Pazar, Mart 06, 2011

Justine; bu gece kendisiyle





"Ben yıllar önce hastayım, çocuk sayılırım daha
Silüetler bekledim yatağımda, cüppeli eşlikçiler
andız gölgeleri
Çökersem kurtulurum, gizlice bir beyaz at
sedef kakmalı eyer
Omuzlarıma kuşlar konar kalkar, kuşlar da kurtulacaklar
Sonra bir marsıvanın üstünde uzadı boyum
-Demek sizi gönderdiler kendileri gelmediler."
h. Arkan/fit


Bunu çok dinlerdim eskiden. Taşrada değil, İstanbul'da. O şehirde, gündüzleri mevlevihane gezer, geceleri bunları dinlerdim. Gazeller, Dede Efendi (İsmâil), ney taksimleri ve şimdi dinlemediğim bir sürü şey. Viyolonselde Mesut Cemil Efendi vardı. Bu gece onların arasına daldım, ne güzeller. Başka bir dönemi yaşamış, o döneme uygun düşünmüşler. Öyle söylemişler üstelik şarkıları, ilahileri, neyi söyledilerse artık.  A, bir de ney üfleyenler var! Kaç saattir aklıma ilgili ilgisiz bir sürü şey geliyor. Çok sessiz oda, arada "beni kör kuyularda", çalıyor, arada "bir sebeple gücenmişsin sen bana" , arada "bir gönlüme bir hâl-i perişanıma baktım", filan falan işte.  Yani, bir sıkıcıyım, bir sıkıcıyım ki sormayın:) Ben kendime dayanamazdım "kendimin yanında" olsaydım. Ne diyordum, tuhaf tuhaf şeyler düşünüyorum. Dağlarca'yı çok sevdiğimi düşünüyorum mesela, fazla tanımadan ayrıca. En güzel şiir ismi, onun şiirine koyduğu gibi geliyor bana. Şiir ismi, komik bu!:) Gogh'un kardeşi Theo ile mektuplaşmalarının ne kadar hüzünlü olduğunu düşünüyorum sonra. Kitabı rafından indiriyor, fakat açıp okumuyorum. Rüzgâr sevdiğimi, rüzgâr çanına bayıldığımı, evin her tarafına asıp bir de sesinden korktuğumu düşünüyorum. Budalalık bu! Çın çın çın, korkuyorsan asma. Klazomenai kazısına gitmiştim çok önceleri, beşte kalkardık, kargalar uyanmadan yani. Neden o saatte kalktığımızı düşündüm bu gece. Anlamsız geldi, yat uyu değil mi? Kocaman bir tarlanın ortasında açmamız vardı, sabah gün ağarmadan orada olurduk, etraftaki evlerin sıkı sıkıya kapalı perdelerine aç kediler gibi bakardık. Uydu mu bu benzetme bilemem, bu saatte ne kadar uyarsa artık, boş verin. İşte, o odaların içinde uyuyan olmak isterdik. Odaların içinde uyuyanlar, kazı, tarih, şu bu hiç takmadan uyurlar, yedi uyuyanlar gibi uyumak sonra. Oh mis!

Düşündüm kısaca.

13 yorum:

Cihan dedi ki...

Bloğunu takip ettiğimden beri, sanki yakın arkadaşların birbirlerinden öğrenip sevdikleri filmleri, şarkıları dinliyor gibiyim. Amam bunlar benim şarkılarım, benim filmlerim, benim kitaplarım , neden senden duyuyorum :)

Şiir yazılırken, Ü.Yaşar Oğuzcan, Yusuf'un öyküsünü düşünmüş. Onun kuyudaki yalnızlığını, çaresizliğini... Benim en sevdiğim bölümün :

"Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı..." Bunu , iki yönden de okuyabiliriz. Bir şeyin yıkılması, mahvolması...Ne mutlu yerine bir şeyler koyabilenlere, koymaya çabalayanlara...

Güzel yazın için teşekkür ederim. İzmir'e taşra muamelesini bir ara tartışırız :)

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın...!
Bu şarkıyı dinlemeyeli yıllar olmuş. Unutmuş gitmişim. Sabahın bu saatinde dolaptaki rakıya uzandı elim.
Bu güzel hatıra için teşekkürler...

erhan b. dedi ki...

sarı şehir bu gün karanlık.

