Pierre Bonnard/La Siesta
Bonnard, kadını böyle yatırıyor, uyutuyor ve sessizce bekliyor. Bu bakışı seviyorum. Sakinliği, uyurken odanın sessizliğinde kaybolmayı. Tüllü bir uyumayı, çıplak ve serin.
Reza Abbasi/Two Lovers
Reza, aşıkları böyle kavuşturuyor. Sarılırken birbirlerinde eriyorlar. Bu sarılmayı seviyorum. Elin, sevdiğin bedende kaybolmasını, nefes nefese kalmayı. Tutkunun bu rengini, sarı ve ateşli.
Cat Stevens
Cat'in güzel ve ılık sesini seviyorum. Eskiden çok dinlerdim. Öyle çok oldu ki sesini duymayalı. Bu kadar dile düşmesini, her ağızda ayrı anlatılan hikayesini umursamıyorum. Onun sesini her duyduğumda rahatlıyorum. Bana eskiyi anlatıyor, benim tarihimden de öteyi. Bir sandalye düşüşü, kasette duyulan hışırtı.
Bazı şeylere bakışım biraz özürlü. Baştan hatalı, ilk tuttuğum yerden. Işık, gölgenin olmasını mı sağlıyor? İşte orada dursam. Somut, tutulabilen, gölgesi olan bir yerde. Dayandığın nokta sallanmaz belki. Yine "belki" biliyorum, nedeni "bu benim tuhaf bakışım".
13 yorum:
niçin tuhaf olsun canım justine! zevkinin alanını belirleyen şeyler gösterişsiz ama derin şeyler. seni belirleyen şeyler ne kadar anlam dolu, baksana. ben de çok sevdim gösterdiğin şeyleri. (tina tabağımdaki bir zeytini yere attı şu an ve birazdan yerde zeytin ve tina arasında müthiş bir maç başlayacak. farketmemiş gibi yapıyorum kendime. çünkü dün sildim yeri ve sinirlenmem lazım, hiç halim yok:)
hmm... bakışın özürlü değil, ama yalnız ve kederliyiz bu bakış nedeniyle. hep de öyle olacak. dünyada, insanda farkettiğin şeyler bir sızı gibi dolaşacak içinde. ama seni sen yapan, seni özel biri yapan şeyler bunlar. aklından neresi geçiyorsa, sana öylesi doğru geliyorsa öyle tut, justine. durduğun yer sağlam, asla şüphe duyma bundan. duymana neden olan varsa, salla gitsin. sevmiyorum kendini binbir emekle yaratan bir insana, yargılayıcı ve uzak bir bakışla kötü hissettiren insanları. şu son fotoğrafın çok güzel. böyle bir kız arıyordum flaubert'ten alıntı yapmak için. alırım burdan (izin ver, lütfen).
sevgiler madam arnoux;)
Peri, canım yorgunum ben! "Biraz" temizlik yaptım da:p (yine Lily ağzıyla:))
Tina ve Lily, bu ikisinde olan şey -hayır hayır naif değilim hiç, özellikle şimdi-, çok özel çok kıskanılası bir şey. Bak, şimdi içeriden sesi geldi, bilgisayardan Dora diye bir çizgi film izliyor. 'Hey!' diye bağırıyor, oradaki şarkılara eşlik ediyor. Ne tuhaf, benim içmem gerek mesela yüksek sesle şarkı filan söylemem için. Yalnızken tamam da:) Bir de izlediğin şeyi böylesine gerçek sanmak, bu kadar kendini vermek. Tina'nın zeytini, Lily'nin Dora'sı, hayata tutunmak için basit ama en anlamlı şeyler. Biraz karıştırıyor insan büyüdükçe. Bakıştaki özür bundan. Ben kendimi ayırmıyorum, özel filan da hissetmiyorum. (tamam, bir kibir hep var, kabul:) sen anlarsın.) Etrafımdaki insanların ne düşündüğünü de geçtim (çok gençtim sallayamadığım zamanlarda) sadece kendi kendini kanatmak yarayı büyütüyor. "bir sızı gibi dolaşacak içinde", demişsin ya, çok sevdim. Sevgilimin kalbime en çok giren, beni en çok etkileyen sözü bana "sızım" demesi. O sızı hem yaşatıyor hem öldürüyor, bilirsin.
Eh, hadi bu hava dağılsın. Uzatmayayım yine, yazdığın her şey için sağol. Benim Frédéric ne alemde acaba?:p
Çok sarıldım.
