İstanbul'dayken Kariye Müzesi ve Rembrandt sergisi fotoğraflarını koyamamıştım buraya, vakit yoktu, koşturup duruyordum, şu, bu. Şimdi boş boş oturuyorum bu sefer de tembellikten hiçbir şey yapamıyorum, elim kolum oynamıyor inanın. Neyse, kahvaltıdan sonra üşenmedim, oturdum fotoğrafları flickr sitesine yükledim. Fotoğraflar, profesyonel işi değil, hepsi benim cep telefonumla çekildi (pardon Poliş'in telefonuyla çekilenleri de atmıştım pc'ye.) ama hiç yoktan iyidir diye düşündüm. Benim işime yaradılar. Dün geceden beri onlara bakarken, çok şey düşündüm, araştırdım, okudum, umarım sizin işinize de yarar, gitmeyenler Kariye Müzesi ve Rembrandt (elbette çağdaşları;p) sergisi hakkında bir fikir edinirler. Fotoğraflar şurada.
(Mehmet/Muhammed Siyah Kalem'den kedi tasviri)
Ressam Metsu'nun yukarıya koyduğum resmine bakarken, aklıma çok eski tarihli Toplumsal Tarih dergisinin bende olan bir sayısı geldi; orada kedilerle ilgili bir dosya vardı, çoook önce okumuş, beğenmiştim. Arkeoloji kitaplarımın arasında kalmış, buldum -bulmak biraz zor olsa da;)- çayımı içerken bir iki yazıyı tekrar okudum. Türk sanatı ve sembolizminde kedi, başlıklı yazıda, kedinin günümüzde kent ve yerleşik kültürün çok içinde olmasına karşın eski türklerin hayatında pek önemi olmadığı söylenmiş. Hatta bu görüşü desteklemek için devamlı mücadele halinde olan bozkır kavimlerin ruhunun (karakterinin) kedilerle uyuşmadığı örneği verilmiş, şöyle ki; köpekler eti bulunca kavga ederler, paylaşamazlarmış, oysa ki kediler yiyecek bulunca ortalıkta yerlermiş. Düşündüm, bence iki cins de ortalıkta yiyor ama yazıya laf atmayayım şimdi, araştırıp, yazmışlar;) Sonra, şehir insanına kedilerin tabiatının uyduğu tespitinde bulunulmuş. Yumuşak ve paylaşımcı karakterli şehir insanı (bak sen!;p) kediyle benzer özellik gösterirmiş. Tabii bu fikirler Türk Mitolojisi, isimli kitabın yazarı Bahaeddin Ögel beyefendiye ait, dergideki yazının sahibi Yaşar Çoruhlu bu görüşlere yazısında yer veriyor ama katılmıyor. Eski Uygur dilinde kediye "miskiç" denirmiş ve "manu" bozkır kedisi anlamına gelirmiş. Erkek kediye ise "kök çetük" denmesinin nedeni önemliymiş; gök kelimesi göğü ifade ederken aynı zamanda tanrıya da işaret ediyormuş. Hah işte, doğru anladınız erkek kedi sembolik olarak göğe ilişkin ruhlarla bir tutuluyormuş. Çok güzel iki hikâye anlatılıyor yazıda, ben birini kısaca aktarayım size; çok yaşlı bir adam ormana odun kesmeye gitmiş, keseceği ağaç kütüğünden bir kedi ortaya çıkmış, neden yuvama vuruyorsun, diye sormuş kedicik. (ben sevimli hâle getirdim, evet;)) Adam ihtiyacı olduğunu, fakirliğini söylemiş, kedi ağacı bırakmasını, gidip eve yatmasını tavsiye etmiş. Adam tavsiyeye uymuş ve sabah kalktığında pek çok yiyecek ve malı etrafında görmüş. Eh tabii, insan sonuçta, yetmemiş ve tekrar bizim kedinin yanına gitmiş, ağaç kütüğüne vurmuş, bunlar bana yetmez demiş. uzatmayayım aynı olay tekrarlanmış ve adam sabah uyandığında bey olduğunu görmüş. Ama adama bu da yetmemiş, benden güçlü tanrı var, tanrı olmak istiyorum demiş. Kedi evine git uyu demiş yine (C. olsa nasıl da sevinerek gider, uyurdu hemen, ayrıca onun beylik, mal mülkte de gözü yok, ohhh mis gibi uyu akşama kadar;p), adam uyumuş ve uyanmış, ne görse beğenirsiniz (hikâyeyi masal yaptım;)); sahip olduğu her şey yok olup gitmiş. Kediye gidip, ağaç kütüğüne son kez vurduğunda kedinin orada olmadığını görmüş, ağacı kestiğinde içinden de çıkmamış. Eve dönmüş ve sonra ölmüş. İşte böyle, kedi eski türklerde ve belki şimdi de ölüm, kader ve ecelin alegorisi olarak görülüyor. Kara kedi (renklerdeki sembolizm) uğursuzluk belirtisi sayılıyor. Tanrı şekline giriyor, cin gibi etrafta dolaştığı düşünülüyor. Bahsettiğim dergide Bir Zamanlar Tanrıydılar, başlıklı bir yazı var, Oğuz Tekin imzalı. Tekin'i tarih ve arkeoloji ile ilgilenenler iyi bilir, bu yazıda da eskiçağ'dan ortaçağ'a kediyi anlatmış, ben çok beğendim. (yazının sonuna kendi kedisi rüştü'nün fotoğrafını da koymuş, çok tatlı;)) Kısacık bir araştırma yazısından (8-9 sayfa kadar) çok ilginç şeyler öğrendim; kedilerin parlayan gözlerinin Mısırlılar'a tanrılarını hatırlattığını (güneş tanrısı-Atum-Ra), güneş battıktan sonra bile, bu tanrının yeraltı dünyasının karanlığında parladığını, kediler ve sahipleri arasındaki ilişkinin kedi ile annesi arasındaki ilişkiye benzediğini, ön patileriyle sahibine masaj yapma sinyalini veren kediciğin (yine ben;)) annesinden süt istediğinde de aynı hareketi yaptığını, kadınların kedileri çok sevmesinin ve yakınlıklarının sebebinin, yavrularını kucaklarında tutuyor hissine kapılmaları ve daha yaşlı kadınların ise çocuklarını hatırlamaları olduğunun düşünüldüğünü bu yazıyla öğrendim. Tabii bunlar sadece varsayım, ama hoş, güzel fikirler, ayrıca mantıklı da.
