Cuma, Mayıs 20, 2011

tamamlanmamış ahlak, toplama vicdan; Narcissus'un Zencisi


(bu komik fotonun daha da komik hikâyesi aşağıda)


Conrad'ın Narcissus'un Zencisi kitabı biteli çok oldu, geride bu fotoğraflar ve bana bıraktığı o güzel okuma deneyimi kaldı. 
"...
Bu arada gemimiz Seirenlerin adasına varmıştı bile,

çünkü itici bir rüzg
â
r esiyordu arkamızdan.

Derken rüzg
â
r düştü, deniz oldu çarşaf gibi,

bir tanrı bütün dalgaları dindirmişti.
..."
Odysseia-12. bölüm, 165/Homeros

Conrad ağdalı yazan bir romancı, cümleleri süslü ve gösterişli. Fakat, böyle yazan çoğu romancıda görmediğim  bir şey var onda; insan sevgisi ve gözlem yeteneği. Romana, sanatın ve sanatçının tarifi ile başlıyor yazar, uzun bir önsözle düşün adamının bilim adamından farkını anlatıyor. Bu uzun, manifesto niteliğindeki girişte, yazın sayesinde okuyucunun "gerçeğin bir anlık görünümünü"  bulabileceğini taahhüt ediyor; "...benim gerçekleştirmeye çalıştığım amaç, yazılı sözcüklerin gücünden yararlanarak senin işitmeni ve duyumsamanı sağlamaktır; her şeyden önce görmeni sağlamaktır. Ne eksik, ne fazla, işte bu kadar. başarıya ulaşırsam, sen de layık olduğun payı alacaksın: cesaret, avunu, korku, büyü, tüm istediklerini. Ve belki istemeyi unuttuğun bir şeyi de -gerçeğin bir anlık görünümünü- bulacaksın orada." 
Bu iddialı girişten sonra yazar, bir gemi ve onun çok karakterli dünyasına sokuyor bizi. Bahsettiğim insan sevgisini, daha karakterler bize tanıtılırken anlamaya başlıyoruz. Burada siyah ve beyaz figürler var, yazarın sevdiğini, anladığını hissettiğimiz, acıdığını ve nefret ettiğini gördüğümüz. Singleton, bütün olgunluğunu yazarın hoşgörüsünden alıyor, Donkin'in rezilliği ise yine yazarın insanı iyi tanımasından.

Gemideki görünen öteki, zenci tayfa James Wait. Ve aslında diğer bütün herkes birbirine öteki. Zenci tayfa diğerlerine istemedikleri bir şeyi hatırlatır devamlı, ölümü. Hastadır ve iş yapmaz. Kendisine yapılan yardımı beğenmez, ölümün acısını vicdanını rahatlatmak isteyenlerden çıkarır. "...bizi büyülüyordu. kuşkularımızın yatışmasına meydan vermiyordu. geminin üzerine bir gölge gibi çökmüştü. kısa zamanda öleceği andının zırhı altında, kendimize olan saygımızı ayakları altında çiğniyor, yüreksizliğimizi her gün yüzümüze vuruyordu. hayatlarımızı lekeliyordu. korku ve umutla kirletilmemiş, kötü niyetli ve sefil bir, ölümsüzler çetesi olsaydık, yüce ayrıcalığının boyunduruğu altına böylesine sokamazdı bizi..."

Ölümün ayrıcalığı, hem hastaya sığınma sağlıyor hem de karşısındaki insana vicdani bir rahatlama. Acıdıkları şeyden nefret ediyor, ölesiye seviyorlar. Karamazovlar'da "böyle bir insan niye yaşar?" diye çaresizce sorulan soru burada cevabın yükümlülüğüyle beraber karşımıza çıkıyor. Bizim vicdanlarımız rahatlasın diye yaşar ve ona gösterdiğimiz sevecenlik bencilliğimizle sürekli savaş halindedir. 

Romanda o kadar çok yeri çizmişim, öyle çok not almışım ki şimdi her şeyi anlatma telaşıyla aklım karışıyor. Şimdilik bu kadar olsun öyleyse, kısa bir deprem molası ve kafa karışıklığı sonunda özetle şunu söyleyeceğim; Conrad'ı okuyun, çünkü o size, insanın tuhaf mı tuhaf doğasını anlatıyor. Tüm çıplaklığı ve sertliğiyle. 

