Perşembe, Mart 24, 2011

kırk tilki!

(silik görüntüler. headerla aynı zamanda çekilmiş bir foto bu, geçen bahar. çok beğenerek aldığım yüzüğün taşı düştü, saat ilk gün soyuldu. eşya silinip, eskiyor. insan da. fotoğraf baki.)


"neden
tepeli pelikanın gagasının altındaki torbadan
darbuka yaparlar?

neden
bir insan "buralarda üzülüyorum, ağlıyorum
orada biraz daha az" der?

neden
durgun bir kalp
ot gibi çabuk biçilir?

neden
mezarlıkta esen rüzgârlar
daha soğuktur?

 neden
havaya bakıyorum
hayvanlara bakıp unutmaya çalışıyorum?

neden
insanlar gerçek bir duygusallığı
hemen anlar?

neden
bazı insanların hüznü
kendilerinden önde gider?

                                          çünkü
                                                                                               değirmen bir rüzgâr gemisidir."

s. Berfe/değirmen, bir rüzgâr gemisidir

Öyle bir heyecandı ki, ne soğuğu ne de karanlığı umursamıştım, çok iyi hatırlıyorum. Hatırlıyorum. Onlar orada içerken, biz -yok ben-, söylentilerin gölgesinde yalnızdım. Arabanın karanlığını, içimdeki şüpheyi, o şarkının, "o şekil" değiştirilmemesi gerektiğini. Sorduğu soruyu, gülüşünü; "sen nasıl biliyorsun bunu, burada üstelik?", deyişini. İyi hatırlıyorum.
Sokakta endişeli bir yürüyüş. Yaz geliyor, sıcaklar başlayacak sıkıntısı. Bir odadan diğerine taşınma. Çatı katları delirtir insanı. Hatırlıyorum. Keşke o zamanlar okusaydım Kaçkınlar'ı. Yaşarken anlardım.
Ben bazen ağlarken -sadece ağlarken-, öyle acıyorum ki kendime. Hatırlıyorum. Onu giyerken, onu giyerken, onu giyerken, ağlamamanın gizli kalmış ağlamasını hatırlıyorum. Birden katıla katıla ağlamamı, yine ben sakinleştiriyorum. Avucunun içinde sıkıp duruyorsun acını, yaranı. Bakın, şimdi.

Kalp de, gülüş de, zaman da eskir.

Delinin duyduğu tik tak'ı biliyorum.

5 yorum:

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Her şeyi bir kenara bırak
"Delinin duyduğu tik tak'ı biliyorum"
ve perde...

çok güzel bir cümle; hem de çok...

endiseliperi dedi ki...

eskiden, üniversite zamanlarımda çok sever, yazardım da bu acı romantizmini. ne yalan söyleyeyim, şimdi pek hoşlanmıyorum bu yutkunmalı yazı tarzından, justine. insan kederleniyor, acı çekiyor ve bunu ifade ederken bir şıklık peşine de düşüyor, diğerlerinde olduğu gibi. acı edebiyatında doz çok hassas. ben yazının içine sinmiş melankoliyi, derinden sızan acıyı anlamayı seviyorum da, doğrudan ve biraz da şairane olunca sevmiyorum.

nasılsın? iyi değil misin?

öpüyorum. sevgiler.

justine dedi ki...

Vuslat,
Kaçkınlar'ın başından bir alıntıdır o. Daha doğrusu, oradan aklıma geldi.
"delinin duyduğu tik-tak bir başka tik-tak'tır"
h. Michaux

Baya oldu o kitabı okuyalı, çok yazmak istiyorum Kaçkınlar hakkında. Bakalım.

Sevgiler.

justine dedi ki...

Peri,
keşke romantik olsaydım bu konuda. Değilim.
Anlattığım acının derinliğini konuşmak çok yersiz ve komik olur şimdi. Şıklık ve şekil fotoğrafta, hem de doğrudan, sadece bunu söyleyebilirim.

Anlıyorum seni, olur öyle.
Sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

justine,
canım. yukardaki sinir kızı boşver sen. ne dediğini bilmez o bazen. bizzat sevdiği insanlarla böyle deli deli konuştuğu da çok olmuştur. fazla acı çekmiş insanların, o acıyı çağrıştıracak her şeyden son hız kaçış yönteminin çok kaba yansıması o.

istanbul güneşli bugün ve ben görgüsüzce pencereleri açıp duruyorum. karşımdaki ormana gitsem, biraz yürüsem, oturup kitabımı okusam diyorum ya, güzelce çay demlemişim, müzik var, işin ne dışarda diyorum sonra.

sarılıyorum çok, öpüyorum canım. seni seviyorum.