Théodore Géricault/Portrait of a Woman Suffering from Obsessive Envy
Théodore Géricault'un portrelerine bakmak korkunç bir deneyim. Ben seviyorum onları. Deli, çıplak ve seyirciyi huzursuz edecek kadar gerçek. Bir de, resmi siyah-beyaz yapmam, umarım ressamın kemiklerini sızlatmaz, bu da ayrı bir mesele. Neyse, bugün kahvaltıdan sonra kahve içerken Karamazov Kardeşler'den "Baş Kaldırma" bölümünü tekrar okudum. Benim için bu metin, Géricault'un delileri kadar korkunç, her okuyuşta daha çok şaşırıyorum.
"...
-Bir itirafta bulunmalıyım sana, diye başladı İvan, kişinin yakınlarını sevebilmesine hiçbir zaman akıl erdirememişimdir. Bence özellikle yakınlarını sevemez kişi, onları sevemeyince yabancıları da hiç sevemez elbette. "Merhametli İohan"la (bir azizdir) ilgili bir yazı okumuştum bir zamanlar. Günün birinde soğuktan eli ayağı tutmayan, aç bilaç, bir yolcu çalmış kapısını, ısınmak için içeri girmesine izin vermesini dilemiş. Merhametli İohan donmak üzere olan adamı götürüp kendi yatağına yatırmış, sarılmış ona, adamın korkunç bir hastalık sonucu cerahatlanmış, pis kokan ağzına ağzını dayamış, soluk vermeye başlamış. Bunu kendisi zorlayarak, görevinin sevmek olduğuna inandığı için, dinsel bir ceza kabul ettiği için yaptığı kanısındayım. İnsanın sevilebilmesi için yüzünü saklaması gerekir. Yüzünü birazcık gösterdi mi sevgi yok olur.
-Zosima dede de aynı şeyi birçok kez söylemiştir. İnsan yüzünün, seven tecrübesiz kimselerin çoğunda sevgiyi öldürdüğünü söylerdi. Ama insanlığın da çok çeşitli sevgisi vardır, hem İsa’nın sevgisine benzeyen bir sevgidir bu, biliyorum bunu İvan…
-Ne var ki, ben bilmiyorum, anlayamıyorum da… Benim gibi milyonlarca insan da bilmiyor. Önemli olan şu, kişioğlunun kötü özelliklerinden mi ileri geliyor bu, yoksa yaratılışı mı böyle. Bence İsa’nın insanlara beslediği sevgi, yeryüzü için bir tür mucizedir. Öyle ya, bir Tanrıydı o. Ama bizler Tanrı değiliz. Şöyle düşünelim, sözgelimi ben çok derinden acı çekiyorum diyelim, ama benim ne denli derin bir acım olduğunu başka birisi anlayamaz, çünkü ben değildir o, bir başkasıdır. Hem şu da var, kişioğlu başka birisinin derin acı çektiğini (sanki bu marifetmiş gibi) kabul edemez. Niçin kabul edemez acaba, ne dersin? Çünkü iğrenç kokuyorum, aptal bir yüzüm var, çünkü bir zamanlar ayağına basmıştım… Sonra acının da türleri vardır: Beni küçük düşürücü bir acıya, sözgelimi açlığa ses çıkarmaz velinimetim, ama buna karşılık bir düşünce için çekilen biraz daha soylu bir acıya gelince izin yoktur… pek seyrek razı olur buna. Çünkü yüzüme bakıp, öyle bir düşünce için acı çeken bir insanda olmasını hayal ettiği yüze benzetemez. O anda bütün iyiliklerden yoksun eder beni, hem kötülük düşünerek de yapmaz bunu. Dilenciler, özellikle soylu dilenciler hiç ortaya çıkmamalı, gazeteler aracılığıyla dilenmelidirler. Yakınlarımıza, bazen uzaktan bile, soyut bir sevgi besleyebiliriz, ama yakından hemen hiçbir zaman olamaz bu. Her şey tiyatrodaki, balodaki gibi olsa, dilenciler yırtık pırtık ipek giysileriyle gelseler, zarif danslar ederek dilenseler, eh, o zaman hoşlanılabilir onlardan. Hoşlanılır, ama gene de sevilemez. Artık yeter bu konu. Düşüncelerimi açıklamam gerekiyordu sana, o kadar.
..."**
---------------------------
---------------------------
* Karamazov Kardeşler romanının, "Ateşli Bir Yüreğin Manzum İtirafları" bölümünde Mitya (Dimitri) kardeşi Alyoşa ile konuşuyor; "Evet, derin, gereğinden çok derin bir yaratıktır insan, ben olsam bu kadar derin yaratmazdım onu".