Çok uzadı, oysa ben sadece fotoğrafların linkini verip işime bakacaktım. Araya bir sürü ıvır zıvır alıp Palomar'ın son birkaç sayfasıyla bir türlü vedalaşamıyorum. Onu bitirip, yeni kitaba başlayacaktım, güya. Hem bir de, Maes'in Hayalci Kız'ı hakkında duygusal bir yazı yazmaya niyetlenmiştim. (ah, yazmadığın iyi olmuş mu dediniz?;p) Olmadı yine. Olsun, bloğun bu özelliğini seviyorum. Kural, düzen, şart, hesap, kitap yok, aklına ne gelirse yazıyorsun. Tez yazmaktan bin kat daha güzel ve eğlenceli;) (ben daha hâlâ, tez hocamla yüz yüze görüşemedim bu arada, telefonla konuştuk kim bilir kaç ay önce, yıl oldu gidemedim adamın yanına. bravo bana!)
--------------------------------
Genç kız hayal kurar, kedi yemek yer, ve bir göz tüm bu olanları görür.
İşte böyle, çok konuştum gideyim artık, siz de eğer insana en yakın hayvan, kedilerle ilgili eğlenceli ve ilginç şeyler okumak isterseniz Toplumsal Tarih dergisinin Mart 2004 sayısını bulmaya çalışın. Ben yıllar yıllar önce Kadıköy'de bir sahaftan almıştım, iyi ki de almışım. Dönüp dönüp okunuyor bu tür dergiler. Hüseyin Rahmi'nin Kedim Nasıl Öldü, hikâyesinden harika bir alıntıyı sonraya saklıyorum, belki bir gün unutmazsam yazarım. Roma'da kedi, Yunan ve Mısır'dan kedi hikâyeleri ve onlarca güzel betim var dergide. Ne hoş, birileri görüyor ve gördüğünü şekle, yazıya döküyor. Düşünüyorum da, ressamların muhteşem çizimleri, yazarların harika tasvirleri olmasa dünya yine aynı güzellikte görünür müydü gözümüze? Kediler, Siyah Kalem'in kedisi kadar toparlak ve şaşkın, genç kızlar Maes'in çizimindeki gibi dalgın ve kederli olur muydu mesela? Bilmiyorum, fakat hayat kurgu kadar renkli değil bundan eminim, ya da şöyle; renklerini gören bir göze ihtiyacı var.
---------------------
p.s.: -Rembrandt hakkında güzel bir belgesel izlemek isterseniz BBC çekmiş, koymuş önümüze, şuraya buyrun.
-Mehmet Siyah Kalem'in bu çizimine tek kelime ile ba-yı-lı-yo-rum ! Sergi ile ilgisi yok, sevdiğim için ve kediler hakkında konuştuğumdan aklıma geldi, koydum. Peki neden heceledim, elbette heyecandan;p Sevdiğim şeyler karşısında birden alıklaşıyorum.
-Polişka'nın (bloğu yeni okuyanlar için; kardeşim olur kendisi) yeni bloğundan da bahsedemedim. Yanda bağlantısı var, çok önce eklemiştim sayfama. Geç Saatler, başlıklı. Diğer -tematik- bloğundan farklı olarak, böyle kişisel bir blog açmasına en çok ben sevindim, onun için daha çok bahsedilmeyi hak ediyor. Kendime sözüm olsun. (o sevmez reklamının yapılmasını;p)
-Flickr güzel siteymiş ama fotoğraflar yavaş yükleniyor, ya da benim bağlantımda bir sorun vardır, bilemedim şimdi. Kahvaltıdan sonra başlamıştım yüklemeye, saat kaç oldu hâlâ yüklüyor. Bitsin, yazıyı öyle yayınlayayım.