Kitap hakkında, Peri'nin sitesine de kısa bir şeyler yazmıştım, isteyen göz atabilir.
-------------------------------
p.s.: Yukarıdaki fotoyu Peri'nin Conrad fotosu isteği için Poliş'le (Clea) düşünüp çektik. Çok komik, eğlenceli bir mizansen olsun istiyordum, aklımıza Carla Bruni'nin ünlü pozu geldi. Benim poz ona çok benzemedi tamam kabul ediyorum, ama şartlar müsait değildi arkadaşlar, hem yerim de dardı;p Onun fotosundan daha mı muhafazakâr oldu acaba dedik, sonra yok ya, bizim fotoda da üstten açmışız filan diye avunduk;) Ortadoğu, Avrupa'ya karşı! Ayrıca şunu da söylemeden geçemem; Carla'nın fotosundaki eciş bücüş eşyalar da biraz saçma olmuş (çamur atıyorum, evet), oyuncak araba bile var yahu, fotoğrafçı ne bulduysa serpmiş etrafa. (biz de, boş kalmasın diye teleskopu koyduk köşeye;p)

-Poliş'in modeliyim ve onun istediği her şeyi (yani, sanırım) yaparım, canım kardeşim o benim;)

-Elimde daha komik fotolar da var.

-Yukarıdaki şarkı tabii Bruni'den, ben çok seviyorum bu şarkıyı; Raphael.

İki foto, karşılaştırmalı, az sonra aşağıda, şaka bir yana Carla'yı sevmem ama bu fotosunu beğenirim. Böyleyken böyle, gülün geçin işte.


37 yorum:

endiseliperi dedi ki...

aşkolsun, seksi fotoğrafı kendine ayırmışsın:) bu da çok güzel. carla kim ya:p

şimdi eleştirmenler jim'i kara bir ölüm olarak sembolikleştirmişler ya, conrad'ın aklından geçen de bu muydu, yoksa olduğu gibi, sevmediğimiz, sinirimizi bozan ve böyle hissetmekte haklı olduğumuz bir insanın karşısında herkesin ondan itibaren kendine doğru, kendini ciddi derin şekilde bir kavrayışı söz konusu olması mıydı? bence buydu. çünkü conrad'ın algılayışında öyle sembolikleştirmmeler görmüyorum ben pek. karanlığın yüreğinde, mezarlarına çekilen o hasta zencilerden birinin boynundaki renkli yün parçası bir sömürge durumuna işaret eder ama conrad bundan medet umacak bir yazar değildir bana kalırsa. çok güzel anlatmışsın narcissu2un zencisini, eline sağlık. yine duygulandım conrad'ı düşünüp:)

öpüyorum çok. sevgiler.

not: ablam aradı, ben sandım ki istanbul'da oldu deprem de bizi merak etti. merak etmiş ama onlar bursa da çok daha fena hissetmişler. tina kucağımda dizi izliyorduk, beşik gibi sallandık, tina uyanıp bana miyavladı niye sallıyormuşum onu, diye. ben de arçil e seslendim, dans etmesene bu saatte diye. aklı en başında olan arçil gelip deprem olduğunu söyledi. deprem raporu böyle:)

justine dedi ki...

Carla Bruni-Sarkozy hayatım, sinir oluyorum o çifte;p

Onun kadar seksi olamadık, serde türklük var tabii, bir de kadın manken, olsun ne yapalım kader?;)

Kitap hakkında söylediklerine katılıyorum, sembolizmi sevmem. Aslında şöyle demek daha doğru olur; sembolizmi sadece Bunuel kullandığında severim. Elbette latife ediyorum ama filmlerin ya da kitapların eleştirmenler tarafından sembolik anlamlarla okunmasından hoşlanmıyorum ben. Narcissus'un Zencisi onlarca karakterin iç çatışmalarını simgelere başvurmadan anlatan, sağlam bir kitap. Ve iyi ki ölmeden okumuş, o karakterleri tanımışım.

Çok anlatamadım aslında kitabı, aklımdan öyle çok şey geçiyordu ki, bir de arada deprem oldu, kaynadı gitti. Aslında biz Poliş'le yerimizden bile kımıldamadık, hatta ben yazmaya devam ettim fakat Lily aklıma düştü. Hemen aradık, konuştuk filan falan.

Belki başka bir zaman tekrar bir şeyler yazarım roman hakkında. Bakalım.

Sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

biliyorum tatlım, carla'yı:) yani senin yanında o kim demiştim:p

justine dedi ki...

