Salı, Ocak 04, 2011

bu at, Cortázar'ın rüyasının sureti...


(pixdaus.com sitesinden, jchip8 kullanıcısına ait bir fotoğraf)


"Geliyor gece, zengin ziynetle
süslenmiş mavi giysinin eteği;-
müşfik iki Meryem eliyle
uzatıyor bana bir rüyayı.

Sonra gidiyor, görev için,
kente doğru sessiz adım
ve alıyor, bedeli olarak düşün,
ötede ruhunu sayrı çocuğun."

 rilke-düşler


Gece yatarken elimdeki kitabı okumuyorsam eğer, herhangi bir yazardan öykü okuyup, uyumaya çalışıyorum. Geçenlerde okuduğum bir öykü kaldı aklımda. İş güç arasında, bir belirip bir kayboluyor. Cortázar'ın Silvia adlı öyküsü Ayakizlerinde Adımlar kitabında bulunuyor. Sadece çocukların ve yazarın gördüğü düşsel bir yaratıktan bahsediyor hikâye. Yaratık diyorum, çünkü içimden çok genç bir kız demek gelmiyor. Kendisine kaba denildiğini düşünen bir adam anlatıyor olanları, yabani olması hoşuna gidiyor ayrıca. Sohbet ettiği bir iki kişi (ama nasıl oluyorsa, kalabalık ve neşeli mafya aileleri gibi toplanıp duruyorlar!) var ve onlarla bir gün mangal keyfi yapıyor. Konuşulanları isteksiz isteksiz dinlerken gözüne Silvia denilen kız ilişiyor. Nasıl olur da kızın kim olduğunu öğrenirim diye düşünüp dururken yardımına iyi anlaştığı çocuklar yetişiyor. Konuyu uzatmaya gerek yok, önemli olan Silvia'nın sadece çocuklara göründüğü. Bir düş yaratığı o kız. Yazarın aşık olduğu.

Bizim, karanlıklar ardında silik bile olsa gördüğümüz düşlerimiz, tüm parlaklığını Medusa saçlarından alan. Onunla yatsan ne olacak bilmezsin, elini tutsan, sadece konuşsan, o yaratığı sevsen, bir okşasan. Evde beslesen hadi, ne olacak? Elini yanağına koysan. Cortázar'ı tek öyküsüyle bile sevdim ben. Ee öyleyse, Neruda'nın deyişiyle "kader kurbanı" filan olamam artık. Büyülü öyküler anlatıyor adam, kendine dönük filan, hem kötü bir insana da benzemiyor fotolarından, sevmek neden zor olsun?

O kadar kurguyla yaşıyoruz ki, bazen canım acıyor.



Şimdi beraber ve solo şarkılar zamanı; hah ha bu nereden geldi aklıma şimdi ya! Kendi kendimi güldürdüm yine:) Neyse, kısa kısa notlar zamanı diyecektim, sulandırmayalım.

-İşbu kitabın kapağındaki foto muhteşem. Abartmıyorum, dakikalarca baktım atı okşayan ele. Dışarıda kitabı tutan elim üşüdü, koynuma görebileceğim yere koydum, tekrar baktım. Çok şefkatli.

-Silvia güzel öykü, uzun laf işi karıştırıyor. Güzel öykü, ne kadar yeterli bir anlatım. Minimalist ol, canımı ye havasındayım. Nasıl mı, anlatayım; ... Yok yok sadece şaka.

-Ben aslında Cortazár'a önceden beri sempati beslerdim. Nedeni çok saçma tabii. Aa, bunu anlatmalıyım işte! Fuentes'in Diana adlı kitabını okuduktan sonra tuhaf bir sinir yapmıştım yazara karşı. Aynı memleketten bile olmamalarına rağmen ben bu iki adamı karşılaştırdım kendimce. Düşünmeden oluyor yalnız tüm bu şeyler. Kafamda olup bitiyor sizin anlayacağınız. Fuentes bu kadar sinirken, Cortázar ne kadar da narin, efendi, kedi(?) gibi filan diye düşünüyordum sanırım. Dediğim gibi niye özellikle bu iki adam, daha doğrusu niye Carlos'u Julio ile karşılaştırdım sadece tanrı bilir. Acaba?!:p İşte ondan böyle oldu. Ne mi oldu, unut gitsin.

-Nöbetler beni çok yoruyor artık. Olmuş on altı küsur yıl hâlâ vıdı vıdı ediyorum, biliyorum ama sanırım artık yoruldum. Hoca'yla da konuştum bugün, of of. Başlangıçta kaos vardı, evet.

