Perşembe, Ocak 27, 2011

aman tanrım, o büyüye inanıyor!

J.W. Waterhouse/The Magic Circle

"...
seni ne zaman düşünsem
aklıma kuğu kanı içen moğollar
ve yalnız bir siyah kuğu gelir, Svan

bilinçaltımda tek bir siyah hareket oluşur
o ilk arzuyla dönerek
şarkı söyleyerek ölür ve ölürken şarkı söyler

büyülenmiş bir kızın şarkısı bu, Svan
o ilk arzuyla dönen
siyah bir hareketle dönen
bir kızın şarkısı

gölün üzerinde mistik bir prensiple uçan yaban kuğusu:
dua ederken kollarımı yukarı kaldırırım

l. müldür/yaban I


Merak ediyorum, büyüye inanmak neden tuhaf karşılanır. Okumuş etmiş takımı tarafından elbette, diğer kısım fellik fellik inanacak şey arıyor zaten. Ben büyüye inanıyorum. Hatta inanmaktan fazla, inanmayı çok istediğimi biliyorum. Bir şey, bir insan, bir durum, bir vs. vs. üzerinde ne kadar yoğunlaşırsan o kadar delireceğini de iyi biliyorum. Bu yüzden en mantıklısı bu geliyor, büyünün gücüne inanmak. Ne arkeoloji ne de radyoloji bana yardımcı oldu bu konuda, pozitif bilimler tabii, kolay mı? Ne yaptıysam kendi başıma yaptım:)

Antik çağ öncesi toplumlarda mağara duvarlarına yapılan resimlerin büyüyle ilgili olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor. İlk önce duvarına avlayacağın hayvanın resmini yaparsın, sonra vücuduna bir şey batırır ve beklersin. Büyü tutarsa ne âlâ, yoksa bir gün de eve eli boş gidersin, ne olacak ki? O dönemde şimdi olduğu gibi büyük bir kıstas mekanizmasının işlediğini sanmıyorum; başarılı olmalıyım, çok başarılı olmalıyım, deli gibi kazanmalıyım, gibi. Mısır toplumunda da, büyü el üstünde tutuluyor. Mumyalanan ölü kırmızıya boyanıyor ve kanı çağrıştıran bu renkle ölünün tekrar dirileceğine inanılıyor. Roma'da büyü hor görülmüş. Büyücüler, tehlikeli ve yalancı insanlar olarak cezalara çarptırılmışlar. Fakat tüm bunlara rağmen bu toplumda da büyüye rağbet çok fazla olmuş. Halkından imparatoruna başı sıkıştığında herkes büyücülere koşmuş ve hatta Roma büyünün merkezi haline gelmiş. Ele verir talkını kendi yutar salkımı gibi bir şey, anlayın durumu. Koskoca Roma bu, über devlet, orada "her bir şey" olur yani:) Eski Türkler de büyüyü seviyor, cinlere, kötü ruhlara karşı kullanılmamış obje bırakmamışlar, öylesine bir tutku. Şaman büyücü görevini yerine getiriyor ve ölüyü dokuz kez kaldırma ritüelini sırf dokuz aylık gebelik süreci ters yönde işleyip beden cenin haline geri dönsün diye yapıyor. Bence müthiş, sizce de öyle değil mi?

Bunlar büyü hakkında aklımda kalan önemsiz bilgiler sadece, aslında bu konuda yüzlerce ayrıntı ve ilginç şey yazılabilir. Fakat, hem yarın sabah mesai var (nöbet değil!) hem de bu konuyu Sevgili Arsız Ölüm romanını yazarken incelemek daha güzel olur. Şimdi neden bahsettim öyleyse, çok basit; tam anlamıyla, çok büyük bir daire şeklinde hem de, büyünün etkisinde olduğumu düşünüyorum. Etrafımdaki herkes, her şey bu etkinin içinde üstelik. Rahatlayıp, gülmeyin kısaca, ben uyarayım da.

