Cumartesi, Mart 12, 2011

boş boş otururken, aynaya dikkatle bakılır ve...

(Lily güzel, ben güzelim, tabii bizi sevenlere göre.)



Bugün akşam birden oldu. Hızlı hızlı. Annem yarın gidiyor, onunla daha çok vakit geçireyim diye dışarı çıkmıyorum ama evde oturup ya kitap okuyor, ya nette dolaşıyor ya da film seyrediyorum. Saçma işte. Bir türlü organize olamamanın sonuçları bunlar. Dağınık, karışık bir düzen. A, düzen dedim! Demek ki belli bir düzeni var hayatımın. Hiç yoktan iyidir. Bir de, annem olmasa sanki her gece dışarıdayım, komik. Ben domestik biriyim, evime sadakatle bağlıyım:) Bu nasıl oluyor bilmem artık, fakat oluyor.


Bir zamanlar, Poliş'e Perec'in Harikalar Odası kitabını verdiğimde üzerine şunları yazmıştım; "bir hikaye biliyorum. bu kitapla alakası yok. hikayedeki kişi istediği her şeye odasında sahip olduğunu anlıyor. ressamlar, şairler, müzisyenler, ülkeler, onları tanımak için oralara gitmesi gerekmediğini, odasında her şeyin daha güzel olduğunu. bach'ı odada dinlemek, gogh'un resmine hep aynı duvardan ve yatakta uzanırken bakmak."  Hâlâ öyle düşünüyorum, bir odaya sahip olmak iyidir. İster dokunabileceğin, kıyısı, köşesi olan bir yer olsun, ister beyninde sana ait bir sığınak. İyidir.


Alain de Botton, Aşk Üzerine adlı "tatlı" kitabında (gerçekten öyle, tatlı bir kitap, okuyan anlayacaktır ne demek istediğimi.) güzellik ve aşk hakkında yekten bir soru sorar bizlere; "güzellik mi aşkı doğurur, aşk mı güzelliği?". Etrafımızdaki sayısız insan arasında arzumuz neden sevdiğimiz kişiye yönelir, neden özellikle o yüz, o ağız, o burun, o kulak ilgimizi çeker? Boynunun kıvrımına, yanağındaki gamzeye nasıl vuruluruz? Böyle şeyler soruyor yazar ve cevaplamaya çalışıyor kendince. Arzunun dikkatini neye yönelteceğinin muamma olduğunu hep söylüyorum. Yine de kafa karıştırıyor. Proust, klasik anlamda güzel kadınların hayal gücünden yoksun erkeklere bırakılması gerektiğini söylermiş. Botton, sevgilisi Chloé'nin dişleri arasındaki boşluktan bahsedip, çizimlerle de bu anlatımı destekledikten sonra kendisine -aslında güzel sayılmayan-, bu görüntünün neden çekici geldiğini kanıtlamaya çalışıyor. Hayal gücünü harekete geçirdiğini, bunun onu tahrik ettiğini, o küçük boşlukla oynamak, onu kapatıp tekrar açmak, dilini onun arasında gezdirmek, bütün bunların ona ayrı bir zevk verdiğini söylüyor. Neredeyse, saçmalayacakken (benim fikrim tabii:)), durumu Wittgenstein'ın ördek-tavşan örneğiyle kurtarıyor. Sevdiği kadının mükemmellikten uzak güzelliğini (onun fikri, yoksa nedir ki mükemmel, biri bana söylesin.) "müphem" olmasıyla değerlendiriyor ve ona bu sayede artı değer kazandırıyor.  Aynı imgede iki görüntü gören meşhur filozof gibi, sevdiği kadının yüzünde iki farklı yüz  görüyor. Hayal gücü ördek arıyorsa onu bulur, tavşan arıyorsa tavşanı. Eğitim, eğilim, özel durum vs. vs. imgenin durumunu belirler.

Burada aşk mutlak olandır. 

Peki, hayal gücü dişlerin arasındaki boşluktan sıkıldığında, tavşan ya da ördek görmek istemediğinde ne olur? Ortodontist? Yazar soruyor, güzelliği belirleyen bakan kişiyse, o kişi başka bir yere bakmaya karar verdiğinde ne olacak?

