Çarşamba, Mayıs 18, 2011

Tarko'nun eli ve Diego'nun sevecenliği

(Lily ve ben üç sene önce, eski evde)


Bankaya gitmek gözümde büyüyor, keza postaneye de. Nitekim, böyle giderse ikisi de yalan olacak;p Bir kalksam şu koltuktan, bir kalksam, neler neler yapacağım ama...

Tarkovski günlüğünde, "insan bunca zamandır var olmasına rağmen hâlâ daha en önemli şey olan varlığın anlamı konusunda emin değildir; şaşırtıcı olan budur işte.", demiş. Aferin, iyi demiş. Yok yok, böyle demeyecektim, olur mu hiç öyle şey, dinlediğim müzikler şaşırtıyor beni valla. Bakın şimdi; "onun burnu kaf dağında/söz söylenmez yanında/kendini beğenmişin biri o/git ona git benden selam söyle", işte böyle bir şey çalarken nasıl yazı yazabilir insan? Nilüfer'in sesi güzel de kafa karıştırıyor tabii;) Ne diyordum ben, hah tamam Tarko çok dindar biri, bir yazısında tanrının kendisine yaklaştığını, elini başının üstünde hissettiğini, ve onun değerli kölesi olmak istediğini söylüyor. O yazısını okuduğumda biraz korkmuştum, tanrının eli tabii, şaka değil. Ben Ayna'yı çok seviyorum, orada çocukluğuna dönüyor. Diğer filmlerinde tanrının eli biraz fazla işin içinde. Ben Tarkovski'nin elini görmek istiyorum. Bir de, Nostalghia filmi çok güzel, muhteşem de o deli biraz fazla gelmiş filme, fazla didaktik.

Bunlar nereden mi aklıma geldi, bugün rüzgâr çanlarını astık balkona ve mutfağa. Çıkan sesler beni ilk önce kiliseye sonra da doğrudan Tarko'nun ellerine bıraktı. Budur durum yani, hadi dağılalım arkadaşlar;p

A, şunu da yazayım, size de bir faydam olur belki, gülersiniz. Öğlen çay keyfi yaparken ekşi'de mhp'nin Diyarbakır'da yapacağı miting hakkında yazılanları okuyordum. Şöyle bir cümleye bakınız verilmiş; diego dur allahını seversen zaten ortalık karışık. Daha olayı bilmeden çok gülmüştüm, şimdi biliyorum daha çok güldüm. Hey allahım ya, neler neler oluyor şu dünyada? Oradan bakmaya üşenirseniz buraya da tıklayabilirsiniz.

Öpüldünüz.

p.s.: Bir şarkı koyacaktım ama, sırf sizin de kafanız karışsın diye, ikinci şarkı yine Nilüfer'den gelsin. Ne yapalım, ben Diego kadar tatlı değilim, buyrun;

11 yorum:

yagmur dedi ki...

Harika bir fotograf! siyah beyazin yuklendigi anlam, devasa!

endiseliperi dedi ki...

:):):)
çok güldüm, justine. hala da gülüyorum. diego'ya tabii:)

sen tarko deyince, kim bu tarko dedim önce ve ne tuhaf aklıma tarkan'ın kurdu geldi. ordan sen ayna'ya filan geçtin, ama ben 'atıl kurt' şeysiyle gülüyordum:)

neo demişti de feng shui bahsinde ben de alayım demiştim rüzgar çanını. unuttum gitti. bi tane alıp şu mutfak kapısına asayım artık. metal mi aldın, ahşap mı?hangi ses iyi olur acaba... şimdi sesleri düşünüyorum yazıya ara verip, bilemedim. ahşap sanırım. diğeri ince bir ses sanki. bir de neo kristal demişti ya, hani kapıdan girer girmez görülecek şekilde, kristal nesne ne acaba? buraya uğrarsa bir cevap verir belki.

hah, sana soracaktım geçen ay, gene postaneye gidiyordun (arçil'le yine yerine gene denmesine gıcık olduğumuzu konuşmuştuk ama o sohbetten sonra ben 'gene' demeye başladım:)n'apıyorsun postanede? ben de bisikletime atlayıp, postaneye gittim, şeklinde cümle kurmak istiyorum.

öpüyorum çok. sevgiler.

justine dedi ki...