(Mesaj yazarken çok mutlu olabiliyor ve büyünün etkisinden kurtulabiliyorum:p  Olur öyle, aferin bana.)


-Öyle ya da böyle, iyi veya kötü, büyülü ya da büyüsüz geçiyor günler. Daha yeni yılbaşı havası filan vardı her yerde (hoş bizim hastane hâlâ ışıl ışıl parlıyor, sanırsın bütün yıl noel kutlaması yapıyoruz hastalarla!),  şimdi bakıyorum Ocak bitiyormuş. Bravo, hızına yetişemiyorum Kronos! Yapılacak hiçbir şey yapılmadı tabii, bir de hâlihazırda var olan sorunların üstüne yenileri eklendi. Ne güzel hayat!

-Oscar'a aday olan filmler açıklanmış dün gece. Ben nöbetçiydim sıcağı sıcağına bakamadım. Biraz bekleyememişler beni ne aceleleri varsa, batı kafası işte her şey zamanında! The Kids Are All Right  filmi de en iyi film adayları arasında yerini almış. Ben seyrettim o filmi, öyle en iyi film olacak bir şey yok, bana inanın. Tamam, kötü bir film değil ama tüm marjinalliği karakterlerin cinsel tercihlerinde olan bir film ne kadar ilginç ve güzel olabilir? Aman ya da seyredin gitsin, sanki her gün güzel bir film koyuyorlar önümüze. Bu film en azından iyi oyunculukla filan idare eder.

-Madem Oscar muhabbetine girdim devam edeyim; bu "hızla" geçen zaman içinde Black Swan filmini de seyrettim. Çok oldu hatta seyredeli, yazamadım bir türlü. Güzel film, çok etkileyici. Benim en iyi filmlerim arasına giremez (yine yine yine!) ama (nasıl kutsal bir "en iyi film" listem var, ben bile şaşıyorum bu işe!:)) hoş film vallahi. Güzel oynanmış, güzel yazılmış, güzel bir film özetle. Sevgili Yağmur'la (bloğuna ulaşamıyorum Yağmur, ne oldu sahi?) kısa bir yazışma yapınca yazmış kadar oldum film hakkında. Bir de bütün bloglarda ve her yerde bahsediliyor filmden, fenalık geldi yazmayayım en iyisi ben:p Nasıl bir hayal kırıklığı yaşayacak şimdi internet kullanıcıları, bu ne kötülük!

-Sevgili Arsız Ölüm, muhteşem bir kitap, büyülerle ve tüm tuhaf inanışlarla çok ilgili ayrıca. Onu kesin yazmalıyım. Rahatlamam için bu çok önemli. Buraya atılmış bir iz olsun bu yazı, unutma Justine!

-Ben de büyü yaptım elbette. Elimde bir şiir kitabı, saçlarım örgülü ve bira içiyorken mutfakta. Fonda, Cave'den From her to eternity çalıyordu ve çok mutluydum. Hayır, büyü sadece mutsuzlukla yapılmaz, istemek yeterli. Dans ederseniz daha etkili oluyor sanırım. Benden size küçük bir tüyo olsun bu. Ve, tuttu mu bilmiyorum, yıllar geçti üzerinden. Benim fikrim tuttuğu yönünde. Bilinmez ki, mistik işler karışıktır dostlar.

-Fotoğrafımın altına koyduğum harika, çok çok güzel, Nick Cave şarkısını belki bin kez dinlemişimdir. Bir şarkıya tutuldum mu defalarca dinlemeden yapamıyorum, rahat edemiyorum neden bilmem. Bu da bir çeşit büyüdür belki. "on the second day he came with a single red rose, said: 'will you give me your loss and your sorrow', i nodded my head, as i lay on the bed, he said, 'if i show you the roses, will you follow?' " böyle güzel şarkı sözü mü olur, ne tuhaf. Bu gece uyumadan önce dinleyeyim bari, yıllar olmuş dinlemeyeli. Dinliyorum, dinliyorum ve büyük bir ara verip kendimle şarkı arasında mesafe yaratıyorum. Sonra birden dinlemek tuhaf oluyor, yabancılaştırıcı bir duygu. Bu da deli işi, saçmalık.