Bir zamanlar bir film seyretmiştim. Aklımda çok az görüntüsü kaldı. Polanski'nin Bitter Moon'u. Filmi sevmemiştim ama şimdi anlatacağım sahne önemliydi. Adam hayran olduğu, uzun süre peşinden koştuğu kızla sonunda sevgili oluyor ve onun her davranışından keyif alıyordu. Duruşu, bakışı inanılmaz seksi geliyordu adama, hatta kadının sütü karton kutusundan döke saça içişi adam için tahrik edici olabiliyordu.  Gel zaman git zaman (masal gibi oldu, ne yapayım?:)) aralarındaki tutku azalıyor -daha çok adamın tabii-, ve arzunun o zaten belirsiz olan nesnesi iyice silikleşiyordu. Bir gün kadın yine sütü öyle içerken, yüzüne, vücuduna dökerek, adam tarafından uyarılıyordu, "şu sütü doğru dürüst iç, herkes gibi bardağa koyarak!"

Ho ho ho, bu satırları okuyan sevgili "okuyucular" (valla başka kelime bulamadım), işte insan böyle bir şeydir, nankör! Kendinizi yine kendi benzerinizden koruyun, sonra üzülen siz olursunuz:p
-------------
-Güzellik Hırsızları, diye bir kitap okumuştum, eskiden. Kötü bir kitaptı fakat bu konuyla ilgili, onu bir ara anlatayım hatta Koleksiyoncu ile bağ kurarak. Koleksiyoncu güzel kitaptır, o başka. Karıştırılmasın.
-Aşk Üzerine, kitabını bana hediye eden sevgili C., kitabın üzerine "blog tadında bir kitap, oku sevgilim, sonumuz benzemesin" demiş:) Bloglara mı yoksa kitaba mı laf atıyor hâlâ anlamadım. Oysa benim gibi, "tatlı" bir kitap deseymiş, daha anlamlı, hatta pek bir güzel olurmuş:)
-Saat kaç oldu, bu saate kadar annemle konuşsam benim için daha faydalı olurdu. "Ben güzele güzel demem..." diye başlayıp, ne hoş hikâyeler anlatırdı.
-Yazıya koyduğum iki şarkı rastgele seçilmiş şarkılar, anlam aramayınız ve yazının ayarıyla oynamayınız tabii.
-Finito!

11 yorum:

endiseliperi dedi ki...

hello!:)
sen şimdi annenin yanındasın ya, uykusu da gelmek üzeredir annenin. veda süresi içinde olan o saatler, ayrılmayı hiç istemesen de çok sıkıcıdır. hiroşima sevgilim'de kadın, 16 saat'i çok uzun bulur sevdiği adamdan ayrılmak için. insan aniden gidivermeli.

bahsettiğin kitapları okumadım, ama okumayı çok isterim. çok güzel anlatmışsın. polişka ile ilişkiniz ne ilginç. sanki kardeş değilsiniz. mesafe icap ettiren bir sevgiyle dolup taşma hali var. bunu seviyorum.

bitter moon'daki o sahne ayrıntısıyla aklımda. kızın küçük kırmızı sırt çantası ve otobüsün arka koltuğunda oturann hali ve kameranın sanki aşık olan gözmüş gibi kızı ekzantrik ve çok çekici gösterebilmesi ve sonrasında kızın aynı kameranın önünde solup gitmesi. çok acı vericiydi.

ayrık diş mevzusu, bir arkadaşımın edit ettiğim yazısında da geçiyor. arkadaşım yıllar sonra kızın ayrık dişlerini yaptırmasından müthiş hayalkırıklığına uğradığını yazmış. yazmıştım, otobüste, kahvede bir yüze bakarken, ona aşık olan bu yüzde neyi sever, diye bakarım. ve o süre boyunca o sırradan yüz, bakışımın niyetine bağlı olarak gözümün önünde güzelleşir, güzelleşir.

sevgiler. yazın belki izmir'e gelirim.:)
mutfak, çay+sigara

justine dedi ki...

Bingo! Annem, uykum geldi ben yatayım diyor:) İzmir seni hep bekliyor canım, gel tabii.

Dur seni güldüreyim; Hiroşima Sevgilim'de kadın mı vardı? (Deyvo'ya sevgilerle:p)

Salon, çay+kestane. Nereden baksan daha sağlıklıyım ve bu sıra dışı bir olay. Titre ve kendine gel Peri!