Justine, farklılıklarının bu kadar yüksek olması senin tarafından sıkıntılı olabilir ama bu tip insanlar hep unutulmayan öğretmenler, unutulmayan doktorlar, "ne kadar karklı biri"ler olmuştur. Onlar hep değerlidir ve "arif"tirler. Aklıma Ortaçgil'in şarkısı geliyor:
"Arif anlar, arif olmayanlar da var; arif anlar ama bir başka..."
canım, resimler, resmin ve Cat çok güzel. ve şu "bakış" meselesi, o kadar çok şeyi değiştiriyor ki o bakış, seni diğerlerinden ayırıyor, seni üzüyor, seni yoruyor, seni düşündürüyor ama yine de seni sen yapıyor işte.
çok özledim, çok sarıldım sana. keşke yanında olsam.
İlk resmin; Stairway To Heaven Led Zeppelin
İkinci resmin;The Moon Represents My Heart - Teresa Teng
Ve son sözün ise (kendin ile ilgili olan kısmı); Yalnızlığa Serenat- Nurettin Rençber
şarkılarını anımsattı birden.
Resimleri okurken çok net hissettim. Fakat Rençber öylece geldi. Sadece bir his. Ama umuyorum o denli değildir...
Cihan, sen ne demişsin öyle! Unutulmayan öğretmenler, doktorlar filan, aman allah korusun!:p
Ortaçgil'in şarkısını dinledim şimdi; "bir başka" anlamak güzel. Ve teşekkürler, iyi ki geldin tekrar buraya, sesini duydum mutlu oldum.
Sevgiler.
Polişka canım,
"...Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan..."
bu hâllerdeyim, anlarsın sen beni.
Çok yorulmuyorsun oralarda değil mi? Yorma kendini, üzme.
Sarıldım sımsıkı.
Vuslat,
geçen gün konuşamamıştık doğru dürüst, şimdi konuşalım mı biraz?
Bonnard'ın kadını için aklına gelen şarkı bir merdivenden bahsediyor, biliyorsun. Öyle bir kadının merdivene ihtiyacı olur mu peki? Cennete ya da parıltıların altın olduğuna inanmaya?
Bir film var, Natalie Wood ve Robert Redford'un oynadığı. Wood'un canlandırdığı kadın bir sahnede, tozun leylak pudrası olduğunu söylüyor. Adam onu uyardığı ve gerçeği sertçe yüzüne söylediği hâlde buna inandığını belirtiyor. Bir hayalinin olmaması durumunun korkunç olduğunu düşünüyor. Ve, çok acı çekiyor.
Ben ne diyorum, biliyor musun? Hayal filan kurmadan, gerçeği bir buluta dönüştürmeden uyumak en güzeli. Dümdüz uyumak. Resimdeki kadın gibi; giysilerinden ve düşüncelerinden arınarak. Bir köpek yatağın kenarına kıvrılabilir, örtün yere düşebilir, sorun yok. Merdiven cennete yükseltirken, düşürebilir de:p Kadın sonsuz karanlıktır hem, "bir kelimenin iki anlamı olduğu gibi" ve sonsuz aydınlık aynı zamanda:)
Bugün bu şarkıyı aklıma düşürdüğün için çok teşekkürler. Ben ne kadar gevezelik edersem edeyim öylesine uygun ki ikisi birbirine.
Çok sağol tekrar, harikasın.
p.s.: Diğer iki şarkıya gelirsek, haklarında hiç ama hiç fikrim yoktu. Uzakdoğu şarkısı fazla naif, eurovision şarkıları gibi. Diğeri daha anlamlı fakat, endişelenme lütfen, "o denli" değil:)
Öncelikle gecikme için özür dilerim. Şimdi okuyabildim. Bonnard çizdiği resimlerde eşini kullanıyordu çoğunlukla, özellikle son dönem resimlerinde o resim de onlardan biriydi. Üstelik eşi bir biçimi ile psikolojik bir saplantıya sahip olduğundan sürekli yıkanma isteğine sahipti. Ben resme ilk baktığımda yıkanmış, serin ve ıslak vücudunun yarattığı ürperme ile derin bir sessizlik içerisinde açık pencereden (Üzerine düşen ışıktan bu anlaşılıyor) esen hafif bir rüzgarla kaygısız bir uykuya daldığını düşündüm.
Cennete doğru tırmanan merdivenlerin ışıltısında, hafif, narin ve serin. Var olmanın yükünü boşaltmış, yok olmanın karanlığından uzak yalnızca tırmanıyor. Yani karanlık aslında bir biçimi ile en aydınlığa doğru itiyor onu. Yada tersi. Pencereden vücuduna yayılan aydınlık onu karanlığa savuruyor. Birbirinin içine girmiş iki biçem. Kaldı ki belirtmişsin, var olmanın doğal sonucu bütünlüktür. Karanlık ve aydınlık, iyi ve kötü, aşk ve nefret birbirlerini içerirler. Birbirlerinin karşıtı değildirler. Aynı bütündürler… Bu anlamı ile bu şarkı bana çok uygun gelmişti.