23 yorum:
"Hayatın, renklerini gören gözlere ihtiyacı var." Bayıldım buna. Kurgu çoğu zaman gerçeği aşar bence de. Dünyayı çekilir yapar. Öte yandan hayatında neredeyse hiç kurgu olmayan bir sürü insan yaşıyor dünya üzerinde. Doğal, öylesine. Onların dünyayı algılaması farklıdır herhalde.
Çok güzel bir yazı bu Justine. İyi yazmak için de kesinlikle gören gözler lazım, biliyorsun:)
Geç Saatler'i de mutlaka takip edeceğim. Kardeşin de senin gibi iyi bir okur, ne güzel !
Bunu hep düşünmüşümdür Işın; hayatında kurguya hiç yer vermemiş, onun anlatımına güvenmemiş insanlar nasıl görürler dünyayı? Benim izlediğim filmi, nasıl bir gözle izlerler, Rembrandt'ın bir tablosuna neleri düşünerek bakarlar? Cevabı çok zor bunun, bir gün annem, benim hayranlıkla inceleyip, ellerimle dokunmaktan kendimi alıkoyamadığım sütunlara bakıp; ne varmış ki bunlarda, hiç ilgimi çekmiyorlar benim, taş işte, demişti;) Biraz haklı tabii, dediğin gibi, doğal ve öylesine, ama işte kurgu var. Bizim kurduğumuz, başka başka gözlerin görüp tasarladığı, zevkle okuduğumuz, baktığımız.
Ben her gözün bakışının "biricik ve farklı" olduğunu düşünüyorum. Belki kimi bakışlar, gördüklerini şiirsel dillerle anlatamıyor ama gördükleri bir şey var sonuçta. Annem bir Yunan sütunundan etkilenmiyor da, Peribacaları'na hayran kalabiliyor.
Neyse, böyle işte. Çay koyacağım şimdi, yarın 24 saat nöbet var ve ben geceye daha yeni başladım;) Biraz ağrım da var bugün, bakalım çay içince geçecek mi?
Biliyor musun Işın, seni çok merak ediyorum ben. Yorumlarını zevkle okuyorum, yazım tarzın hoşuma gidiyor, peki neden senin de bir bloğun yok? İnan, senin yazılarını da okumayı çok isterdim. Poliş'e ısrarlarım işe yaradı, bakalım senin üzerinde etkim nasıl olacak?;))
Yorum ve övgüler için teşekkür ederim. Çok sevgiler Işın, iyi geceler.
justine, ne güzel bir yazı...(bir süre öylece bu sayfada kalabilirim:)fotoğraflar için de çok teşekkürler. (kariye fotoları için ayrıca teşekkür:) bu fotoğraf yükleme işleri benim de çok gözümde büyüyor, çünkü hakikaten zaman alan işler.
sergiye gidemedim daha. ama senin fotoğrafların iyice iştahımı kabarttı. resimlere arka arkaya bakınca bu kurgu dediğin şeyi düşündüm bence. birden fazla figürün olduğu resimlerde bir kurgunun, mizansenin varlığı ne kadar da belirgin. hep bir denge, ve çoğunlukla bir üçleme var. ve ressamların hepsi aynı renk paletini kullanmış sanki. çok fazla şey bilmiyorum o dönem resimleri hakkında ama okumak istedim.
kedi ile ilgili yazdıkların çok ilginç. çoğu bilmediğim şeylerdi. dergiye bakacağım, belki kütüphanede bulabilirim. kediler işte senin o bahsettiğin kurguyu yaratmaya çok elverişliler.(Cortazar da Lucas adlı kitabında kedilerin aslında telefon olduğunu iddia ediyor;) Hakikaten hayatı kendilerince bir yaşayış şekilleri var ve ona tanık olmak büyük keyif!
Işın'ın neden yazmadığını ben de merak etmiştim, söylemeden geçmeyeyim. Çünkü gayet iyi bir blog takipçisi, biliyorum. Öte yandan bazen -tembel, uyuşuk zamanlarımda- benim de içimden sadece sevdiğim blogların takipçisi olmak geçiyor. O da güzel geliyor, çünkü yorumlarla filan epey bir şeyler paylaşabiliyorsun. (Işın'a da buradan sevgiler:)
Geç Saatler aklımda olacak. Diğer bloga da uğruyordum (ve çok hoş buluyorum.)
çok sevgiler justine, nöbetinde kolaylıklar,
Sevgili Alkım, böyle yorucu ve uykusuz(!) bir günde yorumunu okumak ne güzel oldu, iyi geldi inan. Yine uykusuz nöbete geldim, kendime sinir oldum (hep böyle;p), aynada yorgun yüzüme bakarken, ne safsın dedim her zaman olduğu gibi, ve işte burada çalışıyorum şimdi;)
Fotoğraf işi öyle, çok uzun sürdü yüklemesi, bir de ben tüm fotoğrafların altına açıklamalarını da ekleyecektim ama olmadı. Akşam yemeğini yapmaya on gibi başladım, düşün;) Aklımda tabii, yarın ya da daha sonra tüm fotoların altına açıklama (isim ve ressam en azından) ekleyeceğim.
Fotoğraflar çok kaliteli değil, hepsi amatör işi, fakat onlara bakan kişi bir fikir edinebilir diye düşündüm. Umarım işe yarar. (onca emek, boşa gitmesin di mi?;p)
Burada keseyim şimdi, devam edeceğim.
işte yine fotoğraflar çekildi yüklendi, sergi hakkında konuşuldu, zerka hâlâ sergiye gidecek de yorum yapacak:)
arada böyle hem bilgi veren hem de sürükleyen hikâyeler anlat bize justine:) çok güzel olmuş,çok seviyorum böyle bir şeyin tarihçesini masal anlatırmış gibi anlatan yazıları, bu arada adama çok şaşırdım, biri sana eve git uyu diycek sonra gelsin mal, mülk, yiyecek, en büyük hayalim:) bir de ben de bazen düşünüyorum eve kedi alsam mı diye, sonra benden daha tembel biriyle yapamam diye düşünüp vazgeçiyorum:)
ışın’ın bloğu olup olmadığını ben de sormuştum kendisine, bence olsa şahane olabilirdi:)
fotoğraflar için teşekkürler, aslında gitmeme de gerek kalmadı sanki sergiye, açıklamalar da olursa hiç gerek yok ki gitmeme:)
bloğun bu kuralsız, düzensiz, şartsız halini ben de seviyorum. kurallar, şartlar, zorunluluklar bazen insanı en sevdiği şeylerden bile soğutabiliyor.
nöbetinde kolaylıklar justinecim, eve dönünce bol bol uyuyacağını düşün, ben öyle yapıyorum sabahları kalkmakta zorlanınca, iyi geliyor:) sevgiler çok
Hımm, benden bahsediliyormuş burada, cevap hakkı doğmuş.
Annen ve taşlar hakkında yazdıklarına çok güldüm. Benim de çok başıma geliyor. Tarihi, arkeolojiyi çok severim. (Sevgi, ilgi çok da bilgi çok az henüz :)). Sütunlara, eski duvarlara dokunmadan duramam. Ama bir sürü kişi için hepsi taş gerçekten. Anlamaları zor.
Pek de merak edilecek bir şey yok aslında hayatımda. Blog yazmayı düşündüğüm zamanlar oldu. Zerka da sormuştu geçenlerde. Ama işte belki tembellikten, belki zamansızlıktan, başka şeylerle uğraşmaktan. Ne konuda olacağına bile karar vermem zor. Sanırım İstanbul hakkında yazmayı isterdim ama onun için de daha donanımlı olmam lazım gibi geliyor. Bakalım, belki ileride.
Ama sizleri okumak çok güzel, sevgiler ikinize de.
ben de çektim vermeer sergisinden fotoğraflar ama baktım pek parlak çıkmamışlar.fotoğraf yüklerken uzun sürmesinin sebebi, fotoğrafların yüksek çözünürlüklü olması olabilir mi? fotoğraf programlarında küçültülebilir, ben de flickr'a yüklüyorum, on fotoğraf birkaç dakikada yükleniyor.
kedili yazı ne güzelmiş! geçen gün bir gün arkadaşım kedilerle reiki arasındaki ilişkiden bahsetti. enerji meselesine çok açıkmış kediler :) bilmem inanır mısın öyle şeylere ama, kediler enerji iletme konusunda özel canlılarmış. hasta birinin yanından ayrılmazlarmış vs. badem de dibimdeydi bütün akşam, yine hasta oldum. nezle gibi başladı, boğazıma da sirayet etti. beni iyileştirmeye çalışıyor yavrucak :)
evet ışın da blog açsın, kampanya başlatalım :)
sana nöbette kolay gelsin.
öptüm.
Hey Alkım!
Çok ara verdik sohbete değil mi?;p
Kedilerin aslında telefon olduğu fikri iyiymiş, eh böyle bir fikir de ancak Cortazar gibi bir kedisevere yakışırdı, inanıyorum ben ona.
http://29.media.tumblr.com/tumblr_lip07iBPy11qiu5e6o1_400.jpg
Bu fotoyu seviyorum, Lucas Diye Biri, kitabı hakkında yazdıklarını okumuştum, şimdi tekrar okudum, çok hoş.
Ben kedilere dokunamam aslında Alkım, dokundum, sevdim ama öyle kucağıma alıp uzun süre oynaşmadık kendileriyle;) Öyle bir alışkanlığım, kültürüm yok. Kediyi bırak, küçükken annem elime kuş, ya da civciv vermek, sevdirmek isterdi, çığlık atardım. Elimin altında kıpırdanan, kemiklerini, kalbinin atışını duyduğum, derisini hissettiğim bir varlık düşüncesi bana inanılmaz heyecan (ve biraz da korku) verirdi. Kültürle demek istediğim şey bu, hayvanların hep etrafımda olmasını istedim, fakat onlara dokunamadım. Ailemde, hayvanlarla yaşamak gibi bir gelenek yok. Köpeklerle ilişkim biraz daha farklı, onlar kediler kadar oyunbaz değil (küçük köpeklerden bahsetmiyorum, onlara hiç dokunamam, çok hareketliler), böylelikle onları okşuyor, sevebiliyorum. Hatta Marmaris'te güzel bir sokak köpeğiyle öpüşmüştüm, hoş bir deneyimdi;) Özetle, hayvanları çok çok seviyorum, ama onların yerinin, kendi habitatları olduğunu düşünüyorum. Akvaryumda balık, kafeste kuş kadar içimi acıtan bir şey yoktur, aynı şekilde camdan dışarıyı seyreden kedi görüntüsü de üzer beni. Bahçeli bir evde, bahçesinde tüm hayvanların koşturup durduğu bir resim güzel elbette, ama işte hepimiz apartmanlara sıkışıp kalmışız. İstediğimiz her şeyi yapamıyoruz.
Köpeklerle ilgili kısa bir şey daha söyleyeyim lafı gelmişken, şimdi oturduğum evin arka tarafında (manzaranın baktığı yer ve buraya koyduğum çoğu resimde görülen alan) gecekondular var. Evi aldığımızdan beri çok çok rahatsız edici köpek havlamaları geliyor oralardan. İlk zamanlar takmamıştım, geçer filan dedim. Fakat şimdi öyle rahatsız oluyorum ki seslerden, ne yapacağımı bilemiyorum. Film filan seyretmeyi bırak, telefonla konuşmak bile zor. En çok geceleri havlıyorlar, kedilerle ilgili bilinen batıl inançlardan söz etmiştik, bir de köpek havlaması ile ilgili olanları düşün;) Ne oluyor, neden havlıyor bunlar acaba, diye kalakalıyor insan. Bir de ben geç saatlerde eve geldiğimde, arabamı park ettikten sonra üzerime doğru koşan bir köpek ordusu (altı-yedi, ya da daha fazla köpek) var gündemimde;p Allahtan sakin bir tipim, korkmam köpeklerden, ama insan gecenin üçünde kocaman köpeklerle başbaşa kalınca şaşırıyor tabii. (İstanbul'da, Deyvo'ya saldırmışlar geçenlerde, onu da duydum üstelik. Deyvo köpeklerden nefret eder, kedileri çok sever, belki onu anlamıştır saldıran köpekler, öyle düşünüp avunuyorum;)) Neyse, ben köpeklere zarar verirler belki diye şikayet etmiyordum. Düşünüp duruyorum ama, ne yapsam ne etsem diye. En sonunda geçen gün belediyenin tüm birimlerine (abartmıyorum, yazdığım mektubu tüm departmanlara kopyalayıp, yolladım;p) bir mektup yazdım. Öyle komiğim ki, köpekler zarar görmesin, şimdi bunlar zavallı hayvanları vururlar korkusuyla (yaşanmış, beter örnekler var, bkz; büyükada kabusu), mektubu uzattıkça uzattım. Şöyle yapın, böyle yapabilirsiniz diye, yol gösterdim adamlara;) Bakalım, ne olacak, nasıl bir çare bulacaklar?
Yine çok konuştum;) Belediye bana dayanamaz ama sen dayanırsın Alkımcığım. Buna güvenerek sonuna kadar okuduğunu düşünüyor ve çok çok sevgilerimi gönderiyorum sana. Öpücükler ve iyi günler.
Bol bol uyudum Zerkacığım, dinlendim gerçekten, teşekkürler;)
Sakın endişelenme kaçıracağım sergiyi diye, daha çok var bitmesine. Hem gün geçtikçe kalabalık da azalır, sergi hakkında reklamlar biter, daha rahat gezersin. Müzenin bahçesinde oturup keyif yapmayı da unutma canım, bahar geldi üstelik;)
(Fotoğraflar gerçeğin yanından bile geçemez! Ayağına kadar gelmiş, muhteşem eserlerin orijinalini görme fırsatını kaçırma Zerka, mutlaka görüp, gezmelisin sergiyi.)
Çok sevgiler, öpüyorum seni.
Sevgili Işın, İstanbul hakkında yazmak iyi fikir, bunu söz olarak alalım öyleyse, yazmak istediğin zaman yazarsın, heyecanla ve merakla bekleyen okuyucuların olacağını unutma.
Dün gece dinlenme bölümümde, elime Palomar'ı aldım. Kalan son birkaç sayfasını okuyup bitirmek istiyordum. Palomar zor bir kitap, Calvino'yu bilen bilir zaten, öyle uykusuz, nöbet yorgunu bir hâlde okumak mümkün değil. Fakat okuduğum bölüm çok ilginçti. Seninle konuştuğumuz şeyleri hatırladım. Bir Meksika tapınağını geziyor Bay Palomar, kalıntıları, piramitleri, diğer ziyaretçilerle birlikte tabii. Orada küçük bir öğrenci grubuna tapınağı gezdiren genç öğretmenin dediği cümleye takılıyor; "no se sabe lo que quiere decir." Anlamı; "Ne anlatmak istediği bilinmiyor." Öğretmen, her kalıntının, sütunun önünde bu cümleyi tekrarlıyor; "ne anlama geldiği bilinmiyor."
Bay Palomar, geziyi bir uzman dostuyla yapıyor, onun anlattığı şeyler büyüleyici, fakat bir de öğretmenin sesini duyuyor ötelerden; "ne anlama geldiği bilinmiyor!" Yorumlama oyununa saygı duyuyor, alegorili okuma parçalarının zihnin en yüce alıştırması olduğunu düşünüyor, ama gel gör ki öğretmenin bakış açısı da ilginç;) Bağlamlarından (bizim bahsettiğimiz kurgu burada devreye giriyor) yalıtılmış olarak bize gelen bir taş, bir resim, bir işaret, bir söz, yalnızca bu taş, bu resim bu sözdür. Onları anlatmaktan kaçınmak, belki de gizlerine saygılı olmanın bir yolu, tahminde bulunmaya kalkışmak kendini beğenmişlik ve gerçek anlama ihanettir -belki-, diye düşünüyor Bay Palomar. Ama öte yandan, somut çizimlerden soyut çizgilere, soyut simgelerden, somut deneyimlere geçmenin, bir örnekseme ağını tekrar tekrar örmek gereksiminin hiçbir zaman söndürülemeyeceğini de biliyor. Şuna karar veriyor; yorumlamamak olanaksızdır, tıpkı düşünmeyi engellemenin olanaksız olması gibi.
Bu durumda annem ve bizim gibi düşünmeyen diğer herkes, bir sütun karşısında etkilenmiyor belki, fakat bir şey görüyor, düşünüyor. Ve, "Ne anlama geldiği bilinmiyor", deyip geçiyorlar sanırım;)
Böyle işte, daha çok konuşuruz (konuşulur) bu konuda biz;)
Çok sevgiler, selamlar.
Neocuğum, öncelikle çok geçmiş olsun, sık hasta oluyorsun sanki, biraz daha dikkat etsen ya kendine. (annem böyle dediğinde sinir olurum ama ben de sevdiğim kişiler hastalandığında en çok bu cümleyi kurarım;p)
Biraz önce Melike ile konuştum, abim rahatsızdı biraz, iyice ilerlemiş gribi. Haliyle Rüya'nın da burnu akmaya başlamış, Meloş da boğazım hafif ağrıyor dedi. Zincirleme ilerler bu hastalıklar, bilirsin;) Üzüldüm, bitse artık şu kış ve hastalıkları. (aslında bahar bana tuhaf bir hüzün ve karamsarlık verir ya, kıştan nefret etmem ben, neyse, şimdi konuyla ilgisi yok;p)
Onunla konuşunca çorba yapsam diye geçirdim içimden, o hiçbir şey istemedi ama sürpriz olur diye düşündüm, hem hastalara ne iyi gelir sıcak çorba, iyi bilirim. Sana yazdıktan sonra hemen kalkıp alışveriş yapacağım, sonra da ünlü tavuk çorbamı yapacağım onlara;) Keşke yakınlarda olsan ve sana da ikram etsem çorbamdan, hoş olurdu;) (bir de kötü oluyormuş bu sefer çorba;p)
Demek Vermeer sergisinden fotoğraflar çektin, bak sen, Rembrandt sergisi değil miydi o şekerim;p Hah ha, gözümden kaçmadı ressamını koruma çaban, hoşuma da gitti tabii, böyle fanatik sanatseverlere pek rastlanmıyor günümüzde Neocuğum;p
Çektiğim fotolardan ben de pek memnun değilim. Hatta bloğa koyduğum iki resim de benim değil, link verdim zaten onlara;) Eh, güzeli varken kendi fotolarımı koymaya gerek yok, bağlantıda hepsi toplu şekilde görünüyor zaten. Profesyonel makine ile daha güzel çıkarlar eminim, ama ne yapalım cep telefonuyla ancak bu kadar oluyor;)
Flickr güzel bir site aslında, belki de ben abarttım, bana fazla uzun geldi süre. Çok fazla fotoğraf vardı, ondan çok uzun sürmüştür herhalde. Dediğin gibi fotoların boyutunu küçültmek mantıklı, ama onunla da uğraşmak gerek Neocuğum, of gözümde büyüdü valla;)
(üşenenin çocuğu olmazmış! annemin sesi yankılanıyor kulağımda!;p)
Badem seni hemen iyileştirsin lütfen, sen de çok dikkat et kendine, güzel ve sağlıklı çaylardan iç (bana göre beter şeyler, ama sen iç;p), vitamin al ve dinlen. Ona ve sana sarılıp öpüyorum canım. Tekrar çok geçmiş olsun.
justine, köpekler için yazdığın o mektubu hayal edebiliyorum. çok hoş, ince bir mektup olduğuna eminim. gülümseyerek okudum yazdıklarını.
ben de üniversite yıllarına kadar hayvanlara dokunmaktan ürken bir insandım. (böceklerden filan hala korkarım bu arada.) sonra ev arkadaşımla bir kedi aldık ve hayatım değişti;) aslında kedilere, köpeklere dokunmak çok güzeldir, onların o dokunuşla kendilerinden geçip mırıl mırıl mırlamaları. hissettiğin o küçük kalp. tabii aynı evde yaşadıkça insan daha kolay yakınlaşıyor. hepsi her türlü dokunuştan hoşlanmıyor bu arada, hepsinin huyu ayrı. şimdi kafanı ütülemeyeyim. biliyorsun kedi sahipleri kedilerden konuşmaya başlayınca bir türlü lafın sonunu getiremezler;)
hayvanlarla iletişim şehir insanının yabancı olduğu bir alan.. bu yaz kaplumbağalarla yakınlaştım mesela ilk kez;) ilginç bir deneyimdi. salatalık yiyorlar kıtır kıtır. bir de dışarıdaki kedilerin mamalarını yiyen bir kirpi var bahçede, her akşam belli saatlerde ortaya çıkıyor, yanıma filan gelmeye başladı. çok acayip gerçekten. bizim kediler şanslı, dışarı çıkabiliyorlar. ama pencereden bakanlara da çok üzülme, çünkü pek çok kedi şehir hayatında bir yaşlarını bile doldurmadan ölüyorlar. bir de soğuğu hiç sevmiyorlar bu "kedicikler" (senden özendim;)
cortazar'ın bu fotosunu çok seviyorum ben de! turgut uyar'ın da kedili bir fotosu var (yazıda da belirtmiştim) ama internette bulamadım. o da çok güzel.
çok sevgiler justine.
Ne güzel anlatmışsın, keyifle okudum;)
Ben sıkılmam kedi sahiplerinin konuşmalarından Alkım, aksine zevkle dinlerim. Dokunamasam bile bayılırım kedilere, yok yahu tam olmadı bu, tüm hayvanları severim ben;)
Biraz önce eve geldim, köpek sesleri yine çınlıyordu uzaklardan, ama bu sefer kendilerini göremedim. Nedeni tüm sokağı kaplayan polis arabaları ve onların ışıkları olabilir tabii. Benim sokağa vardığımda, beş-altı polis arabası yolu kapatmıştı. Şaşırdım, indim ve hemen sordum sokağın ortasında dikilen polis memuruna, hırsız varmış dedi. A ha, her tarafı açık bırakıp çıkmıştım ben! Güya Rüyalar'a yaptığım çorbayı bırakıp eve dönecektim hemen. Olmadı elbette, evdeki hesap çarşıya uymadı. Oturduk, yemek yedik, tavla oynadık (yenildim;p) ve evi unuttum haliyle. Her neyse, uzatmayayım, yine bizim mahalledeki apartmanlardan birine hırsız girmiş. Sinir oldum, endişelendim, polis evde laptop filan bırakmayın sakın, onları alıyorlar daha çok, dedi. Benim derdim, hırsızla yüz yüze gelmek oysa, bana ne laptop'tan. Tamam, o da alınmasın ama, eve girmiş tanımadığım birinin düşüncesi bile korkunç. Aman, allah korusun.
Kedilere dönelim;) Onlara dokunmanın harika bir duygu olduğuna eminim, ama dedim ya, alışmamışım, korkuyorum. Bir de Ayhan'ın kedisi İrma ile bir gün geçirmiştim ben. Çok komikti. Ayhan yoktu ve İrma evi kendisinin sanıyor (eh, haklı. sanmak ne demek, onun evi;p) ben en yakın arkadaşımın evindeyim havasında geziniyorum. Sabaha kadar köşe kapmaca oynamıştık;p
Turgut Uyar'ın fotosunu çok merak ettim, biraz bakındım ben de bulamadım. Bulursan aklında olsun, bana da yolla Alkımcığım.
Şimdi Mentalist zamanı, son bölüm düşmüş nete, indirmiştim, onu izleyeceğim.
Çok sevgiler, iyi geceler.
teşekkür ederim justinciğim, dün işe gitmeyip bütün gün yattım, iyi geldi. öksürük azaldı, burun tıkanıklığı devam. bu sene ikinci oldu bu hastalık ki ben olmam genelde, birilerinden geçti diyorum, kalabalık ortam yaramıyor bana, münzevi olarak yaşamam lazım :P
ya vermeer sergisi demişim iyi mi! koca sergide bi tane resim var hepi topu, rembrandt filan unutmuşum :)
iyileşmemde badem'in etkisi kesin var, bütün gün devrile devrile yattık :) akşam da kucağımdan inmedi. twitter'a bakıyor musun, oraya çok güzel badem fotoğrafları koyuyorum. hep burnumun dibinde olunca nefis kareler çıkıyor, fotojenik düdük badem.
ben de öptüm, sarıldım.
Günaydın, hemen bakayım Neocuğum, hem uyanmama da yardımcı olur;p
Aslında takip ettiğim blogların twitter yazışmaları sayfalarında varsa bakıyorum, mesela Erhan Bey'in twitterı simge şeklinde değil, yazışmalar hâlinde sayfasında var ya, oraya bakıyorum, seni de görünce hoş oluyor;) Sen sayfana işaretini koymuşsun sadece (şimdi baktım, anladım), dikkatsiz gözlerden kaçıyor hâliyle şekerim;p
Badem çok güzel, çok tatlı!;) Bakıyorum şimdi, ve düdük filan diyorsun ama, sabah ben fotoğraf çektirsem düdük neymiş o zaman görürsün sen;p Hah ha, valla Badem'den daha düdük görünüyorum sabahları.
Vermeer olayı Freud sürçmesi canım, anladım ben seni;p
Of ya Neo, sen tüm gün yattık dedin ya, canım istedi benim de. Nasıl Oblomov ama!!! Bugün çoook işim var, C.'nin hediye ettiği kitaplar fazla gelmişti, bavuluma sığmadı, arkadan kargoyla yolladı ve bugün gelecek. Hiç evden çıkmamam lazım. Ev beter durumda, temizlik şart. Dün gece, evde kargo bekleyeceğim madem, temizlik yaparım bahaneyle demiştim. Şimdi nasıl gözümde büyüyor bilsen. Sadece mutfağı temizlesem diyorum... Benim canım koltuğa uzanıp dizi, film filan seyretmek istiyor oysa;)
Aaaa kahvaltı hazırlamakla başlayayım işe dur! Oturdum, seninle konuşuyorum, çay bile koymadım daha. Hadi bakalım, gazam mübarek olsun;p
Daha iyi olmana çoook sevindim, Badem'e ve sana öpücükler, uzaktan hastalık yaymadan tabii;)
Mitoloji de bir yorumdur. Kedi için yapılan ilişkilendirmeler de bakış açınızı içeren bir yorum olabilir çokça. Özgün karakterli hayvanlardır kediler. Kadınlar belki bu yoldaşlığın özgürlük kokan ruhunu seviyor olabilirler..!
Tabii öyle olur Zafer (sayfanızı inceledim biraz, isim doğrudur umarım), haklısınız. Zaten benim gibi uzaktan kedi seven bir kişi ancak hariçtan gazel okuyabilir;)
Bloğunuza dayanarak konuşuyorum, kediler hakkında siz ne deseniz haklısınız;)
Sevgiler.
Demek bir kedi ile yakınlaşmadınız, üzüldüm. Kişilik sahibi bir varlıktır, arkadaşlığını kazanma becerisine sahip olmuşsanız eğer dostluğunu litfeder size. Bir tas yemekle kalbini kazanamazsınız kolay kolay. Özgür ruhludur, mutlak kölelik bekleyen insan egosu bu yüzden nankörlükle suçlar onu haksız yere. İyilikle kötülüğü bilir, şevkatlidir. Temizdir, süslüdür, sevimlidir, canayakındır ve zekidir.. Kendi hayat tecrübesi ile bir insanı eğitir, insana egosunu dizginlemesini öğretir, özgür bir birey olabilmenin yolunu gösterir, öğretmendir.. Lütfederse sizinle oynar, samimileşir. Yeter dediğinde üstüne gitmeyin, laubalilikten hoşlanmaz haddinizi bildirir. Unuttuğum çokşey olabilir, kediler hakkında anlık aklıma gelenlerdir bunlar..Ve bence her insana böylesi bir dost gerektir..! :)
Kedi sahiplerinin, ya da şöyle; gerçek kedi severlerin kediler hakkında böyle tutkuyla konuşmalarına bayılıyorum;) Kedilerin, ve aslında tüm hayvanların nankör olduğunu düşünmüyorum, böyle yakıştırmaları da sevmiyorum sizin gibi. İnsanlar kendi özelliklerini yansıtmaya çalışıyorlar bana kalırsa, rahatlamanın bir yolu işte.
Kucağıma alıp okşamadım henüz, ama başkasının kucağındayken dokundum kedilere. A, geçen nöbette ben cr yaparken bizim radyolojiye alışmış bir kedi yanımdaki sandalyede uyukluyordu, onu seyrettim uzun uzun. Yakınlaşmaya başlamış sayılırım, ne dersiniz?;)
Samimi ve içten yorumunuz için teşekkürler, sevgiler.
Rica ederim.. Bir kedim yok maalesef, alerjik bir bünyem var. Fakat ailemizde bir kedi var. Adı Lokum'dur, bir Siyam prensesidir. Yaz aylarında beraber oluyoruz onunla.. :)
Lokum! Ne güzel, ne hoş bir isim. Muhteşem, hiç duymamıştım ve hiç de aklıma gelmemişti kedi ismi olarak, harika, çok beğendim. Lokum hanıma sevgiler yolluyorum o zaman, çok öpücükler;)
p.s.: Siyam kedileri pek havalı oluyor. Arkadaşımın kedisi de aynı türdendi, çok cool duruyordu çok, aklıma geldi şimdi;)
İletirim kendisine 4 ay beraber olacağız. Blogumda onunla ilgili bir yazı yazmıştım.. Oradan Lokum Hanımsultan'ın resmini görebilirsiniz.. :)
http://www.zapere.blogspot.com/2009/11/onun-ad-lokum.html
Muhteşem!;)
Yazdıklarınızı okudum şimdi, ve ben de onun bir prenses olduğunu düşünüyorum artık, aksi mümkün değil;)
Bu güzelliği bana gösterdiğiniz için sağolun, Zafer. Lokum hanıma tekrar sevgiler, öpücükler.
İyi geceler diliyorum.
Yorum Gönder