın sıcacık evinde oturuyor en azından, bir de bana bak, ısıtıcı tüm gün yanıyor ama buz gibi her yer!!!
İlhan İrem kısmı hazırlık yakaladı beni, kahkaha attım. İyi espri yapıyorsun, canın isteyince tabii:p
Canın sıkkın senin, çok belli. Geçer diyeyim de, geçsin.
Sarıldım çok.
Akşın, öncelikle hoş geldin.
Sonra ise; dokunmak "mis" gibidir, güzel ne kelime!:) Seyret lütfen, bakalım beğenecek misin?
Sevgiler.
Yorum Gönder