;))
hatta
;p

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Deprem güzel bir mola oldu benim için. Conrad'ın Casus'unu üç gün önce bitirdim. Diğer kitabı da sipariş etmiştim. Muhtemelen gelmiştir sürgünüme. Conrad'a karşı ön yargılarımdan bahsetmeyeceğim. Yalnızca Conrad'da evet, sembolleştirmeler çok az, belki anlık nüveler halinde yer alıyor. Karakterleri çözümlerken eleştirmenlerin yaptığı en büyük hatadır sembolizmin kefenini yazara biçmek.
Eleştirmen kendi alanında yaratıcı bir keşif yapmanın derdine o denli düşmüştür ki aslında o sembolleri bizzat kendi üretir. Neyse uzattım yine.
Müzik güzel...
Foto daha da güzel (sarı flu çok şık olmuş-tripod olmamış)
İyi geceler
sevgilerle

justine dedi ki...

Deprem ve güzel mola ha? Bravo Vuslatcığım, optimistlikte beni geçtin;p

Senin de Conrad fotonu beklesek, fazla mı hayalci oluruz? Ama sen demiyor muydun, ben aslında çok eğlenceli, çok keyifli bir tipim diye, sert görünüşünün altında gerçek kişiliğin filan;))

İstediğin kadar uzatabilirsin, ben bu konularda saatlerce konuşabilirim, inan.

Tripod (teleskopun) hataydı, evet. Çok boş duruyordu o köşe, ee örnek fotoda ise doluydu etraf, yanlış yaptık, çok pardon;p Poliş uyarmıştı aslında.

Çok teşekkürler ve sevgiler.

Adsız dedi ki...

Carla bacak farkıyla önde!

endiseliperi dedi ki...

"Eleştirmen kendi alanında yaratıcı bir keşif yapmanın derdine o denli düşmüştür ki aslında o sembolleri bizzat kendi üretir."

vuslat, çok, çok doğru demiş; çok iyi ifade etmişsiniz. tamamen katılıyorum size. casus'u okudunuz demek. ben yıllar önce okumuş,çok sevmiştim o kitabı. öyle ki, o odadaki gizli toplantı sahnelerini, dostoyevski'nin cinler'indeki toplantı sahnelerinden çok daha iyi bulmuştum (dostoyevski'yi çok severim, o ayrı). ve o kitapta unutamadığım çok sahne var, kesinlikle tekrar okumalıyım. sipariş ettiğiniz diğer kitap hangisi acaba? (bu konudaki merak duygumu zaptedemiyorum. otobüste biri kitap okurken, farkettirmeden hangi kitabı okuduğunu öğrenmek için öyle çok uğraşırım ki. keşke doğrudan sormak ayıp olmasa, yanlış anlaşılmasa).

vuslat, justin dolayısıyla biliyorsunuzdur, biz bir oyun oynuyoruz; conrad okurken fotoğraf çektirip benim sitede yayınlıyoruz. biraz çocukça, hadi diyelim, biraz kız işi bulabilirsiniz, ama eğlenceli de oluyor. bize katılırsanız, conrad okurken bir fotoğrafınızı çektirip, conrad ya da okuduğunuz kitabı hakkında bir kaç satır da yazmak isterseniz, ekleyip bana göndeririseniz, yayınlamaktan çok memnun olurum. belki orada, çok merak ettiğim conrad hakkındaki önyargılarınızdan da bahsedersiniz.
örneğin, elimizde casus okuyucusunun fotoğrafı yok hala;)

sevgiler.

justine dedi ki...

Adsız, bu gaza gelmem ben, Conrad okuyoruz orada aa!;p

(Öyle nasıl kitap okunursa, saçma bir pozisyon valla, komik;))

endiseliperi dedi ki...

adsız, justine'in bacakları için adres yanda, profil bölümünde. hayır, burda gıcıklık yapacak biri varsa o da benim; o açıdan. başkasının gıcıklık yapmasına tahammül edemiyorum. ama justine'nin bacaklarına laf söyletmem!:)

justine dedi ki...

Vuslat'ın fotosunu ben de görmek isterim. Oyun oyundur, çocukça ya da kız işi, oyunlarla yaşamak her zaman iyidir. Peri, başka fotoları da istiyorum bloğunda, hadi Conrad misyonerliğine devam, hem bu sayede Conrad okunuyor fena mı?;)

Birisinin okuduğu kitabı merak etmeye gelirsek, beterim ben o konuda, çok çok çok merak ederim;) Utanırım da tekrar tekrar bakmaya, okuyan da inatla kapağını ya da başka bir ipucunu göstermez. Sinir olurum. Sırf bu yüzden, uzun süredir toplu taşıma araçlarına binmeyi bıraktım Periciğim. Yoksa başka hiçbir nedeni yok;p Olympos'ta bu konuyla ilgili bir maceram var, bir ara anlatırım.

