Pazar, Kasım 14, 2010

"insanlardan 'buz gibi' soğudum"

Sis ve Gece filmini seyredeli çok oldu. Vizyona girdiği gibi sinemada izlemiştim. Çok etkilenmiş, biraz şarabın, biraz gecenin, biraz da müziğin etkisiyle aşağıdaki yazıyı yazmıştım. Yazının tarihi de eski yani. Burada bulunsun istedim, hemen aşağıda;

“bizi bölmek istiyorlar
 devletimizi güçsüz kılmak istiyorlar…”

                                                                sis ve gece/ismet

Tekvin’de daha başlarken tanrı, yeri göğü nasıl yarattığını anlatır.

“ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah’ın ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu. Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü; ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı. Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün…”   (Bap 1)

Burada mesele bir gün ne olduğu. Bir gün kız kayboldu. Bir gün düşünmen gereken şeylerin ertelenmesi ihtimali belirdi. Bir gün başka şeyleri düşünmen ve şüphelenmen gerekti. Bir gün paranoya başladı. Düş başladı.

Adamın arkadaşı öldürülür, biraz kimlerin öldürdüğünü bilir biraz neden öldürüldüğünü. Ama hep biraz. Çünkü aslında bilmek istemez. Ama işte arkadaşının yüzü devamlı gelir gözünün önüne. Devamlı konuşur onunla, cevabını vermek zorunda olduğu sorular sorar, duymak istemediği cevaplar verir. Nedir arkadaşını unutamamasını sağlayan? Zaman ölüyü de acıyı da unutturur lafı burada niçin etkili değildir? Karısı orada evinde bulunduğu sürece karısıdır, çocukları sevdiği sürece. Diğer zamanlar onları unutur. Aklına hiçbir zaman gelmezler. Peki, nedir sevdiği kız Mine’nin farkı? Devamlı gözünün önüne gelmesi, unutamaması? Sadece kaybolması olabilir mi? Olamaz, çünkü kız gitmek istemiştir belki. Unutulmak unutmak istemiştir. Hem onun başka bir sevdiği yok mudur?


Evet, başka bir sevgilisi vardır kızın. Unutamadığı arkadaşından başkasının söyleyemediği sebepler vardır: “genç bir kız yetişkin bir kadının erkeğini alıyor.” Hem Fahri var. “O çocuğun hiç mi etkisi yok ayrılmanızda?” O zaman yine tanrıya dönelim, hem yaratan hem yakan tanrıya. Hem yükselten hem alçaltan. Habil, koyun çobanıyken, Kain (kabil) çiftçiydi. Tanrının bir göz yanılgısı Kabil’i sinirlendirdi. (Neden çocuklarına aynı anda bakmaz tanrı?) Tanrı Kain’e sordu: “niçin öfkelendin? Ve niçin çehreni astın? Sorular cevapsız kalır bazen. Tanrı da olsa bekleyebilir. Bekledi de. Kabil’in kardeşini öldürmesini bekledi. Sonra tekrar sordu: “kardeşin Habil nerede? Ve dedi: bilmiyorum; kardeşimin bekçisi miyim ben?”


Mantıklı. Hatta, anlaşılabilir. Kanın sebebi olmasaydı eğer. İşte bu sebepten dolayıdır ki kardeşinin yüzünü sudaki yansımada, güneşteki ışıkta, her yerde görür. Artık onun yanı başında nefreti vardır, kini vardır, düşüncesizliği ve sitemi vardır. Yaşam bir eziyettir. Şimdi Sedat soru soruyor işte, fail arıyor. Düş kardeşi olduğu Kabil’le aynı cezayı çekiyor. “Her servis diğerlerinin içine sızmak ister.”, böyle dediler yeterli gelmedi mi Sedat sana? “Polis kızı öldürdü”, dediler. Katili mi beğenmedin? Niye bağırdın o zaman kanıtlamak ister gibi; “basit bir ilişki değil, deli gibi aşığım ona”, diye. Senin paranoyan bize de mi bulaştı Sedat? Biz neden inanmıyoruz sana? İmzala artık o dosyayı da. İmzala ki hiçbir şey gizli kalmasın. Arkadaşın bir daha konuşmasın. Kızın yüzünü bir daha görme. İmzala, Eyüp peygamberin bekçisi gitsin. Yatağı teselli bulsun. Sen uyu. Raskolnikov haklı çıksın; düşünmekten vazgeçip otorite bildiğinin emrine uysun. Cinayeti işlesin.