Canım Yağmur, senin bakışın güzelleştiriyor belki her şeyi, ne dersin?;p
Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Periciğim, Diego müthiş bir şey, bir şey yani, ne bileyim insan desen değil, böyle tatlı, sevimli, şepşeker bir şey, her eve lazım;p

E, hayatım ben yazının başında Tarkovski demiştim sırf senin gibi kısaltmalara uyuz olan, gerçek aristokratlar için, yine mi şaşırdın?;p

Feng shui felsefesinden hiç anlamam ama rüzgâr çanına bayılırım ben. Yazılarımda da bahsetmişimdir, çok çok severim sesini. Bazen korkarım, rahatsız olurum ama vazgeçmem, asarım her yere. (çok korku filmi izliyorum ya, klasik korku öğesi;)) Bendekiler yeni değil canım, diğer evden taşınınca asamamıştık, kalmışlardı bir kenarda. Metal var, balıklı var ahşap gibi, tam anlamadım nedir olayı;) Bir de bugün ne oldu biliyor musun, annem bunları asıyordu Poliş de yanında, bizim ahşap rüzgâr çanımız yok muydu dedim. Yo, bunlar var işte dediler. Olur mu hiç, ben ahşap sesini duyuyordum, böyle usul usul tak tak filan diye seslendirmeye bile çalıştım, yokmuş nitekim, uydurmuşum;))
Sen metal de al, ahşap da, ikisinin de sesi çok hoş. İstemezsen kaldırır koyarsın bir köşeye.

Postane işine gelince; C.'ye telgraf çekiyorum desem, yemezsin tabii;p Anneme kira yatıyor canım, ben alıyorum onu. Adaya tayin ister ve orada yaşamaya başlarsam, yanıma gelirsin kalmaya ve bisiklete binip postaneye gideriz, ne dersin?;)

Sarıldım çok.

p.s.: "Gene", bence de gıcık, "yine" daha halim, selim, tıpkı Diego gibi;p

endiseliperi dedi ki...

biliyorum o balıklı rüzgar çanını. dört tane metal borunun ortasından sarkar. eski evde vardı.:)o balıklardan bir de buzdolabı mıknatısı vardı.

sabah uyandım yatakta kitap okudum. ishmael nefis balık çorbası yedi. ama acıkmadım. kahvemi alıp geldim, bir de şu çikolatalı zımbırtılardan. arçil uyanıp, yanıma sokuldu, birlikte pencereden baktık. işçiler ev yapıyor, göz hizamıza kadar çıkardılar evi. arçil, ne şanslısın yatakların hep pencereye dönük oluyor, dedi. sahrayıcedid'teki evde arçil küçüktü, birlikte yatardık genellikle, sabah zorunluymuşuz gibi ilk kim uyanırsa diğerini uyandırır, güneşin doğuşunu seyrederdik gözümüzden uyku aka aka:) neyse. kahvaltıda omlet siparişi var. kalkayım, hazırlayayım hemen.

öpüyorum çok. sevgiler.

not: yine bir tuhaflık var blogger'da. başka isim çıkarsa yayınlama justine'ciğim.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

"Bankaya gitmek gözümde büyüyor, keza postaneye de. Nitekim, böyle giderse ikisi de yalan olacak;p Bir kalksam şu koltuktan, bir kalksam, neler neler yapacağım ama..."

Şu cümleyi okur okumaz beni bir kahkaha sardı.Hem de öyle böyle değil. Resepsiyondan bile duyduklarından eminim. Hani burjuvaya özgü o yapmacık çift sesli nezaketleri olmasa (aslında ben çok severim bu nezaket hallerini) yan odanın duvarlarını bile yumruklayabilirlerdi. Neyse uzatmayayım. Ya sinirlerim çok gevşemiş ya da bana cidden komik geldi bilmiyorum. Benim hayatımda en öfkeyle, daralarak okuduğum kitap "Oblomov"dur. O karaktere duyduğum sempati ile öfke yan yana gitmiştir. Zaten o yüzden beni çok zorlamıştır o kitap. (Yine uzattım) Velhasılı, senin şu alıntıladığım cümlem tam da Gonçarov'un Oblomov'unun söyleyeceği bir cümle. Ve yanılmıyorsam benzer bir cümleyi defalarca Gonçarov Oblomov için kurmuştu. "Ah şu koltuktan bir kalkabilse" :)
Sevgilerle...
Ps: Hala gülüyorum :)

justine dedi ki...

Peri, canım biliyor musun Polişka da ahşap çan sesi hatırlıyormuş. Hey allahım, iyice iyi saatte olsunlara karıştık, gölgesizler olduk valla!;p

Canım Moby-Dick okumak istedi! Laf aramızda daha bitmedi Kara Kitap;)

Bugün çok işim var, kalkıp Poliş'e yardım etmeliyim, kahvaltı için.