Sevgiler.

justine dedi ki...

Hah ha, iyiydi bu:)

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Sevgili peri;
Zorunlu ikametgahıma yollandığımda bir fotoğraf çekmeye çalışırım. Casus’u okurken. Elbette benim fotoğrafımdan da aynı estetiği beklemediğiniz sürece :) Ismarladığım kitap sevgili Justine’in önerdiği ve zaten burada da izlenimlerini paylaştığı “Narcissus'un Zencisi” adlı kitaptı. Conrad konusundaki yargılarıma gelince o çok daha başka bir yazının konusu olabilecek bir uzam. Ama kısaca mesela Casus’un ön sözü güzel bir referans olabilir bu uzama.
Sevgilerle…

Ps: Kitapların adını okumaya çalıştım ama başaramadım; biri dışında KÖRLEŞME. Sanırım o da diğer hepsine yeter… Güzel seçim

justine dedi ki...

Senden daha da güzellerini bekliyoruz Vuslat!;)

Kitaplığın o bölümünde, Ses ve Öfke, Alıklar Birliği, Çürümenin Kitabı, Dava, Solaris, Altın Defter, Binbir Gece Masalları serisi filan falan var. Oturduğum yerden görebildiklerim bu kadar. Ben böyle bir foto görsem hemen kitapların adına bakardım, anlıyorum seni;)

Şimdi bir türlü bitiremediğim postane işini (kafka'nın meselesine döndü) halletmeye gideceğim. Yok resmi tatil yok tembellik, yeter yahu!

Sevgiler çok.

Clea dedi ki...

yakında çevremizde "Conrad fotoları çekilir" şeklinde ibarelere rastlar mıyız acep:P justine bu fotoğraf çok daha kusursuz olabilirdi biliyorsun, ama kendini fotoğrafçına tamamıyla teslim etmen gerek! okuyanlar olarak Conrad'ı o kadar güzel anlattınız ki sanırım elimdekini bitirince okuyacağım kitap Conrad'ın olacak.

hamiş: Vuslat senin Conrad fotoğrafın kusursuz olabilir, aklında bulunsun:P

endiseliperi dedi ki...

vuslat, kabul etmenize nasıl sevindim, anlatamam.

ben de körleşme'yi farketmiştim justine'nin kitaplığında. bazen bir hanımı tarif ederken, teresa gibi, diyorum. kitabı okuyan için tam bir ifade oluyor bu, ama okumayan için açıklamak gerekiyor, o da yorucu bir iş.

conrad hakkında tüm önyargılarınızı yıkmanız için edward said'in, joseph conrad, otobiyografide kurmaca kitabını önermek isterim. said'in tez konusuymuş, conrad'ın arkadaşlarına yazdığı mektuplarından yola çıkarak onu ve kitaplarını analiz etmiş. çok mektup yazmış conrad ve eğer iyiniyetle yaklaşmazsanız hoş da bulmayabilirsiniz. mesela buralardan çok sevdiğimiz arkadaşımız passive apathetic, bu ağlak, onun zor yazmasının ve yazdığından hiç emin olamamasının ifadesi olan bu mektupları nedeniyle conrad'dan pek hoşlanmaz. ama ben conrad'ın ruhsal sorunlarına, kendisiyle didişmesine, hayatını başarısızlık olarak görmesine filan öyle aşinayım, öyle yakın buluyorum ki onu. çok şefkat duyuyorum ona ve sanki yaşıyor da, arkadaşımmış gibi ona güven vermek isterim, "harika yazıyorsun," demek isterim, onu rahatlatmak isterim, ki harika yazdığını da düşünürüm zaten.

narcissus'un zencisi'ne bayılacaksınız. benim en çok sevdiğim kitabıdır.

neyse, çok uzattım. sevgiler, saygılar.

justine dedi ki...

Narcissus'un Zencisi benim de en sevdiğim Conrad romanı, tabii Conrad'ın tek romanını okumuş olmam olayı biraz fars haline getiriyor ama, olsun;p
Conrad, sıkı bir yazar, işin özü bu. Okuduğum her yazarı beğenmem ve zor beğenirim aslında, Peri'nin torpili de yok, akıllarda olsun bu bilgi;)

Kendisiyle uğraşan, ve bunu bir övünç kaynağı gibi yapmayan insanları severim ben.

