(Misafirlikteyiz, dayısının evinde Luli tv izliyoruz. Lily izliyor aslında, ben ona bakıyorum.)
"je suis malade tout à fait, mais ce n'est pas trop mauvais d'être malade."*
İstanbul'a, evine gittiğinden beri Lily telefonda tek bir soru soruyor bana; "bugün ne yaptın, peki?". "Ne yapayım Liliş, uyandım, kahvaltı yaptım", diyorum, hoşuna gitmiyor. "Hasta ve yaramaz çocuklar var onlara baktım, işe gittim", diyorum. Çocukların ne yuttuğu, çekilen filmde nasıl bir şekil göründüğü filan ilgisini çekiyor, fakat tekrar soruyor; "başka ne yaptın peki, bugün ne yaptın acaba?". Allahtan sesi komik, kelimeler eciş bücüş çıkıyor ağzından da ciddiye almıyorum, yoksa beter olacak.
Yaz kokusu çok yoğundu bugün. Gelmiş artık, bundan sonra ne kadar soğuk olursa olsun fark etmez. Mont filan giymedim, hırka bile fazlaydı. Henüz, "güzel sıcak". Kokularla çok tuhaf bir ilişkim var benim. Hiçbir duyu organıma burnuma güvendiğim kadar güvenmem. Kokuları yoğun hissederim. Hem iyi hem kötü bu. Havanın yaz koktuğunu korkuyla hissettim çünkü. Yazı çok severim, baharı daha çok, sorun bu değil. Fakat bu sefer yaz kokusu yapmam gerekenleri de hatırlattı bana. Aslında hatırladığım yapılması gerekenler değil, geçtiğimiz yaz başlangıçlarında ne yaptığımdı. Koşturup duruyordum; bölümdeki koridorların kokusu, fotokopi, korku ya da saniyelik huzur, endişe, endişe. Doktorayı bırakmaya karar verdiğimde kıştı, şimdi baharda da bu kararı tekrarlamak zorundayım. Kendimi havaya uydurmalı, geçişi sert yapmamalıyım. Çünkü inanç gündüzleri biraz yitiyor.** Ne arkeoloji ne de kariyer umrumda, sorulardan bıktım ve belki bazı geceler evimde yatmamaktan.
Bu gece bir bira içip, Cinler'den parçalar okudum. Çok fazla yeri çizmişim. Çizdiğim yerleri on yıl sonra tekrar anladım. Pyotr Stepanoviç'in kayıtsız, ve küstah tırnaklarını kestiği bölümde yine ürperdim. Ve şu cümlelerin kokusunu biliyorum;
"Beş, altısı birden gelen saniyelerim oluyor, içimi sonsuz bir huzurun doldurduğunu sezinliyorum. Yeryüzündeki hayatla ilgisi yok bunun; öteki dünyayla ilgili olduğunu söylemek istemiyorum, ama yeryüzü insanının kaldırabileceği, dayanabileceği bir şey de değildir."***
Kitabın ilk sayfasına Brecht'ten bir şiir karalanmış;
"...
Marie Sanders, sevgilinin saçları kapkara
İyi olur gitmesen bugün
Dün gittiğin gibi ona
'Ten ürperiyor kenar semtlerde
Trampetler katıyor yeri göğe
Tanrım bir şey yapacaklarsa eğer
Yapacaklar bu gece'
..."
Siz, bazı şeylerin, bazı anlarda, bazı kişilere ne kadar ağır geldiğini bilir misiniz? Yarın yataktan çıkmak istememeyi, tırnaklarını kayıtsızca kesmeyi, bir kez olsun -sadece bir kez- gökyüzüne ürpermeden bakmayı?
---------------------------------------
*"Çok hastayım, ama hasta olmak çok kötü bir şey değil." cinler/dostoyevski
**Cinler'den.
***Kirillov'un "hazırlıklı" konuşması. Cinler'den.
5 yorum:
ahmet yengeç,ben koç burcuyum.bazı
anlarda çekilmez oluyor.dün belki
elli sayfa şiir yazdı,yırttı:)
ters burçlarda olmamıza rağmen nasıl arkadaşız anlayamıyorum.
ben mükemmeliyetçi değilim ama ahmet e bulaşmıyor:)
Kardeşim Polişka yengeç, elbette anlaşılır:) Ben yayım ve koç burcu iyidir, severim. Yengeç de (karamsarlığına rağmen) çok iyidir.
Bütün burçlar iyidir diyeyim de tam olsun, hatta hayat bayram olsun:p
Biz bu konuya nasıl geldik allasen?:)
Yaz kokusu buralara da bulaştı. Karın ürperten yüzü büyük bir vakurlukla eriyip terk edeli bizi çok oldu. Benim bahçede ki çiçekler açmaya başlamış. Önümüzdeki hafta karanfil ekeceğim üç sıra...
"ama yeryüzü insanının kaldırabileceği, dayanabileceği bir şey de değildir."
Alıntın bana Gorki'den başka bir pasajı anımsattı. "Yaşam yaşamın yüreğini arayan ama bulamayan, her şeyi bilmek isteyen ama bilemeyen, güçlü olmak isteyen ama zayıflığının üstesinden gelemeyen birey hakkında bir kahramanlık şiiridir."
Ben yeryüzünün dayanılabileceğine inanıyorum. Hatta Mayakovski vari yani "pantolon giymiş bir bulut" olarak içinden süzülünebilecek kadar sade olduğunu da düşünüyorum. Yeter ki ağırlıklar atılsın balondan. Yani "Tanrım bir şey yapacaklarsa eğer
Yapacaklar bu gece" Ne yapılacaksa yapılabilsin diye yarına
Sevgili Vuslat,
nöbette okuduğum yorumları hemen cevaplayamıyorum. Bazen cevaplamaya çalışıyorum da bazen kalıyor işte bunun gibi. Senin güzel yorumuna da cevap yazmayı unutmuşum, kusura bakma.
Bu sabah ciddi hastaydım. Tuhaftı ama geçiyor sanırım.
Karanfili çok severim ben, aldığım ilk çiçekti. Bunun dışında, bizatihi anlamlıdır.
Sen benden daha umutlusun Vuslat, daha güçlü belki. Ben çoğu zaman boş veririm.
Bir de, Mayakovski'nin intihar ettiğini hatırlıyorum. Atamamış işte ağırlığını. İroni?
Sevgiler.
Sevgili Justine
Daha umutlu muyum bilmiyorum. Ama evet umuda içkin düşlerim kolayca kırılmaz. Kırılmamalı da... Mayakovski "pantolon giymiş buluttu" desinler demişti. Bunu istemişti. Kendisi öldü ama bulutlar ölmedi. Pantolon giymiş bir bulut olamadı yalnızca. İşte belki bu biraz acı.
Güçlü olabilmek o bulut olabilmektir kimi zaman. Gözlerini kapat ve ufka bak. Gözünde geri kalan dünya salınıyorsa renkler içinde usulca, kollarını açıp kucaklamak istiyorsan mesela Afrika'da bir çocuğu, New York da kel adamın tekini inan sen de güçlüsün demektir. Yani bu kadar basittir burgaçlara dayanmak ve nan bu denli hafiftir bir bulut olabilmek...
Bulut olduğun günleri görebilmen dileğim ile...
Yorum Gönder