şarkı da pek hüzünlü.

bi ara ankara'da boğucu bi yurtta kalıyordum ben. arada kendimi dışarı atar apartman pencerelerinden sızan sarı ışıkları kendime acıyarak seyrederdim. işte o esnada tek eksiğim bu şarkı imiş de haberim yokmuş:)

ck dedi ki...

Yok yok biz seninle zihinsel bir sürecin ayrı şehirlerde aynı işlemeye yakın parçalarıyız. Ben de kaç gündür Münir N.S. değil ama oğlundan dinlemekten keyif alıyorum bu parçayı...
Ve bu arada hiç de sıkıcı değilsin. Ne denli düşünsel yollar aşmışsın... Keşkeleri sevmem ama keşke insanlar gerçek yolun kilometrelerden değil beyin hücrelerinden oluştuğunu öğrenebilseydi. Hoş bunu öğrenmek için de yine birkaç milyon nörona ihtiyaçları olacaktı öyle değil mi:)

endiseliperi dedi ki...

demek herkesin, kör kuyularda kimsesiz bırakılmışlığı var. ben de dinlerdim bu şarkıyı çok. ankara da dönem dönem bazı şarkılar birbirini hiç tanımayan insanlar arasında salgın gibi yayılırdı. o zamanlar internet filan da yoktu, nasıl yayılırdı, bilmem. şimdi dinlemiyorum bu ve birkaç şarkıyı, hiç. eskiden çünkü imgesini sarınmak hoştu, sonra gerçeği içinde bir kuyu kazmıştır da acısı dayanılmaz olmuştur, ondan belki.

erhan bey, ankara'da berbat bir yurtta kalırken, o sarı pencerelere benim de bakmışlığım çoktur kendime acıyarak. mutluluk o sarı kareler demekmiş gibi. sonra ben ev bark sahibi olunca o sarı karelere öykündüm. kendime sokaktan baktım, mutfaklarda patlıcan kızarttım.

dün geldim de, çok geçti saat,justine. işte şimdi de böyle. gri ve soğuk bir sıvıya battı bugün istanbul. ocağımızda çay kaynıyor, abajurumuz dışardan bakana sarı bir neşe vaadediyor çok şükür.

öpüyorum çok. sevgiler.

justine dedi ki...

Şimdi nöbetteyim kesik kesik yazmayayım. Ama hepinize diyecek iki çift lafım var, aklınızda olsun:p
Sevgiler.

justine dedi ki...

Cihan,
elbette öyle hissedeceksin, çünkü arkadaşız ve burada yakınlaşmaya çalışıyoruz, hatta bazen çok yakın oluyoruz:) Eee, haliyle böyle yakın arkadaşlar aynı şeyleri sahiplenebilirler, ne dersin?

O güzel sözler yazılırken Yusuf'un çaresizliğinin düşünüldüğünü bilmiyordum. Çok şaşırdım ve hoşuma gitti bu ayrıntı. Ben hikâyeleri ve ardında saklananları severim. Yusuf'un öyküsünü özellikle severim, çok sağol bu bilgi için.
Dediğin gibi, "öylesine yıktın ki bütün inançlarımı..." cümlesi iki okumalı. Aynı şeyi düşünüyoruz, fakat iki okuma da can acıtıcı.

Ve esas meseleye gelelim; Cihan, ben taşra diye üç yıl yaşadığım Gerede'yi işaret etmiştim. Hani hep bahsediyorum ya yazılarımda, "eskiden" dediğim için, yanlış anlaşılmasın istemiştim. Yalnız...İzmir de taşra, değişmez yani:)

Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Vuslat, sabah sabah rakı mı! Sakın:) Şaka bir yana rakı içmeyeli tam tamına on dört yıl olmuş! Çok ağır geliyor bana, anason kokusu filan, of içmem uzun bir süre daha.
Sevgiler.

justine dedi ki...