Saçlarım ıslak daha, şimdi yemek masasını hazırlayacağım. Salata yapılacak filan. Akşam 10'da da nöbet var. Vuslat senin sitene (son yazın) ve Peri sana yazacağım hastanede.
Görüşürüz oralarda.

endiseliperi dedi ki...

ah clea, ıspanaklı yumurta yaparken mutfakta senin şu, "conrad fotoğrafı çekilir," sözün geldi aklıma yine çok güldüm:) ama dedim, bunu clea'ya demedim. oysa bir insanı güldürmek altın kıymetinde. teşekkür ederim.

sevgiler çok.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Şu an yapmakta olduğum başka bir şey var onu bitirir bitirmez Conrad ile ilgili kendi uzamlarımı ortaya koyan bir deneme yazmak istiyorum. Böylece daha sağlıklı bir tartışma ve fikir alışverişinde bulunabiliriz.
Kaldı ki Said'in örneklediğin eserinin AYDAR tarafından yapılmış bir çevirisine (Şu an kitaplığımdan bin dört yüz kilometre kadar uzaktayım ama sanıyorum AYDAR'dı) sahibim ve tüm ön yargılarımın ve yer yer olumsuz düşünlerime zemin hazırlayan eserlerden biri de odur zaten. Belki de iyi niyetle yaklaşmamışımdır bilemem. Ama bir ara tekrar ve daha nesnel bir biçimde okumaya çalışacağımdan kuşku duyulmasın.
Ama söylediğim gibi en yakın zamanda bu konu ile ilgili genişçe yazarım tartışırız.
Sevgilerle...

Londoner dedi ki...

Kitaptan uzaklaşınca senden de uzaklaşıyorum Justine... Nasıl bir ilişki varsa kitapla aranda ben anlamadım...:)

İngiltere'nin son bilmem kaç yılın en kurak ayını geçirdiğimiz şu dönemde sayfanda bir bahar havası hissettim...Conrad Fotosu da ayrı bir renk katmış buna...

Epey bir YKY kitabın var senin de ha!! Bu YKY olmasaydı ne yapardım ben bilmiyorum.:)


Mutluluklar çok...

endiseliperi dedi ki...

vuslat,
üşenmedim. yatakta laptop'um, kitabım, bırakıp, kalktım. giderken 32 adımda salondaki kütüphaneye ulaşıp kitabı aldım. 23 adımda geri döndüm. eh insan ilk seferinde sarsak, şaşkın, korkak olabilir ama dönüş yolunda epey bir şeyler öğrenmiş olup, 32'i adımı 23 adıma indirebilir;) haklıymışsınız, AYDAR'mış çevirmeni. ama bakın ben, said diyorum, conrad diyorum; siz aydar diyorsunuz:p dikkat etmemişim çevirmenine.

keyfim yerinde, şakalaşıyorum. üslubunuz öğretmen olduğunuzu düşündürüyor. bugün otobüs beklerken bir yaşlıca hanım öğretmen olup olmadığımı sordu. okuduğum için öyle düşünmüş. ne tatlı. insanların, en çok okuyan, en meraklı, çocuklarını aydınlatacak bilgiye sahip meslek grubu olarak öğretmenleri düşünmesi ne naif, ne iyiniyetli bir düşünce. gözlerim doluyor bu masumiyete.

154 kez nefes alıp verdim bu yorumu yazarken ve 5 yudum da çay içtim.

hala şaka yapıyorum. bakmayın bana.

sevgiler.

justine, canım o ağır film önlüğü altında, bu sıcakta daha mı çok bunalıyorsun acaba? insanın en büyük trajedisi çalışmak, uykusuzluk şu bu değil de, senin aslında kim olduğunu asla anlayamayan insanlar için kendine onların beklentisine uygun bir biçim verme uğraşı sanırım. isteriz ki bizi çevreleyen şu gölgelerden biri bizi azıcık tahmin eder gibi baksın, yaptığımız espriye gerçekten anlamış gibi gülsün... canım, bu nöbetler seni niye bu kadar sıkıyor, niye alışamıyorsun diye düşündüm de, nedeni böyle bir şey galiba. o koca hastanede bir tek insan olsun seni kavrayan, hiç böyle sıkılarak gitmezsin sen oraya. seni bilirim, azıcık bir ışıltıyı abartır, derinleştirir, büyütürsün sen. iyi çalışmalar, justine. kolayından al. sarılıp, öpüyorum çok.

justine dedi ki...

Ben sana kızgınım Londoner, geçen gün aklıma geldin, ama dur bakalım dedim;p

Sesin bir kesiliyor, bir daha duyabilene aşk olsun!