** F. Dostoyevski/Karamazov Kardeşler-Baş Kaldırma sf;266-67 (İletişim Yayınları, çev; Ergin Altay)
4 yorum:
justine,
bugün donuk, gri, serin bir hava var. insan doğumgününde her şeyi kendiyle ilgili sanıyor ve bu havaya ne demeli şimdi? en sevmediğim hava şekli. hani şairlerin vicdan azabı renginde dediklerinden.
güne, senin alıntıyla başladım, sonra kitabı alıp, bıraktığın yerden devamını okudum. belki senin gibi yapmalı, dostoyevski'ler kitaplıkta değil de başucunda durmalı, açıp açıp okumalısın.
ben, ivan ve alyoşa arasında bir salıncaktaymışım gibi gidip gelirken, alyoşa'nın haklı olmasını; insanın şeytandansa tanrı'nın suretine yakın olma çabasını anlamlandırmak isterim. buna inanmaktan başka çare de yoktur, gördüklerin çoğu kez ivan'ı haklı çıkarsa da.
dışarı çıkıp çıkmamak da tereddütlüyüm. sanki bugün evde oyalanmak canımı sıkabilir gibi. bugün kendimle bir çocukmuş gibi, onu ne yapsam da gönlünü hoş tutsam diye ilgilenmem gerek. bugünü atlatırsak, rahat ederiz.
öpüyorum çok. sevgiler.
not: ee, öğrendin mi, fikret mualla'nın yattığı hastane miymiş?;)
Daha çocuktum bu romanı okuduğumda. Sonra bir kaç kere daha okudum. Fakat dikkat çekici olan okurken alıntılanan bölüme duyduğum tepkiydi. İtiraz etmiş derin tartışmalara girmiştim. Yıllar sonra yine aynı pasaj ve ben yine itiraz ediyorum...
Hey!
Yürüyüşteydim ben;) İlk önce hastanenin bahçesinde elma yerken, alkışlayarak destekliyordum, yürüyüşe katılan sağlık çalışanlarını, sonra biz neden yürümüyoruz ki dedim. Sanırım sabahtan beri çalışmak bizi şaşırttı, grev filan unutmuşuz. Neyse, yürüdük, alkışladık, slogan attık;p En son iki ya da üç yıl önce İstanbul'da Hrant Dink için yürümüştüm, iyi oldu.
Neyse, ne diyorduk biz?;) Vuslat, Peri Dosto meselelerini sonra konuşalım mı, ne dersiniz? Hem biliyor musunuz; "birleşe birleşe kazanacağız!" Hah ha;p
Peri canım, ben nasıl unuturum bugünü!? Laptop'ın masaüstünde not defterim var. Gideceğim opera, tiyatro, şu bu hep ona yazarım. Orada "19 Nisan; Peri'nin günü" yazıyordu, hay allah!
Doğum günün çok çok çok kutlu olsun. İyi ki doğdun canım. İyi ki.
İkinize de sarıldım, çok.
Peri,
Alyoşa'nın haklı olmasını hepimiz istiyoruz, hepimizin o'nu beklediği gibi. O'nu, İsa'yı, elbette hem Alyoşa, hem Mişkin hem de iyiliğin rol modelini, diğer yanağını düşünmeden uzatanı.
Ama gelmez, haklı çıkmaz. Bunu da İvan'ın bildiği gibi biliyoruz.
Vuslat,
sanırım İvan'ın söylediklerine itiraz ediyorsun. Eğer doğru olduğunu düşündüğün hâlde yine de karşı çıkıyorsan, güzel bir şeydir bu, umut verir. Fakat, tam anlamıyla haksız adam diyorsan bana örnek vermeli, kanıtlamalısın bunun neden böyle olduğunu. Sakın Alyoşa'nın ünlü cümlesini söyleme ama;
(ki seni tanıdığım kadarıyla böyle bir şey demezsin, inanç konusunda Alyoşa gibi düşünmüyorsun)
"İvan: Bence, şeytan diye bir şey gerçekte yoksa, kişioğlu uydurmuşsa onu, kendine bakarak, kendisini örnek alarak uydurmuştur.
Alyoşa: Yani Tanrı gibi."
Ben İvan'ın sözlerine, çok sonra Dogville filmini izlerken karşı çıkmıştım sadece. Orada bir iyilik kırıntısı lazımdı bana. Yaşadığım dünya bu kadar karanlık olamazdı.
Bu konu uzun, sonsuza kadar konuşulur, konuşuruz.
Sonra.
Yorum Gönder