-Yukarıya koyduğum müziği lütfen dinleyin. Purcell candır. Hatta dur abartayım, bugün "nöbet sonrası, hastalığa az kaldı" günüm, hakkımdır. Purcell canımdır. Who can resist such mighty charms,  çok yakışacaktı bu anlattığım öyküye ama yükleyemedim. Bir sorun var, nedir bilmem fakat siz bulursanız onu da dinleyin. Muhteşemdir!

-Yukarıda dedim ya, hasta olacağım sanırım, soğukta devamlı duş almak böyle yapıyor beni. Bir hap alayım, bakalım ne olacak?

Bitti sanırım. Aa, ne biçim bitirdim, boşlukta kaldım şimdi. Ne yapmalı?

12 yorum:

endiseliperi dedi ki...

merhaba!
ne güzel, temiz ve hevesli, terbiyeli de bir söz bu "merhaba":)

canım justine, cortazar benim üniversite ikinci sınıf yazarım. o zamandan beri severim. ilk sevgilim, ki kalın kitap okuyamaz, ince kitap severdi, ama cortazar, borges, şairlerden edip cansever, ismet özel, müzik de cohen, paul simon filan, içkilerden buzbağ şarap... böyle minimalist bir arkadaş. ben ondan öğrendim cortazar'ı ve o günden beri de çok sevdiğim bir yazardır. silvia'yı çok net hatırlıyorum. böyle toplanmalrı filan mafya vari demişsin, çok güldüm. bana bizzat evlerde biraraya gelmeyi seven entelektüel ailelerin toplantıları, partileri olurdu, öyle hayal etmiştim. silvia da aşık olunan kişi, insana nasıl görünürse öyle işte. çünkü aşık olunan kişiye başkalarına göründüğü gibi görünmez bize. hatta işte bak, görünmez bile. ben borges'i de o sıralar okudum ve illa karşılaştıracaksam cortazar'ı borges'le karşılaştırır, ama aralarında hiç rekabet kurmaz, bir kardeşlik duygusuyla yanyana koyardım ikisini de. fuentes'in artemio cruz'un ölümü kitabını okumuşum bir tek ve fakat hiç fena değildi diye hatırlıyorum. aslında ispanyolca yazan yazarlar arasına bir de kübalı infante'yi koymak lazım; kapanda üç kaplan muhteşem bir kitaptı. ben mesela disiplinli bir okura öneriririm ki bir yıl boyunca cortazar, borges, fuentes, infante, mario vargas llosa, marquez okusun ve hatta sonrasında da malcom lowry'yi, ki ingiliz olmasına rağmen meksika'da geçen romanı under the volcano kitabını da okusun, meksika'da geçer çünkü. onu okumuşken lütfen conrad'ın nostromo'sunu da unutmasın.

ben flaubert'ten sonra bir ara kesin olarak borges okuyacağım mesela ve sonrasında da devam ederim belki.

şimdi bunlar çok isim, çok kitap adı ve çok şamata. üniversitede kendini tanıtan tipler gibi hissediyorum böyle konuşunca. okumak iyidir de bunca şamata niye? ama insan heyecanlanıyor ve kendi dilini bulmuş gibi oluyor kitaptan söz açılınca işte. bağışlayalım kendimizi. kıymet vardığımız başka ne var ki? silvia bile bir hayaletken:) sen gül.

müzik güzelmiş. ben grooveshark'a sorarım şimdi, dediğini de dinlerim.

öpüyorum çok. kendine iyi bak lütfen justine, hastalanma. öyle sanıyorum ki sen kalın kazaktan sıkılıyorsun. sıkılma yahu, giy işte üstüne.

sevgiler.

justine dedi ki...

Hey, Peri!
Sıkı sıkı giyindim şimdi, ince olsa da, boğazlı bile giydim:) Dışarıda işler (sıkıcı tabii, eğlenceyi kim kaybetmiş de ben bulayım?) var yapılacak. Dün sana yazacaktım ama saat dört ya da beşti! Taze taze yazayım dedim:) Çok konuşacak şey var, gece yazacağım, bu sefer kesin.
Daha önce sana yazdığım şeyler bile yarım kaldı (sen gezmelere gittin:p), bu sefer tamamlayacağım, adım(?) gibi eminim!

Sarıldım, çok!