Erhan Bey,
ilk önce seslenme konusunu bir konuşalım. Ben, Erhan demek isterim ama siz diğer türlüsünü isterseniz hiç sorun olmaz. Böyle devam ederiz o zaman:)

Şimdi,
benim sarım ve tabii -haliyle- sarı kent hep hüzünlüdür aslında. Sarı imgesi pusludur bende. Gözlerimin önünden gitmeyen sarı; yakıcı, soğuk, kirli, sakin, temiz, meraklı, umut eden, mutsuz, gülen, ağlayan vs. vs. böyle saçma sapan bir renktir kısaca. Hatta belki o esnada yatak nevresimlerini değiştiriyordur! Neyse, ben öyle değilim elbette, bu sadece bendeki 'sarı'yı anlatışım. Sizin, "buradan" bahsettiğinizi biliyorum, fırsat bu fırsat söyleyeyim dedim, sarı kent'in benim için anlamını:) Yani ne Durrell'in İskenderiye sarısı ne de Gerede'nin puslu hâli. Hatta yıllarca denizine girdiğim Kaş bile değil. Oh be, iyi ki bir laf attınız ne çok söyleyecek şeyim varmış böyle!

Gelelim sizin asıl bahsettiğiniz şeye, bu günlerde gerçekten canım çok sıkkın. Mutsuzum ve bunun nedenleri var. Soyut filan değil işin doğrusu. Ve bu, iyi mi kötü mü bilmiyorum.

Hoş geldiniz ayrıca, sizin orada pek konuşamıyoruz, belki burada sohbet ederiz, umarım.

Sevgiler.

justine dedi ki...

Cüneytciğim,
(var ya, şu yaşa kadar beni bırakmayan en sadık sorunum bu oldu; özel isimlere gelen iyelik ekleri kesme işareti ile ayrılır mı?:p Nedir yani, her yazışımda bir iki saniye kalakalıyorum. Sorun filan değil, önemseme denmesin sakın, sorun bu!:))

Evet Cüneyt'ciğim (hah ha, iki versiyonu da kullanırım böyle), sıkıcı değilsin demişsin ama, bilemem yine de. Hani, uzaktan davulun sesi...

Timur Selçuk bence biraz sert söylüyor, yine de hoş. Şarkı çok güzel zaten, gerisi hikâye.

(Başım çok ağrıyor Cüneyt, bir majezik aldım yine de işe yaramadı, ondan böyle saçmalıyorum, kusura bakma sakın.)

Sevgiler çok.

justine dedi ki...

Canım Peri,
patlıcanlar kızarıyor, çaylar demleniyor sarı ışıklar huzurla ışıldıyor, hep böyle olur değil mi? Ah, ne çok baktım ben o ışıklara. Hayal filan kurmadan, kendimi kanatarak, yalanı oynayarak üstelik.
Geçti bitti, başka kör kuyular başka acılar, başka dertler var şimdi. Yine de şükür, haklısın, "mutluluk nedir" kim bilmiş hem?

Geç saatlerde eğer net önündeysem ben kesin uğruyorum sana. Yazmasam bile bir şeyler, yanındayım.
Böyle.

Sevgiler.

Cihan dedi ki...

Münir Nurettin ve Timur Selçuk kıyaslanmamalı bence. Timur Selçuk, müzik bilgisi özellikle Batı Müziği bilgisi yüksek, saygıdeğer bir müzik adamıdır ama Münir Nurettin, yorumuyla bu türün son ekolüdür. Bu tartışma uzun, tabi Zeki Müren'i ekleyenler ve Münir Nurettin'in devamı sayanlar vardır. Uzatmayayım,Münir Nurettin yorumda o denli ilerlemiştir ki Yahya Kemal, Ümit Yaşar Oğuzcan hiç adetleri olmadığı halde onun okuması için şarkı formuna uygun şiirler yazmışlardır. Bunu bir tercih eleştirisi olarak değil, salt bir bilgi paylaşımı için açtım.
Herkese iyi geceler, "uzunhikaye"ye bekleriz :)

Justine, Panahi ve filmleri üzerine bir yazı ekledim, okumanı isterim arkadaş:)

justine dedi ki...

Tabii okurum, zevkle:) Bu gece başım ağrıyor yalnız (bahaneye bak!), güzel bir kafayla okumak istiyorum. Huzurlu. Şimdi olmazsa yarın kesin.
Sevgiler Cihan.