Kitaba uzak allaha yakın ol filan mı derlerdi yahu?;p Hah ha, şaka yapıyorum, sevgiler sana da;)

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Birşeyleri öğrendiğim kadar da öğretmeye çabalıyorum. Bu beni öğretmen yapar mı bilmiyorum. Üslubumun öğretmene benzemesi ilginç aslında. Yine de hakkınız var bir yerde ben de öğretmen sayılırım. En az öğrenci olduğum kadar.
AYDAR olayına çok güldüm. Haklı gibisin: Konunun bu denli ortada olduğu somut durumlarda yan yollara sapmanın, ayrıntılara odaklanmanın bir gereği yok. En iyi ihtimalle lafazanlık tehlikesi içerme riski var.
Ben kendimi mahallenin delisi ya da politik aktivist artığı olarak tanımlıyorum. Hatta şimdi böyle bir yazı bile yazıyordum dinlenirken...
Sevgili Justine sana iyi nöbetler diliyorum...

justine dedi ki...

Bizim alt kat komşumuz, çok tatlı bir kız, ve evet öğretmen, "edebiyat sever misin, kitap okumayı" filan gibi elbette saçma bir soruya (ben sormuştum, itiraf ediyorum ama laf öyle gelişmişti), "bilmem ki, ya seviyor muyum acaba" demiş ve gülerek eşine bakıp, "valla hiç bilmiyoruz" demişti.

Okuyan bir insanın öğretmen olduğunu düşünmek naif ve iyi niyetli bir düşünce canım, haklısın.

Periciğim ben uzun yıllar boyunca hiç kurşun önlük takmadım. Bilmem, yanlış mı yaptım ama öyle oldu işte. Kurşun paravan arkasında çalıştım fakat yerinde filmlerde kendimi hiç korumadım (oralarda paravan filan yok). İnşallah ileride bir soruna yol açmaz bu. Şimdi servislere yerinde film çekmeye gittiğimde kurşun önlük ve boyunluk alıyorum. Çok ağır ama alıyorum yine de. Ne değişti bilmem, belki yaşlandım, yaşlılar sağlığına dikkat eder ya, pimpirikli olur;p Hamile kalmayı düşünmüyorum, o kesin tabii;) Neyse, yerindelerde kullanıyorum kurşunu, buradaki rutin grafilerde kullanmıyorum valla. Çok hasta geliyor, tak çıkar, tak çıkar uğraşamam ben, bana fenalık gelir.

Gelelim hastalara;) Güldüm yorumunu okurken, evet azıcık ışıltı yeter bana. On yedi yıl oldu çalışmaya başlayalı, belki soğuk, yorgun, çok mutsuz, bezgin vs. vs. olduğum durumlar olmuştur, çok olmuştur fakat asla hastalara kötü davranmadım ben. Hatta sabah nadir çalışıyordum eskiden, hep geceydi nöbetlerim, sabah çalıştığımda hastalar filmlerini benim çekmemi istiyorlardı;) Gecenin bir vakti, bir hasta sahibi dönüp şu saatte hastanede gülümseyen tek yüz sizinkisi, çok şaşırdım demişti;p Tamam, bazen somurtuyorum, ilgisiz oluyorum ama hep geçmiş olsun diyorum hastalara, onlara o basit lafı esirgemiyorum. Otomatik çıkıyor ağızdan, ama çıkıyor işte. Karşılığında da teşekkürler, sağolun lafını işitmek istiyorum. Kibarlık zahmet istemiyor, hasta ya da değil, fark etmez, bir cümle yormaz insanları. "Ama onlar hasta", lafını sevmiyorum, hepimiz hasta olduk, o lafı istiyorum ben.
Hah ha, çok isterik oldu bu da!;p

Londoner dedi ki...

Bana kızılır mı hiç Justine? :) Gönlünü almak için ne yapayım bilmem ki?

Bu burcun özellikleri yapışmış sırtıma çıkmıyor ki. :)) Şimdi şairini hatırlayamadığım "Tap burda, tap şurda" diye başlayan bir şiir vardı, durumumu anlatan...:))

Bahar vurdu beni yerimde duramıyorum, oradan oraya deli danalar gibi savruluyorum.

Ama gördüğün gibi seni de unutmuyorum.:))

justine dedi ki...

Yavaş yavaş yumuşamaya başlıyorum Londoner, ee geçmiş sohbetlerin hatrı var tabii;p
Benim yerime de gez, ben koşa koşa eve geliyorum hep, nedense?

Bir gezeceğim, tam gezeceğim ama, eminim!

Sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

tatlım, önce hemen şeyi diyeyim; üstüne hangi zımbırtılardan giymen gerekiyorsa, giy. tak çıkar, tak çıkar, mesele değil. bak ben senden daha yaşlı olduğum için demiyorum, o nedenle hasta olmak gıcık bir şey. benim sigaradan hasta olmama benzemez, eşeklik ediyorum ben, ama sen çalışıyorsun yahu.

