"...
Bir ağaç sürüsünün üstünden
Çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden
Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş
Votka bardağımın içine
Benim olmayan bir sevinç duyuyorum.
..."
e. cansever/uçurum
İtiraf etmeliyim, ben bu fotoğraf uçucu, köpük gibi görünsün diye çok uğraştım! Öyle görünmediği gibi, yaşlı, net ve çok gündelik (gündelik ne yahu!) göründüm, farkındayım. Üstelik, altına koyduğum Edip Cansever şiirinde de caz kelimesi geçmiyor. Bu ne bedbahtlık! Fakat, başka bir şey var; adı geçen şiir, "Uçurum" şiiri büsbütün cazdır. Limonun sarılığıyla, güneşi ve içkisiyle caza adanmıştır, ya da yıllarca ben öyle bildim.
Şimdi şarap içiyorum, keyfim de yerinde ayrıca. Dün gecenin tüm yorgunluğunu, delirten baş ağrımı, bitmeyen sorunlarımı filan unuttum, "Günlerin Köpüğü"nü yazmak istiyorum sadece. Dünkü yirmi dört saatlik nöbete biraz da onun sayesinde dayandım ben, hiç bilinmez bu, Vian duy lütfen!
Aslında Günlerin Köpüğü benim kitabım değil. Hiç değil. Sinemada Bunuel hayranı olsam da, sürrealizme bayılsam da, tuhaf geldi yazıda bu iş bana. Gerçeküstücü roman, öyle bir yazım tarzı, uçuşan kelimeler, devrilen, savrulan karakterler, olağanüstü masallar (Borges'in izniyle:)) şaşırttı, uzak tuttu yazıya beni.
Yine de burada bambaşka bir çekicilik var. Sadece aşık olmak isteyen bir adam Colin, Sartre (Romanda Vian'ın müthiş ironisiyle, Partre!) hayranı bir arkadaş Chick, göğsünde nilüfer yetiştiren hasta bir kadın Chloé, güzeller güzeli Alise (Bu kızın romana katkısını pek anlayamadım, caz ve güzel kızlar ikilisi hatırına sanırım.), saygıyla konuşmayı seven bir aşçı Nicolas, siyah bıyıklı gri ve üstelik sempatik fare, bunlar ve daha fazlası bu romanın kahramanları. O kadar çok çizmişim ki romanı okurken, nereden başlayacağımı bilemiyorum. Yazarın önsözüyle başlayalım bakalım, Vian romana giriş yaparken aslolan iki şey vardır, diyor; güzel kızlarla aşk ve Duke Ellington müziği... Romanı yazarken gerçeğin yansıtılması yöntemini kullandığını ve aslında bir yöntemin olup olmadığından emin bile olmadığını söylüyor okura. Bizi bekleyen, uçucu bir şey. Orası kesin, ayağımızın altında kayıp giden bir metin ve sadece sınırsız bir hayal gücü ile eşlik edilen satırlar var önümüzde.
Pamuk helva tadında bir yaşam sürüyor Colin, İlk önce Alise'e sonra (Onu arkadaşı kapmış diye!) herhangi bir kadına aşık olmak istiyor. Saçlarının kokusunda kendinden geçilecek bir kadın olmalı bu, çiçek gibi! İş filan yok tabii, çalışmıyor, parası arkadaşına borç verecek kadar bol üstelik. Mutfağında aşçısı ona ilginç yemekler pişiriyor, faresi ve sevgili arkadaşı Chick ile bu yemeklerin tadına bakıp caz dinliyorlar, ta ki aşk gelene kadar. Chloé, sorunsuz bir kadın, aşık olmak için uygun ama kim bilirdi ki hasta olacak düğünden hemen sonra! Düğün peri masalı gibi oluyor, sonra Chloé üşütüyor, akciğerlerinde bir nilüfer büyümeye başlıyor. Ve çiçek bile olsa hiçbir hastalık sevimli değildir, bunu anlıyoruz.
"-Ben yoksulum... dedi Colin, ve Chloé öldü..."
Sevgilisi daha iyi olsun, iyileşsin diye ona devamlı çiçek alıyor Colin, parası bitiyor, işe girmeye çalışıyor ama ne yazık ki çalışmayı sevmiyor;
"-Siz ne iş yaparsınız? diye sordu profesör.
-Birtakım şeyler öğrenirim, dedi Colin. Ve de Chloé'yi severim.
-İşinizden bir şey kazanmıyor musunuz? diye sordu profesör.
-Hayır, dedi Colin. İnsanların iş olarak anladığı bir işte çalışmıyorum.
-Çalışmak iğrenç bir şeydir, bilirim, diye mırıldandı profesör, insanın kendi seçtiği iş de fazla gelir getirmiyor çünkü..."
arkadaşı Chick de öyle;
"-İstemiyorum, dedi Chick. Çalışmak istemiyorum. Sevmiyorum bunu.
-Kimsenin bunu söylemeye hakkı yoktur, dedi üretim şefi. Kovuldunuz, diye ekledi.
-Elimden bir şey gelmedi, dedi Chick. Adalet bu mudur?
-Hiç böyle şey duymadım, dedi (bayıldım ben buraya, çok komik!:)) üretim şefi. O kadar işim var ki."
Hastalık ilerliyor, büyük paralarla alınan (Çiçek çok pahalı bu romanda.) ve odaya doldurulan çiçekler ciğerdeki nilüferi yenemiyor, korkutup kaçıramıyor. Yaşadıkları ev gittikçe şekil değiştiriyor, daralıyor, küçülüyor. En sonunda karanlık ve havasız, mezar gibi bir yer oluyor.
Günlerin köpüğü böyledir, uçuşur uçuşur, diner sonra. Sorunsuz ilk gençlik günleri biter, aşk her zaman ilk günün heyecanı ve tasasızlığıyla sürmez, hastalıklar gelir biz fanileri bulur, sorumluluklar cazı susturur. Vian bu romanında bütün kurumlarla dalga geçmiş; din, elbette kilise, devletin güvenlik ve silah merakı, para tutkusu, tıp, iş ve kurumları aklınıza gelecek her şeyle. İşin alkışlanacak yanı, bunu caz ve blues tadıyla yapmış. Bir zamanlar çok fazla blues dinlerdim, ilk gençlik yıllarımda, blues festivallerini hiç kaçırmazdım, ağızdan ağıza konyak içmenin tadına varmıştım yani, işte o zamanlardan bilirim ben 'swing'i. Bu roman swing ritminde yazılmıştır, buna inanın. Komedi ile acı, çirkinlikle güzellik, yaşam ile ölüm kendini tekrarlar belli bir ritmle. Hiç korkmayın hem, günler köpük gibidir, güzel ve kısacık. İz bırakmayan.
Son söz; şaşkın ve mutsuz aşıklar, sevgiliye çiçek alınız. Onun yaşaması ve gülümsemesi için (ki çok şeydir), önemlidir bu. Her şeyi geçtim, genç yaşında öylesine ölüveren, Vian'ı da mı duymadınız?
(Vian benim için sadece bu fotodaki gibidir; cin gibi bakan ve hep gülen:))