Uzak doğu şarkısının naifliğinin farkındayım. Hatta basit bir ezgisi olduğundan özellikle onu seçtim. Çünkü ikinci resim bana aynı oranda naif ve hafif gelmişti. Aşkı tarif edişi çok sıradan değil mi sence de… Kadın adama sarılır, ona yaslanır, erkek bir biçimi ile yine güçlüyü oynar sırtı dönüktür. Hamleyi yapan, iletişime zorlayan hatta onun çıplak karnına dokunarak onu bedensel temasa iten kadındır. Tüm bu arayış, şefkat ve dokunmaya karşı erkek mesafeli bir iletişimsizlik içerisinde durarak teslimiyeti kontrol altına almaktadır. Bu portreye alıştı gözlerim. Aşk bu değildir. Bu anlatım basit ve naiftir. Şarkıyı seçmemde ki sebep oydu.
Üçüncü parça ise şimdi fark etmişim yanlış yazmışım; Nurettin Rençber’den yalnızlığa serenat olacaktı. “Hangi şehir alır bizi, basar bağrına, hangi nehir avutabilir yüreklerimizi, kim çalacak kapımızı bir avuç tuz için…” böyle gider şarkı. Burada bir sitemden ziyade yalnızlığın dayanılmaz ağırlığı hissedilir. Ama bu yalnızlık bir seçimin, bir yolun, bir hayatın sonucu ve nedenidir de… İhanet ve yorgunluk olsa da bu onun doğasına içkindir. Senin yazıda kendinde aradığın fark bir yalnız oluş durumu hatta belki bir seçimi, ifadesi gibi gelmişti bana. Ondan dolayı bir an böyle hissettim…
Işık öyle kutsal ki! Su gibi... Ve gözler, ışık olmasaydı, kör noktaya tersten düşmeseydi ne kadar anlamlı olurdu Dünyâ?
Sevgili Vuslat,
ne kadar acımasızsın!:)
Reza, bir ressamdan çok hattat ve nakkaş. Minyatür sanatında döneminin en ünlü ismi. Resme umarım minyatür olduğu gerçeğini göz ardı etmeden bakmışsındır. Minyatür daha naif ve derin bir sanattır. Belki perspektif yoktur ama, ince işçilik bu eksiği unutturur. Ben minyatür resimleri çok severim Vuslat. Duvarımda bir zamanlar üç minyatür asılıydı, ve inan her bakışımda ayrı bir ayrıntıyla karşılaşırdım. Hâl böyleyken, bu resmin aşkı tarif edişinin sıradan olduğunu düşünmüyorum. Bir de şöyle bir yanlış anlama var sanırım; arkadan sarılan kişi erkek ve sırtı dönük olan kadın bence:) Kadının sırtı adama dönük ve adam büyük bir tutkuyla sarılmış sevdiğine. Karnına, göğsüne. Ben bu sarılmayı çok seviyorum.
Elbette buradaki iki kişi de kadın, ya da ikisi de erkek olabilir, bilemem. Reza Abbasi erkekleri efemine resmetmesiyle ünlüymüş. Diğer çalışmalarına bakmışlığım var, oradaki genç oğlanlar benden daha alımlı, inan!:p Neyse, uzatıyorum; buradaki çalışmaya çok uzun süre baktım ve inceledim. Yazarken de özellikle kadın erkek dememiş ve âşık kelimesi ile yetinmiştim. Bilen birisi belki bize gerçeği söyler.
Hem önemli bile değil aslında gerçek, ne güzel sohbet vesilesi oldu bize, bu bile yeter:)
Açıklamaların için tekrar teşekkür ederim.
Sevgiler.
Cüneyt, hoş geldin!
Bu kadar yoğunken nasıl düşünebiliyorsun ışığın düştüğü kör noktaları? Hayranım sana:p
Sevgiler çok.
Bazen birey o an içinde olduğu öznelliği, bakışına ular... Sanıyorum bende de öyle olmuş. Şu aralar oldukça tartışmakta olduğum bir konu üzerine, üstelik de bu denli rahatsız olmuşken sanırım Reza'yı kendi öznel öfkem ile ölçüte vurdum.
Şimdi bakınca evet öndeki'nin kadın olma ihtimali var...
Yorum Gönder