:)insan yabani, ilişki beceriksizi olmaya görsün, normalleşme çabası içinde diğer insanlarla ilişki kurarken kendini olmadık pozisyonlara sokuyor.

aa dur atlamışım, niye hamile olmayı düşünmüyorsun? şimdi burda alenen sorulacak soru bu değil tabii ama sen demişsin. ne çok seviyorsun çocukları... hem ada'da çocuk yetiştirmek ne tatlı olur. düşün, yeşil mi, mavi mi olduğu anlaşılmayan renkte gözleri, kıvırcık siyah saçları olan bir kız çocuğu;)

öpüyorum çok.

Londoner dedi ki...

Daha yumuşamadın mı? Sana çikolata mı yollasam buralardan, İskoç viskisi mi bilmiyorum ki, affettirmek için kendimi...:))

Beni de buralar bozdu. Türkiye'deyken aynı senin gibi koşa koşa evime gidiyor, evim güzel evim şarkısını söylüyordum.:) Laf aramızda o şarkıyı hala söylerim...:)
Ama ne oldu anlamadım bir dünyayı keşfetme arzusu sardı ruhumu buralarda. Yıllardır söylenen "Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?" sorusu "tahteşşuur"uma mı işlemiş nedir. Bu kadar okuduk biraz da gezelim ne olacak mı dedim farkına varmadan bilemiyorum.

Halbuki şiir okurken aklıma bunu Justine beğenir yazayım ona gibi düşünceler bile geçiyor. Ama gördüğün gibi yazamıyorum. Olsun ama düşünmem yetmez mi?:))

Şaka maka özlemişim seniiiii....

justine dedi ki...

Periciğim, biraz önce ne oldu biliyor musun? Biraz önce dediysem, tomo gelmeden önce.

...Bir telefon arası....

Ne diyeceğimi unuttum. Canım da sıkıldı.
Neyse, ben sana hastalarla iletişimimden bahsettim ya, bir hastanın filmini çektim, ben cr'a filmi basmaya geçtim, kadın kızını giydiriyordu. Eylül Elif'di sanırım kızın adı, beş altı yaşlarında, tatlı bir şey. Kadın ısrarla kızına teşekkür etsene, diyor. Kız utanıyor sanırım, göremiyorum çünkü onları, sadece seslerini duyuyorum. Bak, abla seninle nasıl konuştu, filmini çekti, sen de teşekkür etmelisin diyor. Hastalarla çok konuşmam fakat, kadına kısa cümlelerle sana söylediğim durumu anlattım. Arkadaşımla biz de bu teşekkür meselesinden konuşuyorduk dedim. Çok fazla, kibar, hoş insan gelmez buraya, hep sinirli ve dertlidirler, ama biz o kadınla iyi anlaştık. Çok mutlu oldu, hem kocası ve küçük kızı da;) Filmi de biraz çabuk verdim sanırım, bir teşekkür nelere kadirmiş dedi, gülerek kadın;p
Bir hasta daha geldi, gittim ben.

justine dedi ki...

Londoner "e" şıkkı, hepsini diyorum;p
Şaka tabii, sesinin gelmesi yeter buraya, ben öyle mutlu olurum. Düşünmen elbette yeter, ben de seni özlemişim;)
Çok çok sevgiler sana.

justine dedi ki...

Vuslat, iyi nöbet dileklerin için sağol, arada kaynamış yorumun, çok özür dilerim. Nöbet de -neredeyse- bitti zaten;p

Polişka, esprin gerçekten çok sıkıydı, Peri'ye onun uzun halini de anlatsana;)

Böyleyken böyle. Şu prm. yb. filmini çekip geleyim ben, sonra da yavaş yavaş nöbeti bitiririm.

endiseliperi dedi ki...