Tolga dedi ki...

kadında güzellik tek tek değil,
bütünsel ve anlamdır bence :)

endiseliperi dedi ki...

ee, sen izlememişsin o filmi. bi de ben 8 mart'ta kadın filmi diye o filmi izledim:)kestane bu kış pek keyifli olmadı. ya kabuğu fazla derin kesmişim ya da kestanenin cinsinden un gibi dağılıyordu. ben kurabiye yiyorum. kaya kurabiyesi. içinde fındık, ceviz, kuru incir filan var, çok sağlıklı:)bu aralar aslında hiçs evmediğim süt içiyorum geceleri. epey bir kaynatıyorum. sanırım içmekten çok süt kaynatma fiilinden ve kokusundan hoşlanıyorum. yapınca da içmek gerekiyor:)

öpücükler.

justine dedi ki...

Tolga, hemen bir "eyvallah" çekecektim sana ama o kelime bana E. Şafak'ı hatırlatıyor! O zaman, "you're right" diyeyim de kimselere benzemesin:p

Sevgiler.

justine dedi ki...

Peri, şaka yapmıştım şekerim:) Deyvo'yu biliyorsun ya, oradan şey ettiydim:p
Severim o filmi ve kestaneyi ve sıcak olan her şeyi ve ve ve...

erhan b. dedi ki...

'aşk üzerine' ile ilgili şöyle bir hadise'ye şahit oldum ki başıma çok sık gelen bi şey değildir: alain de botton'u çok severim. bahsi geçen bu kitabı da son derece mutlu bi şekilde dost'tan aldım. (olay ankara'da geçiyor.) otobüse bindim ve okumaya başladım. 15-20 sayfa okumuştum ki, yanımda bir kız oturuyordu, bu kız, kitaba bakabilir miyim? dedi, upuzun bir boynu vardı, verdim kitabı, o da sayfalarını karıştırmaya başladı ve neden sonra kalktı, aşk üzerine'mi çantasına koydu, iyi günler, dedi ve otobüsten indi gitti. ben de arkasından bakakaldım.

bi daha da almadım o kitabı zira aynı kitabı ikinci kez alamıyorum.

kızın güzelliği karşısında diil durumun estetiği karşısında nutkum tutulmuş idi.

justine dedi ki...

A, çok teklifsiz! Valla çok şaşırdım. Şimdi; uyuz, romantizmden ve hatta estetikten filan anlamayan kadın profili çizeceğim ama tuhaf değil mi bu? Uzun boyunlu olmak nelere kadir, hey yüce tanrım.

(Sizin sorduğunuz gibi cevabı zor bir soru sorar ve kitabı size ben hediye ederim, ne var yani?:))

endiseliperi dedi ki...

bakın, benim de nutkum tutuldu, erhan bey. beş dakika bir şey yazamadım. nefis bir hadise bu. uzun boyun şeysini ben gülerek okumuştum, kızın güzelliğine değil de boynunu uzatıp kitabınızı okuduğundan boynuna dikkat edişinize... siz konuşmaya başlayınca ben bir güldürü hazırlığı içinde oluyorum hep zaten. pardon.

erhan b. dedi ki...

iki ihtimal var sanırım bu olyada:
-hanım kızımız zor bi gün geçiriryordu belki de ve dalgınlıkla koydu çantasına kitabı. olamaz mı? benim çok daha saçma dalgınlıklarım olmuştur.
veya;
-bir femme fatale idi kızımız da hakkı olan şeyi yapıyordu; beni kaale almıyordu.

aslında üçüncü bir ihtimal daha olabilir.
-belki de arkasından koşmam için kışkırtmak istiyordu beni. ama bu olamaz. benim için o kadar bir şey yapabileceğine inanamıyorum bi kızın.

justine dedi ki...

Ben kötü biri değilim inanın:) Kötü niyetli olamam, ihtimalleri kötü anlamda tartmam. Sadece teklifsiz şeyleri sevmiyorum. Filmlere yakışıyor bu tarz şeyler, ki ben filmlerde de bu tür davranışları sevmiyorum.

Niye bilmem, ama böyle.

En iyi ihtimal -benim beğendiğim demek daha doğru-, son şık. Öyleyse bayılırım, cesaret verici. Bir zaman, öyle davranmak bile isterim.

En kötüsü ikinci şık, çok itici.
Dalgınlık hakkında yorum yok, olur yani. Şiirsel değil ve insanız tabii.

Ne güzel, ama ne sıkıntılı bir gece, bu gece. Konuyla ilgisi yok, şehre ve gökyüzüne baktım şimdi, öyle gördüm.

Eee, budur yani:)