Clea dedi ki...

cortazar'ın açıklayıcı bilgiler el kitabı'na göre, "hasta olacağım" demek hasta olmayı kolaylaştırır!

ve sürekli, sayısal loto oynamayı unutmazsam eğer ikimizi de bu hayattan kurtaracağım:)

Clea dedi ki...

şunu görmüş müydün? çok güzel.

http://3.bp.blogspot.com/_az0y9B1xz3M/TKJw1fiZlaI/AAAAAAAAAHM/qbGVPbB1230/s1600/cortazar.jpg

justine dedi ki...

Canım Peri, merhaba!
Sen de hatırlıyor musun, Yılanların Öcü'nde böyle bir durum vardı; merhaba ve selam arasındaki farkın işlendiği bir bölüm. Ben lisede okumuştum o romanı, şimdi unuttum gitti ama hep, her zaman aklıma gelir, istisnasız! Kaymakam köye geliyordu, sonra köylülere selam veriyordu ama ne diyordu? Onu hatırlayamıyorum işte! Merhaba mı yoksa selam mı? Çok önemli bir fark olmalı bu, çünkü muhtar sinir oluyordu kaymakama, bir de o dönem köy enstitüleri ve çağdaşlaşma(!) çabalarının olduğu dönem ya. Her neyse, sonra ben bir ara bakmıştım, hangisi Arapça ise o muhtarın istediği selam şeklidir diye. İkisi de Arap kökenli kelime çıktı! Kaldım mı ben yine böyle sap gibi:p
Of ne çok uzattım bu meseleyi bile! Dur bitiyor; bence "merhaba" diyordu köylülere genç ve çağdaş kaymakam. Sen de aydınlanmacı ve halkçı bir kadın olduğun için pek tabii merhaba demeyi seviyorsun:p Hah ha, nasıl bağladım ama!

Silvia'daki toplanmalar elbette mafyavari çünkü seyrettiğim bütün filmlerde öyle bir araya gelmeler var. Etrafımda da maatteessüf entelektüel aile filan yok, kusura bakma:p

Ben Borges'i Gerede'de okudum, orası bana güzel şeyler hatırlatmıyor geçelim şimdi. İlk aşkı iyice boş verelim. Ayrıca sadece on sekiz filan yaşındaydım!

Fuentes, iyi yazardır kesin. Ben Diana'sını okudum ve ekşi'de de yazdığım gibi o kitapla biraz soğudum ondan. Kim bilir belki bir ara ısınırım:)

Verdiğin okuma listesi çok faydalı ama ben karışık okurum ve öyle okumayı seviyorum. Kafam karışık zaten, elbette diğer türlüsü daha mantıklı ve sağlam bir okuma vadediyor ama ömrüm yetmez valla!:)

Senin şamata dediğin bana güzel bir ninni gibi geliyor (ne şirsel yazıyorum ama:p), devam et lütfen. Ayrıca kitaplardan konuşurken heyecanlanmak bana heyecanın en tanıdık ve en güzel geleni.

Son olarak "yaz" gelsin lütfen. Üşüyoruz yahu!

Sarıldım.

justine dedi ki...

Canım Polişka, link kırık girilemiyor. Çok merak ettim şimdi.

Ne kötüsün, ben öyle mi yapıyorum! Hasta olmadım hem, gördün mü?:p

Ve, biz yılbaşında bile piyango bileti almayı unutan tipleriz, boş verelim artık kurtulmayı filan, ne dersin?:p

Çok sarıldım.

endiseliperi dedi ki...

yok, yılanların öcü kitabını okumadım. kullandığın sözcüğe göre ideolojinin belli olması yabancı değil bana ama. ortaokulda sınav kağıtlarımıza, sağcı hocaya "cevaplar", solcu hocaya "yanıtlar"yazardık. bunu ona saygımızdan mı yoksa kanaatini bozacak bir şey yapmamaktan mı kaynaklandığını bilmiyorum:)

"selam" sözünde şey bir şey var...hmmm hani üniversitede herkese hocam filan dersin konuşurken, öyle bir hava. sevmediğim bir hava, biraz sığ, biraz boş bir güven, biraz kendini fazla ciddiye alma hali, ne bileyim. bir de ben bazen selam derim ama öyle bir vurgu yaparım ki o selam deme haliyle dalga geçerim. o vurgu şeye benzer, hani tilki ağzında peynir kargayı görür, ooo selam, der:):)

amaan boşver. arçil sürekli online oyun oynuyor arkadaşlarıyla, işte konuşuyorlar filan oynarken, adam merdivenin altında, vur onu filan. irlandalı, belçikalı, türk bir sürü insanla böyle oyunlar... dün biriyle tanışıyor, karşısındaki selamünaleyküm dedi galiba, arçil aleykümselam dedi, bana kaçamak bir bakış atarak. sessiz, hah haaa efekti yaptım, bilmze, kullanmaz hiç. doktor ona "büyük abdestini" yapabiliyor musun, diye sorduğunda bunu dini bir soru sandı, öyle bir şaşırdı ki:) yaa, kakanı yani, dedim. büyükabdest neree, kaka nere... diyeceğim dil tuhaf bir şey. deee niye bu kadar uzattım anlamıyorum.