bizim marketin biraz ilerisinde bir market açıldı. ben de ara sıra ordan alışveriş yapıyorum hem fıstık ezmesi var mesela hem aynı omo daha düşük fiyata vs. ama eski marketten hala o kadar alışveriş yapıyorum ki, kızmazlar sandım. diğer marketin poşetleriyle önlerinden geçerken başını çevirdi, selam vermedi. ne kadar can sıkıcı. saatlerce düşündüm durdum, neyse sonunda çıkıp, bizim markete gittim. "başka marketlerden de alışveriş yapıyorum, sizin için sakıncası var mı? dedim hafif öfkeli ve kırgın. "aa, yoo," dedi. öyleyse niye selam vermediniz, başınızı çevirdiniz?" dedim...
şimdi bu durum ya düşünecek hiç derdi olmayan, kapı komşusuyla kahve içerken laf üretmesi gereken bir hanımın meşgul olacağı bir olay bir de benim gibi ruh hastalarının. yani ne takıyorsun kafana, ne düşünüyorsun iki saat. işte böyle, bir teşekkürle gözlerimiz dolar, bir özürle tüm kabahatleri unutur, bakkal başını çevirdi diye dertlere boğuluruz. çok yorucu bu. hiç rasyonel değiliz. sen, "izmir rahat bir şehir ama," diyen birisin gerçi:)

bak uykusuzluktan ve şu yorumlarının sayısını 30'a çıkarma hevesimden neler saçmalıyorum.

öpüyorum çok.

justine dedi ki...

Otuz oldu canım, sayende geçti bile, hadi çabuk yat, hadi;))
Ben yerindeye gidiyorum şimdi.
Sonra sen sağ ben selamet;)

Clea dedi ki...

peri güldürdüm seni demek, şimdi de ben mutlu oldum bak:)

vuslat, justine üzerinde deneyemediklerimi senin üzerinde denememden korkuyorsun belki de. haklı olabilirsin, ben de kendimden ürktüm bir an:)

justine, bu kadar çalışmak yeter, ee hadi gel artık!:p

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Clea, evet, insanı ürkütüyor. Altı ay kadar önce oyuncularımı çalıştırırken Ö. Adlı bir bayan oyuncumdan deli gibi çığlık atmasını hoplaya zıplaya sahneyi turlamasını istemiştim. Gözleri fal taşı gibi açıldı, “Aman hocam ne diyorsun! Ben çevremde ağırbaşlı biri olarak bilinirim. Olmadık işlere sokmayın beni” diye yalvarmaya başladı. Ben ne yaptım dersin. Elbette işimin gereğini, ona tüm o hareketleri hem de olmadık biçimler vererek defalarca ve defalarca yaptırdım. Yetmedi dışarıdan insan alarak ki hiç birini tanımıyordum birde onların karşısında tekrarlattım. Hayır acımasız biri olduğumdan ya da bundan zevk aldığımdan değil. O an için yaptığım işin gereği bu olduğundan, elbette işimin bir parçası olarak onun ve onun işinin bir parçası olarak yine kendinin üstlenmesi gereken rolün bu olması gerçekliğinden.
Ama inan o gün orada onun adına ben bir ders çıkardım. Olmadık hallere girmek istemiyorsan rolünün sınırlarını iyi çizeceksin. Şimdi seni objektifin ardına, kendimi ise önüne geçirdiğimde Ö.nün başına gelenlerin bir benzerini yaşamayacağımın bir garantisi yok. Eh yaratıcılık kalıpları aşar. Bloğunda gördüğüm kadarı ile o yaratıcılık sende de var. Teşekkür ederim ben kalıpları ile oldukça mutlu mesut yaşayan bir adamım. :)
Ps: Kendilerine çizdikleri sınırları aşamayan insanlar ne kadar da zavallı geliyor değil mi?

justine dedi ki...

Vuslat,
Clea ile sohbetinin arasına girmeyeceğim, hemen bir şey söyleyip aradan çekileceğim. Bu gece rüyamda hep senin bloğuna yorum yazıyordum! Valla gülme sakın. Şimdi, dün aklımda sana yazmak vardı ya, senin bloğundaki taksici yazısına çok gülmüştüm, ona yorum yapacaktım. Nöbetti, şuydu, buydu, kaynadı gitti. Sanırım aklıma takıldı bu iş. Bir de sana söz vermiştim sanki, yazacağım demiştim. Neyse, böyle işte, çok komikti, devamlı devamlı yorum yazıyorum, tüm yazılara. Hah ha, ne salak bir rüyaydı ya.

Çok sevgiler sana.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Bu da rüyalar konusunda ki sohbetimize bizi geri götürüyor: Yalnızca bilinç altı... Günlük hayatımızda bilincimizin konusuna giren hemen her konunun alt düzeyde çalışmasının bir ürünü...
Materyalist olmanın büyüyü, esrarı, yok etmesi ne acı değil mi? Aşktan, nefrete, tutkudan, perili evlere, rüyadan, cinlere kadar hayatımıza azıcık heyecan katıverecek bir mistisizm olsa hemen elimizin tersiyle itiyoruz.
Gerçi bazen böylesi daha iyi oluyor ama yine de üzücü...