-Şvayk'ın ilk cildi bitiyor, dün iyi okudum nöbette. Mutlu ve gururluyum tabii, ama ikinci cilt biraz bekleyecek:) Başka yazarları özledim.
Şimdi uyku zamanı.

14 yorum:

Adsız dedi ki...

blogunuz muhteşem ve ötesi!!!!!! iyi ki buldum sizi:)

Adsız dedi ki...

kutsal bir "en iyi film"

Hani bir adaya giderken sadece beş kitap alabilirsin yanına derler ya, böylesine bir sınırlı sıralama isteseler, hangi filmleri yazardım? Sanırım Hiçbir filmi. Sayı azaldıkça, sevilen film sayısı çok oldukça bunu yanıtlamak çok zor. Belki soruya yönetmen olarak daha içe sinecek bir cevap verilebilir. Bergman, Resnais, Kiarostami, Kurasawa,Trakovski daha böyle sürer gider bu liste. Klişeleşmiş bir yanıt gibi durduğunun farkındayım(soru da öyle zaten) Film adı sıralamanın bunu daha da öyle yapacağını biliyorum. Ama "Klasik" bir yönüyle kendi klişelerini yaratabilen değil mi zaten...

Kitap seçmek daha da zor. Adanın dörtte birini dolduracak kitaplar söz konusu olsaydı, çok hoş bir rüya olabilirdi. Sanırım o zaman birkaç bin kitap yeterdi. Tabi ki okumadıklarımdan. Okuduklarımın da 50-60 tanesiyle yetinirdim. Bu yüzden sadece bir yazım kılavuzu alırım belki. Bir düzgün sözlük veya. Onun dışındakileri anımsamaya çalışırdım.

Neyese. Teşekkürler.
Mehmet

justine dedi ki...

Adsız, ben de sizi bulsam o zaman, adınız?:)

Teşekkürler ve sevgiler.

justine dedi ki...

Sevgili Mehmet,
en iyi film ve en sevilen kitap konusunda söylediğin her şeye katılıyorum. Ben liste filan yapamam öyle, belki çok beğendiğim, sevdiğim filmleri sıralamadan yazarım o kadar. (profil kısmında yazdığım gibi)
Ada fikrine gelince; o iyice bunaltıcı, kitaplı ve filmli ise tamam, ama diğer türlü hiç almayayım:p (o sinir bozucu "adaya gitsen" sorusunu özellikle!)

Bir de adada yazım kılavuzunu ne yapacaksın, allasen?:)

Teşekkürler ve sevgiler.

pelinpembesi dedi ki...

Sevgili Arsız Ölüm'ü yıllar önce okumuştum.tekrar okunup ayrı zevk alacağımdan eminim.ben de blogumda okuduğum kitaplardan bahsediyorum bazen.sevgiler.......

justine dedi ki...

Bloğuna bakmıştım Buket, "biraz" biliyorum yani seni:) Ve ne hoş Sevgili Arsız Ölüm'ü sevmen. Ben Tekin'in kitaplarının çok fazla bilindiğine ve onlara gereken değerin verildiğine inanmıyorum. (İlk romanı S.A.Ö yayınlandığında Marquez tarzı bir roman bulmanın coşkusuyla oluşan geçici ilgiden bahsetmiyorum tabii)Bundan dolayı ondan ve elbette kitaplarından bahsedilmesi hoşuma gidiyor. Ben böyleyimdir, sevdiğim şeylerin -bazen kıskansam da- ilgi görmemesi, bilinmemesi beni üzer.
Neyse, bu konu uzar, şimdi film seyretmeliyim. Hoşçakal ve sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Müzik çok güzeldi diyerek başlayayım. Büyü kavramına hiç inanmadım. inanmak da istemedim. Yaşamın kendisi koca bir büyüyken hele... Ama çaresizlikler, yetememzlikler, acılar bizim önümüze hep sıradışı tercihler koyuyor. Büyü gibi... Yaşamı aşmak, tırmanmak yerine yan yollara sapma ihtiyacı sanırım. Mesela ölümcül bir hastasın, "zeytin ağacı dikmek" yerine bahçene, büyüye sarılıyorsun kestirmeden. Ya büyü gerçek olsa ve sen hiç mücadele edemeden yaşayıversen... Bu gerçekten yaşam olur muydu...
Yani büyüye inanmadım, inanmak da istemem. Filmler konusunda ki yorumlarının takipçisiyim. Diğer blogda filmlerin o ana kadar hiç düşünmediğim yanları ile haşır neşir oluyordum (Artık elbise incelemekten film izleyemez oldum ya neyse :) ) Burada da doğrudan filmin genel yapısı ile haşır neşir olma fırasatına denk geldim. Kendi adıma mutluluk verici. Burada bahsettiğin iki filmde de yorumlarının altına imza atabilirim...
İyi geceler...