hah, merhaba saftirik bir sözcük. bazen melabaaa da derim iyice budala süsü verip. ama severim. süt gibi bir şey bu merhaba. tarafsız, modern bir şey, banka memuruna yaklaşır, merhaba, dersin. ama bazen selam hoştur. ani ve sıcak bir karşılaşmada aa selam, dersin, hoşdur bu ses.

ben sinestezik biriyim justine. böyle sözcüklerin geometrisi, rengi, coğrafyası vardır bende. ondan konuşurp duruyorum. ben bunu bir ara yazayım siteye diyorum, unutuyorum hep. kafamda mesela justine sözcüğünün bir rengi ve şekli var, sen gerçek adını diyince ne olursa olsun bir kırgınlık, bir bozulma, isimden başlayarak sana ait imgenin sarsıntı geçirmesi sözkonusu oluyor. bana ismini söyleme şimdi hiç.

aa... daha benim orda konuşacağız seninle. şimdilik burada duralım burda.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

hah, bir de ben yazıp tekrar okumuyorum ya, ne çok hata oluyor cümlelerde. kusuruma bakma işte.

öpüyorum.

justine dedi ki...

Periciğim, hastanede kahve keyfi yapıyorum şimdi. Herkes bir doktorun doğum gününü kutlamaya gitti (bizim departmandan) ben inatla ve ısrarla kaldım:p Ne iyi geldi yazın, bu arada ben de bankada ve her yerde "merhaba!" derim:)Suratların asılması pek azalmaz ama olsun, ne yapalım yani?:p
Sarıldım.
Aaa, büyük abdest olayına çok çok güldüm, dini bir şey demek ha? Hah ha, Arçil çok eğlenceli, valla!

çello çalan kedi dedi ki...

önümde bir iş var, sayılar birbirine giriyor, dur ben en iyisi şu silvia'ya bakayım dedim, ekşisözlükte bir link, link beni buraya getirdi, e ben burasını biliyorum, ama ne yalan söylemeli hakkını vererek misafir olmamıştım, atze tanıştırmıştı da sonra nedense yollarımız kesişememişti bir türlü, aslında peri üzerinden üslubu çok hoş olan mesajlarınızı da biliyorum bilmesine, demek ekşisözlük vesile olacakmış bu yetkin misafirlik anısına.

dün evde yemek yaparken, gün içerisinde internette karşılaştığım bir şey kafamın içinde döndü. Bloglardan birinde rastladım, bir fotoğraf bloğu, blog fotoğraf üzerine, şişli'de bir apartmanın fotoğrafı, sonra tesadüf eseri fotoğrafı gören bir izleyici hüzünlü, "bu apartman benim dedemle babaannemin kapıcılık yaptığı apartmandı, beni eski günlere götürdünüz" şimdi ben buna çok şaşırıyorum, düşünüyorum, çok yadırgıyorum, belki böyle olmasa da ekşisözlük'ün beni buraya getirmesi de mesela çok enteresan, bilmiyorum justine. ama hoşbulduk.

Silvia'ya bayıldım bu arada, dün akşam okuduğumda.

çello çalan kedi dedi ki...

aa dur dur demek sen de ekşi'de yazarsın, şimdi o zaman oldu, biraz önce söylediğimi geri alıyorum. sevgiler.

justine dedi ki...

;)
Çello Çalan Kedi, hoşgeldin. Güldürdün beni, harikasın. Bugün biraz canım sıkkın, tuhaf bir hava var etrafımda sanki, dağılmıyor bir türlü. Seni iyi biliyorum. Aslında geri okuma yapmaya başlamıştım senin bloğunda ama kalmıştı öyle, kader diyelim;)

Silvia, çok güzel bir öykü. Senin sayende (hatırlatmanla) buraya koyduğum Purcell müziğini tekrar dinledim. İşte, ruh halim tam da yazıya koyduğum o müzik gibi.

Tekrar hoşgeldin, çok sevgiler.