Senin başkaldırın kime Sedat? İş arkadaşın çok mu toy, çok mu gerçek? Harbi mahalle delikanlısı madamı ve tüm gayrimüslimleri soyarken çok mu şerefsiz? Solcu şair yeteneksiz mi yoksa? Şiirde, sevmekte. Kızın sevgilisi olamaz mı buyurdunuz? Karın çok mu sessiz, kızın babasının geçmişi çok mu karanlık? Boş ver. Boş ver. Ne demiş şair? Buz gibi, demiş. “Aşk iyidir bak, duyumunu arttırır insanın” demiş. Buz gibi demiş. Duydun mu Sedat? Cuma seni öldürseydi keşke, sorular dinseydi. Gitseydi Mine. Sussaydı Yıldırım. Buz gibi. Olmuyor mu? Dört kurşun var orada. Biri senden. Diğerleri kimin siteminden biliyor musun kardeşim? “İçinizi kemiren, ruhunuzu derinden yaralayan, vicdanınızı devamlı rahatsız eden nedir?”,  Raskolnikov acıyla güler bu soruya, “Anlatsam da anlamayacağını biliyorum der.” Adam hiçbir şey demez. Susmak öğretilmiş olandır. Edinilmiş olan değil. Anlatmaya kalkmak insanlıktır. Dosyaya olanı yazmak. Sen Eyüp değilsin. Sakın bağırma tanrıya, “beni rüyalarla korkutuyorsun” diye. Hastasın ama aklın başında. Hep seslenecek kız arkandan: “Sedat yardım et lütfen”… Dondu O, unutmayacak. Etrafta akıp giderken görüntüler, biz unuturken her şeyi o unutmayacak. “bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde, her cümlede iki tek göz, bu kimin, ya da kim korkuttu bu kadar sizi, bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı, ya da tam tersine, boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere”, şair böyle diyor. Adam sevişirken yeni yaralar açılıyor. Kadın kimi sarmış kollarında? Kimi bekliyor? Cuma’nın öldürdüğü kişi, babası. Karısı. Senin kocanı öldürmüş çok mu? Üç kurşun var kadının kocasının elinde. Kaynağı belirsiz üç kurşun. Vatanı olmayan ölüm. Bir yığın ölüden gelen varlığını sordun mu ona?


Ben biliyorum, adam aslında soru sormuyor. O, tek kurşunun, sevdiğinin katili. Dosyanın onaylanmışı. Yıldırım’ın tesadüfî arkadaşı. Unutan, unutacak olan. Ama bir resimden geçiyoruz şimdi. Yaşamsız bir resimden. O zaman konuşsun adam.

Bir şairin sesinden;

“…
insanlardan “buz gibi” soğudum
işte yalnız sen varsın
öyle halsizim ki sorma
anlarsın
....”  

 c. külebi.


Sedat, söylesene lütfen, bu ne sevişmek bu kadar hızlı?

*Sis ve Gece romanını okumadım ben, aslında hiç Ahmet Ümit okumadım. Bilmiyorum, film kadar güzel midir roman, genelde tersi olur değil mi? Roman harikadır, filme çekilir ve beter olur:) Bu örnekte filmi biliyorum, kitabı da iyidir diye umalım, ve sırası gelince okumayı.

Ayrıca, yazı eski bir yazı demiştim ya, çok fazla yanlışı, eksiği, gediği olabilir. Öylesine, birden, yazılması çok çok çok gerekliymiş gibi yazıp, ezan okunurken, huzurla yatağıma girmiştim:) Siz de öylesine okuyun, gitsin bitsin.

3 yorum:

Babel Fish dedi ki...

benim de günlerdir elimde sürünüyor bu film. uğur polat yüzünden yanaşamıyorum filme galiba :)

justine dedi ki...

Burcu,
Uğur Polat her zaman, her yerde biraz büyük oynuyor, evet. Tiyatro adamı ya:) Ama bu filmde gerçekten iyi, hatta çok çok iyi. Seyret lütfen, seveceksin. Tabii kitabını okuduysan değişir işler, okuduğun romanın filme çekildiğini görmek biraz üzüyor insanı, bilirim.

Hoşçakal.

Clea dedi ki...

Yazını ilk okuduğumda bayılmıştım zaten, filmi de seviyorum. O paranoya hali sanırım hepimizde, her yerde var. Sarıldım canım, eline sağlık.