yagmur dedi ki...

Sevgili Justine,
Blogun sablonunu degistiriyorum diye isleri baya berbat edince kapatmak zorunda kaldim. Eski duzen en iyisiymis megersem ;) acildik.

''Black swan'' benzer sebeplerden oturu sadece baslik olabildi ;)

Sevgili Arsiz Olum u merak ettim dogrusu. Hemen alinmali, okunmali. Sonra gelir bir merhaba daha derim burda.

Cok iyilik dolu bir gun dilerim Justine.

sevgiler

Y.

justine dedi ki...

Sevgili Vuslat,
hiçbir zaman yaşamı aşmak, tırmanmak filan gibi isteklerim olmadı inan. Belki karşıma çıkan zorluklarla kendimce uğraşmaya çalışırım, o kadar. Büyü kavramını ve bana anlattığı şeyleri seviyorum. Ve sanıyorum, mücadele etmeden yaşamak fikri kulağa fena gelmiyor:p Şaka bir yana, kendim için konuşuyorum tabii, yeterince uğraştığımı ve yorulduğumu düşünüyorum. Ayrıca büyü işe yaramıyor, hep masal bunlar, keşke yarasa.

Buraya yorum yazman da benim için mutluluk verici Vuslat, teşekkür ederim.
Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Canım Yağmur,
bloğunun açıldığını fark ettim tabii, güzel fotoğraflara devam öyleyse:)
Sevgili Arsız Ölüm'ü beğeneceğine eminim, hemen okursun umarım. Merakla bekliyorum yorumlarını.
Sevgiler.

Cihan dedi ki...

Bu arada film henüz sinemada gösterime girmedi, Abdullah Gül gibi gaf yapmayın arkadaşlar:) Ih ıhh ıhh

Filmdeki tüm okumalar bir yana, Leon'da ve çok küçük yaşta izlediğimiz N.Portman'ın oyunculuğunu bu denli geliştirebilmesi harika. İnsan , iç disiplinini koruduğunda neler yapabiliyor...

Beatiful hakkında da izlenimlerinizi bekleriz :)

justine dedi ki...

Cihan çok güldüm yorumuna:)) Ne yapalım, biz zavallı memurlar filan falan:p
N. Portman gerçekten iyi oynuyor filmde, lamı cimi yok, ben de çok beğendim.
Biutiful filmi sırada, seyredince konuşacağız tabii. Vizyona girdi mi o film sahi? Hani ben korsan izlemem ya:p

Hoşçakal.

Cihan dedi ki...

Evet film vizyona girdi, hatta çıkıyor bile. Bu arada bir öneri :
"Un Franco 14 Pesetas" . Film, bir göç-işçi filmi. İsviçre'ye giden İspanyol aileler ve özellikle iki karakter çevresinde dönüyor. Belki de izledin, kim bilir...

justine dedi ki...

Tamam, izleyeceğim ama sanırım evde:)
Un Franco 14 Pesetas filmi bende var diye biliyorum, bakmam lazım yine de. Teşekkürler tavsiyelerin için Cihan.
Sevgiler çok.