Arçil'e ve sana çok sarıldım.

justine dedi ki...

:))
Vuslat, vallahi çok haklısın, tam anlamıyla bir Oblomov cümlesi o. Bilirsin belki, blogta da yazmıştım, Oblomov'u çok severim ben. Diğer karakterler arasında ayırdığım, koruyup kolladığım biridir canım Oblomov. Ve aynı senin gibi hem kızarak hem de gülerek okumuştum o kitabı. Zahar'la atışmaları, bir mektup yazmak için bile, bin dereden su getirmesi, Olga'yı hiç yoktan kaybetmesi... Of, ne çok anlıyorum ben onu. Kızmam bile boşuna, olmayınca olmaz işte, biliyorum ben de.

Gonçarov sağlam bir yazar, onun cümlelerinden birini kurmuşum ne güzel, kendime bir pay çıkarabilirim bu işten;p

Sevgiler çok.

neo dedi ki...

diego süpermiş :)

bu ara bir tembellik, bir üşengeçlik geldi yine üzerime. kedilere talip çıkmadı, ona da canım sıkılıyor, yeni bi şey yazmak gelmiyor içimden bloga. yeni adreste de eksikler var hala... öff kendimden sıkıldım inanın.

rüzgar çanını ben de seviyorum, boyacıköy'deki evin balkonunda vardı, metal, balıklı, ucunda da kristal benzeri bi topu olanlardan... zamanla çok eskidi, ipleri çürüdü, burdaki evde mutfak camında minik yıldızlı bi tane var, bi de ahşap almalı, tok sesler çıkarsın...

periciğim feng shui çalışmalarına hızlı başladım ama bu ara bi durakladı. yatak odasındaki yuvarlak aynaları çıkarıp, salona yemek masasını görecek şekilde astım ki evin bereketi artsın :) işe yaradı sanki (gelsin paralar:) giysi, kitap, oyuncak, aksesuar fazlalık ne varsa ya birilerine verildi, çok eskiyenler atıldı. bi ferahlık oldu evde. geçen yolum teşvikiye'ye düştü, orada sırf feng shui objeleri satan bi yer gördüm ama vaktim yoktu bakamadım, internette kristal top diye arattım, astığın yere göre işlevi değişiyor sanki. yalnız işi iyice ticarete dökmüş görünüyor o siteler, eminönünde buluruz daha hesaplı olanını. şöyle bi şey: http://vastuinformation.com/2010/08/feng-shui-crystals-enhance-the-beauty-and-charm-in-your-life/

moby dick'e ben de başladıydım kışın ama araya başka kitaplar girdi, yazın kesin okuycam :)

sevgiler, kucaklıyorum ikinizi de.

justine dedi ki...

Neo canım, benim de üzerimde o hâller vardı, iyi bilirim. Vardı, ne yahu hep var, sinir oluyorum bazen kendime, hatta bazen ne yahu, her zaman!?;)

Gidip gelip bakıyorum bloğuna, güncellemelerde görüneceği hâlde yeni yazın, ben yine de bir uğruyorum. Bugün seslenecektim, neden yazmıyorsun diye, demek o hâllerdenmiş.
Of, ne çok hâl dedim!

Dışarıdan geldim şimdi, unutmuşum bugünün anlam ve önemini, dün yapamadığım işleri yapacaktım. Ama her yer kapı, duvar. Resmi tatil olmuş Justine uyuyor!;p

Kristallere baktım, yarar mı acaba gerçekten işe? Hah ha, Feng Shui felsefesine bu açıdan bakan, böyle pragmatik ve uyuz düşünen biri daha var mıdır acaba? Amaaaan yemişim Feng'i de Shui'yi de. Sinir oluyorum hepsine, zaten işler de kaldı 19 mayıs dalgasına.

Moby-Dick'i harcamam ama, ona bir şey olmasın, yazık balık işte, büyük filan fark etmez;p

Bir bira açtım şimdi.

Kutsal ve resmi günleri unutmam lazım:)

Çok sarıldım.

justine dedi ki...

A, kedileri unutmuşum. Ayhan'a (İstanbul'daki arkadaşım) bir söylesem ama bakamaz herhalde, çok fazla yurtdışına çıkıyor ve İrma'yı bırakacak birini zor buluyor. İrma onun güzeller güzeli kedisi, çok tatlı çok. Badem ve Tina gibi tabii;p
Bir arayayım bakalım. Belki o birini bulur.