"Kendimde, herhangi birindeki kadar kötülük olduğunu fark ediyorum, ama eylemden -bütün kusurların anasından- tiksindiğimden, hiç kimse için acı nedeni değilim. Zararsız ve tokgözlü olduğum, ötekilere meydan okuyacak enerji ve patavatsızlıkta da olmadığım için, dünyayı bulduğum halde bırakıyorum. Öç almak, her an uyanık olmayı ve sistemli bir zihni, pahalıya mal olan bir devamlılığı gerektirir; oysa bağışlamanın ve horgörünün ilgisizliği, saatleri hoş bir şekilde boş kılar. Bütün ahlâklar iyilik için birer tehlikedir; iyiliği yalnızca ihmal kurtarır. Avanağın ağırkanlılığını ve meleğin ihtirassızlığını tercih ederek kendimi fiillerin dışına çıkardım; iyilik de hayatla bağdaşmadığından, iyi olmak için kendimi ayrıştırdım."
iyilik teorisi - Çürümenin Kitabı/e. m. Cioran
Ani bir kararla dışarı çıkan biri, postanedeki sırayı fazla bulup beklemekten vazgeçen ve hiç aklında yokken balık almaya karar veren biri. O şaşkın biri, balık tezgahına yanaşır, çipuralar güzel görünür gözüne, rokalar çok yeşil. Fırında çipura ve roka salatası iyi olur, der. Çiçekçinin önünden geçer, çiçekler ne güzel, ama mevsimi değil sanki, pahalı bulur, almamak daha iyi. Yavaş yavaş yürümeli, hava sisli ama iyi; sakinliği öneren, yatıştırıcı bir etkisi var. Marketteki kız çok küçük, devamlı abla diye konuşuyor, bunun tezgahtar alışkanlığı mı yoksa yaş farkı mı olduğunu anlayamıyorsun, ama senin için uzun süredir aradığın bir ürünü ayırmayı düşünmesi iyi. Havadisler kafa karıştırıcı, insanların hiç susmadan fikir üretmesi şaşırtıcı, tüm bunları unutmak gerek. Unutmak için koyu bir kahve çok iyi. Kahve sağaltır. Kahve en iyisi.
Akşam yemeği için balık ve salata yaptım, harikaydı. Yoğun, koşturmalı bir günün sonunda kahve keyfi hızlı da olsa güzeldi. Şimdi işteyim. Hayat hiç durmuyor. Hastalıklar bitmez, iyileşmeler bitmez, birileri devamlı devinimde. Bir süredir ev dekorasyonuyla ilgileniyorum. Bu eve taşındığımdan beri hiç bakmamışım etrafa. Çok fazla sevmem zaten dekorasyon dergilerini karıştırmayı, mağaza gezmeyi ve hatta İkea'yı. Bunu özellikle söylüyorum çünkü bir arkadaşım böyle dediğimde çok şaşırmış ve karısıyla annesinin, hatta bir yaşına henüz girmiş çocuğunun İkea gezintilerini rutin hâle getirdiğini söylemişti. Haftada iki kere gitmezlerse rahat edemiyorlarmış;) Eh, haklılar aslında, öyle güzel bir hayat simülasyonu var ki oralarda (özellikle İkea), gezip görünce yaşamış gibi oluyorsun. Neyse, işte ev dekorasyonuna takmamın nedeni yatak odamın duvarlarını fazla boş bulmam. Ben duvarlarda resim severim. Sevdiğim ressamların tabloları asılı olsun isterim. Resim olmayan ev sevmem, ve hatta -belki kötü bir huy bu ama- ev sahibi hakkında ilk kanım da böyle oluşur. Kitap ve resim olmayan ev anlamsızdır benim için. Diğer şeyler olmayabilir; kahve makinesi, yatak, gece lambası (bu olsa fena olmaz, gece karanlıkta uyumayı sevmem;)), gardırop vs. vs. Duvarların boşluğu takılmama neden oluyor. Takılıp saatlerce duvara bakmama, duvara bakarken düşündüğüm şeyi unutuyorum, kafam karışıyor, boşluğun ne olduğunu merak ediyorum. Sonrası felaket. Bir gece, çok geç vakit, mesaj atmıştım C.'ye; uzun bir süredir boşluğa baktığımı ve artık boşluğun gerçekten boş olduğundan emin olmadığımı yazmıştım. Bana verdiği cevap komikti; "o kadar eşya alırsan olmaz tabii", demişti. A hah, çok sarkastik, komik, ironik ve bumbastik bir sevgilim var, lafı gediğine oturtuyor. Aferin.
Onun ima ettiği kadar olmasa da üç beş parça şey aldım. En sevdiğim fotoğraflarım için çerçeve aldım ki bu çok önemliydi benim için. C. ile(!) -buraya da koyduğum- beraber olan ilk fotomuzu yerleştirdim birine. Başucumdaki gece lambasıyla harika bir uyum sergilediler. Geceleri bakışıp duruyoruz biz üç şaşkın. A, evet ben eşyaların ruhu olduğuna inanırım, ondan böyle bu;p Şimdi sırada işin sevdiğim ressamlar kısmı var. Salona astıklarıma ilişmeyeceğim. O ressamları pas geçiyorum. Yine de bir sürü isim var aklımda, şahane resimler var uyanınca görmek istediğim. Üstelik tumblr sayesinde olağanüstü illüstrasyonlardan haberim oldu. Hep sevdiğim, hayran olduğum ressamları düşünürken şimdi bir de o güzelim, çocuksu ve masal gibi resimleri aklıma taktım. Neler olacak hiç bilmiyorum. Bu küçük ve önemsiz görünen macera aslında epey mühim; sonuçta iyi olmanın sırrı ayrıntılar ve gündelik hayatta saklı. İnsan içine fazla dönmemeli, bunu geçen gün, Orhan Pamuk da "Öteki Renkler" kitabıyla fısıldamıştı kulağıma. İçine fazla bakarsan derinlik korkutucu olur gibi bir şeyler demişti. Şimdi yanımda yok, öylesine yazıyorum. Fakat yanımda olmasa bile Beyaz Kale'den sonra (Kara Kitap tecrübesinde olduğu gibi) takılıp kaldığım yerden kurtulamıyorum. Onun için elime seçkilerinden ve diğer yazılarından oluşan Öteki Renkler kitabını aldım. Başım sıkıştığında o kitap hep iyi gelir. İyi olmak mühim mesele demiş miydim? Hah işte, her şey iyiliğimiz için; evle, işle, güçle, kitaplarla, oyalanalım öyleyse.
---------
p.s.: nöbette yazdığım -sanırım- ikinci yazı bu. birazdan nöbet arkadaşım oturacak bilgisayara, ben sabaha karşı çalışacağım. onun için hızlı hızlı ve kontrol etmeden yazıyorum. tekrar okumadan da göndereceğim. hatalar ve kusurlar için yine affola demeliyim. böyle.
Akşam yemeği için balık ve salata yaptım, harikaydı. Yoğun, koşturmalı bir günün sonunda kahve keyfi hızlı da olsa güzeldi. Şimdi işteyim. Hayat hiç durmuyor. Hastalıklar bitmez, iyileşmeler bitmez, birileri devamlı devinimde. Bir süredir ev dekorasyonuyla ilgileniyorum. Bu eve taşındığımdan beri hiç bakmamışım etrafa. Çok fazla sevmem zaten dekorasyon dergilerini karıştırmayı, mağaza gezmeyi ve hatta İkea'yı. Bunu özellikle söylüyorum çünkü bir arkadaşım böyle dediğimde çok şaşırmış ve karısıyla annesinin, hatta bir yaşına henüz girmiş çocuğunun İkea gezintilerini rutin hâle getirdiğini söylemişti. Haftada iki kere gitmezlerse rahat edemiyorlarmış;) Eh, haklılar aslında, öyle güzel bir hayat simülasyonu var ki oralarda (özellikle İkea), gezip görünce yaşamış gibi oluyorsun. Neyse, işte ev dekorasyonuna takmamın nedeni yatak odamın duvarlarını fazla boş bulmam. Ben duvarlarda resim severim. Sevdiğim ressamların tabloları asılı olsun isterim. Resim olmayan ev sevmem, ve hatta -belki kötü bir huy bu ama- ev sahibi hakkında ilk kanım da böyle oluşur. Kitap ve resim olmayan ev anlamsızdır benim için. Diğer şeyler olmayabilir; kahve makinesi, yatak, gece lambası (bu olsa fena olmaz, gece karanlıkta uyumayı sevmem;)), gardırop vs. vs. Duvarların boşluğu takılmama neden oluyor. Takılıp saatlerce duvara bakmama, duvara bakarken düşündüğüm şeyi unutuyorum, kafam karışıyor, boşluğun ne olduğunu merak ediyorum. Sonrası felaket. Bir gece, çok geç vakit, mesaj atmıştım C.'ye; uzun bir süredir boşluğa baktığımı ve artık boşluğun gerçekten boş olduğundan emin olmadığımı yazmıştım. Bana verdiği cevap komikti; "o kadar eşya alırsan olmaz tabii", demişti. A hah, çok sarkastik, komik, ironik ve bumbastik bir sevgilim var, lafı gediğine oturtuyor. Aferin.
Onun ima ettiği kadar olmasa da üç beş parça şey aldım. En sevdiğim fotoğraflarım için çerçeve aldım ki bu çok önemliydi benim için. C. ile(!) -buraya da koyduğum- beraber olan ilk fotomuzu yerleştirdim birine. Başucumdaki gece lambasıyla harika bir uyum sergilediler. Geceleri bakışıp duruyoruz biz üç şaşkın. A, evet ben eşyaların ruhu olduğuna inanırım, ondan böyle bu;p Şimdi sırada işin sevdiğim ressamlar kısmı var. Salona astıklarıma ilişmeyeceğim. O ressamları pas geçiyorum. Yine de bir sürü isim var aklımda, şahane resimler var uyanınca görmek istediğim. Üstelik tumblr sayesinde olağanüstü illüstrasyonlardan haberim oldu. Hep sevdiğim, hayran olduğum ressamları düşünürken şimdi bir de o güzelim, çocuksu ve masal gibi resimleri aklıma taktım. Neler olacak hiç bilmiyorum. Bu küçük ve önemsiz görünen macera aslında epey mühim; sonuçta iyi olmanın sırrı ayrıntılar ve gündelik hayatta saklı. İnsan içine fazla dönmemeli, bunu geçen gün, Orhan Pamuk da "Öteki Renkler" kitabıyla fısıldamıştı kulağıma. İçine fazla bakarsan derinlik korkutucu olur gibi bir şeyler demişti. Şimdi yanımda yok, öylesine yazıyorum. Fakat yanımda olmasa bile Beyaz Kale'den sonra (Kara Kitap tecrübesinde olduğu gibi) takılıp kaldığım yerden kurtulamıyorum. Onun için elime seçkilerinden ve diğer yazılarından oluşan Öteki Renkler kitabını aldım. Başım sıkıştığında o kitap hep iyi gelir. İyi olmak mühim mesele demiş miydim? Hah işte, her şey iyiliğimiz için; evle, işle, güçle, kitaplarla, oyalanalım öyleyse.
---------
p.s.: nöbette yazdığım -sanırım- ikinci yazı bu. birazdan nöbet arkadaşım oturacak bilgisayara, ben sabaha karşı çalışacağım. onun için hızlı hızlı ve kontrol etmeden yazıyorum. tekrar okumadan da göndereceğim. hatalar ve kusurlar için yine affola demeliyim. böyle.
19 yorum:
Sen söyleyince fark ettim. Benim duvarlarım olduğu gibi boştur. Aslında evimde ne resim ne de çerçeve var. Sanırım ben de ufaktan bu tür iyileştirmeler yapmalıyım. İlk önce yastıktan başlamalı. Eh 2 seneyi geçti hala bir yastık almadım. İçi su dolu plastik bir kola şişesini kullanıyorum yastık diye. Garip ve saçma evet.
Bu arada iyi nöbetler...
sevgiyle...
not: alıntıdaki pasifizm iyiliği kurtarmaz, kötülüğün insafına emanet eder, daha da kötüsü bizzat kötüyü eylemsizlik eylemi ile onaylar, olumlar... Yani kimse için zararım yok önermesi aksine zararın kendisini ihbarından başka kapıya çıkmaz. Yastık almalıyım evet :)
nöbet yazısı harika olmuş.
garip tesadüfler beni neşelendiriyor, çok mu önemli peki bu tesadüfler, yooo, bir işe yaramadıkları kesin beni eğlendirip heyecanlandırmaları dışında:
1-lenkaya bayılıyorum bu ara
2-şu sıra okuduğum kitapta sağaltma kelimesi ile tanışmıştım burda selamlaşmak hoşuma gitti
3-kahve şuan da beni sağaltıyor
4-ikea konusunda seninle aynı fikirdeyim, simülasyonlar beni rahatsız ediyor, bir süre sonra onlar gibi bir dünya yaratma simülasyonuna kapılıp kendimi kaybedeceğim korkusuna kapılıyorum.
5- iyilik teorisinden aldığın şu paragrafa bayıldım. kitabı gözden geçirmeme neden olacak kadar hoşuma gitti.
6-fırında çipura ve roka herzaman harika bir fikir ama bir sonraki sefere o çiçekleri benim için kendine almalısın ben sana almışcasına sevineceğim.
biliyor musun boş duvarlara bakman ile ilgili yazdıkların çocukken yaptığım bir "şey" i aklıma getirdi. hep aynaya çok bakan biri oldum. bu bakışlar ayy nasılım acaba, sağımda solumda bir problem var mı şeklinde değildi, ne kadar hoşum diye baktım hep (hala) ama bu beğeni egosal değil daha ziyade kendimi seviyor olmak olarak açıklanabilir:)
neyse....küçükken aynayı alır karşısına geçer ve kendime bakmaya başlardım, öyle ağız göz şekilleri falan yapmadan bön bön öylesine....bakardım, bakardım, bakardım...ve bir süre sonra bir kırılma olurdu ve o bana bakmaya başlardım, kendim diye birşey kalmazdı...karşıdaki tamamen yabancı olurken bakılan kaybolurdu aslında. bakmaya devam ederken öyle kaybolurdum ki, karşımdan bana bakan ise öyle gerçekleşirdi ki..bakmaya devam edersem sanki o aynanın içinde kaybolacağım, o karşıdan bakan kalacak ayna beni yutacak korkusu gibi birşey gelişirdi ve önce kafamı hızla sallayarak bu kaostan kurtulmaya çabalar kurtulduğum anda aynayı atardım ellerimden.
bu arada seni hakikaten seviyorum:) konyadan sevgili izmire selamlar.
Günaydın;) Uyanalı çok oldu ama her zaman yaptığım geç kahvaltı olayını nöbet sonrası günlerde iyice öteliyorum;p Şimdi çay içiyorum, kalkıp markete gitmem ve bana ayrılan ürünü almam gerek, pek heyecanlıyım;p
Dönünce sohbet ederiz ama, Guguk Kuşu sana hemen bir şey demem lazım; yorumunu hızlı hızlı okurken inanılmaz şaşırdım. Bahsettiğin ayna metaforu Beyaz Kale'de vardır. Ve inanılmaz güzeldir. Beni çok mutlu etti bu rastlantı. Çok hoş.
Çay keyfi zamanı, sonra görüşürüz. Vuslatcığım sana da merhaba;)
haydaaaaa:)
bak şimdi ne düşündüm: aslında tek önemli olan rastlantılar mı, gerisi saçmalık.
Benim evi seveceksin demek ki:) Duvarlarda santim boşluk kalmadı desem biraz abartırım ama kazara biri duvara asmak için hoş birşey hediye etse diğerini çıkarmak zorunda kalıyorum. kitap dersen yakında evi onlara terkedip çıkacağım. Başka da kayda değer birşey yok zaten evde :) Kitap olmayan ve duvarları boş olan bir eve girince pansiyona girmiş gibi hissediyorum ben de. Fakat fena bir anı var, acil badanaya ihtiyaç var ve benim ödüm kopuyor yukarıda saydıklarımı toplamak ve tekrar yerleştirmek yüzünden :)
Sevgiler..
Haa, Ikea'ya gitmeyi ben de hiç sevmiyorum
Vuslat, n'aber?;)
Beni güldürüyorsun sen, bu yüzden seninle konuşurken gayriihtiyari gülümsüyorum. Evet, yastıktan başlamalı, yastık mühim. Şaka yapmıyorum, yastık istediğim gibi olmazsa uyuyamıyorum ben. Sen biraz abartmışsın tabii, kola şişesi ıssız ada deneyimi gibi olmuş. Son zamanlarda neler yaptığını bilmiyorum tabii, en son biraz karışıktı senin cephede işler. Umarım düzelmiştir.
Yastıktan sonra resim konusunu bir düşün bana kalırsa, resim iyidir.
Alıntıya gelirsek; sana sonuna kadar katılıyorum. Alıntıda bahsedilen durum eylemsizlik. Ve eylemsizliğin sadece kendine faydası vardır, hatta o bile şüpheli. Bu arada durumun pasifizm olduğunu düşünmüyorum, çünkü pasifizm bilinenin aksine tam da şudur; pasifizm
Her neyse, seninle aynı fikirdeyim, ama alıntı ilginç ve önemli. Ben Emil Michel Cioran'ı çok önemser ve severim. Zaten buraya sevmediğim kişilerin yazılarından alıntı yapmıyorum. Cioran diğer filozoflara, yazarlara pek benzemez, hataları ve yanlışları fazladır (hata? yanlış?) Bunları bilir, kabullenir ve yeri geldiğinde özür diler. Buradaki alıntıda, soru mühimdir, bir de okuyana Karamazov Kardeşler'deki Dimitri'nin meşhur tezini (ivan'ındır aslında o düşünce ama dimitri pek benimsemiştir ve defalarca tekrarlar romanda;)) hatırlatır; "Sizin için ne nihaî bir ölçüt, ne de bozulmaz bir ilke bulunduğuna, ve hiçbir tanrı olmadığına göre, bütün cinayetleri işlemenize mâni olan nedir?"
Buraya yazdığım alıntı bu sorunun cevabı. Kendi kendisiyle konuşur ve başlık iyilik teorisidir.
Vuslatcığım, bırak pasifizmi eylemsizliğin bile acı nedeni olmadığına inanmıyorum, elbette acının dolaylı nedenidir, ama bu durumu çok iyi anlıyorum. Yalnız şuna varım; dünyayı bulduğu gibi bırakmak insanlığın son ve epey çirkin olan günümüzdeki (eh, geçmiş zaten beter) hâlinde önemlidir. Ayrıca ortak ahlak diye bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Bu konu kendimi bildim bileli kafamı kurcalar benim, ortak ahlak yoksa ahlak diye diye yapılan işler ve alınan kararlar biraz şaibeli oluyor hâliyle. Keşke iyiliği besleyen ortak bir ahlâk yaratabilseydi insanlık. Keşke. (yakın zamana kadar ortak ahlâk için "belki" diyordum ben)
İhtirasın ise her türünden nefret ederim.
-----------
Yastık diyorduk, değil mi? Almalısın evet;)
Çok sevgiler.
Sevgili Guguk Kuşu, ne güzel yazmışsın, çok hoş yazdıkların, içten teşekkür ediyorum sana;)
Tesadüfler önemli olmaz mı!? Bir zamanlar tesadüfler tanrısı lafını ağzımdan düşürmezdim. İşe yaramadıklarını düşünmüyorum üstelik, bak senin yüzünü güldürmüş, beni de sevindirdi, daha ne o zaman?;)
Cioran, iyidir, gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Çürümenin Kitabı, elimden düşürmediğim kitaplardan, pişman olmazsın okuduğuna.
Hmmm, ayna ve kendine bakmak... deneyimlediğin o kırılma noktasından bahsetmişsin ya, çok çok hoşuma gitti bunu anlatman. Daha önce yazdım; Beyaz Kale'yi bitireli epey oldu ama kitap o geceden beri peşimi bırakmıyor. Orada, senin söylediğin şeyden farklı bir durum var, ama özde aynı. Kitap hakkında yazmayı şiddetle istediğim için (kim ihtirastan nefret ediyordu;p) şimdi anlatmayacağım, fakat aynanın içindeki korkuyla senin yaptığın gibi yüzleşmek ve oynamak romanda da var. Farklı şekillerde olsa da bana verdiği etki aynı.
Ayna çok önemli bir metafordur benim için.
---------
Çiçekleri almış kadar oldum, teşekkürler;) Ben evi çiçeksiz (canlı ve taze) bırakmamayı önemserim, o akşam biraz sıkıcıymışım sanırım;p
Yazdığın sevgi notları beni utandırıyor Guguk Kuşu, buralarda ve aslında her yerde zeminler birazcık kaygan, onun için heyecanlanıyor, mahcup oluyorum. Yine de içtenlik iyidir, kalpleri illaki inceltir, onun için çok sağol sen. (yine aynı muhteşem kitaptan bahsedeceğim, karamazov'larda kitabın sonlarında alyoşa şöyle der;"...şunu hiç unutmayın, kişinin geleceği için iyi bir anından daha yüce, güçlü, sağlam, yararlı bir şey yoktur. İyi bir insan olmanız için çok öğüt verirler size, ama çocukluktan kalma güzel, kutsal bir anı iyi insan olma yolunda size en büyük yardımcıdır. Böyle anıları bol olan bir kimse kurtulmuş demektir. belleğimizde iyi bir tek anı kalmış olsa bile, bir gün gelir bu anımız mahvolmaktan kurtarır bizi...."
sonra cenaze için de şöyle der; "şimdi konuşmayı bırakıp, anma yemeğine gidelim. börek yiyeceksiniz diye canınız sıkılmasın. eski, çok eski bir gelenektir bu, hem iyi yanları da vardır...")
Ne uzun bir parantez içi oldu, Şenay'ın kulakları çınlasın;p Diyeceğim, içten söylenen iyi dileklerin, sözlerin zararı yoktur, hiç yoktan iyi yapar bizi, az şey mi?;)
Çok sevgi ve selamlar, İzmir'den de Konya'ya gitsin öyleyse;p
Sevgili Leylak Dalı, senin evini sen söylemeden de tahmin ediyordum zaten. O yazıları yazan birinin evi kitapsız ve resimsiz olamazdı tabii;)
Boya işleri fena, evet. Seneye ben de o zorlu sürece gireceğim, şimdiden ürperdim bak, brrrr;p
İkea için şunu söylemeliyim, oralarda dolaşmak beni yorup, bir süre sonra, bana anlamsız gelse de oyalayıcı olduğunu inkar edemem. Karşı olduğum şey; İkea'ya gidilmesi değil, o hayale kapılmak. Başkalarının düşlediği kurguya teslim olmak. Bir ürün aldığında elbette o ürünü tasarlayan kişinin yaptığına mecbursundur, ama eşyaları yerleştirmek kişiye kalmalı bana göre. Birbirine benzeyen evleri sevmiyorum. Kopya olan hiçbir şeyi sevmiyorum. Beyaz türklerin evi, burjuva evi diye dalga geçilen şey yerini İkea'nın yumuşak ve huzurlu kollarına bıraktı sanki. Artık herkesin evi kuzey esintili;)
Neyse, yılda en fazla bir-iki kere uğruyorum ben oraya, gece lambası, kitaplık şu bu alıp kaçıyorum. Çok yorucu çok. Aklımı yoruyor.
Çok sevgiler.
p.s.: Üçünüzden de yorumlara geç cevap yazdığım için özür diliyorum. Ben bir şey söylediğimde cevabını duymak isterim, bu yüzden hızlı olmaya çalışıyorum. Fakat hep dediğim gibi zamanı asla(!) kullanamıyorum!;)
Bumbastik kelimesini kullanmayı geçtim, duyalı -evet, duyalı, ben okumuyorum, senin sesini hayal ediyorum, toklukla tizlik arasında gidip gelen bir sesin vardır sanki- ne kadar zaman olmuş meğersem? Haha, ara sözün öldürdüğü cümlelerimden birisiyle daha merhaba! :)
Boş duvarlar rahatsızlık veriyor ama asıl korkunç olan, boşaltılmış duvar. Eski bir çerçevenin izi ya da çivi oyuğu .. "Burada ne vardı? Ne? Ne? Ne?" diye mırıldanarak dalınan uykular. Babamın odasındaki kapının üzerindeki çerçeve kiri .. Kir, değil mi? Oradaki fotoğrafın tek kopyası bende vardı.
İllüstrasyonlar gerçekten müthiş. O hayal gücü.. Bir de değişik portreler .. Sevdiğin ressamlardan bahsedince, geçen gün bir arkadaşım Goya'dan bahsetti, aklıma gelen ilk kişi sendin. Goya - Justine - Sarı Kent - Durrell - Kitap - "Radyo dinleyeceğine kitap okusaydın şimdiye İvan'a başlardın, bitirirdin ve neyi okuyacağım diye kaygılanırdın" silsilesi .. Burada makas vuruyorum! :)
Orhan Pamuk'un her kitabında herkes için bir durak oluyor demek ki. Hazmetmek mi gerekiyor, anlayamıyorum. ben Kar'ı okudum sadece, o sebeple pek yorum yapmak da istemiyorum, çok mistik ve karışık bir kitaptı, sisler ve perdeler ..
ev dekorasyonu konusunda da bakmayı sevdiğim tek şey kitaplık sanırım. ötesine tahammül edemiyorum. hem ne kadar az eşya, o kadar iyi! vücudumun belirli köşelerinin sevgili ailemin dekorasyon zevkinden aldığı darbelerin bunda büyük bir payı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. bir morluk yeşilleniyor, öte yanım morarıyor, oh ne iyi! :)
evindesindir, güzelsindir. yorgun musundur? eh belki. ama iyi olasındır.
-ben neden böyle yazıyorumdur? gece işte.
çok çok öpüyorum, iyi geceler.
uzun zamandır okumadığım kadar keyifle ve etkin kitap okuyorum şusıra. kimbilir bu etkinliğin nedeni belki okuduğum kitap belki ben belki havalar. bir süredir spontan bir şekilde kafamda okunacaklar listesi oluşmakta. kimi zaman zaten listeye aldığım bir kitapla başka bir yerde yeniden karşılaşıyor evet okunmalı diyorum. kimi zaman daha alt sıralardaki birini üst sıralara çekiyorum kimi zaman hiç listemde olmayan birini koşup heyecanla alıyorum. şairin romanında yarıyı geçtim, aslında bundan sonra suç ve cezayı planlıyorum (iş bankası yayınları) ama senin şu paragrafla beraber yeni bir durum değelendirilmesi yapılabilir. Orhan Pamuk insan olarak haz ettiğim biri değil (belki böyle bir cümle kurmaya hakkım yok ama) bir tek benim adım kırmızıyı okumayı denedim yıllarrrrr nce ve olmamıştı ama yıllarla birlikte çok şey değişti elbet. ama beyaz kaleyi düşünme listesine aldım. oblomov var listemde, şimdi karamozov kardeşleri de ekledim klasik listeme. ne zaman okuyacaksam bunları haa bi de kurtlarla koşan kadınlar var. aslında bu uzayıp giden liste beni germiyor. ben okuyabilme ihtimalinden bile keyif alıyorum. bu bir görev değil benim için. keyfim aslında dahada ötesi yaşam biçimim ve belki de sahip olduğum en büyük lüksüm. ben beni bildiğimden beri var olan şey (bak bu cümle yerine çok oturdu) çantamda hep olan şey: kitap. hani her an okuma ihtimalim olabilir ve o ihtimal dahilinde ya kitabım yanımda olmazsa korkusu:) kitap benim arkadaşım, yoldaşım ve hatta sevgilim. o yüzdendir ki hani sevebilme ihtimaline bile aşık olmak gibi ben de okuyabilme ihtimalime bile aşığım. bu nedenle senin ve diğre bazı blog dostlarımdan inanılmaz keyif alıyorum. vey bee dedirtiyorsunuz bana böyle insanlar da var hayatta, o zaman yaşam hala yaşanmaya değer. bu önemli ve "iyi" bişey. sen daha nce bana erdemin felaketleri konusunda bir neride bulunmuştun....ben sadenin kitabını okumak istiyorum demiştim de sen bana ne nermiştin unuttum. listedeki diğer kitabım o. ama sade hakkında okuduklarım duyduklarım beni kitliyor sanki kitaba karşı. sen ne dersin?
evet zemin burda da kaygan....sevgi sözcükleri etrafta uçuşuyor, içi boş baloncuklar gibi hep gülümsemeler, hep onaylayıcı hatta pohpohlayıcı sözcükler ama 42 yaşımda hayatın bana en derinden öğrettiği şey iyiniyeti ayırt edebilmek ve bunun için hayata öğretme yollarının can sıkıcılığına rağmen müteşekkirim. içtenlik ve iyiniyet artık karanlık yollardaki el fenerim ona göre beliyliyorum yolları sapakları çukurları ve insanları.
Ortak bir tanım, daha da iyi ifade ile evrensel bir tanımdan bahsetmek elbette zordur. Ancak tarihin belirli aşamalarında ortaklaştırılan deneyimlerin ifade ettiği o sürece özgü genel kabüller vardır. Bu hali ile bu değişkenliğe bakarak ana içkin olanı kutsallaştırmak ve adına çabalamak elbette anlamlı olmamalıdır. Gel gelelim ki hareketin yasalarını keşfetmek, hareketin değişken sonuçları üzerinde etki edebilmek adına önemlidir. Bu hali ile mutlak iyilik ve mutlak kötülük aramaktansa, iyinin ve kötünün de içinde hareket ederek başkalaştığı hareketi tanımak, bu hareket içerisinde iyi olanla birlikte başkalaşabilmek, kimi zaman hareketin hızının da önüne geçerek (nehirde akıntıya paralel kulaç atmak gibi) başkalaşımın önüne geçmek, orada yalnız olmak pahasına kayalıkları ovmak, engebeleri kaldırmak, barikatları yıkmak, ve iyi olanın dönüşümünü hızlandırmak adına eylemek ve evet eylemek, tüm bu değişkenliğin içinde değişmeyen tek şeydir. Öyle ya son kertede eylemek harekete içkindir ve değişmeyen teklik ise bu anlamı ile hareketin kendisidir.
Pasifizm basbayağı pasifizmdir evet; fakat basbayağı pasifizm de basbayağı teorize edilmiş eylimsizlik edinimidir. Özünde eylemsizlik hali değildir de eylemin zor biçimlerinden sıyrılmanın, kendini yedek kulübesinin sıcak, güvenli ortamında tutmanın da adıdır. Öyle ya sahaya çıkmak riskdir, kazanmak kadar kaybetme ihtimalini barındırır. Ama yedek kulübesinde oturmak ihtimalin her ikisinden de sorumlu olmaktan görünüşte, en azından büyük oranda kurtarır. Üstelik bir de acaba sahada olsa sonuç başka türlü de olabilir miydi yanılsaması ile belirli bir itibar iadesini de barındırır. Vesaire, evet yastık almalı...
Sevgiyle...
Ps: kaz tüyü olmalı evet
Zedka;)
Sesim nasıl bilmem ki, insan kendi sesini diğerleri gibi duyamıyor bana kalırsa. Doğrusu hangisi bilmem de, kendi sesini duymak zor iş. Bazen şaşakalıyoruz değil mi, benim sesim bu kadar ince mi, ya da kalın mı diye itiraz ediyoruz, karşı taraf sakin oluyor o anlarda, gayet normal senin sesin, sorun yok, diyor istisnasız;)
Boşaltılmış duvar, hoşuma gitti buradaki "ne" sorusu, bunun üzerine saatlerce konuşabiliriz, hiç başlamayalım derim;p
Kar romanı, Orhan Pamuk'a başlamak için yanlış seçim diye düşünüyorum Zedkacığım. Poliş de aynı hatayı yapmıştı. Benim fikrim, ilk kitaplarından, olmadı daha sırlı, etkileyiciliği kabul görmüş, daha önemli (görece biliyorum, ama böyle düşünüyorum) kitaplarından başlamak. Biraz ara verip, hatta derin bir nefes alıp tekrar dene lütfen. Seçeneklerin arasında Kara Kitap ve Beyaz Kale hep olsun.
Ben de seni çok öpüyorum, sarılıyorum, canım Zedka.
Ben Orhan Pamuk'u çok severim Guguk Kuşu, elbette farklı düşünüyoruz bazı konularda ama ben onu hem insan olarak hem de romancı olarak çok, çok seviyorum.
Saydığın kitapların hepsi çok önemli, hangisini okursan oku hem keyif alacaksın hem de muhteşem bir kitabı okumanın, o dünyaya girmenin, o dünyayı tanımanın mutluluğunu yaşayacaksın. Mesela Karamazov Kardeşler'i ilk defa okuyacak olmanı çok kıskanıyorum ben, o büyülü satırlarla ilk defa karşılaşmanın tadı anlatılamaz!;)
Sade hakkında ne dediğimi ben de unuttum şimdi, geri dönmeyelim öyleyse, kısaca şunu söyleyebilirim; ben Sade'ın kitabının edebiyat tarihindeki önemini anlasam da Durrell'in Justine'ini ona tercih ederim. Neyse, Sade'ı okuduktan sonra konuşmak daha doğru olur, öyle yapalım.
Çok sevgiler Guguk Kuşu, yorumun için teşekkürler ayrıca.
Vuslatcığım, aldın mı yastığını?;p
Eve kadar aklıma gelmiyor. Bu gün üzerinde konuştuk diye hatırladım dışarıdayken sonra yine unuttum. Ama yarın kesin alacağım bir tane...
Hadi bakalım.
sohbet harika, seviyorum burayı;)
taşınma telaşındayım, ev dandini filan ama yine de bu karmaşanın, kolilerin ortasında daldım gittim. orhan pamuk'tan kara kitap'ı çok sevmiştim ben. en sevdiğim pamuk kitabı da diyebilirim. masumiyet müzesi'nde fazlasıyla bir proje havası hissettim, (ah şu yazarlara verilen ödüller!) yine de okudum sonuna kadar. kar'ı da bu kışa saklıyorum. bir de sessiz ev'i, yıllar oldu okuyalı ama, çok güzel hatırlarım. annem de cevdet bey'i çok sever, çok över mesela. onu da okumadım ama merak ediyorum.
bu arada aklıma ne geldi, geçen yıl bu zamanlarda tanışmıştık seninle (woody allen sayesinde). ne güzel olmuş. börek yaparken bana yorum yazdığını hatırlıyorum, arada böreğe bakmaya gitmiştin:)
balık ve roka. bayılırım! kahve eşliğinde lenka'yı dinleyeceğim şimdi. sevgiler, öpücükler justine.
Alkımcığım hoşgeldin, özledim seni.
Bu arada, burası da seni seviyor;) (bak bu neye benzedi; hani reşat nuri'nin akşam güneşi romanında birbirlerine aşık olduklarını söyleyemez ya nazmi ve o sıralar aşık olduğu kadın, işte bu yüzden jülide'yi kullanırlar. jülide sizi çok özledi nazmi bey, gibi;))
Taşınıyorsun demek. Nereye, ne zaman, şehir mi değiştiriyorsun, yoksa sadece semt mi? Umarım her şey yolunda gidiyordur, taşınma işleri çok zor olur, o yorgunluğu iyi bilirim.
Çok net hatırlıyorum sana yorum yazdığım geceyi, çok beğenmiştim bloğunu, kendime yakın hissetmiştim. İyi ki tanışmışız Alkımcığım, kendisine bayılmam ama, fena adam değildir yine de, öleyse çok yaşasın Woody!;) (arada böreğe bakmayınca hep kötü şeyler oluyor canım, felaket felaket!;p)
Benden de sana çok öpücükler ve sevgiler, işlerin hemen bitsin ve bloğuna daha sık yaz lütfen. Sarıldım.
Yorum Gönder