Oteller, oteller, o bakımsız suçluluğum benim
Geçmem kapınızdan bile artık.
Doğasın, bir sen beklersin beni, bilirim
Sesimi, düşlerimi, kırık parmaklarımı
Var başka neyimse onları artık.
Doğasın sen, doğasın, yarat beni yeniden
Ey yalnızlığımı kuşatan yalnızlık.
Geçmem kapınızdan bile artık.
Doğasın, bir sen beklersin beni, bilirim
Sesimi, düşlerimi, kırık parmaklarımı
Var başka neyimse onları artık.
Doğasın sen, doğasın, yarat beni yeniden
Ey yalnızlığımı kuşatan yalnızlık.
..."
e. cansever/kuşatma
Şairlerin kendi seslerinden şiirlerini dinleme meraklısı değilim, hatta bana göre, mümkünse şiir okunmasın. Şiirin içten okunduğunu ve sessizce kalbe girdiğini düşünüyorum. Kendi sesimle bile şiiri duymaya yabancıyım. Düşünün; yıllardır beyninizde, kulağınızda taşıdığınız kendi sesiniz size yabancı. Uzatıyorum yine, hâl böyleyken Edip'in sesini merak ederdim. Sanki sesi yokmuş, o sadece her şeyi seyredip beklermiş gibi gelirdi bana. Elinde içki bardağı (votka, cin?), kafasında oteller, oteller, bakışında sessizlik, gelmeyecek bir şeyi beklermiş gibiydi. Sesini duydum. Yine tuhaf bir yabancılaşma yaşadım ama uykuda gibiydim zaten. Mutfakta yemek yaparken, o bana şiirler okuyordu. Tekrar, tekrar okudu.
Sevgili Murat Örem, kaydı dinledim ve çok sevdim. Geç bir teşekkür oldu ama içten olduğuna inanın. Edip Cansever'in sesini bana duyurdunuz, siz çok ve iyi yaşayın olur mu?:)
7 yorum:
justine,
ben de dinleyemem şiiri yüksek sesle. ismet özel'i çok dinlemiş ve sevmiştim ama. edip cansever'i dinlemedim hiç kendi sesinden.
bugün yine bir uyuşukluk halindeyim. bir yere telefon açmam lazım, açamıyorum. dur arayayım. aradım:)iyi oldu.
justine ben edebiyat magazinini sevmiyorum hiç. hem aşağıda denilen nedenlerle hem de... çok acı var o öğrenip, şaşırdığımız, güldüğümüz tuhaflıkların çevresinde. yazarın eserini insiyaki olarak onun o tuhaflıklarının gölgesiyle okumak da biraz haksızlık gibi geliyor esere. yakından tanısak bu insanlardan muhtemel hoşlanmaz, sevgilisi olsak nefret ederdik. ben duymazlıktan geliyorum bu dedikoduları. bir dekim, hangi dürtülerle aktarmıştır bize bu dedikoduları acaba... yani du camp flaubert'in en yakın arkadaşıydı ve o öldüğünde bir veda yemeğinde herkes onun hakkında iyi şeyler söylerken, kadehini kaldırıp, eğer o utanç verici hastalığı olmasa flaubert'in dehasını görebildirdik gibi bence kıskançlık dolu bir şeyi demiş. yani dikkati onun zaafina çekmesinde ve onu küçümsememize neden olacak bir bakışı sunmasında korkunç bir şey var. aşırıya gidersek, normal, standart, vasat, yeteneksiz insanların bu malzemeleri bilgimize sunmalarında yazarın eserini anlamaya çalışırken onun bu tuhaflıklarını da iyiniyetli bir şekilde değerlendirmeye sokmamızı salık veren masum bir çaba vardır belki ama, belki de yoktur. yoksa, bunda kötüniyet aramak çok abes olmaz. dedikodusu edilenden çok, dedikoduyu eden insana bakarım çoğu kez, çünkü dikkat ettiği, dillendirdiği nokta biraz da onun zaafiyetiyle ilgili bir şeydir. eğer masum bir eğlencelik, bir kahkaha imkanı olarak kullanmıyorsa. bilemiyorum. karışık ve biraz kirli bir mesele gibi geliyor bu bana. eskiden severdim, şu yazar eşcinselmiş! şu yazar öyle çapkınmış ki!... şu yazar cebinde kadın iççamaşırı taşıyormuş!...hmmm...şu yönetmen 20 yaşına kadar altına ıslatıyormuş ve sonra da bu kaza başına geliyormuş!... sıkıcı, doğrucu biri olmak istemiyorum ama bildiğimi bilse utanacaksa, bilmemeyi tercih etmek lazım diye düşünüyorum.
canım justine, sen çok tatlısın ve elbette sen insanız işte ulan, hepimizin zaafı var, olur böyle şeyler bakışıyla ve o müthiş mizah anlayışınla ve pür iyiniyetle yaklaşıyorsun meseleye. senin kahkahan hep temiz.
gıcık bir youm olmadı umarım bu. çok öpüyorumseni ve kocaman sevgiler.
Gıcık Peri, hatta sinir şey!:p
Hah ha, ben senin yorumlarındaki bu mızmız hâle bayılıyorum bir kere:p Tamam şaka şaka, hayatım ben seviyorum onlar hakkında bir şeyler öğrenmeyi ama kitabı her zaman, etrafındaki "her şeyden" ayırırım. Yazarından bile ayırmaya çalışırım hatta. Elbette çok zor, aklının bir köşesinde kalıyor duyduğun şeyler fakat ben bunu yapmaya çalışırım. Küçükken biraz fazla duygusal takılıyordum ama şimdi "hımm, öyleyse öyle ne yapalım, sağlam kitap valla!" diyebiliyorum:p Lolita'yı çok seviyorum mesela, Alice'i ve Ece'yi, ve diğerleri.
Neyse şimdi kesmek zorundayım, hastaneye gideceğim, nöbet yok ama işim var, ne sinir!
Çok öptüm.
ne güzel, uzun uzun (ve içten) yazıyorsunuz. sevmeden edemiyorum.
A ah şaşırdım Justine. Oysa ne keyiflidir şiir okumayı becerebilen birisinden dinlemek içli ya da neşeli bir dörtlüğü... Hem ben de güzel okurum şiir ama sen beğenmezsin şu durumda (nası da kendimi övüverdim arada derede:) Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Şairlerin çoğu lütfen kendi sesleriyle okumasınlar şiirlerini. Okurken ruhlarını üfleyemiyorlarsa şiirlerine, bıraksınlar biz senin de belirttiğin gibi "içten okuyup" can verelim kendimizce şiirlere.
Hoşça kal!
Sev o zaman, "şenay izne ayrıldı", niye kasıyorsun?:p
Cüneyt merak ettim şimdi senin sesini, sen de bana şiir okuduğun bir kaydını yollasana:p
Güzel okunursa sorun yok canım, ama ben yine de(!), şiirin sesli okunan bir şey olduğunu düşünmüyorum, dediğim gibi sessiz sessiz takılırsın işte:)
Boşlukta dinlediğin şarkıyı çok çok merak ettim ben, bir fısıldasana ve boşluk ne alemde?
Eğer ses kaydı yaparsam bir gün, paylaşırım belki